• Sonuç bulunamadı

Risâle’nin en geniş biçimde ele aldığı konulardan biri de ictihâd konusudur. Konuya ayrılan bölümün dışında ictihâd ile ilişkili olarak eserin çeşitli yerlerine serpiştirilmiş bilgiler mevcuttur. Buna rağmen konu, Fusûl’ün detaylı ve sistemli işleyiş düzeyinde işlenmemiştir. Detaydaki bu farklara rağmen konunun niteliğinde ve mahiyetinde ortak unsurlar çoktur.

Her iki eser de literatürde mevcut hali ile ictihâdı tanımlamamıştır. Her iki eserde de ictihâd ve kıyas kavramları girişken olarak kullanılmaktadır. Örneğin Fusûl, müctehid yerine “Kâis”,148 ictihâd yerine de “kıyas”149 kelimelerini birçok yerde kullanmaktadır. Aynı duruma Risâle’de de rastlanmaktadır. Hatta Şâfiî (ö.204) “İkisi aynı manada isimlerdir.”150 demektedir. Bu anlamıyla Risâle’de geçen kıyas ve ictihadı müteradif iki kelime şeklinde anlamak yanlış olur. Fusûl’de biri diğerinin yerine kullanılan bu iki kavram Risâle’de farklılaşmaktadır. Örneğin “Kıyas ile

ictihâd” (سﺎﯿﻘﺑ دﺎﮭﺘﺟا ) 151 ifadesi bize ikisinin müradif olmasından çok ictihâdın sadece kıyas ile olabileceği anlamını çağrıştırmaktadır. Tabii yukarıda ifade edildiği gibi kıyas ile kastedilen şey literatürde yerleşmiş olan kıyas değil de kayıt altına alınmış akıl yürütme faaliyetidir.

Cessâs (ö.370) eserinde müctehidin şartları ile ilgili kısımda, müctehidde olması gereken şartları ayrıntılı bir şekilde işlemiştir. Özellikle genel hatları ile müctehidin mücmel bir şekilde nasslardaki ahkamı bilmesi, nâsihi-mensûhu, âmm- hâssı, hakikat-mecazı, akıl ile ilgili hükümleri, icma edilen konuları ve kıyası bilmesi gerekir.152 Risâle’de konu bu netlikte ele alınmamıştır. Risâle’nin genelinden müctehidin bilmesi gereken durumlar çıkarılabilir.153 Konu dolaylı olarak eserde işlenmiştir.

148

Cessâs, a.g.e., IV/285 149

Cessâs, a.g.e., IV/277. 150

Şâfiî, a.g.e., s.477. 151

Şâfiî, a.g.e., s.479. 152

Cessâs, a.g.e., IV/273. 153

48

İctihâdın meşruiyeti her iki eserde de açık bir şekilde işlenen konulardandır. Her iki eser de konu ile ilgili hadisler sunmaktadır.154 Risâle’de ayrıca konuyu temellendirecek ayet örnekleri sunulmaktadır. Kıblenin tespiti, adil şahidin araştırılması konularıyla ictihâda kapı aralamaktadır.155

Taklid konusu Fusûl’de çok ayrıntılı işlenirken, Risâle’de konu müstakil bir şekilde işlenmemiştir. Avamın taklidi Risâle’nin genelinden anlaşılacak ifadelerin toplanması ile ancak elde edilebilir. Müctehidin taklidi konusu ise biraz daha net bir şekilde görülebilir. Şâfiî’ye (ö.204) göre, müctehidin müctehide uyması caiz olmaz. Konu, kıblenin yönü konusunda farklı ictihâdlara sahip kişilerin birbirine uyarak namaz kılamayacakları örneği üzerinden anlaşılmaktadır.156 Fusûl ise konuyu detaylı işler. Eserde, taklidin meşruiyeti, mukallidin kime uyacağı ile ilgili görüşler ayrıntılı geçmişe dönük atıflarla işlenmiştir.157

