• Sonuç bulunamadı

2.6. RUSYA’NIN TÜRKİSTAN İSTİKAMETİNDE YAYILMA SİYASETİ

2.6.5. Rusya’nın Kazakları Hâkimiyeti Altına Alması

2.6.5.2. Rusların Kazakistan’ı İşgali

Kazak boylarından kısaca bahsettikten sonra, Rusya’nın Orta Asya istikametinde ilerlerken anahtar olarak değerlendirdiği Kazakistan topraklarını nasıl bir süreç sonucunda işgal ettiğini anlatmaya çalışacağız. Bu işgal süreci birkaç yılda gerçekleşmemiştir. Göçebelik kültürünü yoğun bir şekilde yaşatan Kazaklar, bu özelliklerinden dolayı Rusları oldukça uğraştırmışlardır. Ruslar, Kazakların bu özelliğini manipüle etmek için uzun uğraşlar vermiştir. Kazakların dağlı bir kabile olduğunu düşünen Ruslar, onları yerleşik hayata geçirmek ve ehlileştirmek için onların arasında İslam’ın yayılması taraftarı bile olmuştur. Kazan’ın işgal edilmesinden sonra hâkimiyetlerine aldıkları Tatarları bu iş için vazifelendirmişlerdir. Tatarların İslâm misyonerliği yapmasını destekleyen Ruslar, bir süre sonra bu politikadan vazgeçmişlerdir.

Rusya’nın Orta Asya’yı işgal etmeden önce, bir nevi ön hazırlık olan diğer işgal faaliyetlerinden yukarda bahsetmiştik. Rusya’nın devlet politikasını belirleyen ve yüzyıllar boyunca sürecek olan yayılma stratejilerini çizen I. Petro, Kazakistan’ın alınmasını işaret eden kişiydi. Bu uğurda savaşlar vermiş olmasına rağmen şartların olgunlaşmamış olmasından dolayı onun zamanında bu gerçekleşmemiştir.

XVIII. yüzyılda Rusya’nın güneye ve doğuya doğru yayılışı iki eksen üzerinde gelişti. Birincisi; Karadeniz’in her iki tarafından (Balkanlar-Kafkaslar) Osmanlı İmparatorluğu topraklarına, ikincisi de Türkistan yönünde Kazak steplerine doğru oldu. Rusya, Baltık Denizi ve Karadeniz vasıtasıyla Avrupa’ya açılıp Sibirya’yı işgal ederek doğu devletleriyle ticaret yapma yollarını araştırmaktaydı. Tabi ki; amacına

sahrasını Asya’nın anahtarı olarak gören I. Petro, Kazak yurdu için; “Kazak Ordaları bütün Asya memleketlerinin anahtarı ve kapısıdır. Bu yüzden, bu ordaları kendimize bağımlı hale getirmeliyiz” demekte ve Rusya’nın gelecekteki politikasını da bu sözleriyle belirlemiş olmaktaydı (Akgün, 2008, s. 140).

Ayrıca burada belirtmek gerekir ki I. Petro Türkistan hanlıkları ile de birtakım münasebetler kurmuştur. XVIII. yüzyılın başlarında Hive hanlığına askeri bir keşif heyeti gönderen I. Petro, Hive hanının kurnazca politikası sonucunda başarısız olmuş ve bu cihetten Türkistan’a hâkim olunamayacağını anlamıştır.

Rusya’nın yüzyıllarca süren siyaseti, I. Petro’nun haleflerine bıraktığı vasiyetname ile yakından ilgilidir. I. Petro, Kazakistan ile ilgili vasiyetnamesini şu şekilde dile getirmiştir: “Doğu ile ilişkide; Kazakistan’ın elde edilmesi kilit ve kapıdır. Bunun için milyonlarca para harcansa bile Kazakistan’a baş eğdirmeli ya da hiç olmazsa, orada Rusya’nın tesiri yerleştirilmelidir”. Dikkat çekici bir husus ise I. Petro’nun belirttiği gibi milyonlarca lira para harcamadan onun ölümünden birkaç yıl sonra Kazakistan’ın işgali gerçekleşmiştir (Ziyayev, 2007, s. 58). İşgal sürecinde harcanmayan para, hâkimiyetin yerleştirilmesinde uygulanan katı tutumlar dolayısıyla isyanlara karşı harcanmıştır. Nitekim Rusya, XIX. yüzyılın ortalarına kadar Kazakistan’da tam olarak hâkimiyetini sağlayamamıştır.

