• Sonuç bulunamadı

AİHS 2. Madde – Yaşama hakkı

3. Madde’nin uygulanmasına örnekler

Kurtarma operasyonları

Andronicou ve Constantinou–Kıbrıs davasında AİHM, nişanlı bir çiftin, genç erkeğin nişanlısına karşı tehditkâr davranışlar sergilemesi sonrasında polisin gerçekleştirdiği müdahale sırasında evlerinde vurularak öldürülmesi konusunda bir karar almıştır. Bu davada polis memurlarından biri silahını onüç kereden fazla ateşlemiştir. AİHM operasyon hazırlıkları ile ilgili aşağıdaki sonuca varmıştır (Andronicou ve Constantinou–Kıbrıs davası kararı, 9 Ekim 1997, Reports 1997-VI, paragraf 184-186):

Burada vurgulanması gereken şey kadının geceyarısından bir saat önce defa-larca çığlıklar atarak Lefteris Andronicou’nun kendisini öldüreceğini söylemesi (bkz. yukarıdaki paragraf 59) ve Lefteris Andronicou’nun daha önce kadını döverek şiddete yatkın olduğunu göstermiş olmasıdır (bkz. yukarıdaki parag-raf 16). Bu koşullarda, Lefteris Andronicou’nun silahlı olduğu da düşünüldüğünde, yetkililer makul olarak geceyarısına az süre kaldığına göre

yapılan pazarlıkların başarısız olduğunu ve çiftin oturduğu daireye girip Andronicou’nun silahını elinden alarak onu tutuklamak ve Elsie Constanti-nou’yu kurtarmak için bir girişimde bulunmaları gerektiği kanısına varabilirdi.

Mahkeme’nin görüşü uyarınca yetkili makamların o anda ellerinde bulunan bilgilerden yola çıkarak operasyonda MMAD görevlilerini kullanma kararı haklı görülebilirdi. Planlanan operasyonun özellikleri düşünüldüğünde MMAD gibi yüksek düzeyde profesyonel eğitim almış bir birimin becerilerinden yarar-lanılması doğal görünmekteydi. MMAD görevlilerinin kulyarar-lanılması kararı en son çare olarak görülmekteydi. Bu karar hem polisin komuta zincirinde, hem de bakanlıkta en üst seviyede tartışılmış (bkz. yukarıdaki paragraf 55) ve ancak pazarlıklar başarısız olduğunda ve yukarıda da belirtildiği gibi, makul bir şekilde varılan genç kadının hayatının acil bir tehlike altında olduğu kanısı üzerine uygulanmıştır. Operasyonda yer alan polis görevlileri, kendilerine ateş açıldığında silahla karşılık vermek üzere eğitilmişti, ancak aynı zamanda silah-larını ne zaman kullanacaklarıyla ilgili açık talimatlar da almışlardı. Yalnızca durumla orantılı kuvvet kullanmaları ve yalnızca eğer Elsie Constantinou’nun ya da kendilerinin hayatı tehlikedeyse ateş etmeleri söylenmişti (bkz.

yukarıdaki paragraf 38).

Operasyonda silah kullanılmasının amaçlanmadığını ve yetkili makamların çifte herhangi bir zarar gelmesini önlemek için azami dikkat sarf ettiğini de belirtmek gerekir (bkz. yukarıdaki paragraf 38 ve 54). Ancak görevlileri, ken-dilerini bekleyen tehlike hakkında uyarmak ve onları ateşli silahları ne zaman kullanacakları konusunda dikkatli bir şekilde yönlendirmek makul bir önlem sayılabilirdi. Ayrıca, görevlilerin Lefteris Andronicou’nun elinde av tüfeğinden başka silahlar olduğu konusunda kesin bir bilgi almadıklarının da vurgulan-ması gerekir. Kendilerine bunun ihtimal dahilinde olabileceği bilgisi verilmişti (bkz. yukarıdaki paragraf 38). Bu açıdan bakıldığında verilen bu mesaj, görev-lilerin operasyon sırasında büyük bir dikkatle hareket etmeleri yolunda bir uyarı olarak değerlendirilebilir.

