• Sonuç bulunamadı

2. Mekân

2.5. Türkiye’nin İdeal Evi

2.5.3. Cumhuriyet’in İdeal Evinden Neoliberal Dönemin İdeal Evine

115 örtüsüyle uyum içinde olanlar. Anneme ‘anne, masayı böyle donatmalısın, öyle değil’ dedim. Ona peçeteyi verdim ve ‘salata tabağını yemek tabağımızın yanına koymalısın’ dedim. Okuldan eve geldiğimde, anneme benim ev ekonomisi derslerinde öğrendiğim şekliyle ev bakımı hakkında dersler verirdim. Bana karşılık verir ve ‘Kızım, daha çok çocuksun. Ben beş tane çocuk büyüttüm ve ne yaptığımı biliyorum” derdi. Ama kızmazdı. Evet, beni yetiştirmişti, ama ben onun küçük hocasıydım (aktaran Navaro Yaşin, 2000, s. 70).

Navaro Yaşin’ın Cumhuriyet’in ilk yıllarında evde rasyonelleşmeyi anlattığı çalışmasından enstitülü kadınlara ait yukarıdaki alıntılar, eski kadının yerinin olmadığı Cumhuriyet evinin enstitülü sahibeleri, yaptıkları her işi geçmişle karşılaştırırken aslında aynı zamanda anneleri olan o kadınları da ciddi şekilde eleştirmişler ve enstitünün onlara kazandırdıklarıyla duydukları gururu aktarmışlardır. Enstitüler, kadınların iyi bir eş, fedakâr anne olarak batılı gibi giyinip işlerini bilimsel yollarla yaptıkları, kübik eşyalarla döşenmiş modern mimarinin kübik evinde ve apartmanlarında yaşanan hayatı modern hayat olarak öğrencilerine öğretmiş, bu modern hayatı toplumun her kesimine yaygınlaştırmalarını istemiş, enstitülü kızlar da kendilerine verilen bu rolleri benimseyerek cumhuriyetin yeni kadınları olmuşlardır.

116 katlı kübik evler ve apartmanlar yapılmıştır. Modernleşme, şehirleşme ve apartmanlaşma üçgeni özellikle 1950’lerde kırdan kente göç nedeniyle şehrin kenarlarına, arsa sahipleri ya da kooperatifler tarafından düşük kaliteli apartman dairelerinin yapılmasına neden olmuş ve bu durum 1930’larda apartmanların prestij göstergesi olma özelliğini aşındırmaya başlamıştır. Bu konutlar, mümkün olduğunca çok daireyi bir parsele yerleştirme çabasının ürünü olarak karanlık hizmet alanlarına sahip küçük ve düşüncesizce yaplan konutlar olarak nitlendirilmiştir (Özbay, 1999, s.

563). 1980’lerle birlikte Türkiye’de uygulanmaya başlayan neoliberal politikalar ve yaratılmaya çalışılan tüketim toplumu bağlamında konut sektörü de evrilmiş ve 1990’larda, erken Cumhuriyet döneminde karşılaşılan ideal ev mitiyle yeniden karşılaşılmıştır. Erken Cumhuriyet döneminde orta sınıfların erişebildiği ve onları diğer sınıflardan ayıran 3 oda 1 salon apartman dairelerinin yerini orta ve üst sınıflar için kurgulanan ve 1990’lı yıllardan günümüze kadar içeriği sürekli değişen başka bir ideal ev almıştır.

Post modern dönem ve onun tüketim kültüründe evin, kimliğin kurulduğu ve gösterildiği yer olarak işaret edilen öneminin, özel sektör tarafından farkedilmesi, devletin vatandaşlarına yaşayabilecekleri nitelikte konutları yapmayı bir kenara bırakmasından bu yana konut piyasasının hızla büyümesine ve çok geniş kalite ve fiyat aralığında konut yapılmasına neden oldu. 1920’lerden 1980’lere kadar geçen 60 yılda konut üretim sektörünün koşullarını belirleyen devletin yerine özel sektör geçmiş, sosyal konutlar satılmaya başlanmış, ev sahibi olmak bir hedef olarak gösterilmiş, ev bir yatırım aracı haline gelmiş, barınma bir tüketim eylemi haline dönüştürülmüştür. Kaçel bu durumu,

