• Sonuç bulunamadı

Postpozitivizme oranla kuşkusuz daha zengin bir entelektüel birikim ve geçmişe (derinliğe değil) sahip Pozitivizm, XVII. yüzyılda bilimsel devrimlerin yarattığı ivme ve daha sonra Aydınlanma’nın hem pratikte hem de epistemik düzeyde yarattığı etkiyle, sosyal bilimlerin genelinde oldukça güçlü bir yere sahiptir. St. Simon ve A. Comte gibi düşünürlerin öncülüğünü yaptığı Pozitivizm, Comte’un ifadesiyle, “teolojik dönem, metafizik dönemden” sonra içinde bulunduğumuz “pozitif dönemde”, bilimsel çalışmayı genelleştirmek ve sanat ve sosyal hayatı daha sistemize hale getirmek amacını taşımaktadır.124 İnsan hayatının kusurlu yanlarını iyileştirmek için daha sistematik bir bakışın, felsefenin temel amacı olduğunu ileri

disiplin tarihi yazma girişimi için bakınız. David Long, Brian C. Schmidt, “Introduction”, David Long, Brian C. Schmidt (ed.), Imperialism and Internationalism in the Discipline of International

Relations, New York: Suny Press, 2005, s. 9.

123 Steve Smith, “Paradigm Dominance in International Relations: The Development of International Relations as a Social Science”, Hugh C. Dyer, Leon Mangasarian (ed.), The Study of International

Relations: The State of the Art, London: MacMillan, 1989, s. 20.

124 Auguste Comte, A General View of Positivism, Cambridge: Cambridge University Press, 2009, s. 8.

32

süren Comte, pozitif düşüncenin ya da bilimin bu süreçte kullanılabilecek en temel yöntem olduğunu dile getirmektedir.125

İlke olarak rasyonaliteyle eş tutulan Pozitivizm, romantizm-rasyonalizm, bireysellik-kolektivizm, vatandaş-yabancı gibi dikotomiler üzerinden anlam kazanmıştır. Bireysel akıl, doğanın kontrolü, egemenlik ve hukuk başlıklarında modernite projesinin temel sütunlarından biri olan Pozitivizm,126 dilin kaynağı, tarihin yapıcısı ve dünyanın anlamının kaynağı olan ‘öznenin’ (man) doğuş sürecinde oldukça önemli bir rol oynar ki, Richard K. Ashley’e göre, bu öznenin doğuşuyla, uluslararası ilişkilerde modern egemenliğin doğuşu arasında doğrudan bir bağ vardır.127

Pozitivizm, bilimsel bilgiyi tanımlayan yasaları içeren bir epistemolojiye, gözlemlenebilir şeylerin varlığına olan inancıyla ontolojiye ve sosyal bilimin tanımladığı gerçekten bağımsız bir bilimsel faaliyet olduğuna dair kesin inancıyla bir metodolojiye refere eder.128 Bu anlamda kavramın en geniş haliyle tanımlanacak olan Pozitivizm, disiplinin inşa edildiği süreçten 1980’li yılların ilk yarısına değin neredeyse hiç sorgulanmadan disiplinin gündemini şekillendiren hâkim eğilim olmuştur. Örneğin John A. Vasquez’in, 1983 yılında kaleme aldığı çalışma, İkinci Dünya Savaşı’ndan 1970’li yıllara kadar disiplindeki Pozitivist eğilimin “amiral gemisi” konumundaki Realist bakışın ne kadar dominant olduğunu istatistiki olarak da ortaya koymuştur. Vasquez, 300’den fazla kitap ve makaledeki 7.827 bağımlı değişkenin %94’ünün Realist bakış açısına uygun olduğunu tespit etmiştir.129 Thomas C. Walker ve Jeffrey S. Morton ise, Vasquez’in bıraktığı yerden 1970–2000 yılları arasındaki periyotta 515 makaleyi analiz etmişlerdir. Onlara göre, bu dönemde

125 Ibid., s. 16.

126 Martin Albrow, The Global Age: State and Society Beyond Modernity, Stanford: Stanford University Press, 1997, s. 25–26.

