• Sonuç bulunamadı

AİHS 3. Madde – İşkence yasağı

3. Maddede bulunan kavramlar

İsnat edilen suç hakkında dava açmakla sorumlu olan ulusal iddia makamı bu kadar katı bir tutum benimseyecek olursa, başvurucunun ölüm cezasına çarptırılma ve dolayısıyla “idam koğuşu” deneyimini yaşama riskiyle gerçek-ten karşı karşıya olduğunu düşündürecek hiçbir inandırıcı neden bulunmadığı yolunda Mahkeme’nin görüş bildirmesi pek mümkün olmaz.

Buna göre, ilgili kişinin bu “olguya” maruz kalması ihtimali, 3. Maddeyi devreye sokacak niteliktedir.

3. Madde’nin bu şekildeki genişletilmiş uygulaması, içerdiği kavramların kesin ana-lizi yoluyla açıklığa kavuşturulmalıdır.

3. Maddede bulunan kavramlar

İnsanlık dışı veya aşağılayıcı muamele kavramı

3. Madde’de kullanılan kavramlar esas olarak görecelidir. B.–Fransa davası kararı (25 Mart 1992, Seri A No. 232-C, s. 87, paragraf 83) bu konudaki öncü karar olma-makla birlikte, AİHM’nin “insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele” tanımını özet-leyen nispeten yeni bir karardır:

Söz konusu muamelenin 3. Madde’nin ihlâli anlamına gelmesi için, asgari derecede şiddet içermesi gerekir. Bu asgari derecenin değerlendirilmesi de esas olarak görecelidir; bu değerlendirme davanın tüm koşullarına, özellikle de nitelik ve içeriğine, muamelenin süresine, fiziksel veya ruhsal etkilerine ve bazen de mağdurun cinsiyet, yaş ve genel sağlık durumuna bağlıdır (İrlanda–

Birleşik Krallık davası, 18 Ocak 1978 tarihli karar, Seri A No. 25, s. 65, parag-raf 162 ve Tyrer–Birleşik Krallık davası, 25 Nisan 1978 tarihli karar, Seri A No.

26, s. 14-15, paragraf 29-30).

Bir davada Mahkeme aynı muameleyi, önceden tasarlanmış ve uzun saatler boyunca uygulanmış olması ve “fiili bir bedensel yaralanmaya yol açmamakla birlikte, en azından yoğun fiziksel ve ruhsal ezaya” sebebiyet vermesi

nedeni-yle, hem “insanlık dışı”, hem de mağdurlarda korku, ıstırap ve aşağılık duygusu uyandıracak kadar onur kırıcı ve alçaltıcı olması ve muhtemelen mağdurların fiziksel ve ruhsal direncini kırıcı nitelikte olması nedeniyle

“aşağılayıcı” kabul etmiştir (yukarıda belirtilen İrlanda Birleşik Krallık davası kararı, s. 66, paragraf 167 ve Soering–Birleşik Krallık davası, 7 Temmuz 1989 tarihli karar, Seri A No. 161, s. 39, paragraf 100).

Bu tanımın ışığında, AİHM oldukça mantıklı bir yorumda bulunarak, bir eğitim kurumundan iki gün süreyle uzaklaştırılmanın, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele olarak sınıflandırılacak kadar ağır bir muamele olmadığına işaret etmiştir (Efstra-tiou–Yunanistan davası, 18 Aralık 1996 tarihli karar, Reports 1996-VI, paragraf 41).

Muamelenin aleni olması da tayin edici bir faktör olmayabilir. Bu konuda bkz. Rani-nen–Finlandiya davası, 16 Aralık 1997 tarihli karar, Reports 1997-VIII, paragraf 55:

[…] bir ceza veya muamelenin 3. Madde bağlamında “aşağılayıcı” olup olmadığını değerlendirirken Mahkeme, söz konusu ceza veya muamelenin amacının mağduru aşağılamak veya onurunu kırmak olup olmadığını ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla mağdurun kişiliği üzerinde 3. Madde kapsamına girecek şekilde olumsuz etki yaratıp yaratmadığını dikkate alacaktır (bkz.

