• Sonuç bulunamadı

A. Yapısı Bakımından Sünnet

1. Sözlü/Kavlî Sünnet

Hz. Peygamber’den (sav.) aktarılan sözlerdir. Sıhhati sâbit olduktan sonra anlaşılması bakımından kitâbın anlaşılma ahkâmına uyar. Çünkü Kurân-ı Kerîm de bize söz olarak aktarılmıştır. Hâris el-Muhâsibî (ö.243), kavlî/sözlü hadislerin birçok çeşidinin bulunduğunu söylemiştir. Kimisinin genele yönelik hükümler olduğunu, kimisinin sorulan sorulara verilen cevaplar şeklinde olduğunu, kimisinin yapılan bir fiili açıklayıcı ve sebebini bildirici şeklinde geldiğini, kimisinin de aralarında sorun

300

Ebî Amr Yusûf b. Abdullâh el-Kurtubî,, Câmiu’l-Beyani’l-İlm ve Fadluhu, (thk.Ebû Abdurrahman Fevvaz Ahmed Zemreli), Muessetu’r-Reyyan, by. 2003, II/368.

301

Zerkeşî, a.g.e., III/239. 302

93

yaşayanların çözüm için kendisine (sav.) geldiklerinde söylediği şeyler şeklinde olduğunu ifade etmiştir.303 Hâris el-Muhâsibî’nin (ö.243) yaptığı böyle bir ayrım sözlü/kavlî sünnetin anlaşılmasında önemli bir yere sahiptir. Bu tür sünnetin anlaşılması sözün doğru bir yere oturtulması ile doğrudan ilgilidir.

2. Fiilî Sünnet

Fiili sünnet, Hz. Peygamber’in (sav.) fiillerini anlatan rivayetlerdir. Döneme baktığımızda incelememizin konusu olan dönemede fiili sünnet ile ilgili atıfların az olduğu görülmektedir.

Hz. Peygamber’in (sav.) hata ve günahtan korunmuş olduğu konusu farklı şekillerde tartışılmıştır. Kelâm kitaplarında yoğun olarak işlenen bu konu fiilî sünnetin işlendiği usûl eserlerinde konuya giriş kısmında işlenmektedir. Bunun sebebi Hz. Peygamber’in (sav.) fiillerinin teşriî anlamda değer ifade etmesi için hatadan korunmuş olduğunun ispat edilme gereğidir.

Bir kısım fâkih ve muhaddislere göre peygamberlerden küçük günahlar sadır olabilir. Bunlar arasında Ebû Ca’fer et-Taberî (ö.310) de sayılmaktadır. Kelâmcılar ise bu görüşe karşı çıkarlar.304

Hz. Peygamber’in (sav.) harâm veya mekrûh olan bir fiili işleyebileceği durumu, incelediğimiz dönem içerisinde tartışılmıştır. Genel kabul O’nun (sav.) bu tür olumsuz talebin bulunduğu fiilleri işlemesinin söz konusu olmamasıdır. Hâris el- Muhâsibî’ye (ö.243) göre mekrûh olan fiillerin Hz. Peygamber’den (sav.) sâdır olması durumunda, bu fiillerin sözlü bir şekilde diğer insanlar için de işlenmesinin sakıncasının olmadığının bildirilmesi gerekir. Aksi takdirde Hz. Peygamber’in (sav.) bu fiili kendisine has olur.305 Ona göre böyle fiillerin uyulması gereken bir örnek teşkil edebilmesi için bu yönde sözlü bir rivâyetle desteklenmeleri gerekmektedir.

303

Zerkeşî, a.g.e., III/240. 304

Zerkeşî, a.g.e., III/242. 305

94

a) Fiil Çeşitleri

Hz. Peygamber’in (sav.) fiilleri, usûl literatürü içinde önemli yer tutan konulardan biridir. Hz. Peygamber’in (sav.) fiilleri için çeşitli taksimler yapılmıştır. Yapılan en yaygın taksim şu şekildedir:

a. Beşerî zaruretlerden dolayı yaptıkları b. Teşriî amaçlı yaptıkları

c. Kendine has olup ümmeti bağlamayan fiilleri (Hasâisü'n-Nebî)

