• Sonuç bulunamadı

Sözleşme’nin uygun bulduğu özgürlükten mahrumiyet uygulamalarıuygulamaları

AİHS 5. Madde – Özgürlük ve Güvenlik Hakkı

2. Sözleşme’nin uygun bulduğu özgürlükten mahrumiyet uygulamalarıuygulamaları

Genel özellikler

5. Madde 1. fıkrada, “aşağıda belirtilen haller” ve “yasada belirlenen yollar” dışında hiç kimsenin özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı hükmü bulunmaktadır.

Yasada belirlenen yolların gözetilmesi

“Yasada belirlenen yollar”ın gözetilmesi bakımından AİHM, temel olarak iç hukuka uygunluğu esas almaktadır. Wassink–Hollanda davasında (27 Eylül 1990 tarihli karar, Başvuru No. 12535/86, paragraf 24) AİHM şunları belirtmiştir:

Alıkoymanın “hukuka uygun” olup olmamasıyla ilgili olarak, bu uygulamanın

“yasada belirlenen yollar”a uygun olup olmadığı da dahil olmak üzere, AİHS temel olarak iç hukuku esas almakta ve bu çerçevede maddî hukuk ve usul hukuku kurallarına uyma yükümlülüğü getirmektedir. Ancak, herhangi bir alıkoymanın 5. Madde hükümlerine uygun olması, yani bireylerin keyfî uygu-lamalardan korunması şartını yerine getirmesi de gerekir (bkz. bu konudaki son kararlardan, Van der Leer davası kararı, 21 Şubat 1990, Seri A No. 170, s.

12, paragraf 22).

Aynı formül, Benham–Birleşik Krallık davası kararında da (10 Haziran 1996, Reports of Judgments and Decisions, 1996-III, s. 765, paragraf 40) kullanılmıştır:

Mevcut davada asıl tespit edilmesi gereken husus, şikâyet edilen alıkoyma uygulamasının “yasada belirlenen yollar”a uygunluğu da dahil olmak üzere,

“hukuka uygun” olup olmadığıdır. AİHS bu konuda temel olarak iç hukuku esas almakta ve bu çerçevede maddî hukuk ve usul hukuku kurallarına uyma yükümlülüğü getirmektedir. Ancak buna ilâveten, herhangi bir alıkoymanın 5.

Madde hükümlerine uygun olması, yani bireylerin keyfî uygulamalardan korunması şartını yerine getirmesi de gerekir (bkz. Quinn–Fransa davası, 22 Mart 1995 tarihli karar, Seri A No. 311, s. 18, paragraf 47).

Ancak, bir sonraki paragrafta (paragraf 41) AİHM ayrıca, iç hukuka uygunluk şartının yerine getirilmemesinin 5. Madde hükümlerinin ihlâli anlamına geleceğini ve dolayısıyla, ulusal kanunların doğru bir şekilde uygulanıp uygulanmadığına bakılması gerektiğini belirtmiştir:

Ulusal kanunları yorumlamak ve uygulamak aslen ulusal makamların ve özel-likle de mahkemelerin görevidir. Ancak, 5. Madde 1. fıkra hükümleri çerçeve-sinde, ulusal kanunlara uyulmaması Sözleşme’nin ihlâli anlamına gelir ve bu durumda Mahkeme, söz konusu ulusal kanuna uyulup uyulmadığını belirleme yetkisini kullanabilir ve kullanmalıdır (bkz. Bouamar–Belçika davası, 29 Şubat 1988 tarihli karar, Seri A No. 129, s. 21, paragraf 49). [bkz. biraz farklı bir ifa-deyle, Wloch-Polonya davası, 19 Ekim 2000 tarihli karar, Başvuru No. 27785/

95, paragraf 110].

Wassink–Hollanda davasında, savcı, ulusal mahkemenin başkanından başvuru sahi-binin psikiyatri koğuşunda alıkonulmasına ilişkin tedbirin süresinin uzatılması iste-minde bulunmuştur. Ulusal mahkeme, alıkoyma süresini uzatmıştır, ancak bu karar kanunen öngörüldüğü şekilde mahkeme kâtibinin de hazır bulunacağı bir celsede alınmamıştır. Ulusal mahkeme başkanı, yargı teşkilâtının yapılanmasıyla ilgili koşullar sebebiyle, şahısların acil olarak hastaneye yatırıldığı davalarda her zaman bir kâtip bulundurulamadığını belirtmiştir: o bölgede, mahkemenin yetki alanı dahi-linde üç büyük psikiyatri hastanesi bulunmaktadır ve mahkemenin personel sayısı

yeterli değildir. Başvuru sahibi bu karara, özellikle de bu gerekçeye itiraz etmiştir.

