• Sonuç bulunamadı

1.4. Finansal Kriz Teorileri

1.4.6. Asimetrik Bilgi ve Acente Giderleri Teorisi

Akerlof, ikinci el otomobil piyasalarında asimetrik bilgi nedeniyle ortaya çıkan durumun finansal piyasalar için de geçerli olduğunu öne sürmektedir. Gresham Kanunu’na benzer şekilde ikinci el otomobil piyasalarında çürük limona benzettiği kötü durumdaki ikinci el arabaların iyi arabaları, finansal piyasalarda da kötü kalitedeki yatırımların iyi kaliteli yatırımları dışladığını ileri sürmektedir. Yani kredi piyasalarındaki riskli ve geri ödeme yeteneği az yatırımcılar, riski az ve geri ödeme yeteneği fazla olan yatırımcıları piyasa dışına itmektedir (Akerlof, 1970: 488).

Asimetrik bilgiye dayalı olan Akerlof’un limon piyasası modelinde, satıcıların piyasaya sundukları kullanılmış arabaların kalitesini bildikleri, fakat alıcıların bu konuda bir bilgilerinin olmadığı varsayılmaktadır. Bu durumda alıcı, ortalama bir arabanın kalitesi hakkında tahmin yapmak ve ödeyeceği fiyatı ona göre belirlemek zorundadır. Bu fiyattan satış yapmak isteyenler ise iyi kaliteli araba satıcılarını piyasa dışında bırakacak şekilde sadece kötü kaliteli araba satanlar olmaktadır. Bu bir piyasa başarısızlığıdır ve iyi kaliteli mal satıcıları ile kötü kaliteli mal satıcıları arasındaki dışsallıktan kaynaklanmaktadır (Varian, 1993: 603-604).

Asimetrik bilgi kavramındaki bilgi kıtlığı borç verenin maliyeti olarak öne çıkmaktadır. Kredilendirme sürecinde borç veren ya borç alanın projesinin sahip olduğu beklenen getiri hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak için ilave para harcamak zorunda kalmakta ya da ilave bir maliyeti göze almayıp doğrudan yüksek riske katlanmaktadır. Borç verenler genelde piyasadaki mevcut bilgi ile yetinmek yoluyla ikinci tercihe daha yatkın gözükmektedirler. Aksi takdirde ilave bilgi sahibi olmak için fonlarından elde edecekleri geliri başkaları ile paylaşmak zorunda kalmaktadırlar (Bustelo vd., 1999: 69).

Akerlof’un asimetrik bilgi yaklaşımı, zaman içinde menkul kıymetler içinde de kötü kaliteli olanların bulunabileceği savıyla finansal analizlere dahil edilmiştir. Finansal piyasalardaki işleyişte ortaya çıkan sorunlarla, ikinci el otomobil piyasasındaki sorunlar benzeşmektedir. Yeni-Keynesci asimetrik bilgi yaklaşımı, finansal piyasalardaki bir karmaşanın toplam ekonomik faaliyetlerde yol açtığı istikrarsızlığı açıklama çabalarına çerçeve oluşturmaktadır. Mishkin (1998), finansal krizleri açıklamada asimetrik bilgi kavramına vurgu yapmaktadır. Asimetrik bilgi kavramını işlevsel kılan ana faktör, söz konusu kavramın finansal yapının temel unsurlarını açıklama yeteneği olarak görülmektedir. Mishkin’e göre mevcut finansal yapının temel unsurları şunlardır (Mishkin, 1998: 5):

• Piyasaya hisse senedi sürmek, firmaların faaliyetleri için öngördükleri birincil finansman yöntemi değildir.

• Sadece büyük, güvenilir firmalar projelerini finanse etmek için hisse senedi ve tahvil arz ederler.

• Finansal aracılık, fonların üretken yatırım olanaklarına yönlendirilmesi için birincil yöntemdir.

• Firmalar için dışsal fonların en önemli kaynağı bankalardır.

Bu yaklaşıma göre, asimetrik bilgi olgusunun finansal piyasalarda yarattığı sorunlar, finansal sistemin mevcut fonları üretken yatırım alanlarına yönlendirmedeki etkinliğini yitirmesine neden olmaktadır. Finansal piyasalarda asimetrik bilgiden, şartlara bağlı olarak işleyen piyasaların yeterince olgunlaşmamasından, önyargılı işlemlerden kaynaklanan piyasa başarısızlıkları bulaşıcıdır. Bu olguların yol açtığı sonuçlar şunlardır (Mishkin, 2001: 3-4):

• Asimetrik bilgi, örtük kamu güvencesiyle birleştiğinde ahlaki tehlike, ters seçim ve riskli projelere aşırı derecede borç verme sonuçlarını doğurur.

• Piyasalar, para yöneticilerinin performans yeteneğini doğrudan ölçemediğinde ve bu yöneticiler çoğunlukla sürü davranışı gösterdiklerinde sonuçta aşırı bir belirsizlik ortamı oluşmaktadır.

• Varlık değerleri, gelecekteki getirilere yönelik beklentilere göre belirlendiğinden, varlık fiyatları son derece geniş bir alanda dalgalanmakta ve aşırı spekülasyonlar yaratabilmektedir.