117 Ulus-devletlerin, 1920’ler sonrasındaki konut sektörüne müdahalesi, 1980’lere gelindiğinde sona ermiş; regülasyon, yeniden piyasanın kendi işleyişine terkedilmişti. Dolayısıyla devletlerin müdahalesi ile 60 yıldır üretim üzerine kurulmuş olan piyasanın dengesi, özel sektör lehine yeniden tüketime çevrilmişti. 1920’lerden itbaren ulus-devetlerin belirledikleri politik koşullar altında kamusal bir çaba sonucunda toplumun yaşam standartlarının yükseltilmesi amaçlanırken, 1980 sonrasında piyasanın belirlediği ekonomik koşullar altında bu çaba bireyselleşmek zorunda kalmıştır. Konut standarlarına ilişkin politik söylemin tükenmesi sonucunda 1980’lerde, evdeki birey diğer bir deyişle inhabitant (ev sakini), özel yaşama alanında “ideal ev” projesinden sorumlu en etkin özne haline gelmiştir (2009, s. 168, 169) sözleri ile anlatır.

İçinde bulunulan tüketim kültürü bağlamında üreticilerin maksimum kâr güdüsüyle hareket ettiği konut sektörü, dayanıklı tüketim malları ve otomotiv sektörüyle birlikte ideal alanlara yerleştirilen ideal evler içindeki ideal bedenler için üretim yapmaya başlamıştır. Bunun sonucunda küçük ev aletleri olmadan bakımlı olamayan bedenler, yapı malzemeleri ve hırdavat olmadan güzelleşemeyen mekânlar, otomobil olmadan erişilemeyen alanlar kurgusu ortaya konmuştur.

Bedenlerin idealleştirilmesi, bireylerin tek özgürlük alanı olarak ev merkezli bir yaşam sürmeleriyle başlar, kurtarıcı olarak ev donatıları ile ilişkilenmeleri ve bu aletleri birer kurtarıcı olarak görmelerinin sonucunda, bu tüketim malları ile döşenen ideal mutfakların ve anne babadan ve çocuktan oluşan ideal ailenin yaşadığı ideal ev kurgusuyla devam eder. Mekânların idealleştirilmesi bireylerin kendi ideal evlerini oluşturmak için yapı marketlerine, fuarlara gitmelerini, dergiler ve katologlar alıp tv programlarını izlemlerini gerektirir ve onları aynı zamanda ideal bir tüketiciye dönüştürür. Bu dönemde alanlar, bahçeli-ağaçlık alanlarda otomobil sayesinde şehirden ne uzak ne yakın ideal evlerle idealleştirildi. Böylece tüketim toplumunda, işbirliği geliştiren sektörlerin yarattığı idealler sayesinde herkesin bir ideal evi, hatta herkesin birden fazla ideal evi olabildi (Kaçel, 2009, s. 170-171).

Türkiye’nin yeni ideal evi, Turgut Özal’ın damgasını vurduğu 1980’lerde yaşanan hızlı ekonomik dönüşümün yarattığı toplumsal dönüşüm sonucunda ortaya