Hz. Peygamber’in (sav.) fiillerinin şerî ahkâm bakımından durumu araştırmamızın konusu olan dönem içerisinde tartışılmıştır. Hadisçilerin çoğuna göre yasaklayıcı herhangi bir karine yoksa bu fiiller teşriî anlamda değer kazanır. Beşerî zaruret dolayısıyla yaptıkları da sünnet kapsamı içinde değerlendirilir. Diğer bir gruba göre ise bu fiiller delil ile ancak teşriî değer kazanır.306

Teşriî değer kazanan fiillerin kimi vâcib, kimi mendûb olabilir. Teşriî değeri ihtilâflı olanların durumu ise tartışılmıştır. Ebû İshâk el-Mervezî (ö.340) Hz. Peygamber’in (sav.) işlemiş olduğu fiillerin gerekçesi bilinir ve kendisine has olmadığı, başkasının yapabileceği yönünde bir bilgi oluşursa fiile uyulabileceği görüşündedir. İbn Ebî Hureyre (ö.345) ise kendine has olduğunu bildiren bir karine bulunsun veya bulunmasın Hz. Peygamber’in (sav.) işlediği bütün fiillere uyulabileceği kanaatindedir. Hatta ona göre gerekçesi bilinen bir fiilin gerekçesi ortadan kalksa dahi teşriî anlamda bu fiiller bir değer ifade eder.307 Bu fiiller dini değer ifade edecek şekilde örnek alınır.

b) Fiilin Hükmü

Fiilin hükmü Hz. Peygamber (sav.) açısından biliniyorsa ümmet açısından durumunun ne olacağı ile ilgili farklı görüşler ileri sürülmüştür. Genel kabule göre bu

306

Zerkeşî, a.g.e., III/248. 307

95

fiillerin Hz. Peygamber’e (sav.) has kılındığına dair bir delil yoksa bu durumda ümmet üzerine de aynı hüküm câri olur. Yani fiil O’na (sav.) vâcibse ümmete de vâcib, mendûbsa ümmete de mendûb olur. Mu’tezileden Ebû Alî b. Hallâd’a (ö.?) göre ise ibadet konularında ümmet onun gibi olur. Diğer konularda ise aynı hüküm cari olmaz.308 Ebû Bekr Dekkâk (ö.392) ise böyle bir durumda vakf edilir, demiştir. Ona göre fiilin şerî olarak ümmeti bağlayabilmesi için harici bir delile ihtiyaç vardır.309 Delil bulunmadığı müddetçe fiilin hükmü konusunda vakfedilir.

Fiilin Hz. Peygamber açısından hükmü bilinmiyorsa bu durumda ümmetin durumu yine tartışma konusu edilmiştir. Bu tür fiiller genel anlamda iki şekilde değerlendirilebilir:

a. Allâh’a yakınlaşma, taabbud amaçlı yapılan fiiller: Mu’tezileye göre bu tür fiillerin hükmü vâcib olarak kabul edilir. Mu’tezile dışında İbn Sureyc (ö.306) ve İbn Ebî Hureyre’ye (ö.345) göre de durum bu şekildedir. Kaffâl (ö.357) ve Ebû Hamîd el-Mervezî’ye (ö.362) göre ise müstehap kabul edilir. Mütekellim usûlünü benimseyenlerin çoğuna göre hükmü konusunda delil oluşuncaya kadar vakf edilir. Sayrafî (ö.330) ve Dekkâk (ö.392) bu görüşte olanlar arasında sayılmıştır.310

b. Allâh’a yaklaşma, taabbud anlamı içermeyen fiiller: Bu tür fiiller ile ilgili farklı kanaatler ileri sürülmüştür Bunları şu şekilde özetlememiz mümkündür:

1. Bir gruba göre herhangi bir delil bulunmadığı müddetçe bu tür fiiller şerî bakımdan vâcib kabul edilir. İbn Hayrân (ö.310), İstahrî (ö.328), İbn Ebî Hureyre (ö.345) bu görüşte olan usûlcüler arasında sayılmaktadır.311 İbn Süreyc‘e (ö.306)

308

Muhammed b. Alî b. Et-Tayyîb Ebû’l-Huseyn el-Basrî, Mu’temed Fi Usûli’l-Fıkh, (thk.Muhammed Hamidullah), by. Dimeşk 1964, I/383; Amidi, el-İhkam, I/242; Zerkeşî, a.g.e., III/252.