Hollanda Yargıtay Başsavcısı başvuru sahibinin ikinci itiraz isteminin (kâtip bulun-maması hususunda) haklı olduğunu beyan etmiştir. Ancak Hollanda Yargıtayı, şahsın artık hastanede tutulmadığı gerekçesiyle, başvuru sahibinin itiraz ettiği mah-keme kararının bozulmasına gerek olmadığına karar vererek söz konusu kişinin temyiz başvurusunu reddetmiştir. AİHM bu davada şu kararı vermiştir:

[…] duruşmada kâtibin hazır bulunmaması, Yargı (Teşkilâtı) Yasası çerçeve-sinde yürürlükte bulunan Yönetmelik’in 72. Maddesinin ihlâlidir (bkz.

yukarıdaki 18. paragraf) ki Yargıtay Başsavcısı da aynı kanaattedir. Netice iti-barıyla, bu çerçevede, “yasada belirlenen usul” yerine getirilmemiş ve bu da Sözleşme’nin 5. Madde 1. fıkrasının ihlâline yol açmıştır. Hollanda Devleti de bu durumu kabul etmektedir.

Hukuk hatası sebebiyle ortaya çıkan ihlâller ile kasıtlı olarak yasada belirlenen usulle-rin ihlâl edilmesini birbiusulle-rinden ayırmak gerekir. Bozano–Fransa davasında (18 Aralık 1986 tarihli karar, Seri A No. 111, s. 23, paragraf 55) AİHM şunları ifade etmiştir:

Başvuru sahibi, sınırdışı etme kararının Limoges İdare Mahkemesi tarafından geriye dönük olarak bozulmuş olması sebebiyle, polisin 26-27 Ekim 1979 tarihlerindeki tutumunun otomatik olarak herhangi bir yasal dayanağı kal-madığına işaret etmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Komisyonu Delegesi, bu beyana katılmamıştır. Fransız Devleti, başvuru sahibinin itirazının Komisyon’un içtihadına ters düştüğünü belirtmiş (Başvuru No. 6871/75 hakkında rapor, Caprino–Birleşik Krallık davası, s. 23, paragraf 65) ancak bu beyanında ısrar etmemiştir; Fransız Dev-letine göre bu konu karmaşık bir konudur ve başvuru sahibi Fransız mahkeme-lerine bu konuyu dikkate alma fırsatı tanımamıştır.

Bay Bozzano’yla ilgili olarak Fransız Devleti’nin dile getirdiği mülâhaza, her ne kadar mantıklı olsa da Mahkeme’yi de ikna etmemiştir. Bir Sözleşmeci Dev-let’in yetkili makamları iyi niyet dahilinde olsa da hukuka aykırı hareket ede-bilirler. Bu tür durumlarda ulusal mahkemelerin ulusal kanunlara aykırılığı tespit etmesi, bu arada uygulanmak üzere alınan tedbirlerin etkisini geriye dönük olarak değiştiremeyebilir.

Öte yandan, yetkili makamların bilerek yürürlükteki mevzuatı ihlâl etmesi, özellikle de aslen yetkilerini kötüye kullanmak şeklinde bir kararları olmuşsa, bu durumun farklı sonuçlara yol açacağı da açıktır.

Bu şekilde, Benham–Birleşik Krallık davasında (10 Haziran 1996 tarihli karar, Reports of Judgments and Decisions 1996-III, s. 765, paragraf 42), AİHM şunları ifade etmiştir:

Bir alıkoyma uygulaması, eğer bir mahkeme kararını takiben gerçekleştiri-liyorsa hukuka uygun olacaktır. Ulusal mahkemenin bu tür bir karar alırken ulusal kanunlara uymadığının bilahare tespit edilmesi, bu arada gerçekleşen alıkoyma uygulamasını geriye dönük olarak geçersiz kılmayacaktır. Bu sebeple, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve ilgili organları, haklarında veri-len mahkumiyet kararları ya da cezaların temyiz mahkemeleri tarafından maddî hata ya da hukuk hatasından kaynaklandığını tespit etmiş olmaları sebebiyle kendisine başvuruda bulunan hükümlülerin başvurularını sürekli olarak reddetmiştir (bkz. Bozano–Fransa davası, 18 Aralık 1986 tarihli karar, Seri A No. 111, s. 23, paragraf 55; Komisyon’un Başvuru No. 7629/76, Krzycki–Almanya davası ile ilgili 9 Mart 1978 tarihli raporu, Decisions and Reports 13, s. 60-61).

