• Sonuç bulunamadı

2.1. Dünyadaki Finansal Kriz Tecrübeleri

2.1.5. Küresel Finansal Kriz

2007 yılında ABD’deki finansal nitelikli kuruluşlarda subprime kredilerde yaşanan aksaklıktan ötürü öncelikle ABD’de başlayıp daha sonra Avrupa ülkelerine yayılan ve bulaşma etkisiyle tüm dünyaya yayılan bir kriz olmuştur. Her ne kadar ortaya çıkış yılı 2007 olsa da özellikle küresel etkilerin 2008 yılıyla birlikte hız kazanması literatürde bu krizin 2007-2008 küresel finansal krizi olarak adlandırılmasına neden olmuştur. Subprime kredi, kredi geçmişi temiz olmayan,

daha önceki kredilerinde ödeme zorluğu çekmiş ya da ödememe riski olan kişilere normalden daha yüksek faizle verilen krediler olarak tanımlanmaktadır. Krizin ABD’de başlaması eşik altı konut piyasalarındaki bozulmalardan sonra olmuştur. Bu piyasalardaki bozulma 2000’li yıllarda başlayan bir sürecin sonucu olarak görülmektedir. 2000’li yıllarda oldukça yüksek düzeylere ulaşan ve 2001 yılında teknoloji balonunun patlamasıyla çok sayıda teknoloji şirketi iflas etmiş ve önemli kayıplara uğramıştır. Sadece şirketler değil aynı zamanda bu şirketlere yatırım yapanlar da zarara uğramış ve Merrill Lynch gibi şirketler yüksek tazminatlar ödemek zorunda kalmışlardır. Krizin etkilerini gidermek ve düşen talebi tekrar yükseltmek için Amerikan Merkez Bankası (FED) faiz oranlarında indirime giderek 2001 yılından itibaren faiz oranlarını % 1 düzeylerine kadar indirmiştir. Sadece Amerika’da değil Avrupa’da da teknoloji balonu patladıktan sonra merkez bankaları deflasyon oluşabileceği endişesine kapılarak 2001 yılından 2005 yılına kadar faiz oranlarını düşürmüşlerdir (Goodhart, 2008: 332). Reinhart ve Rogoff (2008) 2008 yılı ortalarında ABD’deki subprime mortgage kredilerinin hacminin yaklaşık 1,5 trilyon Dolar düzeyine ulaştığını ifade etmektedir.

ABD başta olmak üzere pek çok ülkede ulusal hükümetlerin 1970’lerden itibaren finans piyasalarındaki yetersiz kalan denetim ve düzenlemeler ABD’deki konut piyasasında yaşanan krizin temel sebeplerinden biri olarak görülmektedir. Özellikle ABD’de finans sektöründe faaliyet gösteren firmaların yeni finansal araçlar kullanarak aşırı risk üstlenmeyi yaygın biçimde tercih etmeye başlamaları da krizin bir diğer önemli sebebi olarak değerlendirilmektedir. İlgili dönemlerde uygulanan kötü iktisat politikalarının da, küresel krizin oluşumu ve gelişiminde etkili olduğu ileri sürülmektedir (Kibritçioğlu, 2010: 5-6).

2007 küresel finansal krizi, sistemik finansal risk modelleri açısından yeni değişimleri de beraberinde getirmiştir. Sistemik finansal risk, bir ya da yakın ilişkili birden fazla olay tarafından tetiklenen ve piyasalarda güvenin kaybolmasına, ekonomik anlamda değer kaybına neden olan ve reel ekonomi üzerinde ciddi olumsuz etkiler yaratan olaylar bütününü ifade eden bir kavram olarak tanımlanmaktadır (Küçüközmen, 2012: 1). Bisias vd. (2012) çalışmasında sistemik

finansal risk göstergelerine yönelik geniş bir model incelemesi geliştirmişlerdir. Bu model sadece finansal risk ölçümleri üzerine odaklanan, finansal baskıyı ölçmeye

yönelik daha çok hassaslık analizlerini içeren ve erken uyarı sistemi araçları gibi araçlara başvurmayan bir modeldir. Mishkin (2009) yaşanan küresel krize ilişkin teorik ve ampirik bulgulardan hareketle hemen hemen tüm merkez bankalarının da hemfikir oldukları temel prensipleri şu şekilde sıralamaktadır (Mishkin, 2009: 68):

-Enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgudur. -Fiyat istikrarının önemli faydaları vardır.