309

Şîrâzî, el-Luma’, s.36; Zerkeşî, a.g.e., III/252. 310

Sem’ânî, a.g.e., I/304; Safiyyuddîn Muhammed b. Abdurrahmân el-Ermevî el-Hindî, Nihâuyetu’l- Vusûl fî Dirâyeti’l-Usûl, (thk. Sâli b. Suleymân el-Yûsuf), el-Mektebetu’t-Ticâriyye, Mekke, ty, V/2121-2122; Zerkeşî, a.g.e., III/252.

311

, Muhammed b. Muhammed b. Abdurrahmân b. Alî İbn İmâmi’l-Kâmiliyye el-Kâhirî, Teysîru’l- Vusûl ilâ Minhâci’l-Usûl mine’l-Menkûl ve’l-Ma’kûl, (thk.Abdulfettâh Ahmed), el-Fârûku’l- Hadîse li’Tabâti ve’n-Neşr, 2002, IV/221; Zerkeşî, a.g.e., III/253.

96

böyle bir görüş nispet edilmişse de312 Cüveynî (ö.478) el-Burhân’da böyle bir görüşün ona nispetinin büyük bir hata olduğunu söyler.313 Fakat et-Telhîs adlı eserinde ise bu görüşü kendisi ona nispet eder.314 Ebu’l-Huseyn İbnu’l-Kattân (ö.359) da bu görüştedir. Hatta ona göre Şâfiî’nin (ö.204) görüşü de bu yöndedir. İki hutbe arasında oturma ile ilgili herhangi bir sözlü delil bulunmamasına rağmen Hz. Peygamber’in (sav.) bu yöndeki fiiline bakarak vâcib olarak nitelemesi onun bu görüşünü destekler niteliktedir. Mâlikilerden İbn Huveyzimendâd (ö.390) bu görüşü benimseyenler arasındadır. Irak ekolü de bu görüştedir. Nitekim Kerhî’ye (ö.340) bu görüş nispet edilmiştir.315

2. Diğer bir görüş ise bu tür fiillerin mendûb kabul edilmesi gerektiği yönündedir. Mu’tezile ve Hanefilerin çoğu bu görüştedir. Sayrafî (ö.330) ve Kaffâl el-Kebîr (ö.357) bu görüşte olanlar arasında sayılmıştır.316 Yalnız Zerkeşî (ö.794) Kaffâl el-Kebîr’in (ö.357) bu konudaki görüşünün eserlerinde mevcut olduğunu fakat Sayrafî’ye (ö.330) yapılan nispetin şüpheli olduğunu söyler.317

3. Diğer bir görüş de bu tür fiillerin durumunu belirleyecek bir delil bulununcaya kadar vakfedilmesi gerektiği yönündedir. Mütekellim usûlcülerin çoğu bu görüştedir. Bu görüş sahipleri arasında Ahmed b. Hanbel (ö.241), Eş’arî (ö.324), Sayrafî (ö.330)318 ve Dekkâk (ö.392) sayılmaktadır.319

Hz. Peygamber’e (sav.) ait fiilin mendûba hamledilmesi için bazı şartlar ileri sürülmüştür. Kaffâl el-Kebir (ö.357) sürekli devam yolu ile pekiştirilen fiillerin mendûb oluşu ifade ettiği görüşündedir. Bu tür fiillerin mendûb oluşu, devamı

312

Cüveynî, et-Telhîs, II/231; El-Amidi, el-İhkam, I/229; Subkî, İbhâc, II/264,265; Buhârî, Keşfu’l- Esrâr, II/12.

313

Cüveynî, el-Burhân, I/325; Mâzirî, a.g.e.,, s.393. 314

Cüveynî, et-Telhîs, II/231. 315

Mâzirî, a.g.e., s.360; Zerkeşî, a.g.e., III/253. 316

Subkî, el-İbhâc, II/265. 317

Zerkeşî, a.g.e., III/254. 318

İsnevî, a.g.e.,II/12. 319

97

olmayan fiillere göre daha kuvvetlidir. Yine ona göre bir cemaat içinde yapılan veya yapılması için belirli vakit ayrılan fiiller bu kapsamda değerlendirilir.320

Sayrafî’ (ö.330), nehiyden sonra Hz. Peygamber’in (sav.) yaptığı fiilin mübahlığa delâlet ettiği görüşündedir. Örneğin oturarak namaz kılan imamın arkasındaki cemaatin oturarak namaz kılmalarını emretmesinden sonra, kendisinin oturarak kıldığı namazda cemaatin ayakta namazı eda etmelerini men etmemesi buna örnek olarak gösterilebilir.321 Oturan bir imamın arkasında ayakta namaz kılmak yasaklanmış olmasına rağmen, Hz. Peygamber’in (sav.) bu fiilinden dolayı söz konusu yasak mübahlığa dönüşür.

