• Sonuç bulunamadı

Kurân-ı Kerîm bize tevatür yolu ile gelmiştir. Lafzı yazılı olarak bize ulaşan Arapça bir metnin aynı zamanda telaffuz ve okuyuşunun keyfiyetinin de bilinmesi gerekir. Telaffuz ve okunuşun keyfiyeti Hz. Peygamber’den (sav.) işitme yolu ile öğrenilmiştir. Dolayısıyla bize ulaşan sadece metin değil bunun yanında okunuş ve telaffuz keyfiyetidir. Kurân-ı Kerîm’in okunuşu ile ilgili mütevatir ve şâz kıraatler vardır. Bunların fıkhî hükümlere etkisi incelenirken bu iki yoldan gelen kıraatlerin durumu araştırmamızın konusu olan dönem içerisinde tartışma konusu olmuştur.

1. Mütevatir Kıraatler

Tevatürü gerçekleştirecek düzeyde kalabalık bir topluluk tarafından aktarılan kıraatlerdir. Mütevatir olarak bize gelen yedi kıraatten bahsedilir. Kimileri bunlara üç tane daha ekler ve böylece mütevatir kıraat sayısını ona çıkarırlar.

Yedi kıraat, Mu’tezile dışındaki ekollere göre mütevatir yolla gelmiştir. Mu’tezileye göre ise bu kıraatler ahâd yollarla bize ulaşmıştır. Hanefi mezhebinde yaygın bir şekilde kabul edilmemekle beraber bazı Hanefiler kıraatlerin meşhur yolla geldiği görüşündedir.289 Bununla beraber bütün mezheplere göre Mütevatir kıraatlerin fıkha kaynaklık edeceği konusunda herhangi bir şüphe yoktur.

Ahmed b. Hanbel’in (ö.241) mütevatir olan kıraatlerden el-Kisâi ve Hamza’nın kıraatlerini imale, idğam ve fazla medden dolayı hoş görmediği söylenmiştir.290 Onun bu kıraatler ile ilgili tutumundan dolayı el-Kisâi ve Hamza’nın kıraatlerinin mütevatir oluşunu kabul etmediği sonucu çıkartılabilir ise de bu zor bir ihtimaldir. Tabii Ahmed b. Hanbel’in (ö.241) tutumunu diğer kıraatleri tercihi ile

288

Zerkeşî, a.g.e., I/365. 289

Zerkeşî, a.g.e., I/376. 290

İbn Kudame, el-Muğni, I/568; Şerefuddîn Mûsâ b. Ahmed b. Mûsâ Ebu’n-Necâ el-Haccâvî, el- İknâ’ fî Mezhebi’l-İmâm Ahmed b. Hanbel, (thk. Abdullatîf Muhammed Mûsâ es-Subkî), Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, ty, I/119; Zerkeşî, a.g.e., I/376.

90

telif edebiliriz. Aslında bu iki kıraatin mütevatirliğini inkâr etmese de bu görüşü okuyuş üslubunu hoş karşılamadığı şeklinde yorumlanabilir. İyi niyetli böyle bir yorum dahi onun bu görüşünün mezhebine ve meşrebine aykırı olduğunu gösterir.

2. Şâz Kıraatler

Mütevatir kıraatler dışında rivâyet edilen kıraatler şâz kıraatlerdir. Yaygın kanaate göre Hanefiler şâz kıraatleri fıkhi görüş belirtmede kaynak delil olarak kabul ederler. Şafilerin bu konudaki yaygın görüşü ise şâz kıraatlerin kaynak değerinin bulunmadığı yönündedir.

Dönemin usûlcülerinden Sayrafî (ö.330) ise ahâd yolla gelen şâz kıraatlerin herhangi bir tevile ihtimali yoksa oldukları şekilde kaynak kabul edilebilecekleri kanaatini savunmuştur. Ona göre; Kurân-ı Kerîm’de ahâd yolla bize ulaşmış hükmü baki, tilaveti mensûh ayetler vardır. 291 Yani Sayrafî’ye (ö.330) göre bu rivâyetler de bu bağlamda değerlendirilmelidir.

