• Sonuç bulunamadı

Alıkonulan bir kişinin alıkonulmasının devam etmesine ilişkin olarak dava açma hakkının içeriğiolarak dava açma hakkının içeriği

AİHS 5. Madde – Özgürlük ve Güvenlik Hakkı

2. Alıkonulan bir kişinin alıkonulmasının devam etmesine ilişkin olarak dava açma hakkının içeriğiolarak dava açma hakkının içeriği

Etkili başvuru hakkı

Soumare–Fransa davası kararında yeterli düzeyde etkili başvuru imkânı bulun-madığına işaret edilmiştir. Bu davada Bay Soumare, Paris Temyiz Mahkemesi tarafından 10 Haziran 1991 tarihinde on yıl hapis cezasına çarptırılmış, ayrıca gümrük görevlilerine para cezası ödemesine ve para cezasını ödememesi durumunda ihtiyatî olarak hapsedilmesine (para cezasının ödenmesini sağlamak üzere uygulanan alıkoyma tedbiri) karar verilmiştir. Bay Soumare, asıl hapis cezasını çekmesini tâki-ben, gümrük memurlarına para cezasını ödememesi üzerine altı ay kadar bir süre

daha bu hüküm uyarınca hapsedilmiştir. Bay Soumare, açtığı çeşitli davaların (nöbetçi mahkeme ve daha sonra Paris Temyiz Mahkemesi nezdinde), özellikle, Paris Temyiz Mahkemesinin para cezasının ödenmemesi hâlinde uygulanacak hapis cezaları ile ilgili olarak Yargıtay Hukuk Dairesinin bu doğrultuda vermiş olduğu ve Yargıtay Ticaret Hukuku Dairesinin içtihadıyla bağdaşmayan bir kararına atıfta bulunarak verdiği görevsizlik kararında belirtilen gerekçeler ışığında, 5. Madde 4.

fıkra uyarınca etkili başvuru hakkı olarak değerlendirilemeyeceğini ileri sürmüştür.

Bu tür bir gerekçe, Bay Soumare’nin beyanlarına göre, hukukla ilgili bir konuda temyiz imkânını ortadan kaldırmıştır. AİHM bu davada (24 Ağustos 1998 tarihli karar, Başvuru No. 23824/94, Reports 1998-V, paragraf 38-44) şunları ifade etmiştir:

[…] Mahkeme, Sözleşme’nin 7. Maddesi uyarınca, para cezasını ödememe neticesinde gerçekleşecek hapsin bir ceza teşkil ettiğine (bkz. yukarıda değini-len Jamil davası kararı) ve asıl hapis cezasının çekilmesinden sonra uygulana-cak bu tür bir hapsin netice itibarıyla Sözleşme’nin 5. Madde 4. fıkrası uyarınca ayrı bir alıkoyma tedbiri olarak değerlendirilmesi gerektiğine hük-metmiştir.

Mevcut davada başvuru sahibi, 11 Ağustos 1994 tarihinde, Ceza Muhakeme-leri Usulü Kanunu 752. Maddesi uyarınca (bkz. yukarıdaki 20. paragraf) Nancy Tribunal de Grande Instance (Nancy İstinaf Mahkemesi) Başkanlığına başvurmuş ve para cezasını ödememesi yüzünden hapsedilmesi doğrultusun-daki kararla ilgili olarak, müflis olması sebebiyle tahliyesini talep etmiştir. Bu iddiasını gelir vergisi mükellefiyeti bulunmadığını gösteren bir belgeye dayandırmıştır. Mahkeme Başkanlığı, bu belgenin söz konusu şahsın müflis olduğunu kanıtlayacak yeterli bilgi ihtiva etmediğini dikkate alarak dava dosyasını mahkemeye sevketmiştir – Paris Temyiz Mahkemesi. Paris Temyiz Mahkemesi başvuru sahibinin hapis cezasını onamış ve tahliye talebini görev-sizlik kararı vererek incelememiştir.

Davalı Devlet, para cezasının ödenmemesi hâlinde verilecek hapis cezalarıyla ilgili olarak açılan davalarda Yargıtay’ın yetkili olduğu doğrultusunda daha önce verilen hükmü izlemeyen Paris Temyiz Mahkemesinin Ceza Muhakeme-leri Usulü Kanununun ilgili hükümMuhakeme-lerini yanlış yorumladığını ifade etmiştir.

