• Sonuç bulunamadı

Madde, 1. fıkra kapsamında usule ilişkin yükümlülükler

AİHS 2. Madde – Yaşama hakkı

2. Madde, 1. fıkra kapsamında usule ilişkin yükümlülükler

Yakın tarihli bir kararda (yukarıda anılan Kıbrıs–Türkiye davası, 10 Mayıs 2001, Başvuru No. 25781/94, yukarıda verilen paragraf 131) AİHM, Devletlerin kaba kuvvet kullanımı sonrasında gerçekleşen ölümlerle ilgili vakaları inceleme konusunda pozitif yükümlülüğe sahip olduğunu vurgulamaya devam etmiştir. Mahkeme aşağıdaki açıklamayı yapmıştır:

[…] AİHS’nin 1. Maddesi’nde Devlet’in “kendi yetki alanları içinde bulunan herkese bu Sözleşme’nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlükleri tanıma” göreviyle birlikte okunduğunda 2. Madde’de belirtilen yaşama hakkını koruma yükümlülüğü, zımnen, Devlet görevlilerinin (bkz. gerekli değişikliklerle, McCann ve Diğerleri–Birleşik Krallık davası kararı, 27 Eylül 1995, Seri A No. 324, s. 49, paragraf 161 ve Kaya–Türkiye davası kararı, 19 Şubat 1998, Reports 1998-I, s. 329, paragraf 105) ya da Devlet görevlisi olmayanların (bkz. gerekli değişikliklerle, Ergi–Türkiye davası kararı, 28 Tem-muz 1998, Reports 1998-IV, s. 1778, paragraf 82; Yaşa–Türkiye davası kararı, 2 Eylül 1998, Reports 1998-IV, s. 2438, paragraf 100; Tanrıkulu–Türkiye [BD], No. 23763/94, paragraf 103, AİHM 1999-IV) kaba kuvvete başvurması sonucu ölen şahıslarla ilgili etkili bir resmi soruşturma yapılması zorun-luluğunu getirir.

AİHM, aşağıdaki sonuca da varmıştır (Tanrıkulu–Türkiye davası kararı, 8 Temmuz 1999, Reports 1999-IV, paragraf 103):

Merhumun aile bireylerinin veya diğer kişilerin, ölüm olayı hakkında yetkili soruşturma makamlarına başvurup başvurmadığı konusu kesinlik kazan-mamıştır. Bu davada, yetkili makamların başvurucunun eşinin öldürüldüğünden haberdar olduğu gerçeği, AİHS’nin 2. Maddesi’nin şart koştuğu şekilde ölümün meydana geldiği şartlar hakkında etkili bir soruşturma yapılmasını kendiliğinden gerekli kılar (bkz. gerekli değişikliklerle, 28 Temmuz

1998 tarihli Ergi–Türkiye davası kararı, Reports 1998-IV, s. 1778, paragraf 82 ve Yaşa davası, s. 2438, paragraf 100).

4 Mayıs 2001 tarihli Hugh Jordan–Birleşik Krallık davası kararı (Başvuru No.

24746/94, paragraf 105) bu yükümlülüğün arkasında yatan nedenleri ortaya koymuştur:

Bu soruşturmanın temel amacı, yaşama hakkını koruyan iç hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını ve Devlet görevlilerini ya da kurumlarını içeren dava-larda, bu kişi ve kurumların, sorumlulukları altında gerçekleşen ölümlerle ilgili hesap verebilmelerini sağlamaktır.

Kaya–Türkiye davası kararında AİHM, ölümle sonuçlanan olayların sayısının yüksek olmasının, Devlet’in soruşturma yürütme yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığını belirtmiştir (Kaya–Türkiye davası kararı, 19 Şubat 1998, Reports 1998-I, paragraf 91):

Mahkeme, Türkiye’nin güneydoğusunda yaşam kaybının trajik ve sıklıkla rast-lanan bir durum olduğunu tespit eder (bkz. yukarıda adı geçen Aydın davası kararı, s. 1873, paragraf 14). Buna karşın ne silahlı çatışmaların yaygınlığı ne de ölümlerin çokluğu, güvenlik güçlerinin yer aldığı silahlı çatışmalarda, özel-likle de başvuru konusu olaydaki gibi çeşitli belirsizözel-liklerin olduğu durumlarda, Devlet’in AİHS’nin 2. Maddesi’nden kaynaklanan etkili ve bağımsız bir soruşturma yürütmesi yükümlülüğünü ortadan kaldırır.