Rusya’nın Kazakistan topraklarını işgal etmeye başladığı dönemde Kazakların yaşadıkları coğrafya çok geniş bir alanı kapsamaktaydı. Özellikle Sırderya Nehri kıyılarında yoğunlaşan şehir yerleşimleri dışında bu Türk boyları genellikle göçebeydi. Batı Kazakistan coğrafyasını yurt tutan Küçük Cüz Kazakları, Orta ve kuzey Kazakistan’ı sahiplenmiş olan Orta Cüz Kazakları ve Güney Kazakistan’ı sahiplenen Ulu Cüz Kazakları bir birleriyle olan mücadelelerden ve Moğolistan’dan gelen Cungar27 saldırılarından dolayı kuzeyden yaklaşmakta olan tehlikenin hiç farkına varmamışlardır (Doğan, 2005, s. 148-149).

27 Türk yazıtlarında Kalmak; buna karşılık Avrupa edebi metinlerinde Kalmuklar olarak nitelendirilen

Bu tablodan da anlaşılacağı üzere, kuzeyden gelen ve bütün Asya’yı tehdit eden Ruslara en uzak konumda olan Ulu Cüz Kazaklarıydı. Küçük ve Orta Cüz Kazakları Rusya’ya komşu olmuşlardı ve birbirleri arasındaki rekabetten dolayı onunla ittifak arayışına bile girişmekten çekinmemekteydi. Aslında bu meziyet, tüm Türkistan coğrafyasında, tarihin belirli dönemlerinde görülebilen şaşılacak bir durumdur. Aynı ırktan geldiğini bilen, birbirini kardeş olarak telakki eden bu insanlar, menfaatleri çatıştığı zaman, hem Rusya’yı hem Çin’i hem de İngiltere’yi kendilerine müttefik tutmaktan geri kalmamıştır. Onların bu meziyetini çok iyi bir şekilde kavramış olan Ruslar, onların arasında nifak tohumları atarak bu tohumların yeşermesini beklemeyi bir siyaset olarak sürdürmüşlerdir. Tarihi süreç değerlendirildiği zaman, Rusların bu siyasetinin başarısız olmadığı görülecektir. Bir örnek verecek olursak; Kazakistan’ın bağımsızlığı için yıllarca savaşan ve Rusları oldukça zorlayan Sultan Kenesarı, ne yazıktır ki kendi soydaşları olan Kırgızlar (Orman Han) tarafından1847’de Fergana dolaylarında (Fergana/Hokand Hanlığı sınırları içerisinde) öldürülmüştür (Valikhanov, 2007, s. 103).

Üçe ayrılmış olan Kazak boyları içerisinde en güçlü olanı Ulu Cüz Kazaklarıydı. Fakat bu Kazak grubu bulunduğu konum itibariyle Moğolistan’dan gelen Cungar/Kalmuk saldırılarını ilk göğüsleyen gruptu. Cungar Hanlığı Altay ve Tarbagatay eteklerinde 1635’te kurulmuştu. Onların kurulduğu dönemde Kazaklar siyaseten parlak dönemlerini yaşamaktaydılar. Fakat bu hanlık kurulur kurulmaz komşu oldukları Kazaklar üzerine seferler yapmaya ve yağmalar gerçekleştirmeye başlamıştı. Cungar saldırıları 1635’ten 1710 yılına kadar aralıksız devam etti ve üç Kazak boyunu da canından bezdirdi. Bu duruma bir dur demek isteyen Kazaklar, birlikte hareket etme kararı aldılar. Nihayet 1710 sonbaharında Karakurum’da üç Kazak cüzünün lideri bir araya geldi. Bu toplantının temel amacı Cungar saldırılarına karşı birlikte hareket edilmesi ve intikam alınmasıydı (Galiev, 2007, s. 65-66). Fakat bu birliktelik de Cungarların saldırılarını durduramadı. Cungar saldırıları XVIII. yüzyılın ortalarına kadar devam etti ve bütün Kazak, Özbek ve Karakalpak boylarını oldukça yıprattı. En ağır darbeyi ise Kazaklar aldı. Cungar saldırıları Kazakların Rusya tarafından işgal edilmesindeki en büyük etkenlerden birisidir. Onların Kazaklar üzerinde açtığı derin yaralar, Rusya’nın işini kolaylaştırmıştır (Saray, 2002a, s. 563).