127 Richard K. Ashley, “Living on Border Lines: Man, Poststructuralism and War”, James Der Derian, Michael J. Shapiro (ed.), International/Intertextual Relations: Postmodern Reading of World Politics, New York: Lexington Books, 1989, s. 264–265. Slawner de, devlet ve onun yaratıcısı egemen öznenin aynı tarihsel ve söylemsel alanı işgal ettiğine işaret etmektedir. Karen Slawner, “The Decline of Sovereignty”, Mark E. Denham, Mark Owen Lombardi (ed.), Perspectives on Third-World

Sovereignty: The Postmodern Paradox, London: Macmillan, 1996, s. 140. Louiza Odysseos,

“Deconstructing the Modern Subject”, Cerwyn Moore, Chris Farrands (ed.), International Relations

Theory and Philosophy: Interpretive Dialogues, Oxon: Routledge, 2010, s. 23.

128 Dylan Riley, “The Paradox of Positivism”, Social Science History, Vol. 31, No. 1, 2007, s. 115. 129 John A. Vasquez, The Power of Power Politics: From Classical Realism to Neotraditionalism, Cambridge: Cambridge University Press, 2004, s. 113.

33

Realizm hala dominant paradigma olmaya devam etse de, özellikle 1995–2000 yılları arasında, disiplindeki Realist eğilim giderek törpülenmeye başlamıştır.130

1980’lerin ortasından itibaren, özelde Realizm, genelde disiplindeki Pozitivist eğilim daha çok sorgulansa da, Pozitivizm disiplinde hâkim eğilim konumunu sürdürmektedir. Wæver’in 1998, Walker ve Morton’un 2005 yılında yaptığı çalışmanın sonuçları da Pozitivizmin disiplindeki ağırlığını açıkça ortaya koymaktadır. Wæver, dördü ABD dördü Avrupa orijinli olmak üzere disiplinin önde gelen sekiz dergisini analiz ederek, ABD hegemonyasını ve Pozitivist, rasyonalist bakışın hâkimiyetini göstermiştir. İlginç bir tespite de ışık tutan Wæver’e göre, doğa bilimlerinde ABD’de yayınlanan dergilerde Amerikalı akademisyenlerin oranı %40- 50 dolaylarındayken, bu oran sosyal bilimler söz konusu olduğunda %80’lere kadar tırmanmaktadır.131

Pozitivist eğilimin gücünü göstermesi açısından Daniel Maliniak’ın 2007 yılında, ABD ve Kanada’daki 1.232 akademisyenin katılımıyla gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçları da oldukça anlamlıdır. Maliniak’a göre, çalışmaya katılan Uluslararası İlişkiler akademisyenlerinin %70’i kendisini Pozitivist olarak sınıflandırmıştır.132

Maliniak, 2011 yılında güncellediği çalışmasında disiplindeki Pozitivist eğilimin (%65) hala ağırlığının devam ettiğini, genç akademisyenler arasında da Pozitivizm’in baskın olduğunu ve hatta son dönemde yayınlanan çalışmaların %90’ının epistemolojik olarak Pozitivist oryantasyona sahip olduğunu not etmektedir.133

Sosyal bilimlerde olduğu üzere Pozitivizm, Mark Neufeld’e göre, Uluslararası İlişkiler’de de temel olarak üç ilkeyle birlikte anılmaktadır. Bunlar; “gerçeğe tekabüliyet (truth as correspondence), bilimde metodolojik birlik ve

130 Thomas C. Walker, Jeffrey S. Morton, “Re-Assessing the Power of Power Politics Thesis: Is Realism Still Dominant?”, International Studies Review, Vol. 7, No. 2, 2005, s. 350.

131 Ole Wæver, “The Sociology of a Not So International Discipline: American and European Developments in International Relations”, International Organization, Vol. 52, No. 4, 1998, s. 725- 726. Benzer tespitler için bakınız: David Marsh, Heather Savigny, “Political Science as a Broad Church: The Search for a Pluralist Discipline”, Politics, Vol. 24, No. 3, 2004, s. 162-164.