Ancak Mahkeme (AİHM), Fransız kanunlarıyla ilgili bir konuda karar vermek (bkz. diğer davaların yanı sıra ve gerekli değişikliklerle, Vasilescu–Romanya davası kararı, 22 Mayıs 1998, Reports of Judgments and Decisions 1998-III, s.

1075, paragraf 39) ya da ulusal mahkemelerin içtihat konusundaki politika tercihlerinin uygun olup olmadığı konusunda görüş beyan etmek durumunda olduğunu düşünmemektedir. Mahkeme’nin (AİHM) görevi, bu tercihin

sonuç-larının Sözleşme’ye uygun olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (bkz.

gerekli değişikliklerle, Brualla Gómez de la Torre–İspanya davası kararı, 19 Aralık 1997, Reports 1997-VIII, s. 2955, paragraf 32). […]

Yargıtay’ın içtihadı 1994 yılında değişmeye başlamış ve bu değişiklikler daha sonra teyit edilmiştir. Bu şartlar altında, ulusal hukukla ilgili bu konunun, olay ânında kesinlik kazanmamış olduğu ve konuyla ilgili içtihadın yeni ve henüz oluşum aşamasında olduğu düşünülebilir. […]

Ayrıca, Paris Temyiz Mahkemesinin, tahliye istemini hukukî dayanağı olmadığı gerekçesiyle reddederken açıkça Yargıtay’ın verdiği bir karara dayanmış olması, başvuru sahibinin bu taleple Yargıtay’a başvurmanın anlamsız olduğu şeklinde bir kanaate varmasında belirleyici bir unsur olmuştur. Davalı Devletin beyanlarında da belirtildiği şekilde Paris Temyiz Mahkemesinin uzman hâkim-lerinin kanunları doğru bir şekilde uygulamamış ve Yargıtay’ın Ticaret Hukuku Dairesinin kararlarını dikkate almamış olmaları sebebiyle, başvuru sahibinin ve resmen atanmış avukatının Yargıtay’a müracaatı etkili başvuru telâkki etme-lerinin beklenmesi doğru olmaz.

Bu çerçevede Mahkeme, mahkemeye başvuru imkânının yeterince kesin olmadığı takdirde 5. Madde 4. fıkra uyarınca erişilebilir ve etkili olmaktan uzak olacağını vurgular (bkz. diğer davaların yanı sıra ve gerekli değişikliklerle, yukarıda belirtilen Van Droogenbroeck davası kararı, s. 30, paragraf 54; ayrıca Sakık ve Diğerleri–Türkiye davası kararı, 26 Kasım 1997, Reports 1997-VII, s.

2625, paragraf 53).

Ayrıca Mahkeme, başvuru sahibinin Yargıtay’a başvurması hâlinde bu başvurusu ceza davası kapsamında olacak ve Yargıtay Ceza Dairesi tarafından incelenecektir ki olay ânında Ceza Dairesi zaten henüz, kendi içtihadını Ticaret Hukuku Dairesinin içtihadına uyumlu hâle getirmemiştir.

Bay Soumare’nin müflis olup olmadığının tespiti için nöbetçi hâkime başvurma imkânının kullanılması ve bu imkânın etkili olup olmadığıyla ilgili olarak Mahkeme, mevcut davada söz konusu hâkimin yalnızca alıkoymanın ilk bakışta hukuka uygun olup olmadığını dikkate almış olduğuna işaret eder. Bu hâkimin başvuru sahibini hapis cezasına çarptıran mahkemeye davanın sevke-dilmesi doğrultusunda verdiği kararın (bkz. yukarıdaki 16. paragraf) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu 710. Madde ilk fıkra hükümlerine uygun olduğu doğrudur (bkz. yukarıdaki 20. paragraf). Ancak bu kararın, o zamanki içtihat ışığında tahlil edilmesi gerekir ki o esnada nöbetçi hâkimin borçlunun müflis olup olmadığına karar verme yetkisi bulunup bulunmadığına dair içtihat son derece belirsizdir (bkz. yukarıdaki 25. paragraf). Bu şartlar altında, Paris Temyiz Mahkemesi bu konuda karar verme yetkisi olduğunu kabul etmiş

olsaydı, nöbetçi hâkimin vereceği karar her halükârda 5. Madde 4. fıkra uyarınca etkili olabilirdi.