Birliğini kaybeden Ulu Cüz Kazakları, Cungarların da hücumlarıyla XVIII. yüzyılın başlarında siyasi ağırlığını kaybetmiş bulunuyordu (Devlet, 1999, s. 30). Bu yüzden Cungarların 1723’te itaat altına aldıkları ilk kurban Ulu Cüz Kazakları olmuştur. Bu Kazak grubu 1750-58 yılları arasından Cungar hâkimiyetinden kurtulmayı başarmıştır. Fakat çok geçmeden güney komşuları olan Hokand/Fergana Hanlığı’nın hâkimiyeti altına gitmişlerdir (Hayit, 2004, s. 24).

Rusların bir yolunu bulup Kazakları himaye altına almak istedikleri bir dönemde, Küçük Cüz Kazakları içerisinde otoritesini sağlayamamış olan Ebul Hayr Han, muhaliflerini sindirebilmek adına Ruslardan yardım talebinde bulunmuştur. Kazakların Rusya hâkimiyetini talep ettikleri dönemde Rusya tahtında Çariçe Anna İvanovna (1730-1740) bulunuyordu (Çapraz, 2011, s. 54). Rusya, 1730 yılında gelen bu isteği elbette ki geri çevirmemiştir. Bu isteği canı gönülden kabul eden Ruslar, bu sayede daha önce boyun eğdiremedikleri Hive Hanlığı’nı kuşatmış olacaklardı (Ziyayev, 2007, s. 59).

Kazakların koruyuculuğunu üstlenmek ve onlardan imtiyazlar elde etmek peşinde olan Ruslar, hiç vakit kaybetmeden A.I. Tevkelev idaresindeki bir Rus heyetini hemen Ebul Hayr’ın hâkimiyet merkezine gönderdiler. Bir süre devam eden görüşmeler neticesinde 1731’de Küçük Cüz Kazaklarının Rus vatandaşlığına geçirildiğine dair belgeler hazırlandı ve karşılıklı olarak Ebul Hayr’ın hükümet merkezinde imzalandı (Yerofeeva, 2007, s. 75-76). Bu demek oluyordu ki Rusya amacı doğrultusunda sağlam bir adım atmıştı.

1731 yılında Çariçe Anna İvanovna, Küçük Cüz Kazaklarının özgür iradeleri ile Rus devletinin koruyuculuğu altına girdiklerini belirten bir yarlığı imzalamasıyla, bu Kazak grubu bir anda Rusya hâkimiyetine alınmış oldu (Ziyayev, 2007, s. 59). Aslında Ebul Hayr Han’ın yanındaki devlet adamları Rusya’nın himayesini istemiyorlardı. Onlara göre Rusya ile barış içinde yaşanması daha hayırlı olacaktı. Fakat bu karşıt fikirlere sinirlenen Rus elçisi Tevkelev, Rusya’ya bağlı olan Kalmuk, Başkurt, Kossak ve Sibiryalıların Kazaklar üzerine hücum edeceği yöndeki tehdidi karşıt fikirleri sindirmiştir (Saray, 2002, s. 122).

Rusya elbette ki bu noktada kalmayacak bir ileri adım atmak için fırsat kollayacaktı. Nitekim öyle de olmuştur. Çok geçmeden bir iki yıl içerisinde yine Küçük Cüz Han’ı

Ebul Hayr’ın teşebbüsleri ve telkinleri ile Orta Cüz Kazakları da Rusya hâkimiyetine geçmiştir. Rusya’nın iki Kazak boyunu da hâkimiyetine almasıyla Orta Asya’nın kapısı onlara açılmış, uçsuz bucaksız ovaların, önemli ticaret yollarının, değerli tabii zenginliklerin hâkimiyeti de onların ellerine geçmiştir(Ziyayev, 2007, s. 59). 1782 yılına kadar Rusya, Küçük Cüz Kazaklarına başka bir devlet gibi muamele yapmıştır. 1854 tarihine gelindiği zaman, Rusya tek taraflı olarak bu Kazak grubunun topraklarını Rusya’nın bir eyaleti olarak ilan etmiştir (Hayit, 2004).