Ulusal kanunlara uyulması ve bu kanunların yorumlanmasının herhangi bir zorluk arzetmediği durumlarda, örneğin belirli sürelere uyulması gereken hallerde, yasada belirlenen şartlara uyulmaması 5. Maddenin ihlâli anlamına gelecektir. Bu çerçevede, yargı mesleğini icra edenler açısından bir dava özellikle ilginçtir: yasada belirlenen gözaltı süresinin aşılması, başlıbaşına 5. Madde 1. fıkra c bendi hükümlerinin ihlâli anlamına gelir (K.-F.–Almanya davası, 27 Kasım 1997 tarihli karar, Başvuru No.

25629/94, Reports 1997-VII, paragraf 70-73):

Mahkeme bu bağlamda, özgürlük hakkı ile ilgili olarak Sözleşme’nin 5.

Madde 1. fıkrasında belirtilen istisnaların sadece bu hükümde yer alanlarla sınırlı olduğunu ve bu istisnaların yalnızca dar anlamda yorumlanmasının bu madde hükümlerinin amacına uygun olacağını, yani hiç kimsenin keyfî bir şekilde özgürlüğünden mahrum edilemeyeceğini vurgular (bkz. son kararlar-dan, yukarıda belirtilen Giulia Manzoni davası kararı, s. 1191, paragraf 25).

Mahkeme, belli şartlarda, alıkonulan kişinin serbest bırakılmasına kadar sınırlı bir süre geçebileceğini kabul etmektedir. Ancak, bu durum, alıkoyma süresinin önceden kanunlarca belirlenmemiş olduğu ve alıkoyma uygulamasının mah-keme kararıyla sona erdiği haller için geçerlidir. Mahmah-kemelerin davalara bak-ması ve özel birtakım formalitelerin tamamlanbak-ması gibi işlemler, bu tür bir mahkeme kararının uygulanmasının zaman alabileceği anlamı taşır (bkz.

Quinn–Fransa davası, 22 Mart 1995 tarihli karar, Seri A No. 311, s. 17, parag-raf 42; ayrıca, yukarıda belirtilen Giulia Manzoni davası kararı, s. 1191, paragraf 25).

Ancak, mevcut davada, kimlik tespiti maksadıyla azamî oniki saat alıkoyma süresi kanunlarda belirlenmiş ve mutlaktır. Azamî alıkoyma süresi önceden bilindiği için, alıkoyma işleminden sorumlu makamlar, izin verilen alıkoyma süresinin aşılmamasını sağlamak için gerekli her tür tedbiri almakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, Bay K.-F.’nin şahsî bilgilerinin zapta geçirilmesini de kapsamaktadır – bu da zaten kimlik tespitinde kullanılacak yöntemlerden biri addedilmiştir. Bu sebeple, tüm bu işlemlerin yasada öngörülen alıkoyma süresi dahilinde gerçekleştirilmesi gerekir.

Bu unsurları dikkate alarak Mahkeme, başvuru sahibinin kanuna göre azamî alıkonma süresi aşılmış olması sebebiyle, Sözleşme’nin 5. Madde 1. fıkra c bendi hükümlerinin ihlâl edilmiş olduğuna karar vermiştir.

Son olarak, Kawka-Polonya davasında (9 Ocak 2001 tarihli karar, Başvuru No.

25874/94, paragraf 48) AİHM, itiyadı olduğu üzere, şu gözlemde bulunmuştur:

Alıkoyma uygulamasının ulusal kanunlara göre “hukuka uygunluğu” ne kadar önemli olsa da her zaman belirleyici değildir. Mahkeme’nin ayrıca, incelenen süre boyunca uygulanan alıkoyma tedbirinin Sözleşme’nin 5. Madde 1. fıkra hükümleri amacına da uygun olduğuna, bir başka deyişle kişilerin keyfî bir şekilde özgürlüklerinden mahrum edilmelerinin önlendiğine de ikna olması gerekir.