Albert ve Le Compte–Belçika davası, 10 Şubat 1983 tarihli karar, Seri A No.

58, s. 13, paragraf 22). Bu bağlamda, ceza veya muamelenin aleni olup olmadığı önem kazanabilir. Yine de muamelenin aleni olmamasının, söz konusu muamelenin bu kategoriye girmesini mutlaka engellemeyeceği unu-tulmamalıdır: mağdurun, başkalarının gözünde olmasa bile, kendi gözünde aşağılanması pekalâ yeterli olabilir (bkz. Tyrer–Birleşik Krallık davası, 25 Nisan 1978 tarihli karar, Seri A No. 26, s. 16, paragraf 32).

Ayrıca, bir muamelenin aşağılayıcı olması için, o muameleden yakınan kişinin onu-runu kırmak amacıyla kasıtlı olması mutlaka gerekli değildir. Bu bağlamda, bkz. V.–

Birleşik Krallık davası, 16 Aralık 1999 tarihli karar, Başvuru No. 24888/94, paragraf 71):

Bir ceza ve bununla bağlantılı olan muamelenin “insanlık dışı” veya

“aşağılayıcı” olması için, bunların yol açtığı ıstırap ve aşağılanma duygusunun, herhangi bir meşru muamele veya cezanın yol açtığı kaçınılmaz ıstırap ve aşağılanma duygusundan her halükârda daha ileri boyutta olması gerekir (a.g.e.). Söz konusu muamelenin mağdurun onurunu kırmak veya onu alçalt-mak amacını taşıyıp taşımadığı ise, ayrıca dikkate alınması gereken bir faktör-dür (bkz. örneğin, Raninen–Finlandiya davası, 16 Aralık 1997 tarihli karar, Reports 1997-VIII, s. 2821-2822, paragraf 55); ancak, böyle bir amacın olma-ması, 3. Madde’nin ihlâl edildiği sonucuna varılmasını mutlaka engellemez.

İşkence kavramı

İnsanlık dışı muamele ve aşağılayıcı muamele için benimsenen bu tanımlara işkence tanımı da eklenmelidir. İşkence ilk olarak İrlanda–Birleşik Krallık davasında (18 Ocak 1978, Seri A No. 25, s. 66, paragraf 167) tanımlanmıştır:

Mahkeme, […] bir yandan Sözleşme’nin 3. Maddesi kapsamına girmeyen bir şiddet eyleminin mevcudiyetini kabul ederken, öte yandan da “işkence” ve

“insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele” arasında ayırım yapmakla, asıl amacın, Sözleşme’de dile getirilen bu ilk kavram ile çok ciddi ve acımasız ezaya yol açan kasıtlı insanlık dışı muamele arasında bir bağlantı kurmak olduğu görüşündedir.

Genel olarak, AİHM önce söz konusu davranışın “insanlık dışı veya aşağılayıcı” ola-rak tanımlanıp tanımlanmayacağını değerlendirir ve sonra söz konusu davranışın

“işkence” olarak nitelendirilecek kadar ağır olup olmadığını saptar. Aksoy–Türkiye kararında (18 Aralık 1996; Reports of Judgments and Decisions 1996-VI, s. 2279, paragraf 64), AİHM ilk kez başvurucunun maruz kaldığı muamelenin ancak

“işkence” olarak sınıflandırılabileceği sonucuna varmıştır.

Mahkeme, Komisyon’un, diğer hususların yanı sıra, başvurucunun “Filistin askısına” alındığı, diğer bir ifadeyle, çırılçıplak soyularak kolları arkadan bağlanmış vaziyette kollarından askıya alındığı yolundaki tespitine dikkat çek-mektedir (bkz. yukarıdaki paragraf 23).

