• Sonuç bulunamadı

Egemenlik, kavramın doğasına ilişkin belirsizliklerden dolayı, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler’in diğer kavramlarından farklı bir muameleye tabi tutulmaktadır. Kurtuluş’a göre, bu disiplinlerde, “hukuk, demokrasi, federalizm, ulus ve iktidar gibi birçok temel kavramın ifade ettiği anlam rahatça anlaşırken, mesele egemenlik olunca tarihsel analiz yapmak zorunluymuş gibi algılanır. Herkes Bodin’e atıfta bulunmadan kavram anlatılamaz diye düşünür”.727

Kurtuluş’un altını çizdiği anlamda bir zorunluluktan ziyade, egemenliğin bugününü anlamak için geçirmiş olduğu değişim sürecini ve kavramın anlam kazandığı dönemin koşullarını görmek zorunluluğundan dolayı, kavramı tanımlamadan tarihsel seyrine göz atmalıyız. Amacımız, etimolojik bir tarihsel sorgu ya da dönem dönem, aşama aşama kavramın tarihsel seyrini incelemek değil, egemenliğin siyasal göstergelerini anlamaya çalışmaktır.

Siyaset Bilimi, bize, kavramı ilk kez 1576 yılında Jean Bodin’in kullandığını söylemektedir ve bu konuda da bir konsensüs oluşmuş durumdadır. Fowler ve Bunck, yaygın kabulün aksine, egemenliğin ilk kez Bodin tarafından kullanıldığı tezinin doğru olmadığını, kavramın Bodin’den yaklaşık bin yıl önce (607 yılında) Japon Prensi Shotoku tarafından, Çin İmparatoru Sui’ye gönderilen mesajda kullanıldığını iddia etmektedir. Mesajda, “güneşin doğduğu egemen topraklardan, güneşin battığı egemen topraklara” yazmaktadır.728

Helen Thompson ise, iç ve dış egemenliğin bir olduğu ve biri olmadan diğerinin anlamsız olacağı yolundaki yorumları eleştirerek, egemenliği iç ve dış egemenlik diye ayırarak yaptığı tarihsel

727 Kurtuluş, State Sovereignty…, s. 1–8. 728 Fowler, Bunck, op. cit., s. 21.

158

analiz sonucunda, içsel egemenliğin Roma İmparatorluğu dönemine kadar uzandığını, dışsal egemenliğin de ancak XVI. yüzyılda hatta sistematik olarak XVIII. yüzyılda anlamlı hale büründüğünü savunmaktadır.729

Paralel olarak Wayne Hudson da, egemenliğin devletle ilişkilendirilerek, onun yeni ve modern dönemin bir ürünü olduğu yolundaki tezleri eleştirmektedir. Ona göre, egemenlik doktrini devlet tarafından üretilmemiştir, Bodin, Hobbes, Locke gibi modern egemenliğin teorisyenleri, egemenlikten bahsederken de modern anlamda devlet henüz ete kemiğe bürünmemiştir. Egemenlik algısı, devletin tarihiyle eş tutulamayacak kadar köklüdür. Bu algı, Roma İmparatorluğu’na kadar uzanmaktadır.730

Egemenliği, dünya politikasını organize eden bir uluslararası kurum olarak tanımlamayan Janice E. Thomson’a göre egemenlik, sadece devletin kendi sınırları içindeki meşru şiddet kullanma tekeli değildir, aynı zamanda uluslararası ilişkilerde de devlet dışındaki aktörlerden kaynaklanan şiddeti kontrol altına almaktır. Thomson, (Tilly’nin devlet savaşı, savaş da devleti doğurur tezine ek olarak731

) devletin özellikle XIX. yüzyılın başında (Fransız Devrimi’nden sonra) giderek daha az şekilde, korsanları, paralı askerleri ve şirketleri kullanmaya başladığını ve bu değişimin gerçek anlamda devleti ve egemenliği ortaya çıkardığını ileri sürmektedir.732

Önümüzdeki dönemlerde yapılacak çalışmalarda da, Fowler&Bunck, Hudson, Thompson ve Thomson’ın iddiasına benzer tespitlerin yapılması olasıdır. Ancak kavramın ilk kez ne zaman kullanıldığından çok, egemenliğin hangi siyasal atmosferde anlam kazandığı önemlidir. Bu bakış açısıyla bakıldığı zaman, tartışmasız olarak Avrupa, dünyanın diğer bölgelerine oranla birkaç adım öne çıkmaktadır. Ayrıca kavram ne zaman ya da nerede kullanılırsa kullanılsın, egemenliğin işlevsel hale gelmesi noktasında ve siyasal göstergelerinin netlik kazanması açısından modern dönemin bir ürünü olduğu da su götürmez bir gerçektir. Örneğin Laski, 1921

729 Helen Thompson, “The Case for External Sovereignty”, European Journal of International

Relations, Vol. 12, No. 2, 2006, s. 253.