132

Maliniak, et al., op. cit., s. 37. 133

Daniel Maliniak, et al., “International Relations in the US Academy”, International Studies

Quarterly, Vol. 55, No. 2, 2011, s. 461. Hamati-Ataya’nın çalışması da Maliniak’ın bu tespitini

doğrular niteliktedir. Ona göre, disiplindeki muhalif gelenek devam etmekle birlikte, yeni jenerasyon kendisinden önceki jenerasyona oranla, üniversitelerde daha az/düşük düzeyde kurumsal pozisyona sahip. Ayrıca Eleştirel Teorinin entelektüel ve ideolojik/etik bakış olarak oldukça yoğun olduğu ilk jenerasyona oranla yeni jenerasyon muhalif düşüncenin temsilcileri, daha az homojenler. Inanna Hamati-Ataya, “Contemporary ‘‘Dissidence’’ in American IR: The New Structure of Anti- Mainstream Scholarship?”, International Studies Perspectives, Vol. 12, No. 4, 2011, s. 395.

34

değerlerden bağımsız bir bilimsel bilgi” algısı olarak sıralanabilir.134

Neufeld’in ayrımına benzer bir ayrım yapan Steve Smith, Pozitivizm’in “uluslararası teoride” dört temel ilke üzerinden anlaşılabileceğini savunmaktadır. Smith’e göre bunlar; i- araştırma alanlarında uyarlanacak benzer metodolojik ve epistemolojik ilkelerin olması anlamına gelen bilimlerin birliği, ii- olgular ve değerler arasındaki ayrım ve olgunun teoriden bağımsız olması, iii- doğal dünyada olduğu gibi sosyal dünyada da düzenliliklerin varlığına duyulan inanç, iv- gerçek bir bilimsel araştırmanın ayırıcı özelliği olarak kabul edilen ampirik doğrulama ya da yanlışlama ilkeleridir.135

Bu ilkelerden hareketle Pozitivizm, ampirizmle eş tutulması anlamında epistemolojik, bilgiye nasıl ulaşılacağını göstermesi bakımından da metodolojik bir anlam içermektedir.136

Pozitivizmin sosyal bilimlerin genelinde yarattığı etki, bu alanlarda yaşanan değişimlerden etkilenen Uluslararası İlişkiler’de de baş göstermiş137

ve özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Davranışsalcı paradigmayla Pozitivizm, disiplinde altın yıllarını yaşamıştır.138

Nesnel, gözlemciden bağımsız, tekrar eden düzenliliklere sahip, neden-sonuç ilişkisi içinde mantıksal bir açıklama biçimi olan ve değerlerden bağımsız bir bilimsel çalışma ilkesini benimseyen Pozitivizm, Uluslararası İlişkiler’e rasyonalizm üzerine kurulu bir objektivizm ve özne-nesne ayrılığı, tekrar eden düzenlilikleri

134

Mark Neufeld, The Restructuring of International Relations Theory, Cambridge: Cambridge University Press, 1995, s. 33. Mark Neufeld, “Who is Afraid of Meta-Theory?”, Millennium: Journal

of International Studies, Vol. 23, No. 2, 1994, s. 392. Mark Neufeld, “What’s Critical About Critical

International Relations Theory?”, Richard Wyn Jones (ed.), Critical Theory and World Politics, London: Lynne Rienner, 2001, s. 130.

135 Steve Smith, “Positivism and Beyond”, Ken Booth, et al. (ed.), International Theory: Positivism

and Beyond, Cambridge: Cambridge University Press, 1996, s. 16–17. Wight’a göre, Pozitivizm’in

“fenomenalizm, nominalizm, bilişselcilik ve naturalizm” olarak adlandırdığı dört temel ilkesi vardır. Wight, Agents, Structures, and International Relations…, s. 21. Pozitivizm’in ilkeleri ve 1980’li yıllara kadar etkili olan yaklaşımların Pozitivist niteliği konusunda benzer vurgular için bakınız. Ernest B. Hass, Peter M. Hass, “How We Learned to Escape Physics Envy and to Love Pluralism and Complexity”, Michael Brecher, Frank P. Harvey (ed.), Millennial Reflections on International Studies, Ann Arbor: University of Michigan Press, 2002, s. 236.

136 Smith, “Positivism and Beyond…, s. 21. Ayrıca bakınız, Colin Wight, “Inside the Epistemological Cave All Bets are Off”, Journal of International Relations and Development, Vol. 10, No. 1, 2007, s. 44. Michael Nicholson, “The Continued Significance of Positivism?”, Steve Smith, et al. (ed.),

International Theory: Positivism and Beyond, Cambridge: Cambridge University Press, 1996, s. 128–

145.