Mahkeme’nin görüşüne göre, bu muamele ancak kasıtlı olabilirdi; gerçekten de, bu uygulama için belli bir hazırlık ve çaba gerekliydi. Bu muamelenin uygulanma amacının, başvurucudan bilgi almak veya kendisini itirafa zorla-mak olduğu düşünülebilir. O anda yol açtığı şiddetli acının yanı sıra, gerçekleştirilen uygulama tıbbi delillere göre de her iki kolda belli bir süre devam eden felce sebep olmuştur (bkz yukarıdaki paragraf 23). Mahkeme’nin görüşüne göre, bu muamele o kadar ciddi ve zalimaneydi ki ancak ve ancak işkence olarak tanımlanabilirdi.

İçtihadın gelişmesinde önemli yeri olan Selmouni–Fransa davası kararı üzerinde dik-katle durulmalıdır. O davada AİHM Büyük Daire, aşağıdaki bölümde görüleceği üzere, “işkence’ye” yeni ve daha geniş bir tanım getirmiştir (Selmouni–Fransa davası, 28 Temmuz 1999 tarihli karar, Reports 1999-V, paragraf 96-106):

Belli bir kötü muamele türünün işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmey-eceğini saptayabilmek için, Mahkeme bu kavram ile insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele kavramları arasında 3. Madde’de yer alan ayırımı göz önüne almak durumundadır. AİHM’nin daha önce de belirtmiş olduğu gibi, asıl amaç bu ayırım vasıtasıyla Sözleşme’nin çok ağır ve acımasız ezaya yol

açan kasıtlı insanlık dışı muameleyi özel bir suç kategorisine oturtmasıdır (bkz.

yukarıda belirtilen İrlanda–Birleşik Krallık davası kararı, s. 66-67, paragraf 167).

26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe giren İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. ve 16. Maddelerinde de aynı ayırım yer almaktadır:

Madde 1

“1. Sözleşme amaçlarına göre, “işkence” terimi, bir şahsa, kendisinden veya üçüncü bir şahıstan bilgi veya itiraf elde etmek, kendisinin veya üçüncü bir şahsın işlediği veya işlediğinden şüphe edilen bir fiil sebebiyle kendisini ceza-landırmak veya üçüncü şahsı sindirmek veya baskı altında tutmak amacıyla veya her türlü ayırımcılığa dayalı herhangi bir nedenle ve kasıtlı olarak şiddetli fiziksel veya ruhsal acı veya eza veren ve bir kamu görevlisi veya resmi sıfatı olan herhangi bir diğer kişi tarafından veya onların teşviki, onayı veya rızası ile uygulanan fiil anlamına gelir […]”

Madde 16, fıkra 1

“1. Taraf Devletlerden her biri, yetki alanına giren her yerde, 1. Maddede tanımlanan şekilde işkence derecesine varmayan diğer zalimane, insanlık dışı veya küçültücü muamele veya ceza gibi fiillerin, bir kamu görevlisi veya resmi sıfatı olan herhangi bir diğer kişi tarafından veya onun teşviki veya açık veya gizli muvafakati ile işlenmesini önlemeyi taahhüt edecektir. Özellikle 10, 11, 12 ve 13. Maddelerde yer alan yükümlülükler zalimane, insanlık dışı veya küçültücü ceza veya muamele şeklindeki diğer işkence biçimlerine de uygula-nacaktır.”

Mahkeme’nin tespitine göre, çeşitli tıbbi belgelerde belirtilen tüm yaralar (bkz. yukarıdaki paragraf 10-15 ve 17-20) ve başvurucunun polis tarafından gözaltında tutulduğu süre zarfında maruz kaldığı kötü muameleye ilişkin beyanları (bkz. yukarıdaki paragraf 18 ve 24), fiziksel ve tabii ki ruhsal acı ve eza olgusuna işaret etmektedir (şikayet konusu olaylardan sonra Bay Selmouni hakkında psikolog raporu alınmamış olması esef verici bir eksikliktir). Ayrıca, olayların akışı acı ve ezanın başvurucuya kasıtlı olarak ve diğer nedenlerin yanı sıra, Bay Selmouni’nin işlediğinden şüphe edilen suçu itiraf ettirmek amacıyla uygulandığını göstermektedir. Son olarak, dava dosyasına ekli doktor raporları, muhtelif şiddet eylemlerinin doğrudan polis memurları tarafından görevlerinin ifası sırasında uygulandığını açıkça göstermektedir.