[…]

Netice itibarıyla, Mahkeme […] 5. Madde 4. fıkra hükümlerinin ihlâl edildiğine hükmetmiştir.

(Aynı şekilde, Sakık ve Diğerleri–Türkiye davası kararı, 26 Kasım 1997, Başvuru No. 23878/94, 23879/94, 23880/94, 23881/94, 23882/94 ve 23883/94, Reports 1997-VII, paragraf 49-53).

Dava açma imkânı bulunmayan bir dava örneği olarak Varbanov–Bulgaristan davası kararına bakınız (5 Ekim 2000, Başvuru No. 31365/96, paragraf 61).

R.M.D. – İsviçre davasında (26 Eylül 1997, Başvuru No. 19800/92, Reports 1997-VI, paragraf 48-49, 51-52 ve 54-55) başvuru sahibi, başvurusunun incelenmesiyle ilgili olarak çeşitli güçlüklerle karşılaşmıştır. Başvurusu inceleninceye kadar bir kan-tondan bir diğerine sevkedilmiştir. AİHM bu davada aşağıdaki hususları müşahade etmiştir:

İsviçre mahkemelerinin yerleşik içtihadına göre […], alıkonulan kişinin söz konusu kantonun yetki alanına girmemesi hâlinde, tahliye başvurusunun işleme konulması gerekir. Bu şart bu davada hem Lucerne Temyiz Mahkemesi (bkz. yukarıdaki 25. paragraf) hem de soruşturmayı yürüten Zürih Kantonu hâkimi (bkz. yukarıdaki 8. paragraf) tarafından yerine getirilmiştir.

Kuşkusuz, başvuru sahibi, sırasıyla onbir, onsekiz ve on gün boyunca alıkonulmuş olduğu Glarus, St Gall ve Aargau kantonlarında tahliye isteminde bulunabilirdi (bkz. yukarıdaki 13., 14. ve 20-21. paragraflar). Ancak başvuru sahibi o tarihte hâlen Lucerne Temyiz Mahkemesinin ve hâtta Federal Mahke-menin kararını bekliyordu. Ayrıca Mahkeme’nin (AİHM) de yukarıda işaret etmiş olduğu üzere, başvuru sahibi her an bir başka kantona sevkedilmeyi de beklemekteydi. Bu tür başvuruların aldığı süreler, gözaltında tutulan kişilerin etkili bir şekilde temsil edilme konusunda karşılaştıkları güçlükler ve netice olarak kendilerini çaresiz hissetmeleri de göz önüne alındığında, başvuru sahi-binin bu başvuru imkânlarından faydalanmamış olmaktan dolayı suçlanması mümkün değildir.

[…]

Bu bağlamda, Mahkeme, Sözleşme’nin teorik ya da hayalî değil, pratik ve etkili hakları güvence altına alma maksadı bulunduğunu vurgular (bkz. Artico–

İtalya davası kararı, 13 Mayıs 1980, Seri A No. 37, s. 16, paragraf 33).

Mevcut davada, Bay R.M.D.’nin her kantonda tahliye başvurusunda bulunabi-leceği bellidir. Başvuru sahibi yalnızca tek bir kantonda gözaltına alınmış

olsaydı, izlenecek usul kesinlikle Sözleşme’nin 5. Madde 4. fıkrasında getirilen şartlara uygun olacaktı. Sorun, bu kantonlarda başvuru imkânı bulunmaması değil, başvuru sahibinin içinde bulunduğu şartlar itibarıyla bu imkânların etkili olmamasıdır. Bir kantondan bir başka kantona sorunsuz bir şekilde sevkedilen başvuru sahibi, kanton mahkemelerinin yetki alanları sebebiyle, 5. Madde 4.

fıkra hükümleri uyarınca hakkı olduğu üzere alıkonulmasının hukukîliğine ilişkin bir karar alması için bir mahkemeye başvurma olanağına sahip değildi.

