• Sonuç bulunamadı

1. ÇALIŞMANIN METODOLOJĐSĐ

1.4. REKABET GÜCÜ VE REKABET STRATEJĐLERĐ

1.4.4. Rekabet Gücünün Ölçülmesi

Rekabet gücünün küresel niteliğini iktisat literatüründeki çalışmalar dünya ölçekli pazar payını artırma şeklinde algılamaktadırlar. Bu yaklaşım; sonuç özelliği taşımakta olup, rekabet gücünü kazanılmasını açıklamada yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle mevcut dünya pazarlarındaki gelişmenin nedenlerini açıklamaya çalışan çeşitli modeller geliştirilmiştir. Đhracat, gelir ve fiyat farklılarının bir fonksiyonu haline getirilerek fiyat ve gelir elastikiyetleri baz alınmıştır. Dolayısıyla;

(I)

(I) modelinde olduğu gibi W ve Z elastikiyetleri, ihracatın yani dünya pazarındaki payın belirleyicileri arasında kabul edilmiştir. Neoklasik iktisat teorisine göre, fiyat farklılıkları rekabet gücünde temel belirleyici olması gerekirken, Kaldor (1978) GSMH’sı hızla büyüyen ülkelerin, birim işgücü maliyetlerinin dolayısıyla ürün fiyatlarının, hızla artığını ortaya atarak, konuyu paradoksal bir kimliğe bürümüştür. Đhracattaki uzun dönemli büyümenin göreceli fiyatlardaki azalmaya bağlanmasına getirilen bu eleştiri arkasına destek de bulabilmiştir (McCombie, 1992: 509–510). Fiyatın rekabet gücünü açıklamadaki başarısızlığı Keynesyen teorinin de etkisiyle, gelir faktörünü ihracat performansını artırmada açıklayıcı değişken olarak giderek daha yaygın kullanılmasına yol açmıştır. Daha yüksek W, yani gelir elastikiyeti, rekabet gücünü de artırmaktadır. Diğer bir deyişle, dünya gelirindeki artış, bir ülkenin ihracatını da yükseltir. Elbetteki, bu yaklaşım rekabet gücünü kazanmada ulusal ekonomini rolünü geri plana iterek rekabet gücünü otonomlaştırmıştır. Ancak, bu iddia toplam ihracatı açıklamadan daha çok, belirli ürün grubunun ihracat artışını açıklamada daha anlamlıdır. Çünkü, ihracata konu olan ürünlerin gelir elastikiyetleri birbirinden farklıdır. Genelde yüksek kaliteli ürünlerin gelir elastikiyetleri yüksek olduğu kabul edilirse, bu tip ürünleri üreten ülkeler rekabet gücü elde etme şansına sahip olabileceklerdir. Bunun anlamı elastikiyeti yüksek ürün grubunu üretme tercihinin bir ülkenin elinde olduğu, yani ihracatın salt otonom bir yapı arz etmediğidir. Son analizde gelir faktörünün rekabet gücünü açıklamada belirginleşmesi neoklasik iktisadın aksine fiyat-dışı faktörlerin öncelikli olduğunun bir göstergesi kabul edilebilir (Dulupçu, 2001:121).

Diğer fiyat-dışı faktör olan teknoloji de neoklasik teorinin ilgisini çekmemiş, ancak son yıllarda iktisatçılar artan oranda teknolojiyi sadece rekabet konusunda değil, büyüme başta olmak üzere birçok iktisat konusunu açıklamada kullanmaya başlamışlardır. Neoklasik dış ticaret teorisi faktör donanımı üzerinde odaklaşarak faktör fiyatlarını yansıtan, dolayısıyla rekabet gücünü fiyat faktörüne bağlayan bir literatür geliştirmiştir. Bu konudaki ilk ve önemli itiraz Leontief (1954) tarafından yapılmıştır. Leontief Paradoksunun işaret ettiği gibi faktör bolluğu değil, verimlilik yani teknoloji ihracat artışını açıklamada güç kazanmıştır. Bu durum Posner (1961) ve Vernon (1966) tarafından geliştirilen neo-teknolojik veya diğer adıyla Yeni

Ticaret Teorisinin doğmasına öncülük etmiştir.

