• Sonuç bulunamadı

5. GENEL OLARAK TÜRKİYE’DEKİ

5.6. Sağlıksız Kentleşme

Kentleşme, gelişmekte olan ülkelerde, önüne geçilemez bir olgudur. Hatta bir ülkenin gelişmesinde ona destek olan önemli, bir faktör de sağlıklı bir kentleşmedir.

Kentlerin genel olarak, bir iş, sağlık, barınma ve eğitim açısından güvence yerleri olarak görülmesi sonucu, doğal dokusunun ve sağlığının bozulması, kentleşmenin sağlıksız olarak ilerlemesinde önemli bir etkendir. Bu açıdan baktığımız zaman, bulunduğu yerde iş, sağlık, barınma ve eğitim ihtiyaçları karşılanmış bir insanın, en azından bu sebeplerle kente göçmesi olasılığı en aza inmiş olacaktır.

Sağlıksız kentleşme olgusunda akla ilk gelen konu, düzensiz yapılaşmaya bağlı olan bozulmalardır. Fakat bir kentin yapısal sağlığını bozan tek değişim, konut kaynaklı değildir. Bir kentin, ulaşım sistemindeki bozukluklar, altyapı

sistemlerindeki yetersizlikler ve sosyal ilişkilerindeki aksaklıklar da o kentin gelişiminin sağlıklı olması için çözüme kavuşturulması gereken konulardır.

Kentleşmenin temeline bakarak bir değerlendirme yapan Sefa Saygılı (1997 : 75), modern kentleşmenin, insana yabancı bir öz taşıdığını ve insanın kendisine kurduğu bu yapay mekan içerisinde ister istemez huzursuzluk duyacağını belirtirken, insanın tabiattan koparak, onunla baş edebilme yolunda teknolojiyi geliştirdiğini, ancak tabiatla arasındaki ilişkinin yerine geçebilecek bir ilişki de bulamadığı için artan bir yalnızlık ve mutsuzluğa sürüklendiğini de vurgulamıştır.

Ülkemizde kentleşmenin 1927 yılında başladığını ve 1950 yılından sonra hız kazandığını belirten İsbir (1982 : 140-141), ülkemizdeki kentleşmenin, gelişmiş ülkelerdeki gibi sanayileşme sonucunda ortaya çıkmadığını, daha çok kent dışı alanlarda bulunan faal nüfusun, kentlerin sosyal, kültürel ve ekonomik yönden çekici gelmeleri nedeniyle kentlere göç etmeleri sonucunda meydana geldiğini; bu durumun da, ‘ekonomik kalkınma ürünü olmayan, sağlıksız ve sorun yaratan’ bir kentleşmeyi doğurduğunu vurgulamaktadır.

Firuz Demir Yaşamış’a göre (1995 : 18-97), kentleşmenin temelinde yatan ana etmen, kırsal kesimin hızlı nüfus artış oranıdır ve kentleşmenin kendisi bir sonuç değil, tam aksine kentleşme, kent toplumuna, kent bireyine ve kentin çevre kalitesine ilişkin birçok sonucu doğuran bir olgudur. Kentlerimizde yaşanan çevre sorunlarının başında konut sorununun geldiğini savunan Yaşamış’a göre, gecekondulaşma olgusunun altında yatan temel etkenin, planlanmış, parsellenmiş ve altyapı gereksinimi giderilmiş konut arsası arzının azlığı olup bu nedenle, kamuya veya başkalarına ait arsalar üzerinde kaçak ve izinsiz olarak konutlar yapılmaktadır.

Türkiye’de kentleşmenin, kentlerin yarattığı her türlü hizmet ve sanayi çalışmalarını aşmasından dolayı sorun haline geldiğini belirten Emre Kongar (1999 : 27), bu nedenle Türkiye’deki kentleşme olgusunun, kente gelenlerin başlarının çaresine baktıkları gecekondu alanlarının yaygınlaşmasına neden olduğunu vurgulamaktadır.

