• Sonuç bulunamadı

2.1. Dünyadaki Finansal Kriz Tecrübeleri

2.1.3. Rusya Krizi

Rusya ekonomisi 1994 ve 1998 yıllarında olmak üzere iki önemli döviz krizi tecrübe etmiştir. 1993-1994 yıllarında yaşanan krizde IMF tarafından sağlanan destek kısmi istikrar çabaları ile karşılanmış, bütçe açıklarının para basma yöntemi ile finansmanı her ne kadar başlarda azalma eğilimine girmiş olsa da kısa sürede eski çizgisine dönmüştür. Rusya Merkez Bankası’nın bu dönemde hem kendi hükümetinin finansmanının hem de SSCB dönemi hükümetlerinin finansman ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyor olması bankanın yükünü oldukça ağırlaştırmıştı. GSMH’nin % 20’lerine kadar ulaşmış bulunan kamu açıklarına, aylık % 20’ye ulaşan enflasyon da eklenince 11 Kasım 1994 tarihinde Rus Rublesi’nin % 20 oranında devalüe edilmesi kaçınılmaz bir olgu olarak ortaya çıkmıştır (Szczurek, 2003: 124).

Rusya’da 1997 başlarında yaşanan ekonomik sıkıntılar Temmuz 1998’de ağırlaşmaya başlamıştır. 17 Ağustos 1998’de Ruble-Dolar koridorunun 1 Ruble 6 Dolar’dan 1 Ruble 9,5 Dolar’a devalüe edilmesi, döviz üzerinden sermaye hareketlerinin sınırlandırılması ve 90 günlük moratoryum ilan edilmesi ile

sonuçlanan bir ekonomik krize neden olmuştur. Bu krizin kökleri her ne kadar eskilere dayansa da kısa vadeli spekülatif sermaye hareketlerinin de krizin oluşumunda etkisinin bulunduğu söylenebilmektedir. 1994 yılındaki krize göre 1998 krizinin oluşumu daha farklı koşullara dayanmaktadır. Öncelikle bant içinde dalgalanmaya bırakılan döviz kuru birinci krize nazaran daha istikrarlı bir yapı sergilerken kriz öncesi dönemde nominal Ruble kuru 1995 yılının son ayları ile 1997 Haziran arasında kalan dönemde % 65 değer kazanmıştır. Bu durumun petrol fiyatları, sermaye akımları ve istikrar programının bir sonucu olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Bu üç faktör arasında en az etkiye sahip olan petrol fiyatlarıdır. Her ne kadar petrol fiyatları anılan dönemde % 25 oranında artmış olsa da, Rusya’da ticaret haddi petrol fiyatlarına bağlı olarak sadece % 8 oranında gelişme göstermiştir. 1996 yılında 26,7 milyar Dolar gibi rekor bir seviyede gerçekleşen sermaye çıkışlarının ise döviz kuru üzerinde değerlenme değil değer kaybı etkisine sahip olduğu gözlenmiştir. Rusya örneğinde ise cari hesap fazlası ve kamu borçlanmaları gibi faktörler ile finanse edilen sermaye çıkışlarının, uluslararası rezervler üzerindeki etkisi sınırlı olmuştur. 2006 yılında uluslararası rezervler sadece 1,9 milyar Dolar azalmış ve bunun da reel kur üzerindeki baskısı önemsenmeyecek kadar düşük olmuştur. Bundan dolayı reel kurdaki değerlenmenin asıl sebebinin istikrar programı olduğu görülmüştür. Kur politikasına dayalı istikrar programlarında, enflasyonu düşürmek amacıyla döviz kurunu dar bir bant içerisinde sabitlemek, enflasyonun kurdan daha yavaş bir süre içerisinde düşmesiyle reel döviz kurunun aşırı değerlenmesine yol açmaktadır. Rusya ekonomisinde de 1994 yılında % 200 olan enflasyon oranı, 1995 yılında % 131 seviyesine düşmüş buna karşılık nominal döviz kuru % 31 oranında değer kaybetmiştir (Pinto vd., 2004: 408).