[…]

[…] ancak Mahkeme, bu şartların başvuru sahibinin 5. Madde 4. fıkrada öngörülen haklarından mahrum edilmesini haklı çıkarmadığını dikkate almaktadır. Bu davada olduğu gibi, alıkonulan bir kişinin bir kantondan bir diğer kantona sürekli olarak nakledilmesi söz konusu olduğunda, yargı siste-mini ulusal mahkemelerin Sözleşme’nin bu maddesi hükümlerine uygun hare-ket etmelerini sağlayacak şekilde düzenleme sorumluluğu Devlete aittir.

Netice olarak Mahkeme, davalı Devletin ilk itirazlarının reddine karar vermiş ve davanın esası itibarıyla 5. Madde 4. fıkra hükümlerinin ihlâl edildiğini tes-pit etmiştir.

Bu çerçevede, 5. Madde 4. fıkra hükümlerinde yer alan üç kavramın ele alınması gerekir: “kısa bir süre içinde”, “hukuka (yasaya) uygunluk” ve “mah-keme”.

Alıkoyma tedbiri kısa bir süre içinde (süratle) incelenmelidir

“Kısa bir süre içinde” (süratle) ifadesinde, alıkonulan kişinin alıkonulma tedbirinin hukukîliğinin incelenmesi için başvuruda bulunması gereken süre kasdedilmektedir.

Bu ifadede ayrıca bu tür bir başvurunun inceleneceği süre de belirtilmektedir. Her iki durumla da ilgili olarak aşağıda birer örnek verilmiştir. Ayrıca konunun bir üçüncü boyutu daha vardır: AİHM, hukukîliğin incelenmesiyle ilgili olarak birkaç başvuruda bulunma imkânının da mevcut olması gerektiği kanaatindedir.

Hukukîlik incelemesi için başvuruda bulunulması gereken süre

Yukarıda belirtilen de Jong, Baljet ve Van den Brink davası kararında (22 Mayıs 1984, Seri A No. 77, s. 26, paragraf 58), bu konunun ilk boyutu ele alınmıştır. Bu davada, alıkoyma tedbiriyle ilgili mahkemeye başvuruda bulunma imkânı, alıkonu-lan kişilerin daha sonra ilk derece mahkemeye sevkedilmeleri şartına bağlı olarak mevcuttu. AİHM bu davada şunları ifade etmiştir:

Ayrıca, Askerlik Yasasının 34. Maddesi, belirli şartlarda davanın yargıya ne süratte intikal ettiğine bağlı olarak uygulamada “kısa bir süre içinde” karar verilmesini sağlayabilmektedir. Bay de Jong yedi gün, Bay Baljet onbir gün ve

Bay Van den Brink altı gün boyunca mahkemeye sevkedilmeden önce gözaltında tutulmuşlar (bkz. yukarıdaki 23. ve 27. paragraflar), dolayısıyla bu süre zarfında alıkonulmalarıyla ilgili mahkemeye başvurma imkânından yok-sun kalmışlardır. Mahkeme’nin görüşüne göre, askerlik hayatı ile askerî yargının gerekleri dikkate alınsa bile, her bir başvuru sahibiyle ilgili olarak mahkemeye erişim imkânının bu kadar uzun bir süre bulunmayışı, başvuru sahiplerinin alıkonulmalarının hukukîliğinin “kısa bir süre içinde” incelenmesi için mahkemeye başvurma haklarından mahrum edilmiş oldukları anlamına gelmektedir.

Hukukîlik başvurusunun cevaplandırılması gereken süre

Sabeur Ben Ali-Malta davası kararı (29 Haziran 2000, Başvuru No. 35892/97, paragraf 38) bu konunun ikinci boyutuyla ilgilidir: hukukîlik başvurusunun incelen-mesi gereken kısa süre. Bu davada verdiği kararda AİHM, sekiz haftalık bir sürenin başlıbaşına çok uzun göründüğünü belirtmiştir:

Mahkeme, örneğin, hukukîlik incelemesi için başvuruyu takiben yaklaşık sekiz haftalık bir sürenin geçmiş olmasının ilk bakışta “kısa süre” kavramıyla bağdaşmasının zor göründüğünü dikkate almıştır (E.–Norveç davası kararı, 29 Ağustos 1990, Seri A No. 181-A, s. 27, paragraf 64).

