• Sonuç bulunamadı

Bu bölüm usûl literatüründe nassların yorumlanıp, üretilme yöntemlerinin ele alındığı bölümdür. Dil bilimin erken dönemde gelişmesine paralele olarak ele alınan ve işlenen konularından biridir.

Risâle istidlâl konularına değinmiş olmakla beraber mahiyet ve kavramdaki birçok ortak noktaya rağmen konunun teorik ve sistematik düzeyinin sonraki eserlere nispetle zayıf bir şekilde işlendiği görülmektedir. Risâle’de istidlâl ile ilgili birçok kavramın işlendiği görülmektedir. Bu anlamıyla usûl ilmindeki gelişim seyrini takip etmede bu bölümün incelenmesi bize, usûlün tedrici gelişimi hakkında ciddi veriler sunacaktır.

İstidlâl konuları içinde tahsîs kuramı usûle özgü oluş ve literatürde kapladığı yer bakımından iki eserde incelenerek konu ile ilgili tedrici gelişim aşamaları tespit edilmeye çalışılacaktır.

Fusûl incelendiğinde tahsîs kuramı ile ilgili bütün kavramların yerli yerine oturduğu görülecektir. Konu sistematik ve düzenli bir şekilde incelenmektedir. Buna rağmen sonraki dönemlerde usûl literatüründe var olan umûm siğaları, muttasıl ve munfasıl tahsîs ediciler gibi bazı başlıkların tasnifinde bir eksikliğin varlığı dikkat çekse de bu konuların eser içerisine serpiştirilerek işlendiği görülecektir.

Risâle incelendiğinde eserde tahsîsin kuram düzeyinde işlendiği görülmemektedir. Konuya sadece Kurân’ın beyan üsluplarının anlatıldığı kısımda değinilmiştir. Risâle’de kısa bir şekilde geçen bölümden tahsîs ile ilgili sonradan oluşturulan konu başlıkları ancak tahric yolu ile elde edilebilir. Tabii bu da bir çok tartışmaya yol açacak bir durumdur. Bundan dolayı tahsîs kuramının bütün konularını kapsayacak şekilde kesin yargılara ulaşmak zor görülmektedir. Bundan dolayı sonraki dönemlerde Şâfii’ye (ö.204) tahsîs ile ilgili birçok farklı kanaat nispet edilmiştir.

Tahsîs kuramı ile ilgili ilk dört bâbın kayıp olduğunu eserin muhakkiki Acîl Câsım en-Neşmî kitabı tanıttığı giriş kısmında belirtmektedir. Muhakkikin tespitine

43

göre, âmm lafzın tarifinin yapıldığı bölüm, manalarda umûmluğun varlığı bölümü, hükümlerde umûmluğun varlığı bölümü ve âmm ifadelerin gerektirdiği durumun tartışıldığı bölüm kayıptır.132 Fusûl incelendiğinde Cessâs’ın (ö.370) bu bölümlere birçok yerde atıf yaptığı görülecektir. Cessâs âmmı “müsemma veya manalara şamil

şey” şeklinde tanımlar.133 Bu anlamıyla ona göre umûm için konulmuş lafızlar mevcuttur. Âmm için Arap dilinde ifade edilen kalıplar konusunda oluşmuş husûs ekolü ve vakf ekollerinin kanaatlerini reddeder. O, bu tür lafızların bütün fertleri kapsayacak şekilde vaz’ edildiğini ifade eder. Bu anlamıyla kendini umûm ekolü içinde konumlandırır. Hatta umûm lafzın mütekellimin kastı ile belirlendiğini savunan vakf ekolünü şiddetli bir şekilde eleştirir.134 Risâle’de tahsîs kuramı direkt işlemeyip sadece nassın beyan üslupları içinde değinmiş olmasından dolayı Şâfii’nin (ö.204) bu tür konular ile ilgili kanaatini net bir şekilde öğrenememekteyiz. Daha çok işlediği konulara verdiği örnekler üzerinden Şâfii’nin (ö.204) kanaati tahric yolu ile tespit edilebilir. Örneğin, “insanlar” lafzı için üç kişi veya bütün insanlar veya üç ile bütün insanlar arasındaki geri kalan fertler için kullanılabileceğini135 söylemiş olması onu vakf ekolüne yaklaştırmaktadır. Risâle’nin konu ile ilgili bölümlerinden onun konuyu lafız düzeyinde işlemekten çok nazım içindeki karinelerden yola çıkarak umûmluk ve husûsluğu belirlediği anlaşılmaktadır. Şâfiî (ö.204) öyle anlaşılıyor ki olaya dilbilimsel yaklaşmaktadır.

Cessâs’a (ö.370) göre mücmel ile âmm lafız arasında bazı farklar vardır. Ona göre her mücmel âmmdır fakat her âmm mücmel değildir. Aralarındaki ayrımı belirtmek için mücmelin beyana ihtiyaç duyduğunu, âmm ifadeleri ise böyle bir beyana ihtiyaç duymadığını ifade eder.136

132

Acîl Câsım en-Neşmî, “Temhîd”, el-Fusûl fi’l-Usûl, Vizâratu’l-Evkâf Ve’ş-Şuûni’l-İslamîyye, Kuveyt 1994, I/31-37.

