• Sonuç bulunamadı

1.4. Finansal Kriz Teorileri

1.5.3. Üçüncü Nesil Modeller

1997 yılındaki Güney Doğu Asya finansal krizi, birinci ve ikinci nesil modellerle açıklanamayan farklı bir karakter arz etmektedir. Bu çerçevede bu kriz farklı ülkelerde yaşanan krizlerin birbiriyle etkileşimi ve bulaşma (contagion) kavramı üzerine yoğunlaşan üçüncü nesil modellerin oluşumuna zemin hazırlamıştır. Bulaşma, bir ülkede başlayan krizin bir başka ülke için kriz ihtimali doğurması olgusudur. Bu modeller özellikle benzer makroekonomik kırılganlıklara sahip ülkelerde ortak şoklara maruz kalınması durumunda ortaya çıkan krizleri açıklamaya çalışmaktadır. Bu modellere göre bulaşmadan söz edebilmek için bir ülkede baş gösteren krizin başka bir ülkenin makroekonomik temellerini ya da o ülkenin piyasa aktörlerinin beklentilerini etkiliyor olması esastır. Burada makroekonomik temellerle ilgili etkileşim taşma (spillover), piyasa aktörlerinin beklentilerine ilişkin etkileşim ise saf bulaşma (pure contagion) kavramlarıyla açıklanmaya çalışılmaktadır (Drazen, 1999: 5-6).

Güney Doğu Asya Krizi, ülke hükümetlerinin oldukça iyi durumda olmalarına rağmen yaşanan bir kriz olması yönüyle pek çok gözlemciyi şaşkına uğratmıştır. 1997’de yaşanan krizin bir diğer ilginç yanı krizden kısa bir süre önce IMF’nin bile oldukça iyimser sayılabilecek büyüme tahminlerinde bulunması olmuştur. Krizden sonra bile, bu ülkelerin kriz riski taşıdığına veya kriz döneminde olağan dışı riskli olduğuna dair bir gösterge bulunamamıştır. Bu belirsizlik araştırmacıları yeni modeller geliştirmeye itmiştir.

Para krizlerinin nedeni ne olursa olsun, hem birinci nesil hem de ikinci nesil kriz modelleri, para ve bankacılık krizlerinin etkileşimine önem vermemektedir (Kaminsky ve Reinhart, 1998: 1). Son zamanlarda ortaya çıkan krizlere bir anlam vermek ve gelecekte yaşanabilecek krizlerin önceden bilinmesine yardım etmesi düşüncesi üçüncü nesil kriz modeline duyulan ihtiyacı artırmıştır. Bu modeller, Asya krizinden hareketle, bankacılık ve finansal sistemin rolünü vurgulayarak, para ve

bankacılık krizlerinin birbirini besleyen bir kısır döngü yarattığı fikrine dayanmaktadır. Bu modele göre, problemlerin esas kaynağı bankacılık sektöründe gizlidir. Ahlaki riskin yönlendirdiği borçlanma, yatırımlara bir tür gizli yardım sağlamaktadır. Ancak bu yardım, gözle görülür zararların oluşması karşısında, hükümetlerin gizli garantilerini geri çekmeleriyle son bulmaktadır (Krugman, 1999: 2-3).

Üçüncü nesil kriz modelleri, finansal piyasalardaki eksiklikleri temel etken olarak görmektedir. Bu modeller, tipik olarak ya devlet garantisinin varlığı şeklindeki kötü politikalar ya da asimetrik bilgi veya sözleşmelerin yerine getirilmesindeki aksaklıklar gibi bilanço etkilerini uyaran eksiklikler üzerine inşa edilmiştir. Buradaki mantık, finansal aracıların sahip olduğu yükümlülüklerin devlet garantisinde olması sebebiyle ahlaki risk problemine yol açan bir sürece dayanmaktadır. Özellikle bankaların riskli projeleri fonlamaları ile genişleyen kredi hacmi, finansal varlıkların fiyatlarını yükseltmekte ve finansal sistemin nominal olarak aşırı derecede büyümesine neden olmaktadır. Finansal balonun patlamasıyla, bu süreç tersine dönerken varlık fiyatları düşmekte, bankaların toplam kredileri içinde geri dönmeyen kredilerin payı artmaktadır. Sonuç olarak ödemeler sisteminin kilitlenmesi bankacılık krizlerine hız vererek para krizlerini de beraberinde getirmektedir (Krugman, 1999: 3-4).

İlk iki kriz modeli de genel itibariyle krizlerin hükümet başarısızlıklarından kaynaklandığı üzerine odaklanmaktadır. Birinci nesil modeller tutarsız makroekonomik politika uygulamalarını, ikinci nesil modeller de hükümetin sabit kur rejimini sürdürüp sürdürememe konusundaki güven yetersizliğini ön plana çıkarmaktadır. Asya krizleri ile birlikte hükümetin üçüncü bir başarısızlığı olan finansal piyasaları gerekli denetim ve yönetimden yoksun bırakma durumu ortaya çıkmıştır ki bu da krizin ortaya çıkışındaki en önemli faktörlerden biridir.

Krugman (2001) üçüncü nesil modellerde üç temel kriz nedeni üzerinde durmaktadır. Bunlar:

‐ Ahlaki tehlike kaynaklı yatırımlar; dış borç ile finanse edilen yatırımların aşırı biçimde yapılması ve daha sonra bu sürecin tersine dönmesi,

‐ Ödemeler bilançosu bozulmalarının döviz kuru üzerinde yarattığı baskıdır. Birçok ülkenin dışa açık ticaret politikaları izlemesi, özelleştirmenin hızlanması, özel sektörün kredi bulma olanaklarının genişlemesi ve hükümetin denetimi altındaki yurtiçi kredilerden başka olanak elde etme olanağının sağlanması, bir anlamda hükümet ve özel sektör arasındaki ortaklığı genişleterek sağlıksız bir yapıya dönüştürmektedir. Finansal serbestlik ve ahlaki tehlike banka hücumlarına yol açarak mevduatın yurt dışına sermaye olarak çıkmasına ve döviz kuru üzerindeki baskının artarak sabit kur sisteminin terk edilmesine neden olabilmektedir (Krugman, 2001: 3-4).

Üçüncü nesil kriz modellerinde, asimetrik bilginin sonuçları olan ahlaki tehlike ve ters seçim sorunları ile ülkeler arasındaki ticari ve finansal ilişkilerin etkisinin görüldüğü yayılmacı etkiler üzerinde durulmaktadır. Asya Krizi’ndeki sorun ahlaki tehlike kökenli bir sorundur. Asya krizi finansal kurumların yeterli denetim ve gözetimden yoksun olmalarına karşın, devlet garantisi altında olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu kurumların aşırı riskli borçlar vermeleri, varlıkların fiyatlarını yükseltmekte ve enflasyona neden olmaktadır. Riskli borç vermenin sürmesi ise riskli varlıkların fiyatlarını yükseltmekte ve finansal balonun daha da şişmesine neden olmaktadır. Daha sonra balon patlamakta ve kriz bu sürecin tersine doğru işlemesini içermektedir. Varlık fiyatları düşmekte ve düşen varlık fiyatları iflaslara neden olmaktadır. Bu süreçle birlikte Asya ekonomilerinin yaşadığı kendi kendini besleyen krizler ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Asya ekonomilerinde yaşanan kendi kendini besleyen krizler ile zayıf ticari ilişkilere sahip ekonomiler arasındaki yayılma olgusu da üçüncü nesil modellerin en tipik özelliklerinden birisidir (Krugman, 2001: 2‐3).