Ancak, AİHM, yasada belirlenen usullere uygunluk bakımından ayrıca şu hususlara da işaret etmiştir (paragraf 48’in tamamı ile paragraf 49):

Ayrıca Mahkeme’nin açıkça ya da zımnen belirtilen genel ilkeler de dahil olmak üzere, ulusal kanunun da Sözleşme’ye uygun olup olmadığına bakması gerekir (bkz. diğer pek çok dava arasında, Winterwerp–Hollanda davası, 24 Ekim 1979 tarihli karar, Seri A No. 33, s. 19-20, paragraf 45; ayrıca, Erkalo–

Hollanda davası, 2 Eylül 1998 tarihli karar, Reports of Judgments and Decisions, 1998-VI, s. 2477, paragraf 52).

Mahkeme, bu bağlamda, özgürlükten mahrumiyet tedbiri alındığında, yasal belirlilik şartına ilişkin genel ilkenin gözetilmesinin özellikle önemli olduğunu vurgular. Dolayısıyla, ulusal kanunlarda özgürlükten mahrumiyete ilişkin şart-ların açıkça tanımlanmış olması ve kanunun uygulanmasının öngörülebilir olması, bu şekilde Sözleşme’nin ortaya koyduğu “hukuka uygunluk” stan-dardının yerine getirilmesi esastır. Bu standart, tüm kanunların kişinin – gere-kirse yasal yardım alarak – belli şartlarda makûl ölçüde, herhangi bir fiilin sonuçlarını öngörmesini sağlayacak şekilde sarih olmasını gerektirir (bkz. S.W.

– Birleşik Krallık davası, 22 Kasım 1995 tarihli karar, Seri A No. 335-B, s. 41-42, paragraf 35-36; gerekli değişiklikler yapılmış olarak, Sunday Times–

Birleşik Krallık (No. 1) davası, 26 Nisan 1979 tarihli karar, Seri A No. 30, s.

31, paragraf 49; Halford–Birleşik Krallık davası, 25 Haziran 1997 tarihli karar, Reports 1997-III, s. 1017, paragraf 49; Steel ve Diğerleri–Birleşik Krallık davası, 23 Eylül 1998 tarihli karar, Reports 1998-VII, s. 2735, paragraf 54).

6 Mart 2001 tarihli ve 40907/98 Başvuru No.lu Dougoz–Yunanistan davası kararının lafzında bu durum mükemmel bir şekilde özetlenmektedir (paragraf 55):

[…] Mahkeme, herhangi bir özgürlükten mahrumiyet tedbirinin “yasada belir-lenen usullere uygun olarak” yürürlüğe konmasını ortaya koyarken Sözleşme’nin 5. Madde 1. fıkrasında aslen herhangi bir yakalama ya da alıkoymanın iç hukukta yasal dayanağı olması şartı getirildiğine işaret eder.

Ancak, madde hükümlerinde sadece iç hukuk hükümlerine atıfta bulunulma-maktadır; ulusal kanunların niteliği de Sözleşme’nin tüm Maddelerinin özünde bulunan hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmalıdır. Nitelikten kasıt, ulusal kanunların özgürlükten mahrumiyet tedbiri öngördüğü durumlarda, her tür keyfî uygulamadan kaçınabilmek için bu kanunların erişilebilir ve açık olmasıdır (bkz. Amuur–Fransa davası, 25 Haziran 1996 tarihli karar, Reports of Judgments and Decisions 1996-III, paragraf 50).

Sözleşme’nin 5. Madde 1. fıkrasına ilişkin davalar hakkında genel gözlemler

Sözleşme’nin 5. Madde 1. fıkra hükümlerinde yer alan özgürlükten mahrumiyet ted-birleri hakkında aşağıdaki hususların dikkate alınması gerekir.