Ayrıca, terör saldırılarına karıştığından şüphelenilen bir kişinin yakalanmasıyla ilgili olarak açılan G.B.–İsviçre davasıyla (30 Kasım 2000, Başvuru No. 27426/95, parag-raf 28-39) ilgili olarak verdiği kararda AİHM, bir aylık bir sürenin 5. Madde 4.

fıkrada öngörülen kısa süre şartını yerine getirmediğine hükmetmiştir; ayrıca, Reh-bock-Slovenya davasında da (28 Kasım 2000 tarihli karar, Başvuru No. 29462/95, paragraf 84-88) AİHM, yirmiüç günlük bir sürenin çok uzun olduğuna karar vermiştir.

Letellier–Fransa davasında (26 Haziran 1991 tarihli karar, Seri A No. 207, s. 22, paragraf 56) AİHM, 4. fıkra uyarınca gerçekleştirilen bir başvurunun incelenmesinin bazen nispeten uzun sürebileceğine, zira bu başvurunun konu itibarıyla temyizi ilgi-lendirdiğine ve hukukla ilgili bir konuda temyiz niteliğinde olduğuna hükmetmiştir.

Bu durum, söz konusu kişi her an yeni bir başvuruda bulunabildiği ve bu başvurular kısa süre içinde ele alındığı sürece, başvurunun kısa süre içinde incelenmesi şartının ihlâli anlamına gelmeyebilir. Bu davada hukukîlik incelemesi için birkaç başvuruda bulunulmuştur. AİHM’nin bu davada verdiği kararda hangi başvuru inceleme süre-lerinin makul olarak değerlendirilebileceği konusunu açıklığa kavuşturan bir parag-raf bulunmaktadır:

Mahkeme, ikinci tahliye isteminin incelenmesi için geçen toplam süre konu-sunda, özellikle de bir önceki kararın Yargıtay tarafından bozulmuş olmasının

dikkate alınması doğrultusunda savcılık makamından talepte bulunulmuş olması sebebiyle, kuşkular taşımaktadır; ancak yine de başvuru sahibinin her an yeni bir başvuruda bulunma hakkını saklı tutması da dikkate alınmalıdır.

Nitekim 14 Şubat 1986 tarihinden 5 Ağustos 1987 tarihine kadar başvuru sahibi altı kez daha başvuruda bulunmuş ve tüm bu başvurular sekiz ile yirmi gün arasında değişen bir süre içinde incelenmiştir (bkz. yukarıdaki 23. parag-raf).

Bir psikiyatri kurumuna kapatılan bir kişinin serbest bırakılma istemiyle ilgili bir başka davada AİHM, başvuru sahibi hakkında bilirkişi raporu hazırlanmasının yirmi ay gibi uzun bir sürede sonuçlanmış olması sebebiyle ihlâl tespit etmiştir. Bu dava, Musial-Polonya davasıdır (25 Mart 1999 tarihli karar, Başvuru No. 24557/94, Reports 1999-II, paragraf 43):

Bir yıl sekiz ay sekiz gün gibi bir sürenin geçmiş olması, bu süreyi haklı çıkara-cak istisnaî gerekçeler bulunmadığı sürece, Sözleşme’nin 5. Madde 4.

fıkrasında öngörülen kısa süre kavramıyla bağdaşmayacaktır. Mahkeme bu doğrultuda, davalı Devletin ileri sürdüğü argümanlar ışığında mevcut davada bu tür gerekçeler bulunup bulunmadığını inceleyecektir.

[…]

Benzer bir şekilde, Katowice Bölge Mahkemesinin başvuru sahibinin özel tale-biyle ilgili olarak bilirkişi tayin etmiş olması tek başına, bu mahkemeyi başvuru sahibinin serbest bırakılmasına ilişkin talebiyle ilgili olarak kısa bir süre içinde karar verme yükümlülüğünden ibra etmemektedir. Mahkeme (AİHM), mevcut davanın şartları bakımından bilirkişi görüşünün temin edil-mesindeki gecikmelerden doğan aslî sorumluluğun Devlete ait olduğu şeklin-deki olağan ilkeden ayrılmak için herhangi bir sebep görmemektedir (bkz.

gerekli değişikliklerle, Capuano–İtalya davası kararı, 25 Haziran 1987, Seri A No. 119, s. 14, paragraf 32).

