• Sonuç bulunamadı

Ruanda Müdahalesi

Dünya, 1990‟larda Ruanda‟da tarihinin en acımasız soykırımlarından birine tanıklık etmiĢtir (Solberg, 2012). 6 Nisan 1994‟te devlet baĢkanı Habyarimana‟nın öldürülmesiyle Ruanda‟da bir iç savaĢ baĢlamıĢtır. YaĢanan bu krizle birlikte Ruanda nüfusunun çoğunluğunu oluĢturan 800.000 Tutsi hayatını kaybetmiĢtir. Bir görüĢe göre (Sencerman, 2000: 35) 1994 yılında vuku bulan Ruanda Soykırımı, Nazi Almanyası‟nda gerçekleĢtirilen Yahudi Soykırımından sonra dünya tarihinde en büyük ikinci soykırımdır. 1994 yılında 100 gün gibi kısa bir süre içinde yaklaĢık bir milyon Tutsi ile muhalif ve ılımlı Hutu vahĢice katledilmiĢtir.

Ruanda‟ya yapılan insani müdahaleyi incelemeden önce ülkenin bulunduğu coğrafyayı, iç savaĢın tarihsel arkaplanını anlamak adına ülkenin tarihsel geliĢimini ve Ruanda‟nın hukuki ve siyasal yapısını ele almak yerinde olacaktır. Afrika kıtasında, özellikle Sahraaltı Afrika‟da yaygın adıyla Kara Afrika‟da iĢlenen insanlık suçları, dünya toplumu tarafından çoğu zaman kabile çatıĢmalarının ve müzminleĢmiĢ iç savaĢların olağan bir parçası olarak görülmüĢtür. Nüfusunun %85‟i Hutu ve % 15 Tutsi‟lerden oluĢan Ruanda‟daki soykırım da birçok uzman tarafından etnik gruplar arasındaki bir kabile savaĢı olarak değerlendirilmiĢtir (Verwimp, 2006:5)

Ruanda‟yı tarihsel geliĢimi bağlamında üç ana dönem altında incelemek mümkündür: Ruanda‟nın bağımsız bir monarĢi olarak var olduğu koloni öncesi dönem; önce Almanya, sonra Belçika koloni idaresi altında geçen koloni dönemi ve 1960‟larda bütün Afrika‟da baĢlayan bağımsızlık hareketleriyle devam eden koloni sonrası dönemdir. Almanya ve Belçika koloni dönemlerinden önce Ruanda topraklarında güçlü bir krallık vardı (Öztürk, 2011:67). Almanya koloni idaresi, 1894‟ten Birinci Dünya SavaĢı‟nın sonuna kadar devam eden Ruanda, 1914 sonrası Milletler Cemiyeti mandası olarak Belçika‟ya verilmiĢtir (Melvern, 2000:19). 1920‟li ve 1930‟lu yıllarda Avrupa‟da yükselen faĢizm ve ırkçılık dalgası kolonileri de etkilemiĢtir; ırk kökenlerini belirlemek üzere Ruanda‟da kafatası ölçümleri gerçekleĢtirilmiĢtir. 1933‟te Belçika idaresi nüfus sayımı yapmıĢ ve nüfusu Hutu, Tutsi ve Twa olarak üçe ayırmıĢtır.

Öte yandan, Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan sonra BM koloni ülkelerinde yaĢayan insanlara özgürlük, adalet ve koruma sözü verdiğinde, Ruanda konusuna müdahil

olmuĢ, Vesayet Konseyi adı verilen özel bir konsey oluĢturulmuĢ ve böylelikle Ruanda, Milletler Cemiyeti mandasından BM Vesayet Bölgesi altına sokulmuĢtur. (Melvern, 2000:11).

Ruanda‟da bağımsızlık süreci öncesi ve sonrasında ülke sınırları ve siyasi kurumları kesintiye uğramadan devam etmiĢtir. Diğer bir ifadeyle, koloni öncesinden koloni ve bağımsızlık dönemlerine kadar sınırlar ve kurumlar değiĢmemiĢtir. Afrika kıtasının genelinde, Avrupalılar kabile siyasetinin ön plana çıkmasını sağlarken, Ruanda‟da tüm siyasi ve sosyal sistemlerin temelini ırka dayalı bir yapının oluĢturması sağlanmıĢtır. Ayrıca, Afrika kıtasında ülke milliyetçiliklerine sıklıkla rastlansa da Ruanda‟da ırk milliyetçiliği hâkimdir. Örneğin Hutular bağımsızlıklarını Belçikalılara karĢı değil, Tutsi ırkına karĢı kazandıklarını belirtmektedirler (Newsbury:180-81).

