• Sonuç bulunamadı

Mükelleften istenen fiil için şerî şartın gerekliliği araştırmamızın konusu olan dönemde tartışma konusu olmuştur. Şerî anlamda teklîfin edası için gerekli olan rükün ve şartların yokluğunun fiilin teklîfini etkilemesi ile ilgili farklı görüşler ileri sürülmüştür. Konunun anlaşılması için şöyle bir örnek verilebilir: Namazın şerî şartı olan temizlik hali olmadan teklîfin durumu. Ebû Hâşim el-Cübbâî’ye (ö.321) göre abdestli olmayan kişi abdest alıncaya kadar namaz kılma emrine muhatap değildir. Ona göre namazın kişi üzerine farz olması hadesin ortadan kalkmasıyla oluşur. Hades durumunu gidermeden vefât eden kişi namazdan değil taharet teklîfinden

271

Zerkeşî, a.g.e., I/314. 272

Bkz. Zerkeşî, a.g.e., I/314-315. 273

Cuveynî, el-Burhân, I/89. 274

İyad b. Nami es-Süllemî, Usûlu’l-Fıkhi’l-Lezi Le Yesau’l-Fakih Cehluhu, Daru’t-Tedmuriyye, Riyâd 2005, s.78; Cuveynî, el-Burhân, I/89; Gazâlî, Mustasfâ, s.69; Ebyârî, a.g.e., I/338-341.

84

dolayı sorguya çekilir.275 Bu görüşün bu şekli ile kabulü ve Ebû Hâşim’e (ö.321) nispeti sorunludur. Bu durum muhtemelen İbn Huveyzimendâd’ın (ö.390) İmam Mâlik’e (ö.179) nispet ettiği şu görüşe benzemektedir: Ona göre Namaz vakti girdiği halde hayızdan dolayı gusledecek ve namazın en az iki rekâtını kılacak kadar vakti olsa dahi böyle bir kadın namaz teklîfine muhatap değildir.276 Muhtemelen Mutezili Ebû Hâşim’in (ö.321) görüşü de böyle özel bir durum içindir.

Değerlendirme:

Araştırmamızın konusu olan döneme ait “hüküm teorisi konuları” genel olarak incelendiğinde onların, diğer usûl konularına nazaran daha yüzeysel işlendiği görülecektir. Özellikle sonraki usûl eserlerinde gördüğümüz sistematik düzey bu dönemde olgunluk evresine tam olarak ulaşmamıştır.

IV. asır ile beraber bu bölümün usûl eserlerinde yoğun olarak işlendiği görülmektedir. Teklîfi hükümler ile ilgili konuların bundan istisna edilmesi gerekmektedir. Konuyla ilgili ana hatların dışında daha ayrıntılı konuların gündeme geldiği görülmektedir.

Genel olarak bakıldığında şerî ahkâm konuları kelam ilmi ile yakından ilişkilidir. Kelam ilminin sistemleşip meyvelerini verdiği dönem diğer ilimlere göre biraz daha geç bir döneme rastladığından bu bölümdeki konuların daha çok IV. asra ait atıflar üzerine kurulduğu görülecektir.

275

Mâzirî, a.g.e., s.79; Zerkeşî, a.g.e., I/333; Ahmed b. Abdurrahmân b. Mûsâ Halûlû, ed-Diyâu’l- Lâmi’ Şerhu Cemu’l-Cevâmi’ fî Usûli’l-Fıkh, (thk. Abdulkerîm b. Alî b. Muhammed en-Nemle), Mektebetu’r-Ruşd, Riyâd 1999, I/374.

276

85

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

III-IV. ASIRLARDA ŞERÎ DELİLLERE DAİR USÛLİ

GÖRÜŞLER

Şerî deliller bölümü usûl eserlerinde, ameli hükümlerin tespitinde kaynakların işlendiği bölümdür. Usûl eserlerinde tafsilli bir şekilde işlenmiştir. Araştırmamızın konusu olan dönem ile ilgili görüşler bu başlık altında incelenecektir. İlimlerin gelişim periyotları düşünüldüğünde Hadîs ilmi ile ilgili çalışmaların tekâmül ettiği anlaşılmaktadır. Çünkü bu dönemde sünnet ile ilgili atıfların daha yoğun olduğu görülecektir. Diğer taraftan Kıyas ve ihtilaflı deliller gibi konuların ana hatları işlenirken daha sonraki dönemlerde bunlara ilişkin usûl eserlerinde gördüğümüz sistematiğe bu dönemde rastlamamaktayız.