730

Wayne Hudson, “Fables of Sovereignty”, Trudy Jacobsen, et al. (ed.), Re-envisioning Sovereignty:

The End of Westphalia?, Hampshire: Ashgate Publishing, 2008, s. 25.

731 Charles Tilly, “War Making and State Making as Organized Crime”, Peter B. Evans, et al. (ed.),

Bringing the State Back In, Cambridge: Cambridge University Press, 1985, s. 183-184. Charles Tilly, Coercion, Capital, and European States, AD 990-1992, Massachusetts: Blackwell, 1992, s. 67-95.

732

Janice E. Thomson, Mercenaries, Pirates, and Sovereigns: State-Building and Extraterritorial

Violence in Early Modern Europe, New Jersey: Princeton University Press, 1994, s. 18–21. Janice E.

Thomson, “State Practices, International Norms, and the Decline of Mercenarism”, International

159

yılında egemenliği, en üstün territoryal organ olarak tanımlamaktadır. Kendi üstünde başka bir güç tanımayan, bu territoryal organın Orta Çağ’daki siyasal yapılardan farklı olduğunu, çünkü Orta Çağ da böyle bir şeyin olmadığını belirtmektedir.733

Egemenlik ve modernite arasındaki bu bağ anlaşılmadan, kavramın bugün içinde olduğu iddia edilen “krizler” de tam olarak anlaşılamaz. Egemenlik ve modernite arasında bağ kuran Hardt ve Negri, modern egemenlik ve klasik emperyalizmin birbirinden ayrılamayacağını çünkü her ikisinin de, modernitenin özünde yer alan, iç-dış ayrımıyla tanımlandığını ve her ikisinin de dünyayı böldüğünü ileri sürmüştür.734

Radhika V. Mongia da, egemenliği bir dizi kapsamlı fikrin bir araya gelerek oluşturduğu sabit bir norm olarak tanımlayarak, bu normun doğum yerinin Avrupa olduğuna işaret etmektedir. Avrupa’nın bir ürünü olan egemenlik, buradan dünyanın diğer bölgelerine emperyalizm ve kolonyalizm vasıtasıyla ihraç edilmiştir. Avrupa, sadece kendisi için değil evrensel ölçekte, egemenliğin ne olduğuna, kimin ve neyin egemen olarak tanımlanabileceğine karar vermiştir.735

Hardt ve Negri gibi emperyalizm ve egemenlik arasında bir bağ kuran Mongia’nın bakış açısından farklı olsa da, içerik olarak aynı tespiti yapan Antony Anghie’ye göre, egemenliğin tarihi, modern Avrupa uygarlığının tarihiyle eş tutulmaktadır. Ona göre, bu algı nedeniyle, Avrupa dışı toplumlar sürekli olarak dışlanmıştır. Avrupa’nın standartlarını belirlediği ölçüde egemenliğe sahip olmayan toplumlar, uluslararası toplumdan dışlanmıştır. Bu durumun bir sonucu olarak da, doğası itibariyle aslında nötr olan egemenlik gibi kavramlar, daha “ırkçı/dışlayıcı” bir dile kavuşmuştur.736

Philpott da, Westphalia Barışı ve egemenliğin doğuşu arasında kurduğu bağ sonucunda, Westphalia’nın birçok açıdan egemenliği, siyasal birimler açısından bir norm haline getirdiğini ancak bu egemen devlet algısını sadece

733

Harold J. Laski, The Foundation of Sovereignty and Other Essays, New York: Harcourt, Brace and Company, 1921, s. 1.

734 Michael Hardt, Antonio Negri, İmparatorluk, çev. A. Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı, 2003, s. 94–112. Ayrıca bakınız: Tarak Barkawi, Mark Laffey, “Retrieving the Imperial: Empire and International Relations”, Millennium: Journal of International Studies, Vol. 31, No. 1, 2002, s. 116-117.