Bu bağlamda rekabet gücünü açıklamaya yönelik bir çok model geliştirilmiştir. Magnier ve Toujas-Bernate (1992) Ar&Ge harcamalarının desteği ile ürün çeşitlendirilmesini, Verspagen (1993) yenilik ve adaptasyon kapasitesini, Fagerberg (1988) patent sayısını ve Hughes (1986) Ar&Ge harcamalarını dayanan rekabet gücü modelleri geliştirmişlerdir.

Kuşkusuz bu çalışmalar en genel anlamda teknoloji ve rekabet gücü arasındaki ilişkiyi test etmeye yöneliktir. Fakat, teknoloji ve yeniliğin gelişim süreçleri çok farklı boyutlarda değerlendirilebilir. Bu nokta işletme bilimi kökenli ÇUS (Çok Uluslu Đşletme) teorisyenlerinin yapmış olduğu açıklamalar ön plan çıkmaktadır. Özellikle, teknolojinin serbest bir mal olmaktan ziyade, firma hatta kişiye özgü özellik taşıdığını vurgulamak gerekir. Dahası Ar&Ge harcamalarının bir dizi değişkenle de ilişkilendirmek mümkündür. Başta, eğitim ve yetiştirme olmak üzere bilgi stokunun küresel rekabet gücü üzerindeki etkisi önemli boyutlara ulaşmış durumdadır. Fakat bu nitelikte veri bulunamaması ampirik çalışmaları imkansız hale getirmekte, tam bu noktada vaka çalışması anlam kazanmaktadır (Çiftçi, 2004: 108).

Teknolojiye dayalı rekabet gücünü analiz eden modeller en yalın haliyle ihracatı teknoloji ve diğer faktörlerin bir fonksiyonu şeklinde değerlendirmektedirler;

(II) nolu modelde T teknolojiyi, O ise, diğer faktörleri temsil etmektedir. Teknoloji temsil etmede iki tip değişken kullanılmaktadır. Bunlar teknoloji girdi ve çıktı değişkenleridir (Soete, 1981: 640). Girdi teknoloji değişkeni, Ar&Ge harcaması ve bilimsel nitelikli işgücü sayısı ile ifade edilebilir. Çıktı teknoloji değişkeni, patent ve verimlilikle ölçülebilir. Fagerberg (1988) hem girdi hem de çıktı değişkenlerinin modellerde birlikte kullanılabileceğini önermektedir. Üçüncü bir değişken olarak, süreç değişkeni bu modele eklenebilir. Yürütülen araştırma projelerinin sayısı bu bağlamda kullanılabilir.

Fiyat ve fiyat-dışı küresel rekabet gücü modeli iktisat literatüründe yukarıda sözü edilen faktörlerin birleşimiyle elde edilmektedir. Bu model;

(III)

Biçimde ifade edilmektedir. Burada, W birim işgücü maliyetini, RD teknolojiyi (genelde Ar&Ge harcamaları, uzman işgücü sayısı veya patent sayısı ile ifade edilen), I yatırımların GSMH’ya oranını (aynı zamanda yatırım öğrenme ve taklit yeteneğinin bir göstergesi de kabul edilir), son olarak H ulusal pazarın ölçeğini (genişliğini) göstermektedir (Dulupçu, 2001:124).

Anlaşılacağı üzere, iktisat literatüründeki modeller ampirik açıdan test edilebilir nitelikte tasarlandığı için daha çok geçmiş küresel rekabet gücünü açıklarken, gelecekteki rekabetin belirleyicilerini tanımlayamaz. Diğer bir ifade ile, çalışmalar dış ticaret yapıldıktan sonraki (post-trade) rekabet gücünü belirler. Küreselleşme karşısında zaman serilerine dayanarak geçmiş ticaret kalıpları bağlamında yapılan araştırmalar gelecek yönelimlerine ve politika tasarımlarına her zaman anlamlı katkı yapamazlar. Ayrıca, iktisat literatürü ürün kategorilerinde rekabet gücünü açıklanmasına rağmen, ülke, yerel koşullar ve bölgesel yapı gibi küresel rekabet gücünün olmazsa olmazları arasında yer alması gereken değişkenleri, öncelikle veri bulunabilirliğinin zor olmasından daha sonra izlenecek ekonometrik yöntemi karmaşıklaştırmasından dolayı analize dahil etmemektedir. Bu bağlamda farklı analiz sonuçlarını ortaklaşa değerlendirmek daha yararlı olacaktır.