Kriz öncesi dönemde Rusya’da finans ve kredi faaliyetlerindeki yabancı yatırımların hacminin yaklaşık % 229 oranında arttığı gözlenmektedir. Bu dönemlerde Rusya’da bankalara düşük faizlerle sermaye akışı gerçekleştirilmiş, bankalar da iç piyasada oldukça yüksek faizlerle bu paraları plase etmişlerdir. Ancak gerek dünya petrol fiyatlarındaki düşüşler gerekse Rusya’nın dış gelirlerinin yaklaşık % 40’ını sağlayan enerji hammaddeleri sebebiyle 10 milyar Dolar kayba uğranması, piyasaya verilen kredilerin geri dönüşlerinde problemler meydana getirmiş ve bu da krizin temellerini hazırlamıştır. 1998 yılı başından itibaren finansal piyasalarda

çalkantıların boy göstermeye başladığı, şirket ve banka iflaslarının sayısında bir artış olduğu gözlenmektedir. Rusya hükümetinin gümrük tarifelerini yükseltmesi ile ithalat miktarında büyük düşüşler gerçekleşirken, ünlü spekülatör Soros’un Rusya’ya verdiği düşük kredi notu (reyting) yaşanan krizi daha da derinleştirmiştir (Pinto vd, 2004: 408).

Rusya’daki kriz, yapısı itibariyle Güneydoğu Asya krizinden farklılıklar arz etmektedir. Rusya, uzun yıllardır IMF desteği ve programı altında bulunmasına rağmen vergi reformundan dolayı kamu harcamalarını disipline etmeyi ve diğer yapısal reformları uygulamayı başaramamıştır. Bundan dolayı hem Rusya’ya yatırım yapanlar ciddi kayıplara uğramışlar hem de IMF’nin Rusya’yı iyi organize edemediği ortaya çıkmıştır. ABD ile dış politikadaki gelişmelerden dolayı IMF Rusya’ya desteğini çekmeye başlayınca Rusya krize girmiştir. Çünkü yatırımcıların büyük çoğunluğunun IMF desteği nedeniyle bu ülkeye yatırım yaptıkları anlaşılmaktadır. IMF değerlendirmelerinin gerçeği yansıtmadığının anlaşılması ve Rusya’da yapısal reformlar konusunda yapılması gerekli çok fazla işin olması paniğin daha da büyümesine neden olmuştur. Arka arkaya yaşanan finansal krizler gerek 1944 yılındaki Bretton Woods Konferansı’nın gerekse 1994 yılında yayınlanan Bretton Woods Komisyonu Raporu’nun amacına ulaşamadığını göstermektedir. Diğer taraftan Rusya, Güneydoğu Asya krizine de hazırlıksız yakalanmıştır. Dış borcu 140 milyar Dolar, iç borcu 70 milyar Dolar olan Rusya borçlanma yoluyla elde ettiği bu kaynakları cari harcamalarda özellikle de maaşların ödenmesinde kullanmıştır. Hükümet, piyasa koşullarına uyum sağlayamadığından iç borçlanmaya ağırlık vermiş bu da faizlerin yükselmesine yol açmıştır. Ruble’nin devalüe edilmesi Haziran 1997 ile Ağustos 1998 tarihleri arasında petrol fiyatlarındaki % 30’luk düşme ile birlikte Rusya ödemeler dengesinde bozulmalara neden olmuştur (Pinto vd., 2004: 409-410).