Şikâyet konusu filler başvurucuda korku, ıstırap ve aşağılanma duyguları uyandırarak, kendisi için onur kırıcı ve alçaltıcı olmuş ve muhtemelen fiziksel

ve ruhsal direncini kırmıştır. Bu nedenle Mahkeme, söz konusu muameleyi insanlık dışı ve aşağılayıcı kılan yeterince ciddi unsurlar tespit etmiştir (bkz.

yukarıda belirtilen İrlanda–Birleşik Krallık davası kararı, s. 66-67, paragraf 167 ve yukarıda belirtilen Tomasi davası kararı, s. 42, paragraf 115). Her durumda Mahkeme, özgürlüğünden yoksun tutulan bir kişiye, kendi davranışı gerekli kılmadığı sürece, fiziksel güç uygulanmasının, insan onurunu kırdığı ve ilke olarak 3. Madde kapsamındaki hakkın ihlâli olduğu görüşünü bir kez daha teyit etmektedir (bkz. yukarıda belirtilen Ribitsch kararı, s. 26, paragraf 38 ve Tekin–Türkiye davası, 9 Haziran 1998 tarihli karar, Reports 1998-IV, s. 1517-1518, paragraf 53).

Diğer bir ifadeyle, bu davada Bay Selmouni’ye uygulanan “acı veya ezanın”

BM Sözleşmesi’nin 1. Maddesi anlamı çerçevesinde “ağır” olarak tanımlanıp tanımlanmayacağının belirlenmesi gerekmektedir. Mahkeme, bu “ağır” olmak koşulunun da, aynen 3. Madde’nin uygulanabilmesi için gerekli olan “asgari ağırlık” koşulu gibi, eşyanın tabiatı itibarıyla göreceli olduğu ve uygulamanın süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ve bazı durumlarda mağdurun cinsiyeti, yaşı ve genel sağlık durumu vb. gibi davanın tüm koşullarına bağlı olduğu görüşünde-dir.

Mahkeme, daha önceleri ancak işkence olarak tanımlanabilecek muamelenin uygulandığını saptadığı davalara bakmıştır (bkz. Aksoy–Türkiye davası kararı, s. 2279, paragraf 64 ve yukarıda belirtilen Aydın kararı, s. 1891-1892, parag-raf 83-84 ve 86). Ancak, Sözleşme’nin “bugünün koşullarına göre yorumlan-ması gereken yaşayan bir belge” olduğu dikkate alındığında (bkz. diğerlerinin yanı sıra, şu kararlar: Tyrer–Birleşik Krallık davası, 25 Nisan 1978 tarihli karar, Seri A No. 26, s. 15-16, paragraf 31; yukarıda bahsedilen Soering davası, s.

40, paragraf 102; ve Loizidou–Türkiye davası, 23 Mart 1995 tarihli karar, Seri A No. 310, s. 26-27, paragraf 71), Mahkeme geçmişte “işkence” yerine

“insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele” olarak tanımlanmış olan bazı eylem-lerin gelecekte farklı şekilde tanımlanabileceğini düşünmektedir. Mah-keme’nin görüşüne göre, insan hakları ve temel özgürlüklerin korunması alanında giderek daha yüksek standartların gerekli hale gelmesi, demokratik toplumların temel değerlerini ihlâl eden eylemlerin değerlendirilmesinde kaçınılmaz olarak daha kesin bir kararlılığı gerekli kılmaktadır.

Mahkeme, Bay Selmouni’nin çok sayıda darbeye maruz kaldığı konusunda tat-min olmuştur. Bir insanın genel sağlık durumu ne olursa olsun, bu kadar yoğun darbelerin büyük acı vereceği tahmin edilebilir. Ayrıca, darbeler insan bedeninde mutlaka gözle görülür izler bırakmaz. Ancak, Dr. Garnier tarafından verilen 7 Aralık 1991 tarihli raporda (bkz. yukarıdaki paragraf 18-20), Bay

Selmouni’nin maruz kaldığı şiddetin izlerinin neredeyse tüm bedenini kap-ladığı görülmektedir.