AİHM bu görüşü düzenli olarak tekrarlamakta ve ayrıca delillerin araştırılmasında yaşanan yerel zorlukların Devlet’in etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığını belirtmektedir (Tanrıkulu–Türkiye davası kararı, 8 Temmuz 1999, Reports 1999-IV, paragraf 103):

Mahkeme, daha önceki kararlarda da belirtildiği gibi, (bkz. örneğin yukarıda adı geçen Kaya, Ergi ve Yaşa davaları kararları, sırası ile, s. 2436 paragraf 91, s. 1779, paragraf 85, s. 2440, paragraf 104), Güneydoğu Anadolu Böl-gesi'ndeki güvenlik durumu bağlamında gerçekleşen ölümlerin trajik ve sık rastlanan bir durum olduğunu ve bu durumun kati delil aranmasını engelleye-bileceğini göz önünde bulundurmaya hazırdır. Yine de bu şartlar AİHS’nin 2.

Maddesi’ne göre etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.

Güleç–Türkiye davası, kolluk kuvvetlerinin silah kullandığı bir gösteri sırasında bir kişinin ölümüyle ilgilidir. Bu davada AİHM, ölüm nedenlerini aydınlatmaya yönelik soruşturmaların bağımsız kurumlar tarafından yapılması gerektiğini belirtmiştir (Güleç–Türkiye davası kararı, 27 Temmuz 1998, Reports 1998-IV, paragraf 80 ve 82-83):

Mahkeme, Şırnak İl İdare Meclisi'nin 18 Ekim 1991 tarihinde, “dava dosyasında yer alan deliller temelinde maktulleri öldüren ve yaralayan kişileri belirlemenin imkânsız olduğu” görüşüne dayanarak davayı ağır ceza mahke-mesine iletmediğine dikkat çeker (bkz. yukarıdaki paragraf 28). Böyle bir sonuç kabul edilemez çünkü soruşturma görevlisi Kurt tamamen öznel dav-ranmıştır ve İl valisi (soruşturma görevlilerini atayan ve jandarmadan sorumlu olan) veya yardımcısının başkanlık ettiği ve yerel temsilcilerden oluşan (Halk Sağlığı Müdürü ve Ziraat Müdürü gibi) ilgili idari kurumun yapısı duruma uygun değildir. Bunun sonrasında, 13 Kasım 1991 tarihinde, Yüksek İdari Mahkeme, İdare Meclisinin durdurma kararı aldığına işaret etmiştir. Sonuç olarak, “ölüm ve yaralamalardan sorumlu olan kişiler bilinmediği için”, “mah-kemenin davaya bakması ve bir karara varması mümkün değildir” (bkz.

yukarıdaki paragraf 29).

[…] Durum böyle olduğu için, Mahkeme, Komisyon gibi, soruşturmanın tam olmadığı ve bağımsız makamlar tarafından yürütülmediği sonucuna varmıştır.

Ayrıca söz konusu soruşturma, 18 Ekim 1991 tarihli durdurma emri veya 13 Kasım 1991 tarihli karar kendisine bildirilmeyen davacının katılımı olmaksızın yürütülmüştür.

Sonuç olarak, orantısız kaba kuvvet kullanılması ve başvurucunun oğlunun ölümüne ilişkin kapsamlı bir soruşturmanın yürütülmemesi nedenleriyle AİHS’nin 2. Maddesi ihlâl edilmiştir.

Yaşa–Türkiye davasında, başvurucu, amcasının Özgür Gündem gazetesi sattığı için silahlı bir saldırıya uğrayarak öldüğünü iddia etmiştir. Bu saldırılar, Devlet görevlile-rinin müsamaha gösterdiği, hatta doğrudan katıldığı Kürt yanlısı gazeteyi ve diğer yayınları hedef alan bir dizi saldırı sırasında gerçekleşmiştir. Mahkeme aşağıdaki sonuca varmıştır (Yaşa–Türkiye davası kararı, 2 Eylül 1998, Reports 1998-VI, parag-raf 107):

Kısaca, Yaşa davasında yürütülen soruşturmalar, güvenlik güçlerinin saldırılara karışma ihtimali göz önünde tutulmadığı ve olayların ardından şu ana kadar beş yıldan daha uzun bir sürenin geçmiş olmasına rağmen somut ve dikkate değer hiçbir gelişme elde edilemediği için AİHS’nin 2. Maddesi’nin gerek-tirdiği anlamda etkili sayılamazlar.

