• Sonuç bulunamadı

Korunması Gereken Canlıların Korunamaması

5. GENEL OLARAK TÜRKİYE’DEKİ

5.9. Korunması Gereken Canlıların Korunamaması

Aslında çevrede bulunup da korunması konusunda ayrım yapılabilecek hiçbir canlı yoktur. Yani çevrenin en önemsizmiş gibi görünen en ufak canlısı bile korunmak zorundadır. Çünkü çevre, her bir üyesiyle bir bütündür. Fakat, insanoğlunun yaptığı doğaya müdahale çalışmaları sonucunda bazı canlı türleri diğerlerine oranla daha fazla zarar gördüğünden, bu türlerin en azından nesillerinin

devamını sağlamak için (ya da insanoğlunun günah çıkarmak isteğinden), korunmaları konusunda özel önlemler alınmaya çalışılmıştır. Buna göre, bir ülkede korumaya alınmış ne kadar çok canlı türü varsa, o ülkede çevre katliamı da o derece çok yapılmıştır diyebiliriz.

Bir ülkenin endemik bitki varlığının (florasının), o ülkenin, diğer doğal kaynaklarıyla beraber zenginliğini meydana getirdiğini belirten Türkiye Çevre Vakfı (1995: 389-396), ülkemizde endemik ve nadir bitkilerin, tarla açma, aşırı otlatma, çorak alan ıslahı, orman yangınları, baraj yapımları, sanayileşme ve şehirleşme, yurt dışına ihraç, yurt içi kullanım, ağaçlandırma, tarımsal mücadele ve kirlenme, gibi sorunlar nedeniyle yeterince korunamadığını vurgulamaktadır.

Faunayı, bir bölgede yaşayan hayvansal bir hücreli canlılardan memeli hayvanlara kadar hayvansal olarak beslenen tüm canlıların oluşturduğu bütünlük, şeklinde çok geniş olarak tanımlayan Türkiye Çevre Vakfı, Türkiye’nin, iklimsel ve topoğrafik yapısı, konumu ve çeşitli ekoloji koşulları kısa aralıklarla yaşaması dolayısıyla değişik fauna elemanlarına ev sahipliği yaptığını belirterek, Türkiye’nin fauna varlığının biyolojik çeşitlilik bakımından kıta özelliği gösterecek bir zenginliğe ulaştığını vurgulamaktadır. Bunun yanında, çevrenin diğer öğeleri gibi bu öğelerin de önemli sorunlarla kaşı karşıya olduğunu belirten Türkiye Çevre Vakfı, çevre bozulması, orman ve meraların tahribi, erozyon, tatlı su ortamlarının kurutulması, biyolojik ve kimyasal mücadele, ötrofikasyon, tarımsal girdi ve çıktılar, yapılaşma, avlanma, ticari amaçla toplatma ve yabancı kaynaklı kültür ve yaban türlerinin getirilmesi gibi nedenlerden dolayı birçok fauna ortamının geleceğinin tehlike altında olduğunu vurgulamaktadır.

Fauna diye de bilinen hayvan varlığının, belli bir yere özgü yaban hayvan topluluğu olduğunu belirten Keleş ve Ertan (1992 : 31), bu topluluğun belli bir alanla sınırlı kalabileceği gibi belli bir zamanla da sınırlanabileceğini vurguladıktan sonra, faunanın bilimsel açıdan olduğu kadar ekonomik açıdan da önem taşıdığını, asıl öneminin genetik bir kaynak olmasından geldiğini, bunun yanında, yalnızca belli yerlerde yaşayan endemik hayvan türlerinin, özel önlemlerle korunması gerektiğini belirtmişlerdir. Ayrıca Keleş ve Ertan, Türkiye’deki faunanın karşı karşıya bulunduğu temel sorunların da, kirlenme, bozulma ve avcılık olduğunu vurgulamışlardır.

Koray Haktanır (1997 : 193), belirli bir ortama uyum göstermiş canlı türlerinin, bir bakıma o çevre koşulları tarafından geliştirilen organizmalar olduğunu belirtirken, sürüp gitmekte olan çevresel bozulmanın en zarar verici sonucunu, farklı türlere ait organizma çeşitliliğinin bir defa kaybedilince yeniden kazanılamayacak olması şeklinde belirten Wilson (2000 : 157), insanlığın gelecek nesillerinin, çeşitlilik azaldıkça daha yoksul bir hayat süreceğini vurgulamaktadır.