118 çıkan tüketim toplumunun, özellikle orta ve üst sınıfı için tasarlanmıştır. 1980’lerin, toplumun üst gelir tabakasında ciddi bir değişimin yaşanmasına neden olduğunu belirten Perouse ve Danış, bir yanda, başta tekstil olmak üzere ihracat esaslı ekonomik büyüme döneminde genel olarak Türkiye’de hızla zenginleşen çoğunlukla Anadolu kökenli bir kesimle diğer yanda özellikle İstanbul’da küreselleşme etkisinde gelişen finans, medya, sigortacılık gibi hizmet sektörlerinde yüksek ücretler karşılığında üst düzey yönetici konumunda çalışan kent kökenli eğitimli bir zengin tipi ortaya çıktığını ifade eder (2005, s. 103). Ortaya çıkan bu iki yeni grup, hem istihdam piyasasındaki özgün konumlarından ötürü hem de yeni dönemin, küresel tüketici kültürünün davranış kodlarının toplumda benimsenmesini sağlayacak işlevi gören ideal tüketiciler oldukları için ‘yeni’ orta sınıflar olarak adlandırılmışlardır (Öncüden aktaran Doğuç, 2005, s. 85). Yeni orta sınıf mensupları, işlevler, etkinlikler, insanlar, mekânlar ve zaman dilimleri arasında net sınır çizebilmek için iş yerinde ve evde sınıflandırma, farklılaştırma, hudut belirleme ve kategorileri birbirinden ayırmaya büyük önem vermiş ve yeni orta sınıfın geniş bir kesimi kendini yaşam tarzı seçimleriyle diğer sınıflardan farklılaştırmaya çalışmıştır (Ayata, 2003, s. 41, 43). Özellikle üst orta ve üst gelir düzeyindeki gruplar için, sahip olunan refahın seviyesinden çok bunun nasıl harcandığının bir zenginlik belirtisi olduğunu belirten Perouse ve Danış, toplumun geri kalanıyla aralarındaki farkı vurgulamaya ve sınır çizmeye çalışan köklü zenginlerin ve daha yüksek statü edinmek isteyen yeni zenginlerin bunu, yeni yaşam tarzları yaratarak elde ettiklerini belirtir (2005, s. 104).

Bu bağlamda onlara en büyük yardım konut sektöründen gelmiş, zenginlere toplumun diğer kesiminden ayrışmaya fırsat veren mekânsal ayrışma Keyder’in de belirttiği gibi lüks gösterişçi tüketimin en büyük göstergesi olmuştur. Ekonominin

119 serbestleşmesi ve sektöre devletin müdahale etmemesiyle konut sektöründeki özel şirketlerin artan sayısı, mekânsal ayrışma ve farklı standartlarda konut isteyen bu sınıfın (2013, s. 86) özlemlerini gidermek için hızla çalışmaya başlamıştır.

Konut sektörüne giren özel şirketler, bu gruplara sadece lüks konutlar değil bu lüks konutlara sahip olanlara yeni bir yaşam vaadinde de bulunarak büyük çaplı projeler tasarlamaya başlamışlardır. Bu büyük projelerin, özellikle İstanbul’un orta ve üst sınıfları için nasıl bir ideal ev miti tasarladığını ve görüntülerle yaygınlaştırıldığını, ideal ev mitinin tarihselliğinden sıyrılıp belli bir zaman ve mekânla sınırlandırılamayan evrensel bir doğru haline geldiğini Ayşe Öncü’nün

“İdealinizdeki Ev Mitolojisi” Kültürel Sınırları Aşarak İstanbul’a Ulaştı adlı çalışması (2007) anlatmaktadır. Cumhuriyet tarihinin yeni ideal evinin, şehrin kirli havasının, kalabalıklığının, düzensizliğinin içinde yükselen apartman dairesi olmasına imkân yoktur. Temiz hava, stressiz ve sağlıklı yaşam koşullarının sağlandığı, doğayla iç içe ve en önemlisi birbirine benzeyen insanların bir arada bulunduğu, konforlu ve lüks yaşam alanlarının eğlence, alışveriş, yemek olanaklarıyla bütünleştirildiği ve iş yaşamı için hazırlanmış ofislerin bulunduğu şehirden uzak alanlarda yapılmış villalar, konaklar, rezidanslar ve siteler yeni ideal evler olarak medyada lanse edilir. Bu evler, bir yandan sahiplerine geçmişte kalan ama özlem duyulan “eski mahalle”lerin tadını verirken bir yandan da bir

“ayrıcalıklar dünyası” sunar (Bali, 2009, s. 114). Öncü (2007), İstanbul’un orta ve üst sınıfları için tasarlanan yeni ideal evlerin bir düşler ülkesi kurgusuyla sunulduğunu, bu kurguda önce geçmişin özlemle anılan güzel günlerine gidildiğini sonra da bu geçmişte özlem duyulanların, insanlara geri verildiği aynı zamanda modern teknolojinin sunduğu tüm olanakların bulunduğu konforlu, “ultra lüks”

120 mekânlardan bahsedildiğini ifade eder. Bu mekânlar, kentin kentlileşemeyen göçmen nüfusunun erişemeyeceği yerlere kurulmuştur. Önce deniz kenarında kurulan semtlerdeki apartmanlar sonra şehrin dışına ağaçların ortasına kurulan uydu kentler ideal evler olarak işaret edilir.