137 Brian C. Schmidt, “Further Ahead or Further Behind? The Debate over Positivism”, Mershon

International Studies Review, Vol. 41, 1997, s. 108.

138

Tony Porter, “Postmodern Political Realism and International Relations Theory’s Third Debate”, Claire T. Sjolander, Wayne S. Cox (ed.), Beyond Positivism: Critical Reflections on International

Relations, Boulder: Lynne Rienner, 1994, s. 106. Joseph V. Brogan, “A Mirror of Enlightenment: The

35

bulmak uğraşı gibi epistemolojik ve metodolojik yollarla girmiştir.139

David P. Houghton’a göre, Uluslararası İlişkiler çalışmalarında sosyal ve politik dünyayı açıklamayı ana çıkış noktası olarak benimseyen Pozitivist eğilim, her ne kadar dünyayı algılama biçimleri öznel olsa da en azından politik dünyanın bazı temel özelliklerinin açıklanabileceği ilkesi üzerinden araştırma gündemini şekillendirmiştir. İyi seçilmiş metodolojik tekniklerin politik dünyadaki kalıpları anlamak adına iyi bir araç olacağını düşünen Pozitivistlere göre, birbiriyle iç içe geçmiş olsa da pozitif ve normatif sorunlar/sorular aslında birbirinden ayrılabilir.140

İçinde yaşadığımız dünyayı anlamak ve onu geliştirmek (ilerleme fikri) için bilimsel yöntemlerin kullanılması gerektiğini savunan Pozitivizm, ahlaki ve normatif unsurların, “gerçeğe” ulaşma sürecini manipüle ettiği için analizin dışında tutulması gerektiğine inanmaktadır.141 Bu ilkeleri benimseyen Pozitivist temayül, disiplinde Davranışsalcı paradigmayla geniş bir çevrede yankı bulmaya başlamıştır.142

Sosyal bilimlerin genelinde etkili olan Mantıksal Pozitivizmden etkilenen Davranışsalcılar, bilimsel çalışmanın nesnel gözlem ve mantıksal çıkarıma dayanması vurgusunu öne çıkararak, “hakikate” ulaşma yolunda geleneksel yol ve yöntemlerin yetersizliğini dile getirmişlerdir.143

Richard N. Lebow’a göre, Mantıksal Pozitivizm, “Davranışsal devrimi” meşrulaştırarak, düşünce kuruluşlarını güçlendirmek ve daha çok fon almak isteyen akademisyen ve bürokratlar tarafından kullanılmıştır. Bugün ise aşağı yukarı aynı kesimler, anlaşılmaz bazı iktidar ilişkileri için Pozitivist ortodoksiyi kullanmaya devam etmektedirler.144

O dönemdeki Pozitivistler, doğa bilimlerinde kullanılan yol ve yöntemlerin Uluslararası İlişkiler’de

139

İlhan Uzgel, Ulusal Çıkar ve Dış Politika: Türk Dış Politikasının Belirlenmesinde Ulusal Çıkarın

Rolü: 1983–1991, Ankara: İmge, 2004, s. 30.

140 David Patrick Houghton, “Positivism ‘vs’ Postmodernism: Does Epistemology Make a Difference?”, International Politics, Vol. 45, No. 2, 2008, s. 125–126.

141

Annette Freyberg-Inan, What Moves Man: The Realist Theory of International Relations and Its

Judgment of Human Nature, New York: State Universit y of New York Press, 2004, s. 35.

142 Smith, “Paradigm Dominance…, s. 20. Charles A. Jones, “Christian Realism and the Foundations of the English School”, International Relations, Vol. 17, No. 3, 2003, s. 373 Erdem Özlük,

Uluslararası İlişkiler Disiplininde Gelenekselcilik Davranışsalcılık Tartışması ve Çağdaş Uluslararası İlişkiler Teorilerine Etkisi, Konya: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Selçuk

Üniversitesi, 2006, s. 5.