Müctehidin verdiği hükümdeki isabeti konusu her iki eserde de tartışılmıştır. Cessâs (ö.370) konu ile ilgili geçmişe dönük ekolleri ve kanaatini tafsilli bir şekilde geniş bir bölümde işlemiştir.158 Risale’de konu net bir şekilde işlenmiş olmakla beraber ayrıntılı olarak işlenmemiştir. Şâfiî (ö.204), Allâh katında hükmün bir olduğu fakat müctehidin hata yapabileceğini söylemektedir. O, müctehidin görevinin bu hükme en yakın olanını tercih etmek olduğunu söyler.159

Fusûl’de, Risâle’nin ele almadığı daha farklı konular da mevcuttur. Hz. Peygamber’in (sav.) huzurunda ictihad gibi.160 Bölüm incelendiğinde iki eserde ictihâd konusu mahiyet bakımından birbiri ile aynı nitelikte işlendiği gözlemlenmektedir. Buna rağmen konunun niceliksel farkı göz önünde bulundurulduğunda Şâfiî’den (ö.204) Cessâs’a (ö.370) konuda tedrici bir gelişim açık bir şekilde görülmektedir.

154

Şâfiî, a.g.e., s.494; Cessâs, a.g.e., IV/276. 155

Şâfiî, a.g.e., s.34-41. 156

Şâfiî, a.g.e., s.489. 157

Cessâs, a.g.e., IV/281-282. 158

Cessâs, a.g.e., IV/295-324. 159

Şâfiî, a.g.e., s.477-478. 160

49

50

Bu bölümde araştırmamızın konusu olan dönem ile ilgili usûl ilminin tedrici gelişiminin niteliği ile ilgili açık sonuçlara ulaşılmıştır. Bu dönemde yazılmış eserler usûl ilminin tarihi olarak, gelişim seyrinin tedrici bir şekilde ilerlediğini ortaya koymaktadır.

Risâle ve Fusûl üzerine yapılan karşılştırma Şâfiî (ö.204) sonrası usûldeki niceliksel ve sistemli gelişme net bir şekilde ortaya konulmuştur. İki eser arasında var olan ilişki tohum ve meyve ilişkisini andırmaktadır. İki eser arasındaki niceliksel fark aradaki tedrici gelişimi ifade ederken, niteliksel ortaklık ise aralarındaki kuvvetli ilişkiyi ortaya koymaktadır.

51

İKİNCİ BÖLÜM

III-IV. ASIRLARDAŞERÎ HÜKÜMLERE DAİR USÛLİ

GÖRÜŞLER

Şerî hüküm, usûl eserlerinde genellikle dört ana başlık altında incelenir: Birinci bölümde hüküm, ikinci bölümde Hâkim, üçüncü bölümde Mükellef

(Mahkûmun Aleyh), dördüncü bölümde ise hükme konu olan fiiller (Mahkûmun bih)

ele alınır.

Şerî hükümler, daha çok mütekellim yöntemi ile yazılmış olan eserlerde özel bir bölümde incelenirken, fukaha yöntemi ile yazılmış ilk dönem eserlerde konu neredeyse işlenmemektedir. Bu noktadan hareketle, mütekellim yöntemiyle eser kaleme alan alîmlerin çoğu, usûl ilmiyle uğraşmalarının yanında kelâm ilmiyle de uğraşmışlardır. Bu sebeple, usûl ile ilgili eserlerinde kelâm konuları yoğun bir şekilde serpiştirilmiş ve fıkhın inanç yönünden alt felsefesini oluşturan hüküm teorisi, müstakil bir bölümde işlenmiştir.

Çalıştığımız döneme ait atıfların, hüküm teorisi ile ilgili olarak, kelâmcılığı ağır basan veya bir kelâmi ekole bağlı olan fıkıhçıların görüşleri etrafında sürdüğü görülecektir. Döneme ait Hanefi imamlara, daha çok fıkhi görüşlerinden tahriç yolu ile bazı usûlî görüşler nispet edilmiştir. Bu dönemde Hanefilere ait atıflar hemen hemen yok gibidir. Tartışma ağırlıklı olarak Mutezilî ve Eş’arî usûlcü ve kelâmcılar arasında meydana gelmektedir.