Ancak ideal evler sadece orta ve üst sınıflar için inşa edilmez. Kentlerin orta ve üst sınıfların yerleştiği ideal evler kadar daha alt kesimin yaşadığı çoğunlukla Toplu Konut İdaresi tarafından yapılan çok katlı apartman dairelerinden oluşan siteler de ideal evler olarak reklam edilmese de içinde yaşayanlar için ideal evler olarak konut sektöründeki yerini alır. 1950’li yıllarla birlikte gelen göç dalgasıyla kentlerde gecekondulaşma ve kaçak yapıyla başlayan konut sorununa, çeşitli yasalarla çözüm bulunmaya çalışılırken 1980’lerde çıkartılan aflarla birlikte bu evlere verilen tapular, gece kondu bölgelerinde bir dönüşümü başlatmıştır. Bu bölgelerde başlayan apartmanlaşma süreci aynı zamanda bir kentsel dönüşüm sürecini de başlatmıştır (Kara, 2011, s. 173). Giderek artan kentleşmeyle birlikte artarak devam eden konut sorunun çözümünde devlete düşen görev, konut üretimine yatırılan sermayenin dalgalı seyrine son vermek ve sabitlemektir. Bu nedenle 1984 yılında konut gereksinimini sağlamak, konut inşaatını yapanların uyacağı usul ve esasların düzenlemek, ülke koşul ve olanaklarına uygun endüstriyel inşaat, teknikler, araç ve gereçler geliştirmek ve ilmesi ve devletin yapacağı desteklere aracı olmak üzere Toplu Konut Fonu kurulmuş ve bu Fon 1990 yılı itibariyle Toplu Konut İdaresi Başkanlığı olarak hizmet vermeye başlamıştır. 2003 yılında iktidara gelen AKP hükümetiyle birlikte faaliyetlerine hız veren TOKİ, dar, orta ve alt gelir gruplarını ve

121 yoksulları kira öder gibi ev sahibi yapmak ve işsizlere iş bulmak söylemi ile yeniden yapılandırılmıştır (Eşkinat, 2011, 161-163)18.

Keyder tarafından ortak alanların peyzaj çalışmalarının asgari düzeyde olduğu, iç mekânların ferah ama alt yapısı baştan savma olarak nitelendirilen TOKİ evlerinin sakinleri, apartman hayatına geçmekten memnundur ve bundan gurur duymaktadır (2013, s. 187). Erken Cumhuriyet döneminde ifade edilen “apartmana geçmek başka bir hayata geçmektir” ifadesi, bu insanlar için de geçerlidir. Çoğunluğu, gecekondu yaşamından gelen bu insanlar, yeni hayatlarını güzelleştirmek için Kaçel’in daha önce belirttiği gibi (2009) evlerini güzelleştirmeye ve sürekli yapı marketlerine gidip evlerinde değişiklik yaparak ideallerindeki evi inşa etmeye çalışır. Keyder’de bu tespiti doğrular şekilde bu dönemde yapı marketlerinin sayısında ve bunlara yapılan yatırımda ciddi bir artışın olduğunu ifade eder.

Neoliberal dönemin tüketim kültüründe bir proje ve bir tüketim nesnesi olarak ev, tıpkı erken Cumhuriyet döneminde olduğu gibi popüler dergilerde kendisine yer bulur. Tüketim toplumu döneminde sadece ayrıcalıklı alanlarda ev sahibi olmak değil bu evlerin iç mekânlarının nereden ve nasıl döşeneceği de bir statü işareti olmuş ve sadece iç mekân düzenlemelerinin bulunduğu dergilerin dışında evin içindeki her odaya, mutfağa ve banyoya özel dekorasyon dergileri ortaya çıkmıştır.