Görevlilere makineli tüfek verme kararına gelince, planın uygulanmasında ateşli silahların kullanılmasının hiçbir zaman amaçlanmadığını bir kez daha vurgulamakta yarar bulunmaktadır. Ne var ki Lefteris Andronicou’nun çift namlulu bir av tüfeği taşıdığı ve ayrıca elinde başka silahlar da bulunduğu ihti-mali göz önüne alındığında yetkili makamların her tür olaya hazırlıklı olması gerekmekteydi. Buna bir de makineli tüfeklerin üzerinde spot ışığı olduğu ve bu sayede gözyaşı gazıyla dolu bir odada genç kadının tam yerini belirlemede yaşayacakları sorunları bertaraf edebilecekleri ve kendilerine ateş açıldığında ellerinin silahlarını kullanmak için serbest kalacağı avantajını da ilâve etmek

gerekir. Kaldı ki görevlilerin makineli tüfeklerini kullanma koşulları, tabancalar gibi açık talimatlara bağlanmıştır (bkz. yukarıdaki paragraf 38).

Yukarıdaki bulguları göz önünde bulunduran Mahkeme, kurtarma operasyo-nunun çiftin hayatına gelebilecek tehlikeleri en aza indirgeyecek biçimde plan-lanıp düzenlenmediğini gösterecek delil bulunmadığı görüşündedir.

Emniyet görevlilerinin davranışıyla ilgili olarak da Mahkeme aşağıdaki karara varmıştır (Andronicou ve Constantinou–Kıbrıs davası kararı, 9 Ekim 1997, Reports 1997-VI, paragraf 191-193):

Mahkeme, kurtarma operasyonunun yalnızca Elsie Constantinou’yu kurtarma ve Lefteris Andronicou’yu tutuklama amacını taşıdığını ve ölüme sebebiyet verebilecek herhangi bir kuvvet kullanımı sonucu çifte gelebilecek hayati tehli-keyi en aza indirgeyecek biçimde düzenlendiğini daha önce ortaya koyduğunu hatırlatır (bkz. yukarıdaki paragraf 186). Görevlilerin ölüme yol açan kuvvet kullanımına başvurmaları, Lefteris Andronicou’nun evin basılmasına verdiği şiddetli tepkinin doğrudan sonucu olarak gerçekleşmiştir. Andronicou, odaya ilk giren görevliyi öldürmeye teşebbüs etmiştir.

Araştırma komisyonu toplanan delillerden yola çıkarak Lefteris Andro-nicou’nun ikinci kurşunu Elsi Constantinou’ya sıktığını belirlemiştir (bkz.

yukarıdaki paragraf 134). Böylece Andronicou’nun tepkisi, Elsie Constantinou ve kurtarma ekibine teşkil ettiği gerçek ve yakın tehlikeyi ortadan kaldırmak için anlık kararların alınmasının gerektiği bir ortam oluşturmuştur. 2 no.’lu görevli, Lefteris Andronicou’nun bir meslektaşını öldürdüğüne, diğerini ise yaraladığına ve tüfekteki ikinci fişeğin hâlâ dolu olduğuna inanmaktaydı.

Odaya girdiğinde Lefteris Andronicou’nun Elsie Constantinou’yu sıkıca tuttuğunu ve tehditkâr bir hareket yapmak üzere olduğunu görmüştür. Ayrıca Lefteris Andronicou’nun başka silahları olabileceğine inanmaktadır. Daha sonra anlaşıldığı üzere Andronicou’nun başka silahı yoktur ve 2 no.’lu görevli odaya girdiğinde tüfek elinde değildir.

Ancak Mahkeme, araştırma komisyonunun bulgularına göre, 2 ve 4 no.’lu görevlilerin samimi olarak mevcut şartlar altında Elsie Constantinou’yu ve kendi hayatlarını kurtarabilmek için Andronicou’yu öldürmenin ve eline bir silah geçirme ihtimalini yok etmek için üzerine sürekli ateş açmanın gerekli olduğuna inandıklarını kabul etmektedir. Bu açıdan Devlet görevlilerinin AİHS’nin 2. Madde, 2. fıkrasında tanımlanan amaçlardan birine yönelik ola-rak kuvvete başvurmasının bu hüküm kapsamında haklı görülebileceği, kuvvete başvurma kararının alındığı anda haklı olarak doğru bir karar olarak göründüğü, ancak daha sonra yanlış bir karar olduğunun ortaya çıktığı belirtil-melidir. Aksini iddia etmek Devlet’in ve kolluk kuvvetlerinin üzerine gerçekçi

olmayan bir yük getirecek, bunun da bedelini kendilerinin ya da başkalarının hayatı ile ödemek zorunda kalabileceklerdir (bkz. yukarıda belirtilen McCann ve Diğerleri, s. 58-59, paragraf 200).