Bu tür özgürlükten mahrumiyet tedbirlerinin tamamı bu madde hükümlerinde belir-tilmiştir. Dolayısıyla AİHM, bu madde hükümlerinin dar anlamda yorumlanması gerektiğini düşünür. Ciulla–İtalya davasında (22 Şubat 1989 tarihli karar, Seri A No. 148, s. 18, paragraf 41) AİHM şunları belirtmiştir:

Mahkeme elbette İtalya’nın örgütlü suçlarla mücadelesinin önemini gözardı etmemektedir; ancak, Sözleşme’nin 5. Madde 1. fıkrasında belirtilen sınırlı sayıdaki istisnanın dar anlamda yorumlanması gerektiğine de işaret eder (bkz.

son kararlardan, 29 Şubat 1988 tarihli Boumar davası kararı, Seri A No. 129, s. 19, paragraf 43).

Elbette bu durum, 5. Madde çerçevesinde bir dizi alıkoyma gerekçesinin uygulan-masını engellememektedir. AİHM, sık sık çeşitli vesilelerle şu hususu vurgulamıştır (bkz. örneğin, Eriksen–Norveç davası, 27 Mayıs 1997 tarihli karar, Başvuru No.

17391/90, Reports 1997-III, paragraf 76 ile 85-86):

Mahkeme, Sözleşme’nin 5. Madde 1. fıkrası hükümlerinde, sınırlı sayıda özgürlükten mahrumiyet gerekçesi bulunduğunu vurgular. Ancak, bir gerekçe-nin uygulanabilirliği, diğer bir gerekçegerekçe-nin uygulanmasını engellemek duru-munda değildir; bir alıkoyma tedbiri, koşullara bağlı olarak, birden fazla bent hükümlerinde öngörülen gerekçelere göre haklı olabilir (bkz. örneğin, X. –

Birleşik Krallık davası, 5 Kasım 1981 tarihli karar, Seri A No. 46, s. 17-18, paragraf 36-39).

[…]

Bu çerçevede, Mahkeme, söz konusu alıkoyma tedbirinin başvuru sahibinin 1984 tarihli mahkumiyet kararıyla doğrudan ilintili olmasından hareketle, Sözleşme’nin 5. Madde 1. fıkra a bendi uyarınca, “yetkili mahkeme tarafından mahkum edilmesi üzerine usulüne (hukuka) uygun olarak hapsedilmesi”

şeklinde değerlendirilmesi gerektiği kanaatindedir.

Mahkeme, mevcut davanın istisnaî koşullarında, başvuru sahibinin tutuklu olarak alıkonmasının da Sözleşme’nin 5. Madde 1. fıkra c bendi uyarınca, “suç işlemesine engel olmak zorunluluğu inancını doğuran makul nedenlerin bulunması dolayısıyla” haklı olabileceği sonucuna varmıştır.

Ancak AİHM, sistematik olarak 5. Madde 1. fıkranın tüm bentlerini tek tek incele-mez. Aynı davada AİHM şunları belirtmiştir (paragraf 87-88):

Bu çerçevede Mahkeme, başvuru sahibinin 25 Şubat ilâ 15 Mayıs 1990 tarih-leri arasında özgürlüğünden mahrum edilmesinin Sözleşme’nin 5. Madde 1.

fıkra a ve c bentleri uyarınca haklı olduğu sonucuna varmıştır.

Bu sonuca varması sebebiyle Mahkeme, bu davada ayrıca e bendi hükümle-rini dikkate almayı gerekli görmemiştir.

Ancak, 5. Madde hükümlerinde dile getirilen amaçlara yönelik olmayan bir alıkoyma tedbirinin hukuka uygun olmayacağı da açıktır. Alıkoyma tedbiri, davalı Devletin 5.

Madde 1. fıkra hükümlerinde yer alan amaçlar doğrultusunda bir gerekçeye dayan-masını gerektirir. Bu açıdan AİHM, özellikle usule ilişkin bir suiistimal olup olmadığına bakar. AİHM’nin bu yaklaşımı, 5. Madde 1. fıkra f bendi uyarınca alıkoyma tedbiri alınmış olan Quinn–Fransa davası kararında son derece açıktır. Bu davada (22 Mart 1995 tarihli karar, Seri A No. 311, s. 19, paragraf 47) AİHM şunları belirtmiştir:

[…] Mahkeme, mevcut davada sınırdışı etme işlemi esnasında uygulanan alıkoyma tedbirinin öngörüldüğü amaç dışında bir amaca yönelik olduğuna dair herhangi bir bulgu tespit etmemiştir ve bu tedbirin bir tür tutuklu yargılama addedilebileceğini müşahade etmiştir. Özellikle Bay Quinn’in yaka-lanma koşulları ve aynı zamanda dava açılmış olması tek başına, sınırdışı etme işlemi ile ilgili olarak ulusal kanunların suiistimal edildiği ve bu çerçevede Cenevre soruşturma hâkiminin istemi doğrultusunda verilen tutuklama emri-nin hukuka aykırı olduğu sonucuna varmayı gerektirmez.