İşgal ettiği bütün topraklarda kalıcı olmayı hedefleyen Rusya, ele geçirmiş olduğu bir toprak parçasını, bir ileriki harekât için üst olarak kullanmıştır.. Bu bağlamda Orenburg şehri kilit bir vazife görmüştür. Türkistan’ın anahtarı olarak telakki edilen Kazakistan’ın Orenburg şehri vasıtasıyla güvence altına alınması hedeflenmiştir. Burada 1734’te etrafı surlarla çevrilmiş bir kale inşa edilmiş ve çevreden geçen bütün ticaret yollarının rotası buraya bağlanmıştır. İleride de göreceğimiz üzere, Türkistan coğrafyasının işgali gerçekleştirileceği zaman Orenburg, Rusya’nın karargâh üssü olarak kullanılmıştır. Burada bulunan yetkililer karar alma mekanizmasında en üst sırada yer almıştır. Bu şehrin gelişmesine oldukça önem veren Ruslar, şehrin Taşkent, Türkistan, Hocend, Hive ve Buhara gibi ticaret merkezleri ile bağlantılarının kurulmasını sağlamışlardır.

1744 yılına gelindiğinde, adeta kalenin onuncu yılını kutlarcasına Orenburg valiliği tahsis edilmiştir. Bu valiliğin sınırları o kadar genişti ki Hazar Denizi, Batı Sibirya ve Kazak çölleri arasındaki uçsuz bucaksız toprakları kapsıyordu. Rusya’nın Orenburg’u merkez üst olarak kullanmasının yanında Omsk (1715), Jelezink, Petropavlovsk, Semipalatinsk (1718), Ustkameogorsk (1720) gibi başka kaleler de kurulmuştur. Bunlar gibi 60’dan fazla küçüklü büyüklü askeri istihkâmlar kuran Ruslar, Kazakistan’da kalıcı olduklarını ve Türkistan’ı tehdit ettiklerini bu yıllardan itibaren göstermişlerdir (Ziyayev, 2007, s. 61).

Türkistan istikametinde ilerleyen Rusya, ele geçirdiği bütün topraklarda misyonerlik faaliyetlerini sürdürmüştür. Bu coğrafyada yaşayan halkların kültürlerini, dinlerini, sosyal yaşantısını, komşuluk ilişkilerini sürekli takip eden Rusya, onların zaaflarının olduğu konularda özellikle ısrarcı olmuştur. Göçebeler arasında, İslam dininin etkisi bu dönemde oldukça az idi. Ruslar bunu anladığı için Kazak grupları arasında İslam

dininin yayılmasını farklı bir sebepten dolayı istemiştir. Bu düşüncenin amacı; İslam dini sayesinde göçebe Kazakların yerleşik hayata geçmesi ve savaş gücünün yok olmasıydı.

Tatarlar bu misyonerlik faaliyetleri için aktif bir şekilde kullanılmıştır. Ruslar, dini konularda oldukça hassas olan Tatarları Kazakların İslamlaşması için bölgeye göndermiştir. Hatta Orenburg’ta açılan ilk medrese de Tatarlar tarafından açılmıştır. Türkistan coğrafyasında açılan birçok medresenin açılmasına ve eğitim vermesine katkı sağlayanlar da Tatarlar olmuştur. Rusların, Kazakların dini yaşantısı ile ilgili tespitleri de oldukça ilginçtir. Belirtildiğine göre; Türklerin eski dini olan Şaman inancı ile İslam inancı Kazak grupları içerisinde yan yana varlığını sürdürmüştür. Dışarıdan bakıldığı zaman, Kazakların örf-adetlerinin, kendine ait yaşam şekillerinin, ibadet konusundaki tutumlarının bu çift dinli yapının bir ürünü olduğu görülür. Bu konu hakkında Mirzahmetov, “Bukhara Meymanının Jazbası” (Buhara Misafirinin Notları) adlı eserinde şu şekilde bir görüş dile getirmiştir:

Kazaklar günümüzde dahi puta tapmaktadır. Dolayısıyla namaz kılmalarına rağmen Kazakları kâfir olarak tanımlamak daha uygun olabilir. Onlar hâlâ Güneşe tapıyorlar… Kendi topraklarından geçen Müslümanlarla alay ediyorlar” (Mirzahmetov, 2012, s. 15). Yazar, bu şekilde yazarak Kazakların dini yaşantısı ile ilgili sıra dışı bilgiler vermiştir. Seyahatname tarzında yazılan bu tarz eserlerde abartıların çok olduğu ilim dünyasında gayet tabii bilinmektedir. Yazar burada aşırıya kaçmış ve belki de yorumlarına duygularını katmıştır. Fakat eleştiri süzgecinden geçirdiğimiz zaman abartılı taraflarını bir kenara bırakırsak, Kazakların yerleşik hayata geçtikleri XIX. yüzyıla kadar İslam dinini tam olarak benimsemedikleri de bir gerçektir.

Bizi bu düşünceye iten birçok sebep vardır. Kazakların yaşayış şekilleri ile ilgili olarak günümüze kadar gelen bazı özellikler bu iddiaları bir nebze olsun destekler mahiyettedir. Günümüzde de görülmektedir ki Şamanist geleneklerden bazıları hala canlı bir şekilde Kazaklar arasında yaşatılmaktadır. Pazar yerlerinin tütsülenmesi, mezarların oldukça fazla süslenmesi, mezar üzerine demirden kafesler yapılması, düzenli olarak yapılan türbe ziyaretleri gibi gelenekler Kazaklar arasında oldukça yaygındır.

Kazakların dini yaşantısı ile ilgili olarak Akmola askeri valisinin gizli ibaresi ile yazmış olduğu bir mektup şöyle demektedir:

“Kazaklar kendilerini Müslüman olarak adlandırıyor olsa bile özel hayatlarında yani dini ve ahlaki yönden Kur’an’a ve Şeriat’a değil, kendi geleneklerine dayanmaktadırlar… Hz. Muhammed’in verdiği bilgileri pekiyi bilmediklerinden Kazaklar fanatizm duygusundan uzaktırlar ve Ruslara çok kolay uyum sağlayabilirler” (Mirzahmetov, 2012, s. 15). Bu mektup da göstermektedir ki Kazaklar İslam dininin vecizelerini yerine getirme konusunda çok da tutucu değillerdir. Rusya’nın bu tarz tespitleri, Kazakların Hıristiyanlaştırılması ve Ruslaştırılması konusundaki iştahını kabartmıştır.

Rusya, Kazakistan topraklarını işgal etmeye başlar başlamaz sömürge düzenini de bu topraklarda tahsis etmeyi bir siyaset olarak belirlemiştir. Onun, bu siyaseti uygulamaya koyması ve Ural Kazaklarını (Rus Kazakları/Kossaklar) desteklemesi Kazakların isyan etmelerindeki en büyük etkendir. Bağımsızlığına düşkün olan Kazaklar, XVIII. yüzyılın sonlarına gelinirken Rus siyasetinden kaynaklı olarak otlak sıkıntısı çekmeye başladılar (Valikhanov, 2007, s. 98).

Rusya’nın bu adaletsiz tutumu karşısında Kazak halkı Ruslara ait olan ne var ne yok her şeyi yağma etmeye başladı. Bu isyanları bastırmak için Ruslar Kossakları onların üzerine sevk etti ve katliam şeklinde isyan bastırıldı. Ancak bu isyanın bastırılma şekli halkı milli bir direnişe sevk etti ve Sırım Batur önderliğinde 1783’te Kazaklar büyük bir isyan başlattı. Bu isyan yaklaşık olarak 15 yıl aralıksız devam etti. Fakat 1796-1797 tarihlerinde çıkan salgın hastalıklar yüzünden Kazakların hayvanlarının çoğu telef oldu ve halkın direnme gücü azaldı (Saray, 2002, s. 124).