3. Takriri Sünnet

Hâris el-Muhâsibî (ö.243) bu tür sünneti şöyle tarif etmiştir:

“Hz. Peygamber’in (sav.) failleri nazarında farziyet ifade eden bir taatı veya harâmlık-helallik hükmünden başka ihtimali olmayan bir fiili işleyenlerin hepsini veya bir kısmını görüp veya fiili işleyenlerin tamamı veya bir kısmı kendisine bildirildiğinde bundan dolayı onları uyarmadığı durumdur.”322 İbn Sureyc (ö.306), takriri sünnetin şerî açıdan sadece mendûbluğa hamledilebileceğini ifade etmiştir.323 Yani takriri sünnet ona göre diğerlerinde olduğu gibi vücuba hamledilmez.

B. Haber Teorisi

Dinin ana kaynağı nebevî bilgidir. Nebevî bilgi, bir şekilde bildirime dayalıdır. Bu bildirim Allâh’tan başlayarak kullara doğru aktarılır. Nebevî bilginin sıhhatinin tespitinin sağlanabilmesi için geliştirilen sisteme haber teorisi denir. Usûl âlimlerinin yöntem olarak kullandıkları metodoloji bu anlamıyla salt dindarlıktan

320

Zerkeşî, a.g.e., III/258. 321

Zerkeşî, a.g.e., III/258. 322

Zerkeşî, a.g.e., III/270. 323

98

kaynaklanan bir kaygıdan çok objektif manada kişiden kişiye değişmeyen evrensel tutarlılıklar üzerine kurulu bir sistemdir.

Haber, usûl eserlerinde genellikle “doğrulanabilir veya yalanlanabilir” söz olarak tanımlanır.324 Dilciler tanımdaki “veya” yerine “ve” edatını kullanırlar. Usûlcüler ise aynı anda bir şey hakkında iki zıt hükmün tasavvur edilemeyeceği gerekçesi ile bunu reddederler. Bu husus şu şekildeki ifadeye benzemektedir: “Muhammed ve Müseyleme doğru sözlüdürler” Bu cümlenin bildirdiği bilgi aynı anda hem doğru hem yalan olur. Diğer bir deyişle bu haber ile ilgili doğru ve yalan hükmünü nasıl belirleyebiliriz? Ebû Alî el-Cübbâî (ö.303), böyle bir haberin anlamının “ikisinden birinin doğruluğu diğerinin doğruluğunu gerektirir” şeklinde değerlendirileceğinden bu manası ile haberin yalan olduğunu söyler. Ebû Hâşim el- Cübbâî (ö.321) ise bu cümlenin aslında iki cümle gibi algılanması gerektiği kanaatindedir. Çünkü iki şahıs hakkında bir yüklemle oluşmuş bilgidir. Bu manası ile biri için doğru diğeri için yalan olur. Ebû Abdillâh el-Basrî (ö.369) ise ikisinden birinde var olan bir vasfın tek bir haberle iki varlığa hamledildiği bilginin yalan bilgi olacağını söyler. Örneğin; “insanların hepsi siyahtır” haberi, bir kısmında var olan siyahlığı hepsine genellediğinden yalan olur.325

İbn Kuteybe (ö.276) ve Ebû’l-Kâsım Zeccacî’ye (ö.340) göre ise doğrulama ve yalanlama ancak geçmiş zaman ifade eden haber cümleleri için söz konusu olur.326 Buna karşılık usûlcülerin genel kabulüne göre geçmiş zamanla beraber gelecek zaman ifade eden haberler de doğrulama ve yalanlanma kapsamına girmektedir.