Soykırıma yol açan iç savaĢa giden yolda Ruanda‟daki Sosyal Devrim önemli rol oynamaktadır. 1959 Sosyal Devrimi, Ruanda tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Devrim ayrıcalıklı Tutsi elit tabakasının sahip olduğu devlet egemenliğinin sonunu iĢaret etmektedir. 1960 yılından itibaren koloni yöneticileri Tutsi Ģeflerini Hutular ile değiĢtirmeye baĢlamıĢlardır (Magnarella: 809). Koloni sonrası dönem, Ruanda‟nın üçüncü dünya ülkesi olarak uluslararası politikaya adım attığı; Sosyal Devrim‟den beri baĢ gösteren etnik iç çatıĢmalarla birlikte bir iç savaĢa sürüklendiği; soykırıma giden yolda önemli bir dönemdir. Batının etkisi açısından değerlendirildiğinde, bu dönemin koloni döneminden pek farklı olduğu ileri sürülemez. Bu dönem, II. Dünya SavaĢı sonrasında kurulan Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi kuruluĢlarla Fransa, ABD ve BirleĢik Krallık gibi Batılı büyük güçlerin Ruanda siyasetine müdahil olduğu bir dönem olmuĢtur.

Koloni idaresinin son bulması ve siyasi iradenin Hutulara geçmesiyle Ruanda‟da yeni bir dönemin baĢladığı bilinmektedir. Yüzyıllardır ikinci sınıf bireyler olarak yaĢamıĢ Hutular artık egemendir ve siyasi iradeyi ellerinde bulundurmaktadır. Hutular, Tutsilere, yabancı ve sömürgeci güçlerden daha iĢgalci bir halk gözüyle bakmaktadır. Böylesi bir ortamda bağımsızlığını ilan eden Ruanda‟daki koloni sonrası tarihsel süreci üç farklı dönemde incelemek mümkündür: I. Cumhuriyet Dönemi, II. Cumhuriyet Dönemi ve Ġç SavaĢ Dönemi (Sencerman, 2000: 46). 1962 yılında Ruanda bağımsızlığını ilan ederek ilk defa seçimlere girmiĢtir. Seçimler

sonucunda Tutsilere karĢı sertlik yanlısı politikalarıyla tanınan Kayibanda baĢa geçmiĢtir.

1990‟lara gelindiğinde dünyadaki değiĢimden etkilenen ülkede muhalif bir basın ortaya çıkmıĢ; hükümete eleĢtiri artmıĢ ve demokrasi talepleri baĢlamıĢtır ve 1 Ekim 1990‟da mülteci Tutsilerin ve çocuklarının kurduğu Ruanda Yurtsever Cephesi, Uganda üzerinden Ruanda topraklarını iĢgale baĢlamıĢtır (Öztürk, 2011: 73). Ülkedeki kriz ortamı giderek artarken, radikal Hutular, devlet baĢkanının öldürülmesini bahane etmiĢler ve yaklaĢık 100 gün gibi kısa bir süre içerisinde yarım milyondan fazla Tutsi‟yi ve rejim karĢıtı olan muhalif Hutuları öldürmüĢlerdir.

Ruanda soykırımı sonrası BM Genel Sekreterinin Konseye sunmuĢ olduğu raporda, tahmini olarak 700-750 bin arasında kadın ve erkek ve buna ek olarak da sayısı resmi olarak saptanamamıĢ birçok çocuğun öldürüldüğü bildirilmiĢtir. Ayrıca 1,5 milyon insanın yurtlarından çıkartılmıĢ olduğu kaydedilmiĢtir. Bunların yaklaĢık 400 bini komĢu ülkelere sığınmıĢtır. Belli bir etnik gruba ait topluluklar veya aileler katledilerek, Ruanda‟da soykırım suçunun iĢlendiği kesin olarak kanıtlanmıĢtır (U.N. Doc. S/1994/640,1994).

Soykırımın ardından, Ruanda‟da konuĢlu bulunan 2500 kiĢilik BM askeri gücü, acil yardım çağırısında bulunmuĢtur. Bununla beraber, BM‟nin müdahale etmek yerine sadece gözlemleme pozisyonunu benimsediği de bilinmektedir. Aynı dönemde 2500 olan kuvvet sayısı 240‟a düĢürülmüĢtür. BM, soykırımdan ancak 3 ay sonra yani ortalama 800 binden fazla insan öldükten sonra, BarıĢ Gücüyle soykırıma müdahale kararı almıĢtır.