I. KİTAP

Şerî delillerin ilki ve diğerlerine meşruiyet kazandıran delil kitaptır. Kitaptan kasıt Kurân-ı Kerîmdir. Kitâbın bu anlamı ile tarife ihtiyacı yoktur. Çünkü Kurân-ı Kerîm denilince herkesin zihninde aynı şey belirir. Bununla beraber onun mahiyet ve durumunu belirtmek için farklı tarifler yapılmıştır. Usûl eserlerinde yapılan çok farklı tanımlarla beraber kitabın tanımı şu şekilde yapılabilir: Yüce Allâh’tan Hz. Muhammed’e (sav.) Arapça olarak indirilmiş, bize tevatür yoluyla nakledilmiş, mushaflarda yazılı, lafzı ile teabbud olunan mûciz ve mû’ciz ilahi kelâmdır.

86

Kelâm ile kastedilenin harfler ve kelimelerden oluşup tilavet edilen kelâm mı yoksa Allâh’ın ezeli sıfatlarından olan kelâm sıfatındaki “kelâmı nefsi” mi olduğu tartışma konusu olmuştur.

Kelâm ile ilgili üç farklı görüş vardır. Bu görüşler şu şekilde özetlenebilir: a. Kelâm zihinde oluşan manaya verilen isimdir. Bu manaların dil ile

ifade edilmiş şekline kelâm denmesi mecâzdır.

b. Zihinde oluşmuş manaların dil ile ifade edilmesine kelâm denmesi hakiki anlam iken bunların zihindeki karşılıklarına kelâm denmesi mecâzidir.

c. Kelâm her ikisi için de müşterek bir lafızdır.

Eş’arî (ö.324) üçüncü görüşü benimser. Ona göre hem zihindeki manaya hem de bu mananın lafza dökülmesine kelâm denir.277 Örneğin; birinden su getirmesini isteyen kişinin zihninde önce su getirtme tasavvuru oluşur. Daha sonra zihinde oluşan tasavvur “bana su getir” lafzı ile ifade edilir. Zihindeki tasavvuru ifade etmek için ona mutabık bir lafız kullanılır. Bu anlamıyla her ikisine de kelâm denir.

Eş’arîlerin; kelâmı, mushafta tilavet edilen lafızlar ve Allâh’ın zâtı ile kâim olan manaların her ikisi için de kullandıkları anlaşılmaktadır.

Araştırmamızın konusu olan dönem içerisinde tartışılan konulardan biri de Kurân-ı Kerîm’in i’câzı meselesidir. Allâh, insanlara, Kurân-ı Kerîm’in bir benzerini getirmeleri konusunda meydan okumuş, insanlar da bundan aciz kalmışlardır. Aciz kalışın sebebi Kurân-ı Kerîm’in mucize oluşu mu, yoksa güçleri yettiği halde Allâh’ın benzerini getirmelerine engel oluşu mudur? Eş’arîler birinci görüşü savunurken, Mu’tezile ikinci görüşü benimsemektedir.

277

Adudu’d-Dîn Abdurrâhmân b. Ahmed el-Îcî, el-Mevâkıf fî İlmi’l-Kelâm, (thk.Abdurrâhmân Umeyra), Dâru’l-Ceyl, Beyrût 1997, III/142; Zerkeşî, a.g.e., I/358.

87

Kelâmcılardan Câhız’a (ö.255) göre Kurân-ı Kerîm’in mucize oluşunun sebebi, insanların kendilerine meydan okunan şeyi yerine getirmeleri konusunda kudretlerinin bulunmamasıdır. 278 Câhız’ın (ö.255) bu görüşü genel anlamdaki Mu’tezilenin görüşü ile tam bir uyum içinde değildir. Çünkü onlara göre mucize olan durum, kitâbın benzerini getirme kudreti bulunmasına rağmen bu kudretlerinin insanların ellerinden alınmış olmasıdır. Sarfe Teorisi olarak anılan bu görüşün en

önemli savunucusu Nazzâm (ö.231)’dır.279

Eşârî’ye (ö.324) göre, Allâh’ın insanlara yönelik meydan okumasında getirilecek asgari sûre Kurân-ı Kerîm’in en kısa sûresi kadardır.280