143 David J. Singer, “The Relevance of the Behavioral Sciences to the Study of International Relations”, Behavioral Science, Vol. 6, No. 4, 1961, s. 325-327.

144 Richard Ned Lebow, “What Can We Know? How Do We Know?”, Richard Ned Lebow, Mark Irving Lichbach (ed.), Theory and Evidence in Comparative Politics and International Relations, New York: Palgrave Macmillan, 2007, s. 7.

36

de kullanılabileceğini ve uluslararası ilişkilerdeki kalıplar ve trendler üzerine yoğunlaşarak öngörü yeteneğinin artırılabileceğini savunmuşlardır.145

Bu kuşağın en önemli temsilcilerinden biri olan Morton Kaplan, büyük keşiflerin tesadüfen ya da deneme yanılma yoluyla değil “bilimsel sezgiyle” yapıldığını ve bu yolla sosyal olaylar hakkında daha bilimsel bir açıklama biçimi geliştirilebileceğini dile getirmiştir.146

Davranışsalcılar, doğa bilimleri ve sosyal bilimler arasında hakikate ulaşma yöntemleri arasındaki farkın abartıldığı kadar çok olmadığını, uluslararası ilişkilerde de bazı düzenliliklerin var olduğunu ve bunların keşfedilebileceğini ileri sürmüşlerdir.147

Doğa bilimlerinde, örneğin Newton’un XVII. yüzyılda genel kabul görmüş fizik ilkelerine karşı koyarak, Newton fiziğinin benimsenmesi, daha sonraysa Einsenten’ın görecelik teorisinin Newton fiziğinin yerini alması gibi bir “ilerlemenin”, Uluslararası İlişkiler’de olmadığını bu nedenle bilgi birikiminin de sorunlu olduğunu vurgulayan Pozitivistler, kanun benzeri genellemelere ulaşmak,148 sosyal dünyadaki düzenlilikleri keşfetmek, ampirik ve rasyonalist çalışma ilkeleri gibi yöntemlerle gerçeğe ulaşılabileceği iddiası üzerinden yeni bir disiplin inşa etme çabasına girişmişlerdir.149

Ancak Pozitivist eğilim, en hevesli taraftarlarının vaat ettiği can alıcı sonuçların bir türlü ortaya çıkmayışından duyulan sabırsızlığın artması,150

iki dünya savaşı, soykırım, küresel gelir dağılımındaki eşitsizlik, yoksulluk, etnik temizlik ve doğrudan insan hayatını etkileyen daha birçok trajedinin varlığı,151

ampirizmin doğal sınırlarına ulaştığının ve pozitif sosyal bilim

145

Charles A. McClelland, “International Relations: Wisdom or Science?”, James N. Rosenau (ed.),

International Politics and Foreign Policy, New York: The Free Press, 1969, s. 4.

146 Kaplan, “The New Great Debate…, s. 3.

147 Thomas W. Smith, The Use and Abuse of History in the Study of International Relations, The University of Virginia: Unpublished PhD Thesis, 1997, s. 202.

148 Dessler’e göre, Pozitivizm’in herhangi bir olayı açıklamak için kullandığı en temel ilkelerden biri genelleme (generalizing) ilkesidir (diğeriyse ayrıntılandırma –particularizing- ilkesidir). David Dessler, “Constructivism within a Positivist Social Science”, Review of International Studies, Vol. 25, No. 1, 1999, s. 129.

149 Fred Chernoff, Theory and Metatheory in International Relations: Concepts and Contending

Accounts, New York: Palgrave Macmillan, 2007, s. 79–93.

150 Pauline Marie Rosenau, Post-Modernizm ve Toplum Bilimleri, çev. T. Birkan, Ankara: Bilim ve Sanat, 2004, s. 28.

151 Darryl S. L. Jarvis, “Toward an Understanding of the Third Debate: International Relations in the New Millennium”, Darryl S. L. Jarvis (ed.), International Relations and the Third Debate:

37

denemesinin tam olarak gerçekleştirilemeyeceğinin anlaşılması152

gibi nedenlerle sosyal bilimlerin genelinde törpülenmeye başlamıştır.