Bu çerçevede AİHM, yalnızca yukarıda belirtilen anlamda yasada belirlenen usullere uygunluğa bakmaz, aynı zamanda her bir özgürlükten mahrumiyet tedbirinin de 5.

Madde hükümlerinde öngörülen amaçlara, yani kişinin keyfî uygulamalara karşı korunması şartına uygun olup olmadığını da dikkate alır. AİHM, 5. Madde hüküm-lerinde yer alan alıkoyma olasılıklarının yetkili makamlar tarafından suiniyetle kul-lanılıp kullanılmadığını da dikkate alır. Kemmache–Fransa davası (No. 3) kararında (Seri A No. 296-C, s. 89, paragraf 45) AİHM, geçici gözaltı kararını inceledikten sonra şu tespitte bulunmuştur:

[Bu tür kararlar] ne yetkinin kötüye kullanılması ne suiniyet ne de keyfîlik arzetmektedir.

Bazı davalarda AİHM, Devlet’in keyfî uygulaması sebebiyle, alıkoyma tedbirinin 5.

Madde çerçevesinde hukuka uygun addedilemeyeceği kararına varmıştır. Bozano–

Fransa davası (18 Aralık 1986 tarihli karar, Seri A No. 111, s. 23, paragraf 54 ve s.

26, paragraf 60) bu konuya örnek olarak gösterilebilir. Bu davada İtalya’da hakkında mahkumiyet kararı verilen ve Fransa’da mukim bir kişi söz konusuydu. Bu kişinin sınırdışı edilmesi teşebbüsü başarısız olmuştu, zira Fransız mahkemeleri bu doğrultuda bir karar almayı reddetmişlerdi. Daha sonra Fransız makamları söz konusu kişiyi İsviçre’ye iade etmek üzere yakalamışlar, bu kişi daha sonra İtalya’ya teslim edilmiş ve cezasını çekmiştir. Fransa’da kısa süreli alıkonmasıyla ilgili dava açılmıştır.

Bu davada AİHM, öncelikle alıkoyma tedbiriyle ilgili olarak 5. Madde hükümlerinde getirilen hukuka uygunluk şartının, Sözleşme’nin 5. Maddesinde dile getirilen çeşitli özgürlükten mahrumiyet tedbirlerini düzenleyen iç hukuk usul kurallarına ve maddî kurallara uygunluk yoluyla esasen yerine getirildiğini müşahade etmiştir.

Yine de AİHM bu kararında, hukuka uygunluğun, itibar edilen amaç bakımından ve 5. Madde hükümlerinde öngörüldüğü şekilde, iyi niyetten ayrı düşünülemeyeceğine de işaret etmiştir. Keyfî uygulamanın olduğu yerde hukuka aykırılık da vardır. Bu davada AİHM şu tespitlerde bulunmuştur (a.g.e.):

Karar verilmesi gereken asıl mesele, itiraz edilen alıkoyma tedbirinin “yasada belirlenen usule uygun”luk da dahil olmak üzere, “hukuka uygun” olup olmadığıdır. Sözleşme, bu konuda iç hukuku esas alır ve iç hukuk kurallarının uygulanması gereğini ortaya koyar. Bununla birlikte Sözleşme’de ayrıca, bireyi özgürlüğünden mahrum edecek her tür tedbirin 5. Madde hükümlerinin mak-sadına, yani bireyin keyfî uygulamalara karşı korunması koşuluna da uygun olması gereğine işaret edilir (bkz. son kararlardan Ashingdane davası kararı, 28 Mayıs 1985, Seri A No. 93, s. 21, paragraf 44). Bu noktada söz konusu olan kişinin yalnızca “özgürlük hakkı” değil, aynı zamanda da “güvenlik hakkı”dır.