-Uzun dönemde işsizlik ve enflasyon arasında bir değiş tokuş (trade-off) yoktur.

-Beklentiler enflasyonun belirlenmesinde ve para politikasının makroekonomik yapıya aktarımında önemli bir role sahiptir.

-Taylor kuralına göre reel faiz oranlarının yüksek enflasyonla birlikte ele alınması gerekir.

-Para politikası zaman tutarsızlığı problemine tabidir.

-Merkez bankasının bağımsızlığı para politikasının etkinliğinin gelişmesine yardım eder.

-İyi para politikası sonuçlarının oluşmasının merkezinde güçlü bir bağlılık taahhüdünün olması vardır.

Bu prensipler Goodfriend ve King (1997) çalışmalarında da “yeni neoklasik sentezin” unsurları olarak ve pek çok akademisyen ve merkez bankası çalışanının kriz öncesinde üzerinde uzlaştığı prensipler olarak ifade edilmektedir.

Küresel ekonomik kriz, dünyadaki pek çok ekonominin derin bir durgunluğa girmesine yol açmıştır. 17’si Euro, 10’u kendi ulusal parasını kullanan 27 üyeli AB’nin küresel krizle birlikte bünyesinde meydana gelen bozulmalar “Tek Avrupa” idealinin yaşatılmasını ciddi şekilde sorgulanır hale getirmiştir. Aktif nüfusun toplam içindeki payının gerilemesi bu ülkelerdeki potansiyel büyümeyi aşağı çekerken sosyal devlet ilkesinin bir gerekliliği olarak kontrolü zor olan emeklilik ve sağlık sistemi harcamalarının da artmasına neden olmuştur. Küresel ekonomik kriz ekonomik büyümenin hızlı bir şekilde gerilemesine neden olurken, krizin etkisiyle işsizlik oranları da hızla artmıştır. Euro bölgesinde ortak para biriminin sürdürülebilirliği için AB’nin daha fazla siyasal bütünleşme, vergi, maliye ve bütçe politikası gibi alanlarda daha fazla uyum sağlaması gerekliliği artmıştır. Kriz karşısında pek çok AB ülkesi, krizin ekonomi üzerindeki etkilerini hafifletmek

amacıyla, parasal genişlemeyle birlikte kapsamlı ekonomik destek paketleri yürürlüğe koymuşlardır. AB hükümetlerinin çoğu dolaysız vergileri, sosyal güvenlik katkılarını ve KDV’yi düşürmek yoluyla hane halkı alım gücünü destekleyen önlemlerin yanı sıra doğrudan gelir desteği gibi uygulamaları da yürürlüğe koymuşlardır. Toplam desteğin yaklaşık yarısını bu tür gelir artırıcı destekler oluşturmuştur. Euro Bölgesi ülkelerinin yarısından çoğu altyapı gibi kamu yatırımları yoluyla da ekonomiyi desteklemişlerdir. AB ülkeleri vergi ve sosyal güvelik primlerinin azaltılması, KDV iadelerinin erken ödenmesi ve ihracat teşvikleri yoluyla da özel sektörü desteklemişlerdir. Ücret destekleri ve aktif işgücü politikaları ise az sayıda ülke tarafından uygulanmıştır. Ayrıca pek çok ülke iç talebi finans dışı şirketlere sermaye desteği, borç verme ve garanti sağlama, kamu yatırımlarını artırma gibi yollarla da desteklemiştir. Krizin başlangıç aşamasında söz konusu destek paketlerinin geçici olması düşünülmüşse de krizin boyutunun ve etki süresinin beklentileri aşması, destek paketlerinin planlanan takvimde sonlandırılamamasına yol açmıştır. Destek paketlerine rağmen AB ekonomileri 2008 ve 2009 yıllarında belirgin bir biçimde daralmaktan kurtulamamıştır (Mishkin, 2009: 69-70).