5. GENEL OLARAK TÜRKİYE’DEKİ
5.8. Orman ve Meraların Tahribi
Çevrenin, insan ve hayvan dışındaki bir diğer canlı öğesi olan bitkiler içerisinde, hem diğer canlılar açısından hem de dünya sağlığı açısından en önemli yere sahip olan ormanlar ve toprağın kimyasal yapısının korumasında önemli bir yere sahip olan meralar, ekolojik düzen açısından ne kadar önemli olsalar da, maalesef
önemleri derecesinde de savunmasızdırlar. Bu savunmasızlık, çevre bilinci gelişmemiş bizimki gibi ülkelerde daha da fazladır.
Ormanların, artık çok sayıda ağaç ve ağaççığın bir araya gelmesiyle oluşan varlıklar olmadığını belirten Türkiye Çevre Vakfı (1995 : 365), orman kavramının, çok sayıda bitki ve hayvan popülasyonlarından meydana gelen bir yaşama ortaklığı, yaşam birliği, hatta büyük bir canlı organizma olduğunu savunmaktadır.
Ormanların çevresel değerlerinin anlaşılmasında, 1972 yılında Hindistan’da doğan ve anlamı Hintçe’de ‘kucaklamak’ olan Çipko akımı temel felsefeyi belirlemiş görünüyor: “Ormanın asıl ürünleri kereste ve reçine değil; toprak, su ve oksijendir.” (Kışlalıoğlu, Berkes, 1993 : 174).
Ormanın, onu oluşturan ağaç topluluğundan daha çok şeyi ifade ettiğini belirten Çepel (1992 : 87-183), orman ekosisteminin, ağaçlarla birlikte, diğer bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar gibi canlı varlıklarla, toprak, hava, su, ışık ve sıcaklık gibi fiziksel çevre faktörlerinin birlikte oluşturdukları, karşılıklı ilişkiler dokusunu simgeleyen bir doğa parçası olduğunu vurgulamaktadır.
Ormanların, tarım alanı yaratmak için yok edilmesi konusuna da değinen Çepel, tarım alanlarının genişletilmesi amacıyla tahrip ve yok edilen ormanlık ve çayırlık araziden elde edilecek ürünün sürekli olmayacağını, çünkü böyle alanların, çok kısa zamanda erozyona uğrayarak bitki yetiştirme özelliklerinden bazılarını çok kısa zamanda kaybedeceklerini belirtmektedir. Çepel’in de belirttiği bu acı gerçeğin kısacası, insanoğlu, bir iki yıllık ‘sahte verimlilik’ uğruna, 100-150 yıllık ‘gerçek verimlilik’ten vazgeçebilmektedir.
Orman azalmasına, ormanların yok olmasına neden olan etmenlerin başında, orman topraklarından, nüfus baskısı nedeniyle ortaya çıkan, izinsiz ve düzensiz yararlanma olayının geldiğini belirten Sönmez, ayrıca ormanlardan tarla açma yoluyla usulsüz olarak yararlanmanın, orman yangınlarının, biyolojik etkenlerle ortaya çıkan hastalıkların, hava kirliliğinin ve asit yağmurlarının ortaya çıkardığı tahribat ve orman ölümlerinin, ormanların azalma sürecini hızlandıran ana nedenleri oluşturduğunu vurgulayarak, ayrıca, orman alanlarının tahribinin, meraların aşırı, plansız ve erken otlatılmalarının, tarımda mekanizasyonun gelişmesi ile yamaç alanlarının tarıma açılmasının, toprak, bitki ve su arasındaki mevcut dengelerin
bozulmasına bağlı olarak erozyonun ortaya çıkmasına neden olduğunun da altını çizmiştir.