Davanın şartları bir bütün olarak incelendiğinde ve aynı istikametteki pek çok bulgu dikkate alındığında Mahkeme, başvuru sahibinin 26 Ekim’i 27 Ekim’e bağlayan gece özgürlüğünden mahrum edilmesinin ne 5. Madde 1. fıkra f bendi hükümleri anlamında “hukuka uygun” ne de “kişinin güvenlik hakkı”na uygun olmadığı sonucuna varmıştır. Bay Bozano’nun bu şekilde özgürlüğünden mahrum edilmesi, Limoges Temyiz Mahkemesi Savcılığı’nın 15 Mayıs 1979 tarihli menfi kararını atlatmak maksadıyla düşünülmüş üstü kapalı bir sınırdışı etme işlemi olup “[…] sınırdışı etme ya da geri verme işleminin yürütülmekte olması nedeniyle” gerçekleştirilmiş bir “alıkoyma”

uygulaması değildir.

Özgürlükten mahrumiyet konusunda çeşitli davalara detaylı bir bakış 5. Madde 1. fıkra (a) bendi – Mahkemenin verdiği mahkumiyet kararı sonrası hapis

Alıkoyma (hapis) ve bu tedbirin sebebi olarak mahkumiyet kararı arasındaki illiyet bağı

Yukarıda belirtilen Bozano–Fransa davasında (18 Aralık 1986 tarihli karar, Seri A No. 111, s. 22-23, paragraf 53), mahkumiyet kararı “sonrası alıkoyma (hapis)” ifa-desiyle ilgili bir yorum getirilmekte ve aradaki illiyet bağına işaret edilmektedir. Bay Bozano’nun ileri sürüldüğü gibi sınırdışı edilmesinde ihlâl (5. Madde, 1. fıkra f bendi, bkz. yukarıdaki bölüm) tespit ettikten sonra AİHM, Fransa’nın 5. Madde 1.

fıkra a bendi uyarınca, Bay Bozano’nun İsviçre’ye gönderilmek üzere alıkonulmasını haklı gösteremeyeceğini belirtmiştir:

İnkâr edilen zorla sınırdışı etme işlemi, yukarıda belirtilen mahkûmiyet kararından yalnızca kronolojik olarak “sonra” gerçekleşmiştir. Öte yandan, 5.

Madde 1. fıkra a bendi uyarınca “sonra” kelimesi, olayların zaman içinde sırasını belirtmenin yanı sıra, bir illiyet bağına da işaret etmektedir. Bu şekilde alıkoyma, yalnızca ceza mahkemesinin kararından “sonra” değil, aynı zamanda bu tür bir karar “üzerine” de olmalıdır (bkz. son davalardan, Van Droogenbroeck davası, 24 Haziran 1982 tarihli karar, Seri A No. 50, s. 19, paragraf 35). Bu davada bu durum söz konusu değildir, zira Fransız makamları Genoa Temyiz Mahkemesi’nin 22 Mayıs 1975 tarihinde verdiği kararı infazla yükümlü değildir.

Eriksen–Norveç davasında de AİHM, alıkoyma ve daha önceki bir mahkûmiyet kararı arasındaki illiyet bağı hakkında karar verme fırsatı bulmuştur. 20 Eylül 1984 tarihinde Kragerø bölge mahkemesi, başvuru sahibini isnat edilen suçlardan mah-kum etmiş ve yirmi gün hapis cezasına çarptırmıştır. Bölge mahkemesi ayrıca, Nor-veç Ceza Kanunu 39. Madde 1. fıkra hükümlerinde öngörülen güvenlik tedbirlerinin azamî beş yıl süre ile alınması için savcılık makamına yetki vermiştir. Mahkeme, Bay

Eriksen’in fiziksel gücünü ve belli koşullarda neredeyse tamamen öz-denetimden yoksun olabildiğini de dikkate alarak, Ceza Kanunu 39. Madde 1. fıkra e ve f bendi hükümleri uyarınca, yetkili makamların gerekirse bir hapishanede ya da güvenlik koğuşunda Bay Eriksen’i alıkoyabileceklerini de belirtmiştir. Yetkili makamların bu

Eriksen’in fiziksel gücünü ve belli koşullarda neredeyse tamamen öz-denetimden yoksun olabildiğini de dikkate alarak, Ceza Kanunu 39. Madde 1. fıkra e ve f bendi hükümleri uyarınca, yetkili makamların gerekirse bir hapishanede ya da güvenlik koğuşunda Bay Eriksen’i alıkoyabileceklerini de belirtmiştir. Yetkili makamların bu