II. SÜNNET

Şerî hükümlerin istinbatında kaynak değere sahip diğer bir delil de sünnettir. Sünnet sözlükte, “iyi olsun kötü olsun yahut başka bir ifadeyle, ister övülmeye layık

olsun, ister kötülenmeye layık olsun, tarik (yol) ve sîre, müstemirre (devamlı gidiş)”292 manasında kullanılmaktadır. Hattabi (ö.388) ise sünnet kelimesinin mutlak olarak kullanıldığında “övülen yol” anlamında olduğunu ifade etmiştir. Ona göre

“kötü yol” anlamı kastedildiğinde bu manayı belirtecek bir kayıt ile gelmesi

gerekir.293 Dilciler ve Hadisçiler arasında sünnet kelimesi bazen vâcib için de kullanılır. Fâkihler ise sünneti vâcib olmayan talepler için kullanırlar. Usûlcülerin kullanımında ise sünnet bazen vâcib, bazen mendûp, bazen mübâh için kullanılır.

291

Zerkeşî, a.g.e., I/376. 292

Talat Koçyiğit, Hadis Usûlü, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara 1998, s.1. 293

Sem’ânî, a.g.e., I/30; Zerkeşî, a.g.e., III/236; Muhammed b. Alî Muhammed eş-Şevkânî, İrşâdu’l- Fuhûl İle Tahkiki’l-Hak Min İlmi’l-Usûl, (thk.Ahmed Uzv el-İnaye), II., Daru’l-Kutubi’l-Arabî, Dimeşk 1999, I/95.

91

Bazen de bid’atin zıt anlamlısı olarak kullanılmıştır.294 İbn Faris (ö.390), ulema arasında sünnet kelimesinin Allâh ve Resulünden başkası için kullanılmasının hoş karşılanmadığını bildirmiştir.295

Bu bölümde kastedilen sünnet ise terim olarak Hz. Peygamber’den (sav.) bize aktarılan her türlü söz, fiil ve takrirlerdir. Hadis ile sünnet selef arasında farklı anlamlarda kullanılmasına rağmen, yazıya geçirilmesiyle beraber eş anlamlı kullanılmaya başlanmıştır.

Sünnetin kaynak değeri konusunda ciddi anlamda bir ihtilâf yaşanmamıştır. Hz. Peygamber’den (sav.) sahîh olarak geldiği kabul edilen beyanların dini inancı belirlemedeki otoritesi ümmetin ortak kabullerindendir.

Şâfiî (ö.204), Hz. Peygamber’e (sav.) hadislerin Kurân-ı Kerîm gibi nazil olduğu kanaatindedir.296 İbn Hibbân (ö.354), sünnet kelimesinin yerine bazen

“Benden duyduğunuz bir ayet dahi olsa onu tebliğ ediniz”297 hadisinin delâletiyle “ayet” kelimesinin kullanılabileceğini ifade etmiştir.298

Sünnetin kitâba karşı konumu, erken dönem usûl eserlerinde işlenen konular arasında yer alır. En meşhur tasnif, Şâfiî’nin (ö.204) yaptığı tasniftir. Bu tasnif, daha sonraki usûl eserlerinde birebir takip edilip kabul edilmiştir. Ona göre; sünnet kitâba karşı teyit, tebyin ve teşriî konuma sahiptir.299 Sünnet; kitâbın konularını teyit edip pekiştirir, beyana ihtiyaç duyulan kısmını açıklar, hakkında konuşmadığı konularda hüküm koyar.

294

Zerkeşî, a.g.e., III/236; Şevkânî, a.g.e.,I/95. 295

Zerkeşî, a.g.e., III/236. 296

Şâfiî, a.g.e., s.78. 297

Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl el-Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, (thk.Muhibbu’d-Dîn el-Hatîb), Matba’tu’S-Selefiyye, Kâhire h.1400, II/493/n:3461.

298

Muhammed b. Hibbân b. Ahmed Ebû Hâtim İbn Hibbân et-Temîmi el-Bestî, Sahîhu İbn Hibbân bi Tertîbi İbni Bilbân, (thk. Şuayb el-Arnût), Muessetu’r-Risâle, Beyrût 1993, XIV/149; Zerkeşî, a.g.e., III/237.

299

92

Evzai’nin (ö.157) “Kur'ân-ı Kerîm'in sünnete ihtiyacı, Sünnetin Kur'ân-ı Kerîm'e ihtiyacından daha büyüktür" dediği aktarılmıştır.300 Yine Yahya b. Ebî Kesir (ö.129) sünnetin kitâba karşı hükmedici olduğu kanaatindedir. Ahmed b. Hanbel’e (ö.241) bu görüş sorulduğunda kendisinin bu sözü söyleyecek cesaretinin olmadığını fakat sünnetin kitâbı tefsir ve beyan edici olduğunu söylemiştir.301 Ahmed b. Hanbel’in (ö.241) cesaret edip söylememesi, bu kısmı reddettiği anlamına gelmemekte; sadece kastedilen mananın ifade ediliş biçiminden rahatsız olduğu anlaşılmaktadır.