Pozitivizme yönelik eleştirilerin artmasıyla birlikte, nicel ve nitel araştırma yöntemini birleştiren ve Pozitivistler tarafından formüle edilmiş yeni bir eğilim,153 disiplinde belirse de, Fischer’in tabiriyle, “Pozitivist sosyal bilimler çuvallamıştır”. Pozitivistler, ne arzu ettikleri ölçüde bir bilim toplumu oluşturabilmişler ne de mevcut ekonomik ve sosyal sorunlara kapsamlı bir çözüm getirebilmişlerdir.154

R. B. J. Walker, uluslararası ilişkilerin analiz edilmesinde “bilimsel” çalışma/açıklama girişimlerinin özellikle 1960-70’lerde yoğunlaştığını ve “bilimsel” yöntem ve çalışma ilkelerinin başarısız olduğunu belirtmektedir. Ona göre, her ne kadar kimileri hala bu yöntemi kullansa da, 1980’li yılarla birlikte sosyal ve politik yaşamın analiz edilmesinden ne anlaşıldığıyla ilgili pozitivist bilimsel açıklamaya duyulan güven sarsılmıştır. Alternatif yol ve yöntemler disiplinde yer almaya başlamış ve farklı bir entelektüel atmosfer oluşmuştur. Üstelik de Walker’a göre, Pozitivistler de bu durumun farkında ve bu atmosferin önemini küçümsemektedirler.155

Paul de Man’ın kaydettiği üzere, Batı entelektüel geleneğinde “tek Tanrı, tek iyi ve tek hakikat” algısı, merkezi bir yer işgal etmektedir.156

Bu algı, sosyal bilimlerin öznelerinin doğaları itibariyle sosyal özneler olmasından kaynaklanan teknik sorunlar yüzünden her geçen gün daha geniş bir yelpazede sorgulanmaktadır. Richard Rorty’nin ifadesiyle, hakikat, “orada, dışarıda olamaz –insan zihninden bağımsız var olamaz- dünya orada, dışarıdadır, ama dünyaya dair betimler orada, dışarıda değildir, yalnızca dünyanın betimleri doğru ya da yanlış olabilir. Kendi başına dünya –insanlarının betimleme faaliyetlerinden yardım almayan dünya- doğru

152 Frank Fischer, “Beyond Empiricism: Policy Inquiry in Postpositivist Perspective”, Policy Studies

Journal, Vol. 26, No. 1, 1998, s. 129. Yale H. Ferguson, Richard W. Mansbach, The Elusive Quest Continues: Theory and Global Politics, New Jersey: Prentice Hall, 2003, s. 197.

153 Smith’e göre bu eğilimin öncüsü 1994 tarihli çalışmaları ile King, Keohane ve Verba olmuştur. Bu isimler sosyal bilimleri spekülatif ve sistematik olmayan sosyal araştırmadan kurtarabilmek için kantitatif ve kalitatif çalışmalar ile bilimsel çıkarım yapmanın münkün olduğunu savunmaktaydılar. Steve Smith, “International Relations and Social Science”, Tim Dunne, et al. (ed.), International

Relations Theories: Discipline and Diversity, Oxford: Oxford University Press, 2007, s. 21.

154 Fischer, loc. cit. 155

R. B. J. Walker, “History and Structure in the Theory of International Relations”, Millennium:

Journal of International Studies, Vol. 18, No. 2, 1989, s. 164.

156 John W. Murphy, Postmodern Sosyal Analiz ve Postmodern Eleştiri, çev. Hüsamettin Arslan, İstanbul: Paradigma, 2000, s. 11.

38 ya da yanlış olamaz” vurgusu,157

artık sosyal bilimlerde yeni bir dönemin eşiğinde olduğumuzun temel göstergesiydi. Öte yandan Platoncu bilim imgesi yani gözlem ve deneyle büyüyen ve daimi akılcı standartlarla düzene sokulan bir önermeler sistemi olarak bilim düşüncesi anakronik olmuştur. Batı biliminin sunacak iyi şeyleri olan yegâne gelenek olduğu ve diğer araştırma biçimlerinin herhangi bir değeri olmadığı iddiası sorgulanmış ve insanın özgürlüğü için “evrensel” standartların ve katı geleneklerin iyi bir araç olmadığı anlaşılmıştır.158