Kazak halkının milli duyguları tarihin her döneminde edebi söylemlere yansımıştır. XVIII. yüzyılın son çeyreğinde Cungarlara karşı verilen mücadelelerde gösterilen kahramanlıklar; Aktamberdi, Ümbetey, Tötikara gibi ozanların eserlerine yansımıştır. Yine XVIII. yüzyılın sonlarında Ruslara karşı verilen mücadelede, milli kahramanları ve askerleri motive etmek için onları mücadeleye çağıran şiirler söylenmiştir (Söylemez, 2002). Her ne kadar böyle şiirler söylenmiş ve milli mücadele konusunda askerler motive edilmiş olsa da diğer soydaşları ile birlikte

bir şekilde kullanmıştır. Rusya, kendilerine karşı bir Türk boyu isyan edecek olursa, bir diğerini ona karşı kışkırtarak bu problemi çözebileceği konusunda bir kanıya varmıştır. Nitekim bunun birçok örneğini de bu süreçte görmekteyiz (Saray, 2002a, s. 563).

Rus yönetimi, ilk başlarda Kazak hanlarının hâkimiyetlerini sürdürmelerine müsaade etmiştir. Ancak 1820’lerde Çarlık Rusya’sı sömürü politikasında başarılı adımlar atmış ve Kazak Cüzlerinin bir han altında birleşmesine karşı çıkmıştır (Ölçekçi, 2009, s. 125). Rusya’nın bu siyaset değişikliği, Kazaklar arasında infiale sebep olmuş ve Rus düşmanlığı gün geçtikçe güç kazanmıştır. Birbiri ardına çıkan Kazak isyanları Rusya’yı hem maddi açıdan hem de manevi yönden oldukça yıpratmıştır. Yaklaşık 200 bin silahlı kuvveti etrafında toplamayı başaran Orta Cüz Han’ı Abılay Han’ın torunu Sultan Kenesarı, Rusya’ya karşı 1837’de büyük bir isyan başlatmıştır. Onun amacı dedesi Abılay Han zamanında olduğu gibi Kazakların tekrardan hanlık ile yönetilmesiydi. Yaklaşık olarak 10 yıl boyunca Rusya’yı mağlubiyete uğratan Sultan Kenesarı, 1844 yılında çok büyük bir ün kazanmıştı. Fakat onun hızlı yükselişi, her zaman olduğu gibi kardeş halklarını tedirgin etmiştir. Onun Hokand Hanlığı topraklarını işgal edeceği gibi bir söylenti yayılmıştır. Rusya’nın kışkırtmaları neticesinde Kırgızlar ona karşı cephe almıştır. Neticede verdiği özgürlük mücadelesiyle Rusya’nın yenilmezliği fikrini yıkmayı başaran bu batur (yiğit savaşçı) kendi soydaşları olan Kırgızlar tarafından28 1845’te öldürülmüştür (Saray, 2002, s. 125).

Türkistan coğrafyasının uğradığı bu kanlı istila, Kenesarı’nın başlattığı özgürlük mücadelesi ile ilk kez büyük çaplı bir karşılık bulmuş oldu. Bundan önceki isyanlar bu kadar büyük bir yankı uyandırmamıştı. İstila karşısında milli bir duruş sergileyen Kenesarı, istilanın gerçek yüzünü de ilk kez ortaya çıkarmıştır (Allabergen, 2009, s.

28 Hokand Hanlığı’nın kuzey bölgelerinde yaşayan Kırgızlar, bu dönemde güçlü yerel hanlar

tarafından idare ediliyordu. Kenesarı ile mücadele eden Kırgız grubunun lideri Orman Han isimli bir Kırgız idi. Orman Han’ın askeri açıdan bilgi ve tecrübesi oldukça iyi olduğundan, düşmanlarını şaşırtmayı başarmaktaydı. Kenesarı askerleri ile birlikte üzerine geldiği zaman, gece vakti askerlerine otları yaktırmış, bu meşale şeklindeki otların kalabalık görüntüsüyle düşmanını korkutmuştur (Öskön, 2018, s. 83).

98). Bu mücadele lideri, esaretten kurtulmak için gerekli olan yegâne anahtarın birlik olduğunu dile getirmiştir. Birlik sözleriyle tüm Türkistan coğrafyasını mücadeleye davet eden bu Kazak yiğidi, kendi soydaşları tarafından öldürülmüştür (Çağatay, 1979, s. 28). Aslında bu durum bize göstermektedir ki XIX. yüzyılda Türkistan coğrafyası derin bir ayrışmanın içerisine düşmüş durumdaydı.