Finansal piyasalardaki çalkantının devam etmesi sonucu 23 Mart 1998 tarihinde devlet başkanı Boris Yeltsin mevcut hükümeti reformları geciktirmekle suçlayarak görevden almış ve yerine Sergei Kiriyenko’yu atamıştır. Ancak yeni hükümet de Rusya’daki çalkantıları dindirememiştir. Dış konjonktürdeki olumsuzluklar Rusya’da durumun daha da ağırlaşmasına yol açmıştır. Finansman krizini aşabilmek için Rus hükümeti 1998 yılı Temmuz ayında IMF ile bir destek

anlaşması imzalamış ve bu kapsamda 1998 yılında 12,5 milyar Dolar olmak üzere 1999 yılı sonuna kadar 15,1 milyar Dolar finansman imkanı sağlamıştır. Ayrıca Dünya Bankası da 1999 yılı sonuna kadar Rusya’ya 6 milyar Dolar yardım yapacağını açıklamıştır. Japon hükümetinin taahhüt ettiği 1,5 milyar Dolar yardım paketi ile birlikte Rus Hükümeti 1999 yılı sonuna kadar 22,6 milyar Dolar finansman sağlamıştır. Bu kararları izleyen dönemde Rublenin hızlı değer kaybı sürmüştür. İç borçların konsolide edileceği açıklandığında ekonomik kriz daha da derinleşerek siyasi krize dönüşmüştür. 14 Eylül 1998’de Londra’da yapılan Rusya katılımlı G7’lerin toplantısında söz konusu mali yardımın yeni hükümetin ekonomik reformların uygulanması şartına bağlı olduğu belirtilmiştir. Rusya’nın başbakanı Yevgeni Finkelstein’in eski bir KGB’ci olması ve ekonomik reformları yürürlüğe koyması konusundaki şüpheler Rusya’ya temkinli yaklaşılmasına yol açmıştır (Szczurek, 2003: 126).

Yaşanan gelişmeler Rusya’nın ekonomik krizi dış yardım almadan atlatamayacağını ortaya koymuştur. Rusya Merkez Bankası’nın Dolar karşısında Ruble’nin değerini belli bir aralıkta tutmaktan vazgeçmesi krizin derinleştiğinin bir göstergesidir. 1998 yılı sonuna kadar % 34’lük devalüasyon hedefi tutturulmadığı için Ruble’nin değeri serbest bırakılmıştır. 17 Ağustos 1998’de Rusya’yı hem devalüasyona hem de bankaların borçlarını tek taraflı olarak ödeyemeyeceklerini ilan etmeye iten nedenler içsel ve dışsal etkilerden kaynaklanmaktadır. İçsel etkenlerin başında makroekonomik temellerdeki kusurlar özellikle de mali açıklar yatmaktadır. Rusya 1992’den itibaren piyasa ekonomisine geçiş ve özelleştirme çabalarını yavaş da olsa hayata geçirmeye başlamıştır. 1995’te IMF ile görüşmelere başlayarak Mart 1996’da bir stand-by anlaşması imzalamıştır. 1995’te % 130 olan enflasyon oranını düşürmeyi, bütçe açıklarını azaltmayı ve bazı yapısal reformları yapmayı taahhüt eden yeni hükümet sıkı bir para politikası ile döviz kuru bandına müdahale ederek enflasyonu düşürmeyi başarsa da gevşek bütçe uygulamasını değiştirememiştir. Yeni hükümet ayrıca sübvansiyonları azaltmak, vergi gelirlerini artırmak hedeflerinde de parlamentonun tutucu kararlarına takılarak başarılı olamamıştır. Bu da vergi gelirlerini artıramayan hükümeti iç borçlanmaya yönlendirmiştir. Devlet iç borçlanma senetlerinin yıllık gelirleri diğer ülkelere göre yüksek olduğundan sermaye akımları özellikle Meksika krizi sonrasında Rusya’ya yönelmiştir.

Rusya’nın finans kurumları da portföylerinde devlet tahvillerini artırarak, dışarıdan döviz cinsinden borçlanmaya başlamıştır. Mayıs 1998 itibariyle yabancı yatırımcıların sahip oldukları hazine bonolarının değeri 20 milyar Dolar olup bu miktar mevcut hazine bonolarının üçte birini oluşturmaktadır. Güçlü petrol ve metal üreticilerinin ihracatlarını arttırmak için Ruble’nin değer kaybetmesini beklemeleri, spekülatif beklenti ve davranışların krizin oluşmasında rol oynayan bir diğer unsur olduğunu ortaya koymaktadır (IMF, 1998: 18).