Çayır ve mera kaynaklarına da değinen Sönmez (1997 : 74-89), bu kaynakların hayvansal üretimin yem kaynağı olma özelliği yanında, birçok önemli görevi de yerine getirdiğini, bunlar arasında, yeşil örtü olarak fotosentez olayı ile oksijen üretimini desteklemesi, toprak ve su kaynaklarının korunması gibi görevleri ile doğal dengenin korunmasına ve ekosistemlerin oluşmasına çok önemli destek verdiğini, yeşil örtü olarak çayır ve meraların, toprak ve su kaynaklarının korunmasında, özellikle topraklarımızın su ve rüzgar erozyonu ile yok olmalarına engel olan en etkin görevleri üstlendiklerini vurgulamaktadır. Sönmez’in belirttiğine göre, çayır ve meraların korunması ve geliştirilmesi, bu amacı gerçekleştirecek mevzuatın varlığına ve bu mevzuatı uygulamaya geçirecek, bu amaçla kurulmuş sorumlu ve yetkili bir kuruluşun oluşturulmasına bağlıdır. Meralar açısından ülkemiz için ana sorun, hala bir ‘mera yasasının’ olmamasıdır. 1950’li yıllardan beri Tarım, Orman ve Köy İşleri Bakanlığı’nın hazırlamış olduğu mera yasa tasarıları, çeşitli nedenlerle her defasında ayrı bir şanssızlığa uğrayarak kadük olmuştur.
Türkiye Çevre Vakfı ise (1995 : 310-421) orman ve meralardan plansız faydalanma ile ilgili olarak, 1950’li yıllardan sonra artan makineleşme ve nüfus sebebiyle, daha önceleri kuralına uygun olarak işlenen arazilerin içine mera ve ormanlardan açılan arazilerin de girdiğini belirterek, bu değişimin neticesinde 1934 yılında 11.677.000 hektar olan tarım arazisinin 1955 yılında 22.808.000 hektara çıktığını vurgulamaktadır. Tarım arazilerindeki bu sürekli artışın, 1954 yılında 44.329.000 hektar olan mera alanının 1980’li yıllarda 21.101.000 hektara indiğini belirten Türkiye Çevre Vakfı, bunun sonucunda da, meraların daralmasıyla, artan hayvan miktarının otlatılması ihtiyacının karşılanamaması, meraların kalitesinin düşmesi ve erozyonların çoğalması gibi olumsuzlukların görüldüğünün altını çizmektedir. Ayrıca kaçak kesimlerin de ormanlar açısından önemli bir sorun olduğuna değinen TÇV, özellikle enerji ihtiyacını karşılamak üzere yapılan kaçak kesimlerin, devletin uygulamaya koyacağı ‘enerji ormanları’ ile çözüme kavuşabileceğini vurgulamaktadır.
Türkiye’de yalnızca atılabilir çocuk bezleri üretimi için yılda 1 milyon ağaç kesildiğini vurgulayan Tümay (1999 : 240-250), yok edilen her orman ile birlikte
yeşil örtünün kaybolduğunu, toprak erozyonunun oluştuğunu, ekosistemin bozulması ile iklimin değiştiğini ve doğal varlıkların yitip gittiğini, bu süreçle birlikte, toprağın su depolama kabiliyetinin azalmakta olduğunu, tarım alanlarının verimsizleştiğini, yani ormanların yok edilmesinin esas sonucunun, doğanın dengesinin bozulması olduğunu önemle belirtmektedir. Meraların tahribiyle ilgili olarak da, Cumhuriyetin ilk yıllarında 44,3 milyon hektar mera alanının bulunduğu Türkiye’de, günümüzde yalnızca 20 milyon hektar mera olarak kullanılan alan bulunduğunu, buna karşılık, bu meralarda otlatılan hayvan varlığının, %50 arttığını vurgulamaktadır. Burada verilen birkaç basit örnek de göstermektedir ki, ülkemizde, tüketim kültürüne, kendi kültürümüzden daha çok sahip çıkılmaktadır. Öyle ki, geleceklerini kurtarmayı düşündüğümüz çocuklarımızın temizliğini bile, çocuklarımızın gelecekte ihtiyaç duyacakları milyonlarca ağacı yok ederek sağlıyoruz.