Yeni Keynesci iktisatçılar tarafından finansal piyasalarda kırılganlığa ve etkinlikten uzaklaşmaya yol açan asimetrik bilgi olgusu menkul kıymetler ve kredi piyasalarında da etkisini hissettirmektedir. Menkul kıymet piyasalarında bir menkul kıymet yatırımcısı, beklenen kazançları yüksek ve riskleri düşük olan iyi firmaların hisse senetleri ile beklenen kazançları düşük ve riskleri yüksek olan kötü firmaların hisse senetlerini birbirinden ayırmada zorlanabilmektedir. Böyle bir durumda, menkul kıymet yatırımcısı, iyi firmaların hisse senetlerinin yüksek fiyatı ile kötü firmaların hisse senetlerinin düşük fiyatı arasındaki ortalama bir fiyattan hisse senedi almak istemektedir. Alıcının teklif ettiği fiyat firma menkul kıymetlerinin olması gereken gerçek değerinin altında olduğundan ve bu fiyat firma yöneticileri tarafından iyi bilinen firmanın gerçek durumu ile örtüşmediğinden teklif edilen fiyattan satış mümkün olmamaktadır. Bu durumda piyasada menkul kıymetlerini satmak isteyenler sadece kötü durumdaki firmalar olmakta ve teklif edilen fiyat, kötü firmaların menkul kıymetlerinin gerçek değerinin üzerinde olmaktadır. Ne var ki kötü firmaların yöneticilerinin, menkul kıymetlerini satmak için aşırı ısrarcı olmaları,

potansiyel yatırımcılara bu menkul kıymetlerin gerçek değerleri hakkında işaretler vererek onların da bu piyasada yatırım yapmaktan vazgeçmelerine neden olmaktadır (Mishkin, 1998: 202).

Kredi piyasasında asimetrik bilgiye ilişkin iki tür sorun öne çıkmaktadır. Kredi sözleşmesi yapılmadan önce borç verenlerin, borç alanlara ilişkin gerekli bilgileri fark edememesi nedeniyle ortaya çıkan ters seçim sorunu ve kredi verildikten sonra bankanın, borç alanın faaliyetlerini gözlemleyememesi ile ilgili olarak beliren ahlaki tehlike sorunudur (Mishkin, 1998: 201-202).

Ters seçim olgusu, taraflar arasında sözleşme yapılmadan önce ortaya çıkan bir asimetrik bilgi sorunu olup eksik bilgilenmeden kaynaklanmaktadır. Eksik bilgilenme, piyasadaki taraflardan birisinin kendisi hakkında bildiği, diğer tarafın bilmek istediği fakat öğrenemediği bilgidir. Diğer bir ifadeyle ters seçim olgusu borç verenlerin belirli ekonomik koşullar altında kendilerine yüksek faiz ödeme taahhüdünde bulunanlara ellerindeki eksik bilgi sonucu fonlarını kullandırmaları durumudur (Varian, 1993: 607).

Stiglitz ve Weiss oluşturdukları modelde ters seçim sorununu borç verenler açısından incelemişler, düşük ve yüksek riskli yatırımcıları birbirinden ayırt etme aracı olarak da faiz oranlarını kullanmışlardır. Modelde bankaların borç verdikleri kişilerin hareketlerini kesin olarak gözlemleyemedikleri ve yatırımcıların yüksek riskli kişilerden oluşması durumunda bankanın getirisinin azaldığı vurgulanmaktadır (Stiglitz ve Weiss, 1981: 395).

Ahlaki tehlike, sözleşme yapıldıktan sonra ortaya çıkan, saklı faaliyetten kaynaklanan ve borç alanın, borcu ödemesini zorlaştıracak her türlü faaliyet olarak tanımlanmaktadır (Varian, 1993: 609). Faiz oranı, projenin riskini yansıttığından, eksik bilgi sahibi borç verenler fonlarını geri ödenmeme riski yüksek projelere kullandırmaktadırlar. Finansmanı sağlanan projenin getirisi finansman maliyetini aştığında elde edilen kâr ise borç alan ve borç veren arasında paylaşılmaktadır. Aksine proje battığında ya da beklenen getiriyi sağlayamadığında ortaya çıkan zarar ise önemli oranda borç verenin üzerine kalmaktadır. Çünkü borç alanın kredi alırken karşılık olarak verdiği teminatlar firmanın batması sonucu değerini önemli oranda yitirmiş olmakta ve borç verenin zararını tazmin etmesi mümkün olmamaktadır.

Kredi ilişkisinde asimetrik bilgi sonucu ortaya çıkan bu durum ahlaki tehlikenin artmasına yol açmaktadır (Mishkin, 1998: 2-3).

Mishkin’e göre ahlaki tehlike sorunu, borçlu firmanın net değeri arttığında azalmakta, borçlu firmanın net değeri azaldığında ise artmaktadır. Çünkü her yeni proje yatırımı için firma borçlanırken, borç verenin parasının yanı sıra firma kendi öz kaynaklarını da risk etmektedir. Bu nedenle kredi kullanan firmanın net değeri arttıkça her yeni yatırım aşamasında kendi öz kaynaklarını artan oranda risk etmesi söz konusudur. Sonuç olarak, yüksek net bilanço değerine sahip firmalar kendi risk ettikleri miktarların artması nedeniyle yatırımlarında daha dikkatli davranarak ters seçim ve ahlaki tehlike sorununu aza indirgemektedirler (Mishkin, 1998: 3-4).