735

Radhika V. Mongia, “Historicizing State Sovereignty: Inequality and the Form of Equivalence”,

Comparative Studies in Society and History, Vol. 49, No. 2, 2007, s. 395-396.

736 Antony Anghie, “Finding the Peripheries: Sovereignty and Colonialism in Nineteenth Century International Law”, Harvard International Law Journal, Vol. 40, No. 1, 1999, s. 59–60.

160

Avrupa ile sınırlı tuttuğunu, örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nu dâhil etmediğini, dışladığını not etmiştir.737

Egemenlik üzerinden kurgulanan bu “ırkçı” söylem ve dışlama pratikleri, modern dönemden beri gelen pratiklerin bir uzantısı olarak hala sıcaklığını korumaktadır. Örneğin Donnely, “egemenlik, medeniyet standartlarına ulaşmayı sağlamak, uluslararası suçlar, korsanlık, soykırım, kolonyalizm, insan hakları, terörizme karşı savaş ve demokratik yönetişim kurmak konusundaki uluslararası haklar söylemi temelinde bazı devletler için sorunludur. Onlar aslında bir açıdan yarı-egemendirler”738

diyerek, egemenler arasında yapılan fiili ayrıma da işaret etmektedir. Benzer şekilde Robert E. Goodin de, iç işlerine karışmama, diğerlerini tanıma ve yetkili/üstün bir otorite gibi unsurlarla tanımlanan egemenliğin, bu standartlarının Westphalia Barışı ile belirlendiğini, ancak bu bakış açısının egemenliğe ilişkin tarihsel bir özelliği ihmal ettiğini belirtmektedir. Goodin’e göre, egemenlik için üstün/yetkili bir otoritenin olması yetmez, bu otoritenin anlamlı olabilmesi için egemen otoritenin yetkisini, “uygar/medeni” bir devlet olarak görülen sosyal ve siyasal organizasyon üzerinde kullanması gerekir. Başka bir ifadeyle, o siyasal toplumda yaşayan bireylerin, bilinen siyasi yapı/hükümetlerden yoksun olmaması, özel mülk, sanayileşme ya da siyasi temsil gücü konusunda deneyimleri olan “vahşi” (savage) bireyler olmamalıdır ki üzerinde yaşadıkları bölge, ıssız ya da el değmemiş bir bölge olarak görülmesin, devlet olarak görülsün. Örneğin Aborjinlerin yaşadığı bölge, Avrupalılar tarafından, uygarlık olarak değil, “doğa durumu” (state of nature) olarak değerlendirilir ki işgale açık hale getirilsin.739

Emperyalizm, kolonyalizm, modernite, uygarlık, norm ve dışlama gibi egemenlik ile özdeş olarak kullanılan ve birbiriyle bu kadar zıt olan kavramların sayısını artırmak mümkündür. Egemenliği, bu kadar tartışmalı bir kavram yapan şey de, aslında tüm bu zıtlıkları bünyesinde barındırıyor olmasıdır. Bu farklı algılamalara karşın, bütün taraflar egemenliğin modern dönemin bir ürünü olduğunu ve zaten bu zıtlıkların da modernitenin bir mirası olduğunu kabul etmektedir. Peki, bir

737 Daniel Philpott, “On the Cusp of Sovereignty: Lessons from the Sixteenth Century”, Luis E. Lugo (ed.), Sovereignty at the Crossroads?: Morality and International Politics in the Post-Cold War Era, Maryland: Rowman & Littlefield, 1996, s. 40-42.

738 Donnelly, op. cit., s. 146–148.

161

Uluslararası İlişkiler öğrencisi için egemenliğin milat noktası nedir? Bodin, Hobbes, modern devletin doğuşu, Fransız İhtilali ya da daha başka bir isim, unsur, olay olabilir mi? Uluslararası İlişkiler çalışmalarında, ikinci bölümde de detaylı olarak tartışıldığı üzere, genellikle modern devletin, uluslararası sistemin ve bu iki unsuru anlamlı kılan egemenliğin, Westphalia Barışı’nın bir ürünü olduğu konusunda yaygın bir düşünce bulunmaktadır. Örneğin, disiplinin temel kavramlarının ele alındığı ve disiplinin öğrencileri açısından pedagojik değeri oldukça yüksek olan Griffiths ve O’Callaghan’ın çalışmasının egemenlik başlığının ilk cümlesinde, “egemenlik, 1648 Westphalia Barışı ile doğmuştur” vurgusu yapılmaktadır.740