52

Hüküm teorisiyle ilgili tartışmalar genel olarak kelâm ağırlıklıdır. Bu sebeple Araştırmamızın konusu olan dönemler içinde IV. asır usûlcülerine yönelik atıfların daha yoğun olduğu görülecektir.

I. HÜKÜM

Hüküm; usûlcüler tarafından “İktizâ, tahyîr veya vaz’ bakımından mükellefin

fiilleri ile ilişkili Allâh’ın hitabıdır”161 şeklinde tarif edilmiştir. Usûlcüler arasında tanımın içeriği ile ilgili tartışmalar söz konusu olmuşsa da günümüzde kabul edilen tanım bu şekildedir.162 Özellikle erken dönem usûlcülerinin tanımda var olan “Allâh’ın hitabı” yerine “şer’i hitab” ifadesini kullandıkları görülmektedir. Örneğin Ahmed b. Hanbel (ö.241), şerî hükmü “Hitabu’ş-şerî ve kavluh (Şerî Hitap ve onun

sözüdür).” şeklinde tanımlar.163 Tanımdaki hitap ve söz ayrımı Ahmed b. Hanbel’in (ö.241) yaşadığı dönemdeki “Halku’l-Kuran” tartışmalarını çağrıştırmaktadır. Fakat böyle bir iddiayı temellendirmek kolay değildir. Çünkü onun bu konudaki görüşünün ne olduğuyla ilgili net bir durum söz konusu değildir. Merdâvî (ö.885) Ahmed b. Hanbel’in (ö.241) tanımındaki atfı, atfı beyan olarak kabul eder.164 Buna karşılık Eş’arî’nin (ö.324) şerî hükmü “Allâh’ın Hitâbıdır” şeklinde tanımladığı nakledilmiştir.165

161

Tâcu’d-Dîn Ebî’n-Nasr Abdulvahhab bin Ali bin Abdulkâfi es-Subkî, Refu’l-Hâcib an Muhtasar İbnu’l-Hâcib, (thk. Ali Muhammed Muavvid, Âdil Ahmed Abdulmevcud), Âlemu’l-Kutub, Beyrût 1999, I/483.

162

Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukûk İlminin Esasları (Usûli’l-Fıkıh), (çev. İbrâhîm Kafi Dönmez), TDV. Yayınları, Ankara 1990, s.200.

163

Alâu’d-Dîn Ebî’l-Hasan el-Merdâvî, et-Tahbir fi Şerhi’t-Tahrir Fi Usûlü’l-Fıkh, (thk. Abdurrahman el Cibrin, Ahmed Serah, İvad el Karni), Mektebtu’r-Ruşd, Riyâd 2000, II/790; Takiyu’d-Dîn Ebû’l-Bekâ Muhammed İbnu’n-Neccâr, Şerhu’l-Kevkebi’l-Münîr, (thk. Muhammed Zuhaylî, Nezih Hammâd), Mektebetu’l-Abikan, by. 1997, II/333

164

Merdâvî, a.g.e., II/791. 165

Sa’du’d-Dîn Mes’ud et-Taftazani, Şerhu’t-Telvih Ale’t-Tavdih, (thk. Zekeriyya Umeyrat), Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrût ty., I/22.

53

Hitâbın durumu, dönemin kelâmcıları arasında tartışmalara sebep olmuştur. Kalânisî (ö.?)166 ilahi kelâmın; ezelde emreden, yasaklayan, ödül ve ceza vadeden şeklinde nitelenemeyeceğini söylemiştir. Eş’arî (ö.324) buna karşı çıkmıştır.167 Kalânisî hitap esnasında muhatabın olması gerektiği dolayısıyla Allâh’ın hitabının ancak muhatabın varlığıyla beraber bu vasıflarla vasfedilebileceğini söylemiştir.168 Buna karşılık Eş’arî (ö.324), “Allâh’ın ezelde muhatap olmadan; emreden,