4 Mayıs 2001 tarihli Hugh Jordan–Birleşik Krallık davası kararı (Başvuru No.

247446/94, paragraf 105-109 ve 143) bu doğrultuda alınan kararların bir özetini sunar:

AİHS’nin 1. Maddesi’nde Devlet’in “kendi yetki alanları içinde bulunan her-kese bu Sözleşme’nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlükleri tanıma” göreviyle birlikte okunduğunda 2. Madde’de belirtilen yaşama

hakkını koruma yükümlülüğü, zımnen, kişilerin kaba kuvvet uygulanması nedeniyle öldüğü durumlarda etkili bir resmi soruşturmanın yürütülmesi zorunluluğunu getirir (bkz. gerekli değişikliklerle, yukarıda söz edilen McCann davası kararı, s. 49, paragraf 161 ve Kaya–Türkiye davası kararı, 19 Şubat 1998, Reports of Judgments and Decisions 1998-I, s. 324, paragraf 86). Bu soruşturmanın temel amacı, yaşama hakkını koruyan iç hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını ve Devlet görevlilerini ya da kurumlarını içeren dava-larda, bu kişi ve kurumların, sorumlulukları altında gerçekleşen ölümlerle ilgili hesap verebilmelerini sağlamaktır. Bu amaca ulaşmak için uygulanacak soruşturma yöntemi duruma göre değişebilir. Ancak kullanılan yöntem ne olursa olsun, yetkili makamlar konudan haberdar oldukları anda kendiliklerin-den harekete geçmelidir. Suç duyurusunda bulunulması ya da soruşturma pro-sedürlerinin yürütülmesinin sorumluluğunun üstlenilmesi mağdurun yakınlarına bırakılamaz (bkz. örneğin, gerekli değişikliklerle, İlhan–Türkiye [BD], No. 22277/93, AİHS 2000-VII, paragraf 63).

Devlet görevlileri tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen bir öldürme olayıyla ilgili yürütülecek soruşturmanın etkili olabilmesi için, soruşturmayı yürüten ve bundan sorumlu olan kişilerin olaya karıştığı iddia edilen kişilerden bağımsız olmaları gerektiği düşünülür (bkz. örneğin Güleç–Türkiye davası kararı, 27 Temmuz 1998, Reports 1998-IV, paragraf 81-82, Oğur–Türkiye [BD], No.

21954/93, ECHR 1999-III, paragraf 91-92). Bu da, yalnızca hiyerarşik ya da kurumsal bir ilişki olmamasını gerektirmekle kalmaz, aynı zamanda uygula-mada da bağımsız olunmasını şart koşar (bkz. Ergi–Türkiye davası kararı, 28 Temmuz 1998, Reports 1998-IV, paragraf 83-84; bu davada bir çatışmada vurulduğu öne sürülen bir kızın ölümüyle ilgili soruşturmayı yürüten savcı, ağırlıklı olarak olaya karıştığı iddia edilen jandarmaların sunduğu bilgiye başvurarak bağımsız davranmamıştır).

Aynı zamanda soruşturma, olayda başvurulan kuvvetin mevcut koşullarda haklı gösterilip gösterilemeyeceğini ortaya koyacak (örneğin yukarıda söz edi-len Kaya–Türkiye davası kararı, s. 324, paragraf 87) ve olaydan sorumlu olan-ların belirlenip cezalandırılmasını sağlayacak (yukarıda adı geçen Oğur–

Türkiye, paragraf 88) biçimde etkili olmalıdır. Bu varılacak sonuçlarla değil kullanılacak yöntemlerle ilgili bir yükümlülüktür. Yetkili makamlar, olayla ilgili, diğer delillerin yanı sıra, tanıkların ifadesi, adli tıp delilleri ve gerektiğinde maktulün üzerinde bulunan yaraların eksiksiz bir kaydı ve ölüm nedeniyle bir-likte diğer klinik bulguların tarafsız bir analizini sunan bir otopsi (otopsilerle ilgili olarak bkz., yukarıda adı geçen Salman–Türkiye, paragraf 106; tanıklarla ilgili olarak bkz. Tanrıkulu–Türkiye [BD], No. 23763/94, ECHR 1999-IV, parag-raf 109, adli tıp delilleri hakkında bkz. örneğin Gül–Türkiye [Seksiyon IV], No.