Aynı çalışmada Griffiths, Westphalia Barışı’nın Katolik kilisesinin ekstra-territoryal yetkilerini zayıflatarak, modern ulus-devletin doğuşunu tetiklediğini ve egemenlik kavramının da bu dönemde anlamlı hale geldiğini ileri sürmektedir.741

Westphalia Barışı’nın taraflara kolektif bir kalkan sağlayarak, dışarıdan gelecek müdahaleleri önlediğini742

ve bu anlamda da egemenliğin miladı olduğunu ileri sürenler, gerekçe olarak da Barış’ın 65. maddesini göstermektedirler. İlgili maddede, “tarafların, kanun yapma, vergi toplama, asker toplama, her bir devletin kendi topraklarında istihkâm güçlendirme, eski garnizonları güçlendirme, kendilerini korumak ve güvenlikleri için bu Barış’ın hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla, diğer devletlerle antlaşma yapma hakkının olduğu” belirtilmiştir.743

Bu maddeden yola çıkarak, Westphalia Barışı, kendi sınırları içinde otonom, egemen devletlerden oluşan modern uluslararası sistemin miladı olarak değerlendirilmektedir. Westphalian egemen devlet modeli, otonomi, territory, karşılıklı tanıma ve

740

Martin Griffiths, et al., International Relations: Key Concepts, Oxon: Routledge, 2008, s. 299. 741 Ibid., s. 300.

742 Andrew Philips, “The Protestant Ethic and the Spirit of Jihadism: Transnational Religious Insurgencies and the Transformation of International Orders”, Review of International Studies, Vol. 36, No. 2, 2010, s. 269.

743 65. Madde aynen şu şekilde düzenlenmiştir: They (The members of the Diet) shall enjoy without

contradiction, the Right of Suffrage in all Deliberations touching the Affairs of the Empire; but above all, when the Business in hand shall be the making or interpreting of Laws, the declaring of Wars, imposing of Taxes, levying or quartering of Soldiers, erecting new Fortifications in the Territorys of the States, or reinforcing the old Garisons; as also when a Peace of Alliance is to be concluded, and treated about, or the like, none of these, or the like things shall be acted for the future, without the Suffrage and Consent of the Free Assembly of all the States of the Empire: Above all, it shall be free perpetually to each of the States of the Empire, to make Alliances with Strangers for their Preservation and Safety; provided, nevertheless, such Alliances be not against the Emperor, and the Empire, nor against the Publick Peace, and this Treaty, and without prejudice to the Oath by which everyone is bound to the Emperor and the Empire.

162

kontrolden oluşan basit bir imaj çizer. Bugün egemenliğin aşındığı söylemi de, ana hatlarıyla bu model üzerinden tartışılmaktadır.

Ancak, Krasner’e göre, Westphalia Barışı, özünde bu şekilde tanımlanan Westphalian egemen devlet modeli konusunda herhangi bir düzenleme ya da yenilik içermemektedir. Otonom ve dışarıdan gelen müdahalelerden uzak bir egemen devlet söylemi, ancak XVIII. yüzyılın son çeyreğinde, Emmerich de Vattel tarafından geliştirilmiştir.744

Krasner gibi, Philpott da, egemenlik teorisinin siyasal yaşamı ve siyasal olanı, dinsel otorite alanının ötesine taşımaya çalışan Bodin, Hobbes ve Grotius tarafından geliştirildiğini, ancak egemen devletler sisteminin en çarpıcı şekilde, ilk kez 1758’de Vattel’in “The Law of Nations” adlı çalışmasında ele alındığını ileri sürmektedir.745

“Egemenliğin 1648’de doğduğunu iddia eden biri, Westphalia Barışı’na bakarsa, egemenlik ilkesiyle ilgili olarak hayal kırıklığına uğrar” diyen Derek Croxton da, açıkça 1648’in bir mit olduğunu ortaya koymaktadır. Ona göre, egemenliğin bir uluslararası hukuk normu haline gelebilmesi için, Westphalia’dan sonra daha çok beklemek gerekmiştir.746