Mahkeme ayrıca, başvurucunun saçlarından çekilerek sürüklendiğini; iki yanda polislerin dizilerek kendisine çelme taktıkları bir koridor boyunca koşmaya zorlandığını; birisinin “bak birinin şarkı söylediğini duyacaksınız”

dediği genç bir kadının önünde diz çökmeye zorlandığını; polislerden birinin kendisine penisini göstererek “al şunu em bakalım” dedikten sonra üzerine işediğini; ve önce bir el feneri sonra da bir şırınga ile tehdit edildiğini saptamıştır (bkz. yukarıdaki paragraf 24). Tarif edilen bu fiillerin taşıdığı şiddet unsurunun yanı sıra, Mahkeme bu fiillerin, konumu ve durumu ne olursa olsun, herkes açısından iğrenç ve aşağılayıcı olduğunu tespit etmek zorundadır.

Son olarak, Mahkeme, yukarıda belirtilen ve sadece söz konusu dönemle kısıtlı kalsa da haklı bulunmayacak olayların, polisteki gözaltı süresinin ger-ginliğinin ve duyguların kabararak bu gibi aşırılıklara yol açtığı belli bir dönem ile kısıtlı kalmadığını da saptamaktadır. Bay Selmouni’nin, sorgusunun devam ettiği birkaç gün boyunca mükerrer ve sürekli saldırılara maruz kaldığı açıkça belirlenmiştir (bkz. yukarıdaki paragraf 11-14).

Bu şartlar altında Mahkeme, başvurucunun şahsına karşı işlenen ve bir bütün olarak kabul edilen fiziksel ve ruhsal şiddet fiillerinin “ağır” acı ve ezaya yol açtığı ve özellikle şiddetli ve acımasız olduğu konusunda tatmin olmuştur. Bu tür muamele, Sözleşme’nin 3. maddesi çerçevesinde işkence fiili olarak kabul edilmektedir.

[…]

Bu nedenle, 3. Madde ihlâl edilmiştir.

AİHM bir dizi ayrıntılı noktayı vurgulamak suretiyle bu tanımı tekrar kullanmıştır.

Bkz., örneğin, Salman–Türkiye kararı (27 Haziran 2000, Başvuru No. 21986/93, paragraf 114-115):

Bu muamelenin, taşıdığı şiddet unsuruna ek olarak, 26 Haziran 1987 tari-hinde yürürlüğe giren ve işkenceyi, diğer hususların yanı sıra bilgi elde etmek, ceza vermek veya sindirmek amacıyla ve kasıtlı acı veya eza fiili olarak tanımlayan İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nde (BM Sözleşmesi 1.

Madde) de kabul edildiği gibi, işkencenin bir amaca yönelik olarak yapılması da söz konusudur.

Kötü muamelenin türü ve derecesi (falaka ve göğse vurulan darbe) ve bu fiille-rin Agit Salman’ın PKK faaliyetlefiille-rine katıldığı şüphesi ile sorgulandığı sırada

gerçekleştiğine işaret eden güçlü delilleri dikkate alarak Mahkeme, bu fiillerin işkence olarak nitelendirilebilecek kadar şiddetli ve acımasız eza içerdiğine hükmetmiştir (bkz. ayrıca, yukarıda belirtilen Selmouni kararı, paragraf 96-105).

AİHM’nin ağır ceza kavramının göreceli olduğu üzerinde hassasiyetle durduğunu vurgulamak gerekir. Buna göre, Dikme–Türkiye [I. Seksiyon] davası, 11 Temmuz 2000 tarihli karar (Başvuru No. 20869/92, paragraf 94-96):

Mahkeme’nin evvelce de saptadığı gibi, yukarıdaki maddede belirtilen

“şiddet” kıstası, 3. Madde’nin işletilebilmesi için gerekli olan “asgari şiddet”

kıstası gibi, eşyanın tabiatına uygun olarak görecelidir (a.g.e. paragraf 100) ve muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ve bazı durumlarda mağdurun cinsiyeti, yaşı ve genel sağlık durumu gibi, davanın tüm koşullarına bağlıdır (bkz. diğer kararların yanı sıra, yukarıda belirtilen Labita kararı, paragraf 120).