İnsanı yönlendiren ve şekillendiren dogmalardan kurtulmak anlamında bir özgürlük projesi olarak sunulan, dogma ve geleneğe düşman Aydınlanma’nın159 kendisi bir dogma haline bürünmüş ve XX. yüzyılın ortasından itibaren sosyal bilimlerin genelinde irtifa kaybetmeye başlamıştır. Horkheimer ve Adorno, özellikle araçsal rasyonaliteyle tekniğin ve teknolojinin insanı özgürleştirmekten ziyade kontrol ettiğini ve sömürdüğünü dile getirmişlerdir.160

Horkheimer ve Adorno’nun Frankfurt Okulu çerçevesinde açtıkları bu yol, disiplindeki Postpozitivist yaklaşımların çıkış noktasını oluşturmaktadır. Andrew Linklater’a göre, evrensellik, rasyonalite, otonomi, özgürleşme, ilerleme ve Aydınlanma gibi büyük anlatıların eleştirisi, disiplinde eleştirel dönemin başlangıcını tetiklemiştir.161

Jill Steans da Postpozitivizmin, özünü Aydınlanma’dan alan Pozitivist bilgi ve Pozitivistlerin dâhil etme ve hariç tutma pratiklerine karşı bir meydan okuma gayesiyle, disiplinde etkili olmaya çalıştığını savunmaktadır.162

Linklater’la aynı görüşü paylayan Walker da, disiplindeki geleneksel yaklaşımların, irrasyonelden rasyonele, barbarlıktan

157 Richard Rorty, Olumsallık, İroni ve Dayanışma, çev. Mehmet Küçük, Alev Türker, İstanbul: Ayrıntı, 1995, s. 26.

158 Paul Feyerabend, Yönteme Karşı, çev. E. Başer, İstanbul: Ayrıntı, 1999, s. 17–36.

159 Immanuel Kant, “What is Enlightenment?”, Hans Reiss (ed.), Kant’s Political Writings, Cambridge: Cambridge University Press, 1970, s. 54–60.

160

Max Horkheimer, Theodor W. Adorno, Dialectic of Enlightenment, California: Stanford University Press, 2002, s. 1-3. David Campbell, “Poststructuralism”, Tim Dunne, et al. (ed.), International

Relations Theories: Discipline and Diversity, Oxford: Oxford University Press, 2007, s. 208. Benzer

şekilde Bauman’a göre de, modernitenin alamet-i farikası olan zorlama, baskı, tanzim ya da cebri feragat gibi hoşnutsuzluklar, aşırı düzenden ve bunun ayrılmaz parçası olan özgürlük kıtlığından ortaya çıkıyor ve düzen arayışı ve güvenlik arayışı, özgürlüğün kurban edilmesine davetiye çıkarıyordu. Zygmunt Bauman, Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları, çev. İ. Türkmen, İstanbul: Ayrıntı, 2000, s. 9.

161

Andrew Linklater, “The Changing Contours of Critical International Relations Theory”, Richard Wyn Jones (ed.), Critical Theory and World Politics, London: Lynne Rienner, 2001, s. 24.

162 Jill Steans, Gender and International Relations: Issues, Debates and Future Directions, Cambridge: Polity Press, 2006, s. 20.

39

aydınlanmaya, az gelişmişlikten gelişmişliğe geçişi anlattıkları modernite hikâyelerinin aslında etnosentrik, ırkçı, savaş yanlısı hikâyeler olduklarını ve bu hikâyelerin dünyayı anlama biçimimizi birçok açıdan etkilediğini iddia etmektedir.163

Bu iddiaların eşliğinde Pozitivist ajandanın ihmal ettiği konular, 1980’li yılların başından itibaren, disiplinin gündeminde yeniden yer bulmuştur. Pozitivizm’in disiplindeki zirve noktası olarak görülebilecek Davranışsalcılık, birçoklarına göre misyonunu tamamlamıştır.164

Davranışsalcılığın doğuşunda, gelişiminde, kısa bir dönem için olsa da, dominant paradigma oluşunda oldukça etkin rol oynayan birçok isim, artık yönteme dair konularla ilgili moratoryum ilan etmenin ve disiplinin ‘ihmal edilmiş’ temel konuları ve uluslararası politikanın “gerçeklikleri”