Hui de, doğrudan egemenliğin kendisi üzerinden olmasa da, egemenliğin temel ilkelerinden biri olan ve genellikle de Westphalia Barışı ile özdeşleştirilen müdahale etmeme, iç işlerine karışmama (non-intervention) ilkesinin de Westphalia ile ilişkilendirilemeyeceğini vurgulamaktadır. Ona göre de, egemenlikle ilgili bir şey yoktur Westphalia’da. Birçok kişi için egemenliğin kurucu ilkesi olan müdahale etmeme ilkesi, aslında XVIII. yüzyılın sonuna kadar, dile bile getirilmemiştir. Çünkü müdahale, 1648’den sonra da sürekli olarak rastlanılan bir durumdur, insan hakları/azınlık hakları temelinde meşru bir müdahale zemini gelişmiştir.747

Lake de, genellikle Bodin ve Hobbes ile ilişkilendirilen ve egemenliğin kurucu unsurlarından biri olarak

744 Stephen D. Krasner, “Rethinking the Sovereign State Model”, Review of International Studies, Vol. 27, No. 1, 2001, s. 17–21. Krasner, egemenliğin ilke ve uygulamalarının tarihin bir anında oluşmadığını, tarihsel süreç içinde evrildiğini dile getirerek, Westphalia’nın da bu duraklardan biri olduğuna işaret etmektedir. Stephen D. Krasner, “The Durability of Organized Hypocrisy”, Hent Kalmo, Quentin Skinner (ed.), Sovereignty in Fragments: The Past, Present and Future of a

Contested Concept, Cambridge: Cambridge University Press, 2010, s. 97.

745 Philpott, “On the Cusp of Sovereignty…, s. 40-42.

746 Derek Croxton, “The Peace of Westphalia of 1648 and the Origins of Sovereignty”, The

International History Review, Vol. 21, No. 3, 1999, s. 569–570.

747

Victoria Tin-bor Hui, “Problematizing Sovereignty Relative Sovereignty in the Historical Transformation of Interstate and State-Society Relations”, Michael C. Davis, et al. (ed.), International

Intervention in the Post-Cold War World: Moral Responsibility and Power Politics, London: M.E.

163

değerlendirilen, egemenliğin bölünemezliği ilkesi üzerinden Westphalia Barışı’nın mit olduğunu vurgulamaktadır. Lake’e göre, Westphalia Barışı’nı oluşturan Münster ve Osnabrück Antlaşmaları’nda bile açıkça egemenliğin bütün/bölünemez olduğu ilkesine aykırı vurgular yapılmıştır.748

Egemenliğin miladını, feodal dönemden modern döneme geçiş ve feodal siyasal yapıdan modern devlete geçiş süreciyle birlikte okuyanlar için egemenlik, aşkın bir statüye sahiptir. Egemenliğin ideolojik temellerine gönderme yapan Rivera’ya göre, bu aşkın statü Hristiyan teolojiden ödünç alınmıştır ve siyasal temsilin meşrulaştırılması ve o siyasal toplumun hayatta kalma mücadelesi olarak sunulan eylemler için sürekli olarak kullanılmıştır.749

Egemenlik, feodal yapıda bir hiyerarşi içinde Papa, krallar ve feodal beyler tarafından temsil edilmiş ve paylaşılmıştır. Hiyerarşinin en tepesinde de Tanrı konumlandırılmıştır. Ancak Westphalia ile birlikte, yani tek bir politik figür ve aşkın iktidarla bağdaştırılan modern egemenliğin doğuşuyla, önceden Tanrının ilahi varlığı, daha sonra kralın ilahi otoritesiyle tanımlanan egemenlik, devletin territorysi ve kurumlarıyla birlikte tanımlanmaya başlamıştır.750

Şaban H. Çalış’ın tabiriyle, “Tanrı ölmüştü, kul da yoktu”.751

Tanrının ölümüyle, kutsallık çağının sona ermiş ancak insanoğlu kutsal olmayan bir dünyada yaşamak istemediği için yeni kutsallıklar inşa etmiştir. Eugéne Enriquez’e göre, “para” ve “daha önceki siyasal formların tersine tüm toplumu denetleyen ve toplumsal derinliğe sızabilen egemen devlet”, bu kutsallık ihtiyacının sonucu olarak ortaya çıkmış zorunlu birimlerdir.752

Elshtain de, egemenliğin önce kraldan modern devlete geçtiğini ve modern devletle birlikte, Tanrının iradesi nasıl tek ise egemenin de (ki o irade, genel irade olarak formüle edilmiştir) tek olduğu söyleminin meşrulaştırıldığını savunmaktadır. Özellikle egemenin tek ve biricik olma

748

David A. Lake, “Delegating Divisible Sovereignty: Sweeping a Conceptual Minefield”, Review of

International Organizations, Vol. 2, No. 2, 2007, s. 225.