Sağlıksız kentleşmenin nedenlerinden en önemlisi konumundaki kırdan kente göç olgusuna değinen Kemal Kartal (1992 : 27), kırdan kente göç eden insanlarla politikacılar arasındaki ilişkinin yapmak değil, yapmamak esasına dayandığını; köylü plancıların oluşturduğu gecekondu alanlarına dokunmadıkları ve bu alanlara kentsel

hizmetleri belli miktarlarda götürdükleri sürece, iktidarların, göç edenlerin siyasal desteğini aldığını; kısacası iktidarların, gecekondulaşmanın sürmesini doğrudan veya dolaylı destekleyerek bir şey yapmamak vaadi ile oy topladıklarını vurgulamaktadır. Bu doğru saptamadan da anlaşıldığı gibi, kırdan kente göç edip kentin en güzel alanlarına biçimsizce yerleşenler, kendilerine dokunmayan yılanların bin yıl yaşaması için onları beslemişlerdir. Yani bir taraf dokunmamış, bir taraf beslemiştir.

Sağlıksız kentleşmede köylerinin iticiliğinin rolüne değinen Hamamcı ve Keleş ise, köy yönetimlerinin akçal kaynaklarının yetersizliğinin, öğrenim düzeyinin düşüklüğünün ve köy yönetimlerinin çevre konusunda gerekli bilinçten yoksun bulunmalarının, köylerin, Köy Yasası’nda belirtilen güzelliklere kavuşmasını engellediğini belirtmektedir (Günay, 1998: 58).

Ruşen Keleş (1997 : 10), ülkemizde, kentlerin nasıl gelişmesi gerektiğini ve gelişeceğini, kentlerdeki hangi değerlerin nasıl ve ne ölçüde korunacağını, toplum yararı ilkesinin değil, insanların bencil eğilimlerinin belirlediğini vurgulamakta, Çetiner de (1997 : 142-144) Keleş’in bu açıklamasını, fiziksel olarak hazırlanan kent planlarımızın da, kentin doğal, sosyal, ekonomik ve yönetimsel durumlarına uymadığını, sıkça değiştirildiğini, maddi çıkarlar yönünden yoğun kullanışlar için şekillendirildiği şeklinde bir örnekle desteklemektedir. Ayrıca Çetiner’e göre, doğa ve kültür katliamının en çok yaşandığı ortamlardan olan kentlerimizde çevre sorunları, sağlıksız nüfus artışı, endüstrileşme ve gecekondulaşma ile artarken, kültür ve eğitim eksiklikleri ile yoğunlaşmaktadır.

Ülkemizin kentleş(eme)mesinde öne çıkan faktörlerden olan gecekondulaşma konusu hakkında Ruşen Keleş (1996 : 224-386), ülkemizde gecekondulaşmanın 1940’lı yılların ortasından beri yoğunlaştığını, 1948 yılında büyük kentlerde 25-30 bin olan gecekondu sayısının 1953 yılında gecekondularla ilgili 6188 sayılı yasa çıktığında 80 bini bulduğunu, 1960 yılında 240 bine ve 1983 yılında da 1,5 milyona geldiğini ve bunda, 1945 yılından beri çıkarılan ve 1953’te, 1966’da, 1976’da, 1983’te, 1984’te, 1986’da ve 1987’de devamı gelen gecekondu af yasalarının etkili olduğunu belirtmiştir.

Gecekondulaşma konusuna değinen Lütfi Altun(1997:138-139), kentlerimizin en önemli sorununun kontrol dışı yapılaşmaya bağlı sorunlar olduğunu, örneğin İstanbul’un yapılarının %55’ini kontrol dışı yapıların oluşturduğunu ve bunun tüm

Türkiye’yi bir çıkmaza soktuğunu belirttikten sonra İstanbul’un bu yapılaşmadan dolayı kendi kendini boğma yolunda hızla ilerlediğini ve bunun önüne geçmek için kaçak yapılaşmayı durdurmanın yeterli olamayacağını, bunun yanında var olan sorunlara çözümler getirmenin de gerektiğini vurgulamaktadır.