Bu olayda Leftreis Andronicou’nun teşkil ettiği tehlikeyi bertaraf etmek için bu kadar çok ateş açılması son derece talihsiz bir harekettir. Ancak Mahkeme, bu olayda durumu değerlendirirken koşullardan kendini sıyırıp, daha önce yaşamadıkları ve bir daha yaşamayacakları bu hayat kurtarma operasyonunda anlık tepkiler vermeleri gereken görevlilerin yerine karar alamaz. Görevliler hayat kurtarma amacıyla ateş açma ve genç kadının hayatına ya da kendi hayatlarına karşı oluşan riskleri ortadan kaldıracağına dürüstçe ve makul biçimde inandıkları her tür önlemi alma yetkisine sahipti. Araştırma komisyo-nunun yaptığı inceleme sırasında görevlilerin attığı kurşunlardan yalnızca ikisi-nin genç kadına isabet ettiği görülmüştür. Bu mermiler son derece trajik bir şekilde ölmesine neden olsa da görevlilerin açtığı ateşin genç kadına da isabet etmesinin nedeni Lefteris Andronicou’nun ona sıkıca sarılması ve onu tehli-keye atmasıdır.

Dolayısıyla Mahkeme, bu durumda ölümle sonuçlanan kuvvet kullanımının son derece üzücü olsa da Elsie Constantinou ve görevlilerin yaşamlarını savunma amacını yerine getirmek için “kesin zorunluluk” ilkesinin ötesine geç-mediği ve davalı Devlet’in AİHS’nin 2. Paragraf, fıkra 2.a kapsamındaki yükümlülüklerini ihlâl etmediği sonucuna varmıştır.

Bu karara zıt bir karar örneği: Gül–Türkiye davası kararı, 14 Aralık 2000 (Başvuru No. 22676/93, paragraf 78-82).

Barışı koruma operasyonları

Güleç–Türkiye davası, kolluk kuvvetlerinin silahlarını kullandığı bir gösteri sırasında bir kişinin ölmesiyle ilgilidir. Mahkeme aşağıdaki karara varmıştır (Güleç–Türkiye davası kararı, 27 Temmuz 1998, Reports 1998-IV, paragraf 70-73):

[…] Komisyon’un da haklı bir şekilde işaret ettiği üzere, gösteri barışçıl olmak-tan çok uzaktır, çünkü ilçedeki taşınır ve taşınmaz mallara zarar verilmiş ve bazı jandarmalar yaralanmıştır. Ciddi şiddet eylemleriyle karşı karşıya kalan güvenlik güçleri yardım çağırmıştır ve iki zırhlı araç olay yerine gelmiştir. Con-dor’un sürücüsü Astsubay Nazım Ayhan, havaya ateş ettiğini söylerken, kasa-banın ileri gelenlerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda görgü tanığı kalabalığa doğru ateş edildiğini söylemiştir. Bu iddia Hükümet tarafından inkâr edilmiş olsa da, yaralanan göstericilerin hemen hemen hepsinin bacak-larından vurulmuş olduğu gerçeğiyle teyit edilmiştir; bu durum zırhlı bir aracın

taretinden aşağıya doğru ateşlenen kurşunların sekmesiyle meydana gelen yaralanmaları açıklamaktadır

Mahkeme, Komisyon gibi, mevcut davada kuvvet kullanımının, 2. Madde’nin 2. fıkrasının (c) bendi kapsamında haklı gösterilebileceğini kabul eder; ancak bu hususta amaçlanan hedefe ulaşmak için kullanılan araçlar arasında bir denge kurulması gerektiği açıktır. Jandarmalar, çok güçlü bir silah kul-lanmışlardır, çünkü copları, koruyucu kalkanları, su topları, plastik mermileri veya göz yaşartıcı gazları yoktur. Bu malzemelerin olmaması, tamamen anlaşılamaz ve kabul edilemezdir, çünkü Şırnak ili, Hükümet’in de belirttiği üzere, olağanüstü halin ilân edildiği bir bölgedir, söz konusu tarihte her türlü kargaşanın çıkması olasıdır.

Göstericilerin arasında silahlı teröristlerin olup olmadığı hususuna ilişkin ola-rak Mahkeme, Hükümet’in bu iddiayı desteklemek için herhangi bir delil ortaya koymadığına dikkat çekmektedir. Öncelikle, jandarmalardan hiçbiri ne başvurucunun oğlunun öldüğü yerde ne de göstericilerin geçtiği diğer yerlerde kurşunla yaralanmıştır. İkinci olarak, olay yerinde PKK üyelerine ait olduğu düşünülen herhangi bir silah ya da boş kovan bulunmamıştır. Ayrıca olaylar-dan sonra güvenlik güçleri tarafınolaylar-dan boş kovanları toplanan ve el konulan on üç tüfeğin sahipleri aleyhinde Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde açılan dava beraatla sonuçlanmıştır. Çünkü davalılar söz konusu olaylarda yer almamışlardır (bkz. yukarıdaki paragraf 8).