749 Oscar Guardiola-Rivera, “What Comes after Sovereignty?”, Law, Culture and the Humanities, Vol. 6, No. 2, 2010, s. 186–187.

750

Hardt, Negri, op. cit., s. 108.

751 Çalış, “Üç Tarz-ı Siyasetten…, s. 24.

752 Eugéne Enriquez, Sürüden Devlete: Toplumsal Bağ Üzerine Psikanalitik Deneme, çev. Nilgün Tutal, İstanbul: Ayrıntı, 2004, s. 334–335.

164

durumu, o siyasal birimin dış ilişkilerinde daha net bir şekilde kendini göstermektedir.753

Tarihsel Sosyoloji’nin önemli temsilcilerinden Hobson da, Westphalia Barışı ve egemenliğin doğuşu arasındaki ilişkiye atıfta bulunarak, egemenliğin ve modern devletin tarihine ilişkin Avrupa merkezli anlatının eleştirilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Hobson’a göre, bu anlatı çerçevesinde egemen devletin, Avrupa’da cereyan eden bir dizi gelişmenin (1- feodal yapı, çoklu iktidar ve anarşik yapının zamanla devletler arasındaki rekabete dönüşerek askeri devrimlerin patlak vermesi, bürokrasinin ve egemen devletin doğuşu, 2- Avrupa içindeki ticaret ve kapitalizm, 3- salgın hastalıkların yol açtığı demografik krizle baş edecek merkezi yapıların tesisi, 4- İtalyan şehir devletleri sisteminin önemi ve diplomasi, sınırların belirlenmesi gibi pratiklerin tecrübe edilmesi, 5- Rönesans, Reform gibi yeni fikir ve normların ortaya çıkışını sağlayan gelişmeler) sonucunda Westphalia’nın bir ürünü olarak doğduğu ileri sürülmektedir. Hobson bu anlatıyı reddederek, egemenliğin tarihsel süreci ve siyasal anlamı konusunda, bugüne değin ihmal edilen Doğu’nun rolüne atıfta bulunmakta ve “şarki küreselleşme” (oriental globalization) olarak tanımladığı dönemde (500–1450) egemenliğin doğduğuna vurgu yapmaktadır.754

Branch da, egemenliğin ve modern devlet sisteminin, XVI. ya da XVII. yüzyılda Avrupa’ya özgü dinamikler, pratikler ve normlarla Avrupa’nın içinde inşa edildiği yolundaki tezleri eleştirmekte ve “kolonyal yansıma” (colonial reflection) adını verdiği durum nedeniyle, bu sistemin Avrupa’nın içinde değil dışında (özellikle yeni keşfedilen Amerika kıtasında) formüle edildiğini ileri sürmektedir. Modern egemenlik ve devletler sisteminin Avrupa’nın bir ürünü olduğu ve buradan kolonyalizm ve emperyalizmle dünyaya ihraç edildiği yolundaki yaygın düşüncenin tersine Branch, modern devletin ayırıcı özelliklerinden biri olan, diğer siyasal birimlerden keskin bir şekilde ayrılma (territoriality) ve meşruiyet gibi temel unsurların kolonyal bölgelerde, henüz Avrupa kıtasında yerleşmeden önce

753

Jean Bethke Elshtain, “Sovereignty, Identity, Sacrifice”, Millennium: Journal of International

Studies, Vol. 20, No. 3, 1991, s. 397–399.

754 John M. Hobson, “Provincializing Westphalia: The Eastern Origins of Sovereignty”, International

165 yerleşmeye başladığını not etmektedir.755

Branch’ın da işaret ettiği modern uluslararası sistemin ve devlet egemenliğinin kurucu unsurlarından biri olan

territoryalite üzerinde durmak, hem egemenliği tanımlamamıza, hem de egemenliğin

tarihiyle ilgili bu tartışmaları daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.