Sağlıksız kentleşmede, yanlış sanayi politikalarının çok fazla payı olduğunu savunan Bedia Akarsu’ya göre (1997 : 35), İstanbul’da, önce Haliç’te, sonra da Adapazarı’na kadar uzanan yollar boyunca irili ufaklı fabrikalara, sanayi kuruluşlarına izin verilince, elbette Anadolu’nun her köşesinden hiçbir iş olanağı bulamayan ve işleyecek toprağı veya olanakları olmayan insanların, buralara akın etmeleri normaldir ve Devletin yerleşim politikası olmazsa, sanayisinin geliştirilmesi yanlış politikalara ve özel çıkarlara dayandırılırsa, kentleşmenin sağlıksız olması da çok doğaldır elbette.

Türkiye’de kentleşmenin toplumsal ve ekonomik erozyonlara da neden olduğunu belirten Keleş (1996 : 53), kentlere gelenlerin çalışma durumlarıyla ilgili sorunlar yaşadığını ve bunun toplumsal erozyonu yarattığını; köylerde ekonomik durumu iyi olan bazı kişilerin parasını değerlendirmek amacıyla kentlere göç etmesinin de ekonomik erozyon olarak görülmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Türkiye’de kentli nüfusun, 1950’de %18,7’den 1960’da %25,9’a ve 1970’de ise %45,4’e yükseldiğini belirten Ethem Torunoğlu ( b , 1999 : 211-218), kent nüfusundaki bu hızlı artışın kaynağının, doğal artışlardan çok, kırsal alanlardan kentlere olan nüfus akınları olduğunu, bu göçlerin sağlıksız kentleşme olgusuna katkısının 1960’larda %42,6 ve 1970’li yıllarda ise %63 dolaylarında olduğunu vurgulamıştır. 1960’dan 1990’lara kadar geçen süre içinde kentli nüfusun, 7 milyondan 35-40 milyona yükseldiğini, böyle büyük bir artışın, kentlerde yaşayanların kentlileşmesini değil, daha çok ‘kırın kente taşınması’ sorununu beraberinde getirdiğini, bu arada sanayileşme ve kalkınmanın, kentleşmenin önünde değil, arkasında kaldığını, bu durumun ise, birçok kentsel ve çevresel sorunun da kaynağı olduğunu savunan Torunoğlu’na göre Türkiye’de 1945’lerde başlayıp 1950’lerden sonra yoğunlaşan kırdan kente göç olgusu, bugün de hızla devam ederken çeşitli sorunları ve yeni tartışma konularını da beraberinde getirmekte, kırdan kopup kentlerde yoğunlaşan kitleler, özellikle büyük kentlerde, giderek sağlıksız bir kentleşmeye neden olurken, buna paralel olarak ekonomik, siyasal,

toplumsal ve psikolojik sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Torunoğlu, kentleşme politikalarının gereği gibi değerlendirilebilmesinin, kentleşmenin temel özelliklerinin göz önünde bulundurulmasını zorunlu kıldığını, alınması gereken önlemlerin saptanmasında, sorunların gerçek niteliklerinin tanımlanmasından yola çıkılması gerektiğinin vurguladıktan sonra, Türkiye’de kentleşmenin çevresel yönden özelliklerinin birincisinin, kentleşmenin hızının fazla olduğunu, 1960-1980 yılları arasındaki beşer yıllık dönmelerde kentleşmenin hızı sırasıyla, %5,7 , %6,2 , %5,9 ve %4,5 olduğunu, demografik kentleşmede ‘aşırılığın’, kırsal nüfus artışına, geçmiş dönemlerdeki kentleşme hızlarına ve başka ülkelerde gerçekleşen kentleşme oranlarına göre belirlendiğini;