Ülkemizde ormanlar açısından düşünülmesi ve önüne geçilmesi gereken bir konu da orman yangınlarıdır. Önemli bir kısmının çıkış nedeni anlaşılamayan bu yangınların yaklaşık yarısının ihmal, dikkatsizlik ve kaza sonucu çıkmış bulunmaktadır. Özellikle yaz aylarında, milyonlarca ağacın yanarak can vermesine neden olan yangınların ve ormanlarımızın bu tip yangınlarla karşılaşmasının bir ‘kaçınılmazlık’ olarak görülmesi, bir kara mizah örneğidir. Yaz mevsiminin başlamasıyla birlikte bütün basın organlarında yer bulan ‘Yaz geldi, orman yangınlarına dikkat’ uyarısı, ormanların nasıl bir savunmasızlığa ve garip düşüncelere teslim olduğunu ortaya koymaktadır. Orman yangınlarını sıcak havaya ve aşırı ısıya bağlayan, bir saatte birkaç ağaç kaybedilerek söndürülebilecek bir yangını, tedbirsizlik ve ihmalkarlık sonucunda binlerce ağaç kaybedilerek birkaç günde söndürülebilecek hale gelmesine neden olan uygulamalar ile ardından da ‘bölgede esen aşırı rüzgar yangını kontrol altına almayı zorlaştırdı’ şeklindeki açıklamalar hiç de inandırıcı gelmemektedir.
Orman yangınları konusunda o kadar başarılı(!) bir konumdayız ki, yangınlar konusunda basında çıkan haberlere göre son 65 yıl içinde, İstanbul’un üç katı büyüklüğünde bir alanı kaplayacak kadar orman varlığımızı yangınlarda kaybetmiş durumdayız (“65 Yılda Üç İstanbul Yandı” , 2003).
Ekonomik olarak da önemli bir güç olarak bakılabilecek ormanların korunma(ma)sı hakkında Brown, Flavin ve Postel (1998 : 105-106), ağaçların kesilip
kereste olarak satıldığında elde edilen gelirin, bütçeye gelir olarak işlendiğini ama iyi yönetilmesi durumunda gelecekte de iyi bir gelir kaynağı olabilecek bir ekonomik varlığın kaybedilmesinden doğan zararın, bütçede zarar olarak gösterilmediğini vurgulamaktadır.
Türkiye’nin orman kaynağının günden güne azaldığının vurgulandığı bu dönemde, 59. Hükümetin Çevre Orman Bakanı’nın ‘Türkiye, son 30 yıl içinde orman varlığını arttıran ülkelerden birisidir. Bu dönem içinde Türkiye’nin orman varlığına 550 bin hektar orman eklenmiştir’ (Ertan Tan’la Başkent’ten , 2003) açıklaması, çevrecileri biraz umutlandırsa da, şehirlerdeki doğal hayatı yok eden aşırı betonlaşmalar, her yıl başımıza gelmezse rahat edemediğimiz binlerce dönüme mal olan orman yangınları, sanayileşme ve ‘eğitim’ uğruna katledilen orman alanlarının varlığını düşündükçe Bakanın bu açıklamasının, her yıl birçok kamu kurumunun ve özel kurumun yaptırıp da ilgilenmediği, sadece birkaç fidan dikip tel örgülerle çevirdiği ve üzerine de ‘…………Hatıra Ormanı’ yazdırdığı ama ormana benzemeyen alanları da içerebileceğini düşünüyor ve yeniden umutlarımızı yitiriyoruz.
Ormanlar, çevre sağlığının en önemli öğelerinden birisidir. Yaşamsal bir kaynak olan oksijen üretme becerisi, içerisinde barındırdığı yüzlerce tür ve cins canlı varlığı, ekonomik olarak önemli bir gelir kaynağı olması ve insanı ruhsal olarak rahatlatması ve bünyesini de güçlü kılması ile ormanlar, kendi başlarına bir yaşam merkezidirler. Anadolu’nun geçmişine yönelik araştırmalarda belirtilen bilgilerdeki, ilk çağlarda Anadolu’nun yaklaşık %80’lik alanının, şimdi ise verimli orman alanının %15 kadar bile olmadığı gerçeği dikkate alınırsa ormanlarla ilgili soykırım çalışmalarının ne kadar başarılı(!) olduğu anlaşılır.