Soğuk SavaĢın bittiği yıllarda insan hakları ihlali gibi savunmalar Ruanda için yeteri kadar dile getirilmemiĢtir. Bölgede en çok ekonomik yatırımı ve stratejik çıkarı olan Fransa, BM'in onayını aldıktan üç gün sonra katliamın ikinci ayında Turkuaz Operasyonu ile bölgeye 2,500 kadar asker göndermiĢ ve bu hareketi insani gerekçeler ile meĢrulaĢtırmaya çalıĢmıĢtır. Fransa‟nın Soğuk SavaĢ sonrasında Afrika kıtasında Frankofon bir alan yaratma isteği mevcuttur. Koloni sonrası Afrika‟da, Fransa‟nın kendisi için özel bir nüfuz alanı yaratma çabası Ruanda soykırımı sonrası Fransa politikasını etkileyen ana etmendir diyebiliriz.

Ruanda Soykırımı‟na uluslararası toplumdan gerekli tepkinin gelmediği bilinmektedir. Uluslararası toplumun Soğuk SavaĢ‟ın ardından tek süper gücü olarak

ortaya çıkan ABD krize sessiz kalmıĢtır. BM ise Güvenlik Konseyi kararlarına göre hareket ettiğinden, her ne kadar bölgedeki barıĢ gücü komutanından gücün artırılmasına yönelik talepler gelse de baĢarılı bir operasyon uygulayamamıĢtır. Bu geliĢmelerde BM Güvenlik Konseyi (BMGK) üyesi Fransa‟nın da rolü vardır. BM ve uluslararası toplum tarafından sergilenen bu tepkisizliğin ardından yatan sebeplerden biri de, Ruanda‟daki soykırımın son derece hızlı geliĢmesi ve dünyanın bu soykırımdan geç haberdar olması ve özellikle Batı medyasında soykırımla ilgili haberlere Afrika kıtasında görülen kabile çekiĢmelerine dayanan bir iç savaĢ olarak yer verilmesidir (Mc Nulty: 25).

Ruanda olayı hakkında alınan kararlara bakıldığında, gözlemci misyonu UNOMUR (U.N. Doc. S/1994/640,1994) ve barıĢ birliği UNAMIR‟in (U.N. Doc. S/1994/640, 1994) görevlendirilmesi değerlendirildiğinde ortada klasik bir barıĢ birliği görevlendirmesi olduğu görülmektedir. Ancak UNAMIR‟in görev ve yetki alanın geniĢletilmesinde ve silah ambargosu koyulmasında, uluslararası ceza mahkemesi kurulmasında durum farklıdır. 918 (1994) sayılı karar incelendiğinde barıĢ tehdidi için sebep olarak “Ruanda‟daki durum” gösterilmiĢtir. Bu kararda özellikle çatıĢmalarda çok sayıda sivil halkın hayatını kaybetmesi, sistematik ve yaygın bir Ģekilde uluslararası hukuk kurallarının ihlal edilmesi, çatıĢmalar sebebiyle oluĢan göç hareketi dile getirilmiĢtir (Demirel, 2013: 161).

925 (1994) sayılı karar incelendiğinde, bu kararda ifade edilen insani amaçlara ulaĢmak için Konseyin 929 (1994) sayılı kararla üye devletlere Ruanda‟ya müdahale için gereken yetkiyi vermesi değerlendirildiğinde, buradaki müdahalenin insani müdahale olduğuna dair bir tereddüt bulunmamaktadır (Kırdım, 2017:615-632). Konsey, Ruanda olayında ilk defa bir ülke içindeki çok açık bir Ģekilde ağır insan hakları ihlallerinin BMS 39. maddesi bağlamında barıĢ tehdidi olarak tespit etmiĢtir.

3 ay süren olaylarda BM‟ye göre 800 bine yakın, Ruanda resmi makamlarına göre ise 1 milyondan fazla Tutsi ve muhalif Hutu hayatını kaybetti. Bununla birlikte 1994 Ağustos ayında operasyon sona erdirilmiĢ ve UNAMIR kendi koruma görevini sürdürmeye devam etmiĢtir (Jones, 1995: 225-249). Bu bağlamda, BMGK‟nin insan hakları ihlallerini sona erdirmek için askeri kuvvet kullanılmasına yetki verdiği çıkarımında bulunabilir (Martin, 2007: 91).