Bu dekorasyon dergileri üzerine yaptığı çalışmada Erkaslan, dergilerin yerine

18 Yılmaz, 2000’lerden bu yana kentsel dönüşüm uygulamaları aracılığıyla kentlerin rant odaklı bir gelişme anlayışına terk edildiğini ve mevcut ideolojik yapının TOKİ aracılığıyla bu dönüşümleri meşru kılmak için “çağdaşlık” söylemini kullandığını söyler. Ancak bu ideolojik yapının konut sorunun çözümünde modern olarak işaret ettiği yapıların Avrupa’nın 20. yüzyılda inşa ettiği ve insanların birbirlerine entegre olması bağlamında sorunlara neden olduğu için terkedildiğini ifade eder (Yılmaz, 2009, s. 153, 156).

122 konması olanaksız olan ev özleminin üzerine 'yeni bir iç yaşamın başlangıcı', 'özgürlük ve kaçış alanı', 'eşler arası ilişkileri dengeleyecek feminist bir silah', 'cinsel yaşama renklilik katacak bir fantezi' gibi gerçekte evsel yaşamın ontolojik katmanlarında bulunmayan dışarıdan eklenen idealler ve anlamlar yüklediğini, bireylerin evle ilgili yeni beklentilerinin doğmasına sebep olduğunu belirtir.

Erkaslan, Cumhuriyet evinin içindeki fedakâr eş ve makbul annenin, neoliberal dönemin ideal evinde, “kentli, profesyonel meslek sahibi, çalışmasa da eğitim almış olma seçkinliğinin bilincinde, eşitlikçi bir aile yapısı beklentisi olan, beden ve sağlıklı yaşam pazarının sadık tüketicisi, geleneksel anne modelinden farklı, süper çocuk yetiştirmeyi amaçlayan, zevk ve stil sahibi ideal kadına”, “Süper Kadın”a (Erkaslan, 2009, s. 187) dönüştüğünü belirtir. Farklı rolleri olan bu “Süper Kadın”, evini de bu rollere uygun şekilde düzenlemelidir. Dışarıda çalışan bu kadın, evini kimi zaman ofise çevirmekte, eş ve anne olarak çocukları için teknolojik ürünlerle dolu mutfağında yemek pişirirken geniş mutfağındaki masada çocuğuna ödevini yaptırmakta, misafirleri için salonunda güzel masalar hazırlamakta ve ailesiyle keyifli zamanlar geçireceği konforlu bir ev yaratmaktadır. Erkaslan, bu dergilerle kadının etki alanının ev olduğunun, erk sahibi olmak için evi iyi idare etmesi gerektiğinin ve “Süper Kadın”ın geleneksel evsel rollerinin altının çizildiğini belirtir.

Dönemin popüler dergilerinde yer verilen kadınlar, orta ve süt sınıf kadınları işaret ederek bir kadın profili çizer ancak daha alt sınıftan kadınlardan beklenen hala

“doğru annelik” yaparak bilimsel yollarla çocuk yetiştirmeleri ve bu çocukları iyi bir vatandaş haline getirmeleridir. Bu beklentinin kaynağı elbette devlettir. 1980’lerden beri merkez partilerin, geleneksel aile yapısını ve cinsiyete dayalı iş bölümünü muhafaza etmeye çalıştıklarını, güçlü bir aile vurgusu yapıldığını belirten Öztan,

123 AKP’nin 2023 vizyonunda kadınları annelik temelinde tanımladığını ve kadınların yalnızca yeniden üretim faaliyetlerine ilişkin kapasitelerine indirgendiğini belirtir (2014, s. 181). Kamusal alana katılımlarını ancak kendilerine uygun rollerle gerçekleştirecek kadınlar, anneler ve bakıcılar olarak güçlü aileye hizmet etmek için vardırlar. Erkekle kadının eşit olmadığı ancak birbirinin tamamlayıcısı olduğu düşüncesiyle19 hareket eden bu anlayış, doğallaşmış ve hiyerarşik iş bölümünü devam ettirmekte ve kadını eve bağlamaktadır.