[…] Mahkeme, bir psikiyatri kurumuna kapatılmaya itiraz başvurusunun ince-lenmesiyle ilgili olarak Sözleşme’nin 5. Madde 4. fıkrasına uygunluğun değerlendirilmesinde, dava konusu olan tıbbî hususların karmaşıklığının da dikkate alınacak bir unsur olduğunu kabul etmektedir. Yine de tıbbî bir dosyanın karmaşıklığı, ne kadar istisnaî olursa olsun, ulusal makamları Sözleşme’nin bu maddesi çerçevesindeki aslî sorumluluklarından ibra edemez.

Ayrıca, mevcut davada başvuru sahibinin durumunun değerlendirilmesinde dikkate alınması gereği tartışılabilecek tıbbî hususların karmaşıklığı ile bilirkişi raporunun hazırlanmasına kadar geçen süre arasında bir illiyet bağı olduğu da hiçbir şekilde gösterilmemiştir.

Dolayısıyla davalı Devlet, bu davada söz konusu süreyi haklı çıkarabilecek bu tür istisnaî gerekçeler olduğunu kanıtlayamamıştır.

(Aynı şekilde, Baranowski-Polonya davası kararı, 28 Mart 2000, Başvuru No.

28358/95, paragraf 70-77.)

Hukukîlik incelemesi için düzenli aralıklarla dava açabilme şartı

AİHM, alıkoyma tedbirinin hukukîliğinin incelenmesi için düzenli aralıklarla dava açılabilmesine özellikle önem vermektedir. Bu çerçevede, Assenov ve Diğerleri–Bul-garistan davasında (28 Ekim 1998 tarihli karar, Başvuru No. 24760/94, Reports 1998-VIII, paragraf 162 ve 164-165) AİHM, alıkonulan kişinin alıkonulmasına ilişkin tedbirin hukukîliğinin incelenmesi talebiyle yalnızca bir kez dava açabilmesi şeklindeki bir sınırlamanın 5. Madde 4. fıkra hükümlerine aykırı olduğuna hük-metmiştir:

[…] 5. Madde 4. fıkra hükümlerine göre, tutuklu olarak alıkonulan bir kişinin alıkonulmasına ilişkin tedbirin hukukîliğinin incelenebilmesi için düzenli aralıklarla dava açabilmesi gerekir (bkz. Bezicheri–İtalya davası kararı, 25 Ekim 1989, Seri A No. 164, s. 10-11, paragraf 20-21). Sözleşme çerçevesinde bu tür bir alıkoyma uygulamasının kesinlikle sınırlı bir süre boyunca devam etmesi gerektiği varsayımından hareketle (bkz. yukarıdaki 154. paragraf), bu uygulamanın düzenli olarak ve kısa aralıklarla incelenmesi gerekmektedir (bkz. yukarıdaki Bezicheri davası, a.g.y.).

[…] Mahkeme, Bulgaristan kanunlarına göre tutuklu olarak alıkonulan bir kişinin alıkonulmasının hukukîliğinin bir mahkeme tarafından incelenebilmesi için yalnızca bir kez başvuruda bulunma hakkı olduğuna işaret eder (bkz.

yukarıdaki 75. paragraf). Bu şekilde, başvuru sahibinin ikinci başvurusu bu gerekçe ile Shoumen Bölge Mahkemesi tarafından 19 Eylül 1995 tarihinde reddedilmiştir (bkz. yukarıdaki 41. paragraf).

Sonuç olarak, özellikle başvuru sahibinin yargılanmasından önce iki yıl boyunca tutuklu olarak alıkonulması esnasında alıkonulmasının hukukîliğinin incelenmesi talebiyle bir seferden fazla mahkemeye başvurmasının mümkün olmaması ve bu tür bir başvurunun ulusal mahkeme tarafından sözlü bir duruşma esnasında incelenmemiş olması sebebiyle Mahkeme, Sözleşme’nin 5. Madde 4. fıkra hükümlerinin ihlâl edildiğini tespit etmiştir.

(Aynı şekilde, Oldham–Birleşik Krallık davası kararı, 26 Eylül 2000, Başvuru No.