Ülkemizde kentleşmenin ikinci özelliğinin, kentleşmenin en büyük kentlere ve batıdaki bölgelere yöneldiğini, buna bağlı olarak, özellikle İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerde anakentleşme yolunda hızla ilerlenerek, yeryüzünün bütün merkezlerinde olduğu gibi, bu kentlerimizde de kentin büyümesinin merkezden çok çevrede hissedildiğini;

Ülkemizde kentleşmenin üçüncü özelliğinin ise, büyük kentlerdeki bireylerin, yaşam, kültür düzeyleri ve dünya görüşleri birbirine karşıt bireylerden oluşan farklı ve bütünleşmemiş bir toplumsal yapı oluşturması olduğunu, bu niteliğin, kentlere göçün, kentte yaratılan iş olanaklarıyla koşut gitmemesinden, kısacası kırsal yoksulluğun kentsel bir yoksulluğa dönüşmesinden doğduğunu; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin ve Antalya gibi kentlerde gecekonduların, kent çevresini bir yoksulluk kuşağı gibi sarmasının, bu dengesizliğin bir parçası olduğunu ve kentleşmeye yakıştırılan ‘çarpık’, ‘sağlıksız’, ‘aşırı’ gibi niteliklerin, onun bu özelliğinden kaynaklandığını belirtmiştir.

Kentleşme olgusunun ülkemizde sağlıksız bir seyir almasında önemli bir faktör de, şehirlerin göze en hoş gelen ve doğanın sağlık kaynakları olan yeşil alanların gelişi güzel bir şekilde yok edilerek yerlerine konut(!) yapılmasıdır. Bu öyle mantığı anlaşılmaz bir yanlıştır ki, şehrin kafasına poşet geçirerek poşetin ağzını her geçen gün biraz daha kapatmaya ve şehri boğmaya benzer. Bu konuda Kışlalıoğlu ve Berkes de (1993 : 140), kentlerdeki yeşil alanlarla ilgili olarak, her türlü bitkinin havadaki toz ve kirletici gazları süzerek hava kirliliğini azalttığını, şehir içindeki

büyük yeşil alanların havanın ve dolayısıyla yaşamın kalitesini arttırdığını belirtmektedir.

Firuz Demir Yaşamış ise (1995 : 100), sağlıksız kentleşmeye ilişkin sorunları çözebilme konusunda, kentsel sorunları çözebilme yönünde geliştirilen kent yönetiminin temel konusunun, sayısı hızla artan insanların ve boyutları çok büyüyen mekanların gereksinimlerinin giderilmesini sağlamak, büyümeyi yönetmek, yönlendirmek ve denetlemek olduğunu vurgulamaktadır.

Pervin Erbil ise (1998 : 37), sağlıksız kentleşmede, kente akan yoğun nüfusun kent içinde yerleşecek bir yer bulamaması sonucunda, kentin giriş ve çıkışlarında ‘çevre yolu’ diye tarif ettiğimiz transit geçiş yollarının kenarlarında yerleşme yolunu seçmeleri sonucu buralarda trafik kazalarının da yoğunlaşmasına sebep olduklarını belirterek, sağlıksız kentleşme ile yanlış ulaşım modelleri arasındaki ilişkinin de altını çizmiştir.

Kentleşme, gelişen her toplumda görülen ve belli ölçüde görülmesi de gereken bir olgudur. Çünkü gelişen toplumların en önemli özelliği güçlü ekonomik yapılarıdır. Ekonomik yapı içerisinde de kentler oldukça önemli yere sahiptirler. Bu nedenle de kentlerin gelişmesi, ekonomilerin gelişmesi için gerekli bir olgudur. Fakat kentlerin gelişmesi toplumlar ve ekonomiler için ne kadar gerekli ise, kentlerin sağlıksız gelişmesi de ekonomiler ve toplumlar için o kadar zarar verici bir olgudur. Sağlıksız kentleşme, kentlerin doğal dokusunu bozmanın yanında kırsal alanların da yeteneklerini köreltmektedir. Zira sağlıksız kentleşmenin bir ayağında kentlerin kötüye gitmesi, diğer ayağında da kırsal kültürün yitip gitmesi yer almaktadır.