• Sonuç bulunamadı

1.4. Finansal Kriz Teorileri

1.5.2. İkinci Nesil Modeller

Birinci nesil modeller ile ikinci nesil modellerin ortak yönü her iki modelde de hükümetlerin kamu açıklarını kapatmak için senyoraj gelirlerine güvenmesi ve bunun sonucunda sabit kur sisteminin çökmesidir. Diğer taraftan birinci nesil kriz modellerinin en önemli eksiği ise hükümetlerin otomatik olarak tüm bütçe açıklarını monetize ettiği ve merkez bankasının ekonomideki gelişmelere bakmadan rezerv satarak döviz kurunu baskılamasıdır. Çeşitli ülkelerde özellikle 1990’lı yıllardan itibaren karşılaşılan finansal krizlerin mevcut teorilerle açıklanamaması başka açıklayıcı modellere duyulan ihtiyacı artırmıştır (Akdiş, 2000: 96).

Birinci nesil modeller, o dönemde yaşanan krizlerin oluşum sürecine yönelik temel makroekonomik değişkenlerde bir trend öngörürken daha sonra yaşanan krizlerde bu tip makroekonomik değişken trendlerinden bahsetmek mümkün değildir. Bu krizlerde yaşanan durum, ekonomik birimlerin döviz kurunun sürdürülebileceği şeklindeki düşüncelerin yerini ani bir şekilde kurun sürdürülemeyeceği şeklindeki düşüncelere bırakmaları şeklinde açıklanmaktadır (Rangvid, 2003: 618-619). İkinci nesil modeller, temel makroekonomik değişkenler ve onların gelişimi yerine bekleyişler, bekleyişlerin tutarlılığı ve bekleyişlerin aynı yöne kaymasına sebep olan “tetikleyici” nedenler üzerinde durmaktadır. Başka bir ifade ile ikinci nesil

modellerde hükümetin ekonomi politikaları yerine piyasanın dinamikleri üzerine odaklanılmaktadır (Babic ve Zigman, 2001: 9).

İkinci nesil para krizi modelleri, para krizlerini, makro iktisadi politikaların sürdürülebilirliği ile ilgili olarak aniden ortaya çıkan olumsuz beklentilerden beslenen bir süreç olarak tanımlamaktadır. İkinci nesil kriz modellerinin çeşitli iktisatçılara göre ortak özelliği, ekonominin temel göstergelerinde (uluslararası rezervler, hükümetin finansal durumu, kur taahhüdü vb.) sürekli bir kötüleşme olmaksızın da kriz çıkma olasılığının var olduğudur. Sabit kuru korumak insanların gelecekte o paranın devalüe edileceğine inanmaları halinde çok daha maliyetli olmaktadır. Gelecekte olması beklenen devalüasyon karşısında para birimini korumak, kısa vadede yüksek faiz oranlarını gerekli kılmakta fakat bu faiz oranları hükümetin nakit akışını bozarak üretim ve istihdam düzeyini düşürmektedir. İkinci nesil kriz modelleri krizlere neden olan esas olgunun, makroekonomik politikaların sürdürebilirliği ile ilgili beklentilerde meydana gelen ani değişikler olduğunu vurgulamaktadır. Kötümser beklentiler, kendi kendini besleyen bir süreç meydana getirmekte ve bu süreçte spekülatif saldırıların zamanlaması tahmin edilememektedir. Bu sürecin başlangıcında, ulusal paradan olası kaçışları öngören spekülatörler önceden pozisyon almaktadırlar. Sonuçta sabit kur rejimini sona erdirecek olan kriz, bu sonucu gerektirecek değişkenler tamamen gerçekleşmeden ortaya çıkabilmektedir. Bu bağlamda ikinci nesil kriz modelleri, sürdürebilir durumdaki ya da kredibilitesi olan sabit kur rejiminin, beklentilere bağlı olarak çökebileceğini ifade etmektedir (Flood ve Marion, 1996: 2).

İkinci nesil kriz modelleri krizlerin “bulaşıcı” nitelikte olduğunu, her ülkenin spekülatif saldırılara maruz kalabileceğini belirtmektedir. Bulaşıcılığın en basit ve en mantıklı anlatımı ülkeler arasındaki bağlar ve ilişkilerdir. A ülkesindeki para krizi B ülkesindeki ekonomiyi yapısal olarak olumsuz etkilemektedir. Bu saldırılar uluslararası rezervleri düşük, finansal durumu kötü ve hükümetin sabit kur rejimini devam ettirmeye yönelik belirli zaafları olan ülkeleri etkilemektedir (Bustelo vd., 1999: 53).

İkinci nesil modeller çoklu (birden fazla) dengeye işaret ederek, makroekonomik politikalar ile sabit kur rejiminin uyumlu olduğu zaman bile para birimine saldırıların olabileceğini savunmaktadır. İkinci nesil kriz modellerinin, üç

ana bileşeni vardır, Birincisi, hükümetin sabit kur rejiminden vazgeçmesinin bir nedeni olmalıdır. İkincisi, hükümetin sabit kur rejimini savunmasının bir nedeni olmalıdır. Üçüncüsü ise, krize yol açan mantığın meydana gelebilmesi, sabit kur rejimini koruma maliyetinin, bundan elde edilecek faydaları aştığına olan inancın yaygınlaşmasına bağlıdır (Krugman, 1997: 4-5). Buradaki temel nokta, hükümetin sabit kuru korumanın faydasıyla maliyetini karşılaştırarak bir karar vermesidir (Obstfeld, 1996: 1038).