Kenesarı’nın ölümünden sonra özgürlük mücadelesi etkisini kaybetmiş ve Rusya’nın Kazakistan’ı işgal süreci bir nevi tamamlanmıştır. Çünkü bu tarihten sonra birliklerini kaybetmiş olan kabileler kolaylıkla itaat altına alınabilecekti. Rusya açısından askeri problemler de büyük oranda ortadan kalkmış oldu. Ruslar askeri harekâtlarını genel olarak kış mevsiminde gerçekleştirdiler ki, bu zamanda halkın hareket kabiliyeti oldukça kısıtlıydı (Baumann, 2002, s. 580).

XVIII. asrın sonları ve XIX. asrın başlarında Türkistan steplerini dolduran Kazak- Kırgız Türklerinin büyük bir kısmı, birbiri ardına Rus esaretine düşmüş, bu akıbeti kendilerine yediremeyenler de ya Doğu Türkistan’a ya da Batı Türkistan’ın o zamana kadar istilaya uğramamış olan bölgelerine sığınmışlardır (Y.T, 1953, s. 14).

Kazak bölgelerine giren Çarlık Hükümeti, buralarda daha sağlam tutunabilmek için Ural, Orenburg ve Yedisu (Semireçensk) bölgelerinde Rus kolonilerinden yerleşim birimleri oluşturdu. XIX. yüzyılın ilk yarısında Kazak ve hatta bazı bölgelerde Kırgızların da bulunduğu coğrafyaların Rus birlikleri tarafından ele geçirilme süreci devam etti. Rusların Kazak, Kırgız29 ve Türkistan Hanlıkları yönünde ilerlemesi Türkistan içindeki huzursuzluklarla da ilgiliydi (Çapraz, 2011, s. 55).

Türkistan coğrafyası, Batı Sibirya ile Kırgız bozkırı ve Batı Çin arasında cereyan eden alışverişin merkeziydi. Zaman zaman şehirler arasında gidip gelen kervanlara

29 Kırgız Türkleri: Çin kaynaklarına bakılırsa, M.Ö II. yüzyıldan beri Kırgız topluluğu mevcuttur ve

Cenubi Sibirya’da, Yenisey ırmağının baş havzasında oturan mühim bir Türk topluluğu idiler. IX. asırda cenuba doğru çıktılar ve Uygur Hanlığını yıkarak yerine bir Kırgız Hanlığı kurdular. Lakin bir asır sonra Kıtaylar’a yenilerek tekrar eski yerlerine çekildiler ve Moğol imparatorluğu devrine kadar oralarda yaşadılar. Kırgızların bir kısmı XV. asırda batıya doğru göç ederek Çağatay, Kazak ve Özbek hanlıkları topraklarında yerleştiler. İşte bu devreye kadar Kırgızların Türk camiası içinde belki az karışmış bir topluluk olarak yaşamış oldukları vaki sayılabilir. Fakat yeni yerlerine yerleştikten sonra Kazak, Özbek ve Çağatay uluslarıyla haşır neşir olup son derece karışmışlardır. Bu itibarla, şimdi Kırgız adı altındaki Türk topluluğunu eski tarihteki Kırgız topluluğunun aynıdır diye iddia etmek

yerel halk veya gruplar tarafından saldırılar yapılmaktaydı. Dolayısıyla Rus birlikleri ticaretin güvenliğinin sağlanmasını gerekçe göstererek de Türkistan’daki iç bölgelere girmekteydi.

Bu dönemde yerli Kazak gruplarının (Orenburg bölgesi ve Sibirya bölgesi Kazakları) kendi aralarındaki mücadeleler, Rusya’nın tabiiyetine girmiş Kazak gruplarının, yerel otorite tarafından cezalandırılma teşebbüsü ve Rus kervanlarına saldırılması gibi sebepler, Rus birliklerinin bölgeye seferlerinin başlıca gerekçeleri arasında yer aldı (Çapraz, 2011, s. 56).

Ruslar idareleri altına geçirmiş oldukları Türk unsurların arasında birleşme olma