yasaklayan, ödül ve ceza vadeden” şeklinde nitelenebileceğini, aksi takdirde ezeli

olan kelâmı nefsiyenin, muhatabın var olmasıyla beraber kendisinde bir yenilenmenin meydana geleceğini, bunun da ilahi sıfatlara aykırı olduğunu söylemiştir. Nasıl ki Allâh ezelde Hâlık ve Kâdir ise aynı şekilde emredici ve nehyedicidir.169 Kalânisî ile Eş’arî (ö.324) arasında yaşanan bu tartışma, hitabın ezeli oluşundan çok, bir isimlendirme farklılığı ile ilgilidir. Zira her ikisine göre de, ilahi hitap ezelidir. Yine; bu tartışmanın bir uzantısı olarak, daha sonraki eserlerde şerî hüküm tanımlanırken “Allâh’ın kadim hitabı”170 şeklinde bir kayıt konulmuştur.

Mütekellim usûlcülerin çoğuna göre şerî hüküm, tanımında da geçtiği gibi mükellefin fiilleri ile ilişkilidir. Özellikle Hanefî usûlcüler ise fiillerle beraber şerî hükümlerin somut varlıklarla ilişkili olabileceğini söylemişlerdir.171 Hanefilere göre; örneğin içkinin yasaklanması esnasında hitabın ilişkili olduğu konu bizzat içkinin kendisi iken, mütekkellim usûlcüler hitabın içki ile değil, içkinin içilmesi ile ilgili olduğu kanaatindedirler. Mütekellim usûlcülere göre somut varlıklar olumlu veya olumsuz anlamda talebe konu olamazlar. Çünkü bunlar etik anlamda iyilik ve

166

Doğum ve ölüm Târihleri bilinmemekle beraber İmam Eşarî ile aynı dönemde yaşadığı sanılmaktadır. Bu anlamıyla ondan önce de olduğu söylenebilir.

167

Abdulmelîk b. Abdullâh b. Yusûf el-Cuveynî, el-Burhân fi usûli’l-Fıkh, (thk. Abdulazîz Mahmûd ed-Dîb), el-Vefâ, Mansûra/Mısır, h.1418, I/192; Alî b. İsmâîl el-Ebyârî, et-Tahkîk ve’l-Beyân fî Şerhi’l-Burhân fî Usûli’l-Fıkh, (thk. Alî b. Abdurrahmân Bessâm el-Cezâirî), Dâru’d-Diyâ, Kuveyt 2013, I/276; Tâcu’d-Dîn Ebî’n-Nasr Abdulvahhab bin Ali bin Abdulkâfi es-Subkî, el- İbhâc Fi Şerhi’l-İbhâc Ale Minhaci’l-Vusûl İle İlmi’l-Usûl Li’l-Beydavi, Daru’l-Kutubi’l- İlmiyye, Beyrût h.1404, I/51; Hasan b. Muhammed el-Attâr, Haşiyetu’l-Attâr Ale’ş-Şerhi’l- Celali’l-Mahalli Ale Cemi’l-Cevami’, Darul’Kutubi’l-İlmiyye, Beyrût ty, I/146; Zerkeşî, a.g.e., I/92; İbnu’n-Neccâr, a.g.e.,II/96.

168

Cuveynî, el-Burhân, I/192; İbn Berhân, a.g.e., I/176; Ebyârî, a.g.e., I/752. 169

Cuveynî, el-Burhân, I/192. 170

Subkî, el-İbhâc, I/43. 171

54

kötülük kavramları dışındadır. İyilik ve kötülük ancak bilinçli eylemlerin neticesinde ortaya çıkar.

Şerî hüküm iktiza ve tahyir bakımından “vâcib, mendûp, harâm, mekrûh ve

mubah” olmak üzere beş kısma ayrılmaktadır. Hitabın vürudunun öncesinde ve

sonrasında şerî hükümlerin durumu çalışmamıza konu olarak aldığımız dönemde, çeşitli yönleri ile tartışılmıştır.