Sonuç olarak, Mahkeme, davaya neden olan olaylar sırasında Ahmet Güleç’in ölümüne sebebiyet veren ve göstericileri dağıtmak amacıyla başvurulan kuvvetin 2. Madde kapsamında kesinlikle zorunlu olmadığı kanaatine varmıştır.

Askeri operasyonlar

Ergi–Türkiye davası (28 Temmuz 1998, Reports 1998-IV) güvenlik kuvvetleri tarafından PKK üyelerine karşı kurulan bir pusuyla ilgilidir. Başvurucu kız kardeşinin, tehlikenin yer aldığı yönün tam tersi bir yöne sürekli ateş açan güvenlik güçlerinin attığı kör kurşunlarla vurulup öldüğünü iddia etmiştir. Mahkeme aşağıdaki sonuca varmıştır (Ergi–Türkiye davası kararı, 28 Temmuz 1998, Reports 1998-IV, paragraf 79-81 ve 86):

[…] Devlet’in ifadesine göre, güvenlik güçleri bir pusu operasyonu düzenlemiş ve köy civarında PKK ile silahlı çatışmaya girmiştir (bkz. yukarıdaki paragraf 16-17). Yukarıda değinildiği gibi Devlet, Havva Ergi’yi öldüren merminin güvenlik güçlerince ateşlendiği iddiasına karşı çıkmış, Mahkeme de bunun tes-pit edilmediğini belirtmiştir.

Dahası, AİHS’nin 2. Maddesi 1. Madde ile birlikte okunduğunda, Devlet’ten yaşama hakkını etkili bir şekilde “güvence” altına alması için bazı önlemler alması istenebilir.

Yukarıdaki hususların ışığı altında, Devlet’in sorumluluğunun Devlet görevlile-rinin açtığı ateşin bir sivilin ölümüne neden olduğuna dair önemli delillerin mevcut olduğu hallerle sınırlı olmadığı konusunda, Mahkeme, Komisyon’un fikrini paylaşmaktadır. Devlet’in sorumluluğu, karşıt bir gruba yönelik olarak gerçekleştirilen güvenlik operasyonunun kurgu ve yöntem seçiminde sivil hayatın kazaen kaybını engellemek ve her durumda en aza indirmek amacıyla, uygun önlemlerin alınmadığı durumlarda da devreye girebilir.

Böylece, Havva Ergi’yi öldüren merminin güvenlik güçleri tarafından ateşlendiği makul şüphenin ötesinde tespit edilmemiş olmasına rağmen, Mah-keme, güvenlik güçlerinin operasyonunun pusuya yakalanan PKK mensup-larının ateş gücünden gelebilecek zararlar da dahil olmak üzere, köylülerin hayatına gelebilecek zararları engelleyebilecek, en aza indirgeyebilecek nite-likte planlanıp planlanmadığını ve yürütülüp yürütülmediğini incelemelidir.

[…] Diğer taraftan, jandarma görevlilerinin Komisyon’a sundukları ifadeler-den, pusunun köyün kuzeybatısında köy ve pusu arasındaki mesafe bilinme-den gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. PKK teröristlerinin köye, kuzeydeki yolu takip ederek ya da nehir yatağını takip ederek kuzeydoğudan gelebilecekleri, bu durumda güvenlik güçlerine görünmeden kuzeybatı yönünden köye sızabi-lecekleri tahmin edilmiştir.

[…] Mahkeme, Komisyon tarafından yapılan tespitlere (bkz. yukarıdaki parag-raf 34-41) ve kendi bulgularına göre, Havva Ergi’yi öldüren merminin güney ya da güney doğu yönünden ateşlenmiş olmasının mümkün olduğunu, güven-lik güçlerinin güney yönünde bulunduğunu ve güvengüven-lik güçleri ile PKK arasındaki çapraz ateş nedeniyle sivil şahısların hayatlarına karşı gerçek bir tehlikenin doğduğu kanısına varmıştır. Mahkeme, davalı Devlet’in yetkili makamlarının, pusu operasyonunun planlanması ve idaresi hakkında doğrudan delil sunmamasına bağlı olarak, Komisyonun, sivil şahısların hayat-larının korunmasında yeterli önlemlerin alınmadığı şeklindeki görüşlerine katılmış ve aynı tespitte bulunmuştur.

Dolayısıyla AİHS’nin 2. Maddesi ihlâl edilmiştir.