Türkiye, biyolojik çeşitlilik bakımından çok zengin bir ülkedir. Türkiye Çevre Vakfı’nın belirttiğine göre yurdumuzda 9.500’ün üzerinde bitki türü bulunmaktadır. Bunların 3.000’e yakın bölümü endemik bitkilerdir. Avrupa’da 11557 değişik bitki türünden sadece 2.650’sinin endemik olduğu düşünülürse, ülkemizin bitki türü çeşitliliği bakımından ne kadar zengin olduğu anlaşılır. Ülkemizin, hayvan türü çeşitliliği bakımından da zengin olduğunu belirten Türkiye Çevre Vakfı, Türkiye’de memeli hayvanlardan yaklaşık 120, kuşlardan tanımlanmış olan 413, sürüngenlerden 93, kurbağagillerden 18, deniz balıklarından 276, iç su balıklarından 192 tür bulunduğunu, böcek türlerinin sayısının ise 60-80 bin arasında olduğunun tahmin edildiğini belirtmektedir.

Çepel’in vurguladığı bu değerler, gerek bitki gerek hayvan türleri bakımından Avrupa’ya kıyasla çok daha büyük bir zenginliğe sahip olduğumuzu gösteriyor. Bütün Avrupa’da 500 kadar kuş ve 125 kadar sürüngen türü olduğu düşünülürse, bu yargının doğruluğu anlaşılır (Çepel, 1992 : 42-111).

Çevre sorunlarının da bir zincirin halkaları gibi birbirlerini etkilediğini ve bu etkilerin tüm çevre öğelerinde görüldüğünün kanıtı olan bir haberde, özellikle büyük şehirlerdeki aşırı gürültünün, eş bulmak için ötmek zorunda olan kuşların seslerini birbirlerine duyuramama sorunu nedeniyle eşleşemedikleri ve bunun kuşların geleceğini tehlikeye attığı vurgulanmıştır (“Gürültü, Çiftleşmelerine Engel” , 2003).

Türlerin kaybolmasında en önemli neden olarak yaşam alanlarının daralmasını gösteren Kışlalıoğlu ve Berkes (1993: 193-198), şehirlerin genişlemesinin, tarım alanlarının açılmasının, endüstrileşmenin ve yangınların, habitatların bozulmasına ve çevrenin kirlenmesine ve sağlıksızlaşmasına neden olduğunu vurguladıktan sonra türlerin ve çeşitlerin yaşamının, içinde bulundukları habitatın sağlıklı bir şekilde kalmasına yani doğal alanların korunmasına bağlı

olduğunun ve soyu tükenmekte olan bir türün, çevre sağlığı hakkında önemli bir mesaj verdiğinin altını çizmektedir.

Türkiye Çevre Vakfı ise (1995 : 507), bazı canlıların korumaya alınmasının, yapılan yanlış uygulamalardan kaynaklandığını belirtirken, örneğin pestisit türlerinden olan DDT kullanımının, Şanlıurfa’nın Birecik ilçesinde koruma altına alınan Kelaynak kuşlarının sayılarının azalmasında temel etken olduğunu vurgulayarak, 1950 ile 1960 yılları arasındaki yoğun DDT kullanımının Birecik ilçesinde 650 kadar Kelaynak kuşunun ölümüne ve üremede başarısızlığa neden olduğunun altını çizmektedir.

Başta da söylediğimiz gibi, her canlı korunmaya ihtiyaç duyar. Doğanın düzeni de budur. Ve her canlı doğanın gerektirdiği zamanda ve yerde hayata veda edecektir. Bize göre, doğaya müdahale edecek biçimde canlıların varlığına son vermek, ‘insan, diğer canlılar olmadan da varlığına devam edebilir’ şeklindeki bencil ve yanlış düşüncelerin eseridir. Bu düşünce sahipleri, yaptığı yanlışa bağlı olarak başka yanlışların ortaya çıktığını anladığında ise iş işten geçmiş olacaktır. Bu nedenle doğadaki her canlının kıymeti bilinmeli, nesilleri tehlikede olan canlıları korumanın yanında sayılarının normal düzeye getirilmesine çalışılmalıdır.

Sonuç olarak baktığımızda, gerçekten de yüksek bir yaşam düzeyi için, ileri teknolojiyi, ilerisini düşünmeden kullanan insan, canlı türlerin (kendisi dahil) sayısının her geçen gün biraz daha azalmasına neden olmaktadır.