İncelenen davada, ilk başvurucunun polis tarafından gözaltında tutulduğu süre boyunca devam eden uzun sorgu seansları sırasında kendisine tekrar tekrar indirilen darbeler ve başına daha neler geleceğini bilememesinden ötürü, sürekli bir fiziksel acı ve endişe içinde bulunduğu konusunda hiçbir şüphe yoktur.

Mahkeme, bu muamelenin birinci başvurucuya Devletin görevlileri tarafından görevlerinin ifası sırasında kasıtlı olarak ve işlediğinden şüphe edilen suçları itiraf etmesi veya bunlar hakkında bilgi vermesi amacıyla uygulandığı görüşündedir.

Bu koşullarda Mahkeme, birinci başvurucunun maruz kaldığı şiddetin bir bütün olarak, amacı ve süresi ile birlikte dikkate alındığında, özellikle ağır ve acımasız ve “şiddetli” acı ve ezaya yol açacak nitelikte olduğunu tespit etmiştir. Dolayısıyla, söz konusu muamele Sözleşme’nin 3. Maddesi anlamında işkence teşkil etmektedir.

Bu görüş, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamelenin sınıflandırılmasını kaçınılmaz olarak etkileyecektir.

2. 3. Madde’nin uygulanmasına ilişkin örnekler

3. Madde pek çok durum için uygulanır. Bunların bazılarından örnekler aşağıda belirtilmiştir.

İnsanlık dışı muamele, kötü muamele ve polis usulleri

Yakalama sırasında

Usule dayalı güvenceler olmaksızın gerçekleştirilen yakalama ve alıkoyma işlemleri-nin bizatihi 3. Madde kapsamına girip girmeyeceği sorusu gündeme gelmiştir.

Çiçek–Türkiye davasında, başvurucu yakalandıktan sonra kaybolan oğulları hakkında hiçbir bilgi veya haber alamamıştı. AİHM bu kişilerin ölmüş kabul edilme-leri gerektiği sonucuna vararak, 2. Madde’nin ihlâl edildiğini saptamıştır. Başvurucu 3. Madde’nin de ihlâl edildiğini ileri sürmüştü. AİHM şu görüşü benimsemiştir (Çiçek–Türkiye davası, 27 Şubat 2001 tarihli karar, Başvuru No. 25704/94, parag-raf 152, 154-156 ve 158).

2. Madde çerçevesindeki yakınmalarını desteklemek için, gerekli değişikliklerle kullanılan argümanlara dayanarak, başvurucu davalı Devlet’in 3. Madde’yi ihlâl ettiğini, zira en temel hukuki güvenceden yoksun koşullarda oğullarının kaybedilmiş olmasının, onlar açısından başlı başına akut psikolojik işkence oluşturduğunu ileri sürmektedir. Buna ilâveten, kendisine oğullarının Bölge Yatılı Okulunda kötü muameleye maruz kaldığı söylenmiştir. Başvurucu, davalı Devlette gözaltında tutulan kişilere yönelik işkencenin yaygınlığı dikkate alındığında, bu hususun daha da önem kazandığını iddia etmektedir.[…]

Sözleşme’nin 3. Maddesi’nin yorumlanmasında uygulanan katı standartlara nazaran ve buna göre söz konusu madde hükmünün ve Sözleşme organlarının uygulamaları kapsamına girebilmesi için, kötü muamelenin asgari bir şiddet düzeyine erişmesi ile bu kadar şiddetli kötü muamele uygulandığına dair

“makul şüphenin ötesinde” delil standardına uyulması gerektiğinin bilincinde olan Mahkeme, başvurucunun oğullarının incelenen davadaki koşullar altında kaybedilmesinin bu hüküm çerçevesine girdiği konusunda tatmin olmamıştır (bkz. İrlanda–Birleşik Krallık davası, 18 Ocak 1978 tarihli karar, Seri A No. 25, s. 65, paragraf 161-162, yukarıda belirtilen Kurt–Türkiye davası kararı, Komisyon raporu, s. 1216, paragraf 195).