22676/93, paragraf 89) gibi delilleri toplamak için her tür makul adımı atmış olmalıdır. Soruşturmanın ölüm nedenini ya da olaydan sorumlu kişileri belirle-mesini engelleyecek hata ya da eksiklikler bu standardın yerine gelmemesi ris-kinin doğmasına neden olacaktır.

Hemen harekete geçilmesi ve makul bir hızla hareket edilmesi gereği bu bağlamdan çıkarılabilir (bkz. Yaşa–Türkiye davası kararı, 2 Eylül 1998, Reports 1998-IV, s. 2439-2440, paragraf 102-104; yukarıda adı geçen Çakıcı–Türkiye, paragraf 80, 87 ve 106; yukarıda söz edilen Tanrıkulu–Türkiye, paragraf 109;

Mahmut Kaya–Türkiye [Seksiyon I], No. 22535/93, ECHR 2000-III, paragraf 106-107). Bazı durumlarda bir soruşturmanın ilerlemesini önleyebilecek engel ya da güçlüklerin bulunabileceği kabul edilmelidir. Ancak yetkili makamların ölüme sebebiyet veren bir kuvvet kullanımıyla ilgili soruşturmayı vakit geçir-meden başlatmaları, halkın hukukun üstünlüğüne uygun davrandıklarına dair duyduğu güveni tazeleyecek ve bu makamların yasa dışı eylemlere karıştıkları ya da bunlara müsamaha gösterdikleri izleniminin doğmasını engelleyecektir.

Aynı sebeplerden dolayı hem teoride hem de uygulamada hesap verebilirlik ilkesine uygun davranılabilmesi için halkın soruşturma ve sonuçları üzerinde belli bir denetim yetkisine sahip olması gerekir. Bu denetimin derecesi olaydan olaya değişebilir. Ancak her durumda maktulün en yakın akrabası kendi meşru çıkarını korumak için bu sürece gerektiğince katılmalıdır (bkz.

yukarıda söz edilen Güleç–Türkiye, s. 1733, paragraf 82, bu davada maktulün babası takipsizlik kararından haberdar edilmemiştir; yukarıda adı geçen Oğur –Türkiye, paragraf 92, bu davada maktulün ailesi soruşturma ve mahkeme evrakına ulaşamamıştır; yukarıda söz edilen Gül–Türkiye davası kararı, parag-raf 93).

[…]

Devlet görevlilerinin gerçekleştirdiği bir ölümü çevreleyen şartların gerektiği biçimde araştırılması için yetkili makamların hangi prosedürleri uygulamaları gerektiğini ayrıntılı bir şekilde ele almak bu Mahkeme’nin görevi değildir.

Örneğin İskoçya’da uygulanan ve bir ceza mahkemesi hakiminin soruşturmayı yürüttüğü modele atıf yapılsa da uygulanacak tek yöntemin bu olduğunu düşündürecek herhangi bir sebep yoktur. Bütün koşulları yerine getiren bütünleşik tek bir prosedür olması gerektiği de söylenemez. Mahkeme, Kuzey İrlanda’da olduğu gibi, gerçeklerin saptanması, ceza soruşturması ve yargılama birden fazla makam tarafından gerçekleştiriliyor ya da paylaşılıyorsa, bu makamların milli güvenlik ya da diğer soruşturmalarla ilgili malzemelerin korunması gibi diğer meşru çıkarları göz önünde bulundururken

gerekli korumaları herkese açık ve etkili bir şekilde yürüttüklerine kanaat geti-rilirse 2. Madde’nin koşullarının yerine geleceği kanısındadır.

2. Madde, 2. fıkra 2. Madde, 2. fıkra aşağıdaki gibidir:

2. Öldürme, aşağıdaki durumlardan birinde kuvvete