İlk olarak Obstfeld (1986) tarafından geliştirilen bu modellerde, politikaların amaç ve hedefleri arasında yaşanan çelişkiler ve gerilim durumunda veya politika belirsizlikleri ortamında, iktisadi ajanların beklentilerinin, iktisadi sonuçları değiştirecek ölçüde önemli etkileri olduğu ileri sürülmektedir. İkinci nesil kriz modellerinde ekonominin kendi dinamiği içerisinde var olan diğer unsurların da krizlerin tetikleyicisi olabileceği ve ekonomik temellerdeki zayıflığın tüm spekülatif saldırıların tek nedeni olmadığı ileri sürülmektedir. Bu modellere göre, sabit kur sisteminin korunması hükümetin kararına bağlıdır.

1992-1993 yıllarında Avrupa’da ortaya çıkan krizler öncesinde makroekonomik temellerde bir bozulma olmaması, ortaya çıkan krizin makroekonomik sorunlara vurgu yapan birinci nesil modellerle açıklanamaması sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle para krizlerinin ortaya çıkışında başka nedenler arayan modeller üzerinde durulmaya başlanmıştır. Bu modeller, hükümetin fayda ve maliyet analizini dikkate alan ve piyasadaki olumsuz bekleyişlerin kendi kendini doğruladığı ikinci nesil kriz modelleridir. Bütün dünya sermaye piyasalarına erişim olanağı olan Avrupa’nın sanayileşmiş ülkeleri için uluslararası rezervlerin yeterli olmaması söz konusu değildir. Krugman’ın modelindeki bu temel varsayım, geçerliliğini yitirmiştir. 1992-1993 krizinde hükümetlerin farklı tepki göstermelerinin nedeni, yüksek faiz oranları ve büyüyen işsizlik gibi başka faktörlerdir (Obstfeld, 1994: 60).

İkinci nesil modellere göre, Avrupa ülkelerinde meydana gelen devalüasyonların nedeni, yetersiz talebe bağlı olarak oluşan işsizliktir. Ülkeler, işsizliğin politik maliyetleri ile devalüasyon yapmanın politik maliyetleri arasında tercih yapmak zorunda kalmışlardır. Hükümetin işsizlik konusundaki endişesi, devalüasyon beklentisini artırarak spekülatif bir atağı tetiklemektedir. İkinci nesil

modellerde krizin politik bir tercihin sonucu ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Bu modelde ödemeler dengesi krizlerinin, sürdürülemez makroekonomik politikaların kaçınılmaz sonucu olmaktan çok, tamamen kendi kendini besleyen olaylar olabileceği ileri sürülmektedir (Obstfeld, 1986: 74).

İkinci nesil modellere ilişkin çalışmalar kendi kendini besleyen spekülatif ataklar ve çoklu denge ile ilgili örnekler vermektedir. Bu örnekler, parasal krizlerin sebepleri hakkında yeni bir bakış açısı sunmaktadır. Çoklu denge, sabit döviz kuru politikasının sürdürülebilirliği ile ilgili şüphe olmadığı halde, piyasa katılımcılarının başarılı bir spekülatif atağın mevcut politikayı değiştirebileceğine inandıklarında ortaya çıkmaktadır (Eichengreen vd., 1997: 20).

İkinci nesil modeller üzerine yapılan çalışmalarda krizlerin uygulanan ekonomik politikalar ile döviz kuru rejimlerinin uzun vadedeki çelişkileri sonucunda ortaya çıktığı ileri sürülmektedir. Ancak bazı durumlarda krizlerin piyasa aktörlerinin hiçbir suçu yokken de ortaya çıktığı görülebilmektedir (Akdiş, 2000: 97).

Obstfeld (1994) siyasi otoritenin döviz kurunu iptal etmesini belirleyen faktörleri aydınlatma amacını gütmektedir. Burada birinci nesil modellerdeki gibi rezervler değil, yüksek faizler ve işsizlik oranlarının artması, hükümetlerin krizlerdeki tutumunu etkilemesi açısından daha da önem kazanmaktadır. Asıl vurgu ise rasyonel davranan piyasa aktörleri ile hükümet arasındaki etkileşim üzerine odaklanmaktadır. Buna göre piyasada oluşan spekülatif beklentiler hükümetin davranışına bağlı iken, aynı şekilde hükümet de bu beklentilerden etkilenmekte, tavrını bunlara göre değiştirebilmektedir. Bu dinamik etkileşim, reel bazı baskılar söz konusu olsa da, gerçekleşmeyebilmekte ama piyasa aktörlerinin olacağını beklediği krizlere yol açabilmektedir.

Genellikle doğrusal olmayan ve birden fazla dengenin olabileceğine dikkat çeken ikinci nesil modellerde, hükümetin kur politikasını değiştirmesi için yurtiçi piyasalarda baskı yaratıcı reel bazı dinamiklerin ortaya çıkması gerekmektedir. Bunun en önemli nedeni büyük miktarlara ulaşan ve sabit kur uygulandığı için sona erdirilemeyen iç borçlanmalardır. Bir diğeri ise esnek olmayan ücret yapısına bağlı olarak yaşanan yüksek oranlı işsizliktir. Bunlarla karşı karşıya olan hükümetlerde, genişletici para politikaları uygulama eğilimleri ortaya çıkmakta ama sabit kur rejiminden dolayı bu mümkün olmamaktadır. Piyasa aktörlerinin güveni, rejimin

sürdürülebilmesinde hayati bir önem taşımaktadır. Güvensizlik sonucu tahvil faizlerinin yükselmesi ya da yüksek oranlı ücret artışları talep edilmesi, sistemin maliyetlerinin daha da artması sonucunu doğuracak bu da sabit kur uygulamasından vazgeçilmesini hızlandırmaktadır (Obtsfeld, 1994: 12).