Haberdeki doğruluk ve yalan oluşu neye göre belirleneceği araştırmamızın konusu olan dönem içerisinde tartışma konusu olmuştur. Haberdeki bilginin doğru veya yalan oluşu haberin bizatihi kendisinden anlaşılmaz. Doğru veya yalan oluşun harici bir karineye dayanması gerekir.

324

Gazâlî, Mustasfâ, II/131; Ali b. Muhammed eş-Şerîf el-Cürcanî, Kitâbu’t-Ta’rifât, Mektebetu Lubnân, Beyrût 1985, s.101.

325

Basrî, a.g.e., II/542,543; el-Amidi, el-İhkam, II/12. 326

99

Usûlcülerin genel kabulüne göre doğru ve yalan oluş, haberde verilen bilginin gerçeğe mutabık olması ile ilişkilidir. Nazzâm’a (ö.231) göre ise haberde doğru ve yalan oluş gerçeğe mutabakat ile değil haberi verenin verdiği bilgiye inanması ile alakalıdır. Verdiği bilgi doğru dahi olsa inanmadığı bilgiyi veriyorsa bu bilgi yalan bir bilgidir. Buna münafıkların “Şüphesiz ki sen Allâh’ın Resulüsün” (63/1) sözüne karşılık olarak “Şüphesiz ki Allâh münafıkların yalancılar olduğuna şahitlik eder” (63/1) denmesini delil olarak getirir. Çünkü münafıkların Hz. Peygamber’in (sav.) Allâh’ın rasûlü olduğu yönündeki iddiaları gerçeğe mutabık olduğu halde Allâh onların yalancı olduklarını söylemektedir. Buradaki yalan gerçeğe muhalif söz söylemelerinden değil inançlarına aykırı bir şey söylemelerinden kaynaklanmaktadır.327

Câhız’a (ö.255) göre ise haberin durumu (yalan veya doğru oluşu) hem haber verenin inancına ve hem de vakıaya uygun oluşuna göre belirlenir. Yani haberin yalan oluşu vakıaya mutabık olmamakla beraber haber verenin de inancına aykırı olarak onu bildirmesinden kaynaklanır. Dolayısıyla ona göre haberde bir üçüncü durum daha oluşmuş olur. O da doğruluk ve yalanın eşit düzeyde olduğu üçüncü hal durumudur.328 Bu durum ise iki şarttan birini taşıyıp diğerine uymayan durumdur. Yani vakıaya uygun olmakla beraber haber verenin inancına aykırı olması durumunda bu haber ne doğru ne de yalan kabul edilir.

Haber farklı şekillerde tasnif edilmekle beraber bizim tercihimiz şu şekilde olacaktır:

a. Kesin bilgi doğuran haberler

327

Mustafâ b. Muhammed el-Bennânî, Takrîru’ş-Şemsi’l-Enbâbî ale Şerhi Sa’diddîn et-Taftâzânî Litelhîsî’l-Miftâh, Mektebetu’l-Mahmûdiyye, İstanbul ty., I/402; Zerkeşî, a.g.e., III/287.

328

Basrî, a.g.e., II/544-545; Âmidî, el-İhkam, II/16; Subkî, el-İbhâc, II/282; Sa’duddîn et-Taftâzânî, Muhtasar’s-Sa’d Şerhu Telhîsi Kitâbi Miftâhi’l-Ulûm, (thk. Abdulhamîd Hendâvî), el- Mektebetu’l-Asriyye, Beyrût 2010, s.46; Celâluddîn Ebû Abdullâh Muhammed b. Sa’duddîn b. Omer el-Kazvinî, el-Îdâh fî Ulûmi’l-Belâğa, Dâru İhyâi’l-Ulûm, Beyrût 1998, s.19; İbn Berhân, a.g.e., II/131; Niâmuddîn el-Hasan b. Muhammed b. Huseyn el-Kummî en-Nisâburî, Ğarâibu’l- Kurân ve Rağâibu’l-Furkân, (thk.Zekeriyyâ İmrân ), Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrût 1996, VI/304; Sirâcuddîn Mahmûd b. Ebî Bekr el-Ermevî, el-Tahsîl mine’l-Mahsûl, (thk. Abdulhamîd Alî Ebû Zuneyd), Müesseasetu’r-Risâle, 1988, II/94.

100

b. Zanni bilgi oluşturan haberler/Ahâd Haber