Bir kişinin zorla kaybedilmesi olayı hakkında hiçbir bilgi olmaması duru-munda, kaybolan kişinin hayatta olup olmadığı veya ne tür bir muameleye maruz kalmış olduğu konusunda ancak spekülasyon yapılabilir. Bu bağlamda, Mahkeme önce 10 Mayıs 1994 tarihinde yakalandıktan sonra Bölge Yatılı Okuluna gönderilen alıkonulan kişilerin orada kötü muamele görmediğinin olayların incelenmesi sonucunda saptandığını hatırlatır (bkz. yukarıdaki paragraf 141). Ayrıca, başvurucu, oğullarının gerçekten 3. Maddeyi ihlâl edici nitelikte kötü muamele kurbanı olduğuna dair kesin delil sunmadığı gibi, oğullarının resmen hoşgörüyle karşılanan gözaltı kayıpları ve bununla

bağlantılı olarak alıkonulan kişilere uygulanan kötü muamelenin kurbanı oldukları iddiasını da somutlaştıramamıştır.

Mahkeme, resmi kayıtlara geçirilmeden tutulan ve gerekli yargı güvencesin-den yoksun olan kişilere yönelik muameleye ilişkin yoğun endişelerin, 5.

Madde kapsamına giren konulara daha büyük bir ciddiyet katan unsurlar olduğunu vurgulamaktadır (bkz. yukarıda belirtilen Kurt–Türkiye davası kararı, s. 1183, paragraf 115).

[…]

Bu nedenle Mahkeme, Tahsin Çiçek ve Ali İhsan Çiçek davasında Sözleşme’nin 3. Maddesi’nin ihlâl edilmediğine hükmetmiştir.

Gözaltı esnasında

Bir kişinin gözaltında tutulduğu sırada fiziksel saldırıya uğraması durumunda 3.

Madde’nin ihlâl edileceği kesindir.

AİHM, Tomasi–Fransa davasında bu görüşü benimsemiş ve “başvurucunun bede-ninde görülen izlerin, gözaltına alınmasından önceki döneme ait olabileceğini veya başvurucunun kendi kendine verdiği zarardan kaynaklandığını veya kaçma teşebbüsü sonucunda oluştuğunu hiç kimse iddia etmemiştir” demiştir (Tomasi–Fransa davası, 27 Ağustos 1992 tarihli karar, Seri A No 241-A, s. 40-42, paragraf 110 ve 115).

Genel olarak (Selmouni–Fransa davası kararından daha önceki) bu karar, AİHM’nin polis tarafından sorgulanan kişilere ilişkin yaklaşımını özetlemektedir. AİHM şu tes-pitte bulunmuştur:

Mahkeme, Fransa’da polis teşkilâtınca uygulanan gözaltı sistemini ve buna ilişkin kuralları veya bu davada başvurucunun sorgu süresi ve zamanlamasını incelemesi gerektiği görüşünde değildir. Mahkeme, tıp uzmanları tarafından tamamen bağımsız koşullarda hazırlanan tıbbi belge ve raporların, Bay Tomasi’nin maruz kaldığı darbelerin sayısı ve yoğunluğunu ispatladığını gör-menin yeterli olduğunu düşünmektedir; bunlar söz konusu muameleyi insanlık dışı ve aşağılayıcı kılan yeterince ciddi iki unsurdur. Tahkikatın gerekleri ve suça, özellikle de terör suçuna karşı yürütülen mücadelenin inkâr edilemez güçlükleri, bireylerin fiziksel bütünlüğünün korunmasını sınırlandırmak sonucunu doğurmamalıdır.

Berktay–Türkiye [IV. Seksiyon] davasında (1 Mart 2001, Başvuru No. 22493/93, paragraf 168-170) başvurucu altı polis memurunun evinde yaptıkları bir arama

Berktay–Türkiye [IV. Seksiyon] davasında (1 Mart 2001, Başvuru No. 22493/93, paragraf 168-170) başvurucu altı polis memurunun evinde yaptıkları bir arama