133

Neşmî, a.g.e.,, I/31. 134

Cessâs, a.g.e., I/99-101. 135

Şâfiî, a.g.e., s.59-60. 136

44

Cessâs (ö.370), umûm ekolünden olduğu için, âmm lafzın bütün fertlerini kuşatacak şekilde anlaşılması gerektiğini ifade eder. Dolayısıyla onu tahsîs edecek bir delil ortaya çıkmayıncaya kadar mucibince amel edilmesini gerekli görür.137

Cessâs (ö.370) âmm lafzın tahsîs edilerek bazı fertlerini dışarıda bırakabileceğini kabul eder. O, tahsîs sonrası geriye kalan fertlerin durumu konusunda hocası Kerhî’den (ö.340) farklı düşünmektedir. Hocasına göre tahsîs sonrası âmm lafzın geriye kalan fertlerine delâleti mecazidir. Ona göre ise hakikidir. Bundan dolayı tahsîs sonrası lafzın geriye kalan fertleri mucibince amel edilmesi gerekir. Kerhî (ö.340) ise tahsîsten sonra geriye kalan fertleri mücmel kabul ettiğinden dolayı onların tahsîs edilmiş lafzı beyan eden bir delil ortaya çıkıncaya kadar vakfedileceğini söyler.138

Tahsîs delilleri Fusûl’de sonraki eserlerde var olan biçimiyle muttasıl ve munfasıl şeklinde ikiye ayrılmamıştır. Bununla beraber eserde muhassisler ayrıntılı bir şekilde işlenmiştir. Muttasıl delillerden istisnâ işlenmiş ve peşi sıra gelen cümlelerde aksine bir delil bulunmadığı müddetçe tahsîsisin son cümleye yapılacağı söylenmiştir.139 Munfasıl tahsîs ediciler olarak, kitap140, mütevatir sünnet141, icma142 ve akıl143 sayılmıştır. Bunların tahsîs ediciliği ile ilgili hiçbir şart koşmamış, munfasıl muhassıslerden olan ahâd haber ve kıyas için şartlar koşulmuştur. Cessâs’a (ö.370) göre bu iki delilin mütevatir bir şekilde gelen nassı tahsîs edebilmesi için, bu nassların tahsîse uğrayıp mücmel hale gelmeleri gerekir.144

Risâle’de Şâfiî (ö.204) munfasıl muhassislerden kitap145 ve sünneti146 açık bir şekilde ifade ederken, onun aklın durumu ile ilgili kanaati net bir şekilde anlaşılmamaktadır. Aklın durumu ile ilgili verilen örnekler göz önünde

137

Cessâs, a.g.e., I/64. 138

Cessâs, a.g.e., I/137-138. 139

Cessâs, a.g.e., I/265-279. 140

Cessâs, a.g.e., I/142 141

Cessâs, a.g.e., I/144. 142

Cessâs, a.g.e., I/146. 143

Cessâs, a.g.e., I/146. 144

Cessâs, a.g.e., I/155,211. 145

Şâfiî, a.g.e., s.54,66. 146

45

bulundurulduğunda Şâfiî’nin (ö.204), hükümlerle ilişkili olan konularda muhassis olarak nassın varlığını şart koşarken, hükümlerle ilişkili olamayan konularda aklı tahsîs edici kabul ettiği görülmektedir. Örneğin, 18/77’deki ayette Hz. Mûsâ ve arkadaşının kasaba ehlinden yiyecek istemesini yorumlarken, o ikisinin bütün kasabadan yiyecek istediklerinin düşünülemeyeceğini ifade etmiş olması147 aklı böyle durumlar için muhassis kabul ettiğini göstermektedir. Bunun yanında ahkama taalluk eden diğer örneklerde ise tahsîsi nass ile örneklendirmektedir.

Fusûl’ün değinip de Risâle’nin değinmediği konulardan biri de umûm ve husûs ifade eden nasslar arasındaki tearuz durumudur. Cessâs (ö.370), konuyu dört durumda değerlendirir:

a. Âmm hükümden sonra hâss hükmün gelmesi durumunda, hâss hüküm kendinden önceki âmm hükmü nesh eder.

b. Hâss hükümden sonra âmm hükmün gelmesi durumunda, âmm hüküm kendinden önceki hâss hükmün husûsiyetini nesh eder.

c. Beraber gelmeleri durumunda imkan dahilinde beraber uygulanmaya çalışılır.

d. Öncelik ve sonralıkları bilinmiyorsa, genel kabul veya temel ilkeler göz önünde bulundurularak birbirlerine tercih edilirler.

Risâle’deki beyan üslupları ile ilgili dolaylı olarak değinilen konunun yaklaşık iki asırlık zaman diliminde tahsîs teorisine evirildiği görülmektedir. Konu artık beyan üslubu olmaktan çıkarak müstakil bir anlama faaliyetine dönüşmüştür. Şüphesiz ki her iki eser tahsîs ile ilgili konuşmuş olsa da mahiyet ve ayrıntıdaki farklılaşma usûldeki tedrici gelişimi net bir şekilde ortaya koymaktadır.

147

46

47