36273/97, paragraf 30: ömür boyu hapse mahkûm edilen kişilerin asgarî cezalarını çektikten sonra devletin takdirine göre şartlı tahliye edilmelerine ilişkin bir davadır.)

Bir psikiyatri kurumuna yatırılma ile ilgili Megyeri–Almanya davası kararında (12 Mayıs 1992 tarihli karar, Başvuru No. 13770/88, Seri A No. 237-A, paragraf 22) şu paragraf yer almaktadır:

[…] Aklî dengesi yerinde olmayan ve zorunlu olarak belirsiz bir süre ya da uzun bir süre boyunca bir psikiyatri kurumuna kapatılan bir kişi, ilke olarak, ne şekilde olursa olsun alıkonulmasıyla ilgili yargı denetimi hüviyetinde hiçbir düzenli ve otomatik denetim bulunmaması hâlinde, alıkonulmasının – Sözleşme anlamında – “hukukîliğinin” incelenmesi talebiyle “makul aralıklarla” mahkemeye başvurarak dava açma hakkına sahiptir (bkz. diğer davaların yanı sıra, X.–Birleşik Krallık davası kararı, 5 Kasım 1981, Seri A No.

46, s. 23, paragraf 52).

(Aynı şekilde, Musial-Polonya davası kararı, 25 Mart 1999, Başvuru No. 24557/94, Reports 1999-II, paragraf 43; ayrıca, Eğmez–Kıbrıs davası kararı, 21 Aralık 2000, paragraf 94.)

Başvurunun incelenmesinde alıkoyma tedbirinin “hukuka uygunluğu”na bakılmalıdır

İkinci önemli kavram, “hukuka uygunluk”tur. Brogan ve Diğerleri–Birleşik Krallık davası kararında (29 Kasım 1988, Seri A No. 145-B, s. 34-35, paragraf 65), hukuka uygunluk (hukukîlik) kavramıyla ilgili olarak bazı konulara işaret edilmiştir:

Mahkeme’nin yerleşik içtihadına göre, 4. fıkra çerçevesinde “hukuka uygun-luk” mefhumu, 1. fıkra hükümleri ile aynıdır (bkz. özellikle Ashingdane davası kararı, 28 Mayıs 1985, Seri A No. 93, s. 23, paragraf 52); bir “yakalama” ya da “alıkoyma” işleminin hukuka uygun olup olmadığı, yalnızca iç hukuk çerçe-vesinde değil, aynı zamanda Sözleşme metnine, bu metinde yer alan genel ilkelere ve 5. Madde 1. fıkra hükümlerine göre izin verilen kısıtlamaların amacına göre değerlendirilmelidir (bkz. özellikle yukarıda belirtilen Weeks davası kararı, Seri A No. 114, s. 28, paragraf 57). 5. Madde 4. fıkra uyarınca, yakalanan ya da alıkonulan kişiler, özgürlüklerinden mahrum edilmelerinin Sözleşme anlamında “hukuka uygunluğu”nda temel teşkil eden usule ilişkin ve maddî koşulların dikkate alınacağı bir inceleme talep etme hakkına sahiptir.

Bunun anlamı, mevcut davada başvuru sahiplerinin, yetkili bir mahkeme tarafından yalnızca 1984 tarihli Yasanın 12. Bölümünde belirtilen usul şart-larına uygunluk bakımından değil, aynı zamanda yakalanmalarını haklı kılan şüphenin makul olup olmadığının ve yakalama ile neticelenen amacın ve bun-dan sonra gerçekleşen alıkoyma uygulamasının meşruiyetinin de incelenmesi için başvuruda bulunma hakkına sahip olmaları gerektiğidir.

Bu karara, AİHM’nin daha sonra incelediği davalarda, örneğin Assenov ve Diğerleri–Bulgaristan davasında (28 Ekim 1998, Başvuru No. 24760/94, Reports 1998-VIII, paragraf 162) da atıfta bulunulmuştur:

Bu karara, AİHM’nin daha sonra incelediği davalarda, örneğin Assenov ve Diğerleri–Bulgaristan davasında (28 Ekim 1998, Başvuru No. 24760/94, Reports 1998-VIII, paragraf 162) da atıfta bulunulmuştur: