• Sonuç bulunamadı

Uluslararası İlişkiler disiplininde, çalışmanın ilk ve ikinci bölümünde de tartışıldığı üzere, hâkim Pozitivist eğilimin tasarladığı devlet ve egemenlik algısı, uluslararası ilişkilerdeki değişim ihtimalini azalmakta ve uluslararası ilişkiler hala birçok çevre tarafından Thucydides, Machiavelli çizgisinin bıraktığı miras üzerinden analiz edilmektedir.701 Ancak, 1980’li yıllardan itibaren, uluslararası ilişkilerin sadece devletler arası ilişkilerden ibaret olmadığı, devlet egemenliğinin verili (given), doğal, nötr olmadığı, siyasal olanın sadece egemen devlet tarafından şekillendirilmediği tezleri birçok kesim tarafından dile getirilmeye başlanmıştır.702 Disiplindeki devletçi mantığa ve sabit egemenlik algısına bir çeşit meydan okuma

Gene M. Lyons, Michael Mastanduno (ed.), Beyond Westphalia? State Sovereignty and International

Intervention, Baltimore: The Johns Hopkins University Press, 1995, s. 49-50.

700

Eli Lauterpacht, “Sovereignty: Myth or Reality?”, International Affairs, Vol. 73, No. 1, 1997, s. 138.

701 Booth, disiplinde hâkim durumda olan Realizm ve türevleri nedeniyle, bu durumun akademiyanın geleceğe inanmamalarından kaynakladığını dile getirmektedir. Ken Booth, “Dare not to Know: International Relations Theory versus Future”, Ken Booth, Steve Smith (ed.), International Relations

Theory Today, Cambridge: Polity Press, 1997, s. 332.

702 Raia Prokhovnik, “The State of Liberal Sovereignty”, The British Journal of Politics &

151

olarak değerlendirilebilecek bu girişimlerin çıkış noktası da, devlet ve egemenlik tartışmalarına alternatif bir bakış açısı getirmek olmuştur.703

Egemenlik, disiplinin otonomisini kazandığı dönemden beri, sancılarını çektiği değişim için oldukça kilit bir konumda bulunmaktadır. Çünkü devlet egemenliği hem uluslararası ilişkilerin kurucu unsuru hem de disiplinin temel kavramlarıyla doğrudan ilişkilidir. Örneğin Pozitivist tasarımda, güvenlik ancak egemenliği olan ve sınırları belirgin bir alan içindeki devlet tarafından tesis edilebilir. Dışarısı tehlikelidir, realpolitiğin ilkeleri ve güç kullanımı vardır dışarıda. Bu anlamda aslında güvenlik, egemenliğin korunması demektir.704

Bu yüzden egemenlik, tekrar ilk başta sorduğumuz soruya dönecek olursak, Uluslararası İlişkiler teorisine doğrudan katkı sağlamaktadır. Bu katkı, Pozitivist dönemde oldukça sınırlı olsa da, Postpozitivistlerin çalışmalarıyla genişlemekte ve disiplin önemli bir değişim sürecini tecrübe etmektedir. Başka bir ifadeyle, disiplindeki değişim ve egemenlik tartışmaları arasında doğrudan bir bağ vardır. Robert H. Jackson, bu bağı göstermek açısından, egemenliğin Uluslararası İlişkiler’in sınırlarını çizdiğini ve onu belirlediğini vurgulamaktadır. Jackson, postmoderniteyle, egemenliğin geleneksel anlamının sorgulandığı dönemi kastetmek için kullanılan post-egemenlik arasında doğrudan bir ilişki olduğunu ileri sürerek, Pozitivist egemenlik teorisinin zihinlerimizi mahpus ettiğini (mental prison) belirtmektedir. Jackson’a göre, felsefi anlamda egemen devlet söylemi, insanın kendini gerçekleştirmesi açısından politik anlamda egemen devletin hegemonyasından daha büyük bir engel teşkil etmektedir.705 Wæver de, Uluslararası İlişkiler’de postmodernite ilk etapta post- egemenlik anlamına gelir diyerek, egemenliğin Uluslararası İlişkiler teorisi açısından önemine işaret etmektedir.706

Pozitivist tasarımda egemenlik, genellikle, territory, insan topluluğu, etkili ve hiyerarşik bir iç kontrol, anayasal bağımsızlık, dış otoritenin kontrolünün olmaması,

703

Yosef Lapid, “Review: Contending Sovereignties: Redefining Political Community”, Canadian

Journal of Political Science, Vol. 24, No. 2, 1991, s. 442–443. Devetak, “Between Kant and

Pufendorf…, s. 171. Walker, “Sovereignty, Identity, Community…, s. 159. 704 Agnew, Corbridge, op. cit., s. 86.

705

Robert H. Jackson, “Introduction: Sovereignty at the Millennium” Robert H. Jackson (ed.),

Sovereignty at the Millennium, London: Blackwell, 1999, s. 3–6.

706 Ole Wæver, “Identity, Integration and Security: Solving the Sovereignty Puzzle in EU Studies”,

152

uluslararası tanınma ve sınırları kontrol etme yeteneğiyle tanımlanmaktadır.707 Devleti üniter ve verili bir form olarak tanımlayan bu Pozitivist bakış, devlet, ulus ve egemenlik arasındaki farkları ortadan kaldırmıştır. Egemenlik ve ulusal kimlik arasındaki ilişki tartışılmamıştır çünkü bu Pozitivist bakış, bu ikisinin bir sorun olduğunu kabul etmemiştir. İç ve dış arasında ayrım yaparak, ulusal kimliği şekillendirmek, egemenliğin en önemli fonksiyonlarından biridir.708

Eudaily ve Smith, disiplinde hala egemenliği geleneksel anlamıyla yorumlayan Pozitivist eğilimin, siyasal gelişmelerin gerisinde kaldığını ve yeni dönemi anlamakta zorlandığına işaret etmektedir. Egemenliğin paradoksu olarak nitelendirdikleri ve Pozitivistlerin egemenlik algılarıyla doğrudan örtüşen bu duruma göre, modern devletin doğuşuyla ilgili obsesif tarihsel anlatı sonucu, egemenliği sanki devlet inşası, territoryalite ve çözülme süreciyle eş değer olarak değerlendirmekteyiz. Onlara göre, Pozitivistler egemenliği hala XVII. yüzyılda geliştirilmiş haliyle okumakta ve egemenliğin siyasetin dilini birçok açıdan nasıl şekillendirdiğini görememektedirler.709

Devletler arasındaki kültürel ve sosyal farklılıklarının önemini yadsıyarak, tüm devletler için geçerli olan bir egemenlik algısı yerleştirmeye çalışan Pozitivistler, egemenliği verili bir şey olarak algılamaktadır.710

Weber’e göre, egemenliği verili olarak kabul etmek, Uluslararası İlişkiler teorisinde iki “utancı” temsil etmektedir. İlk utanç, egemenliğin tarihsel gerçeğini görmezden gelmektir. Zira tarihsel olarak uluslararası siyasal alanda, tek tip egemenlik formu yerine, sayısız düzeyde devlet egemenliği formu bir arada var olmuştur. İkinci olarak, egemenliğin verili olduğunu kabul edenler, egemenliğin anlamının nasıl stabilize edildiğini soruşturmamışlardır. Egemenliğin anlamı nasıl sabit/değişmez (fixed) olmuştur? Bu süreçte teorilerin

707 Stephen D. Krasner, “Problematic Sovereignty”, Stephen D. Krasner (ed.), Problematic

Sovereignty: Contested Rules and Political Possibilities, New York: Columbia University Press,

2001, s. 6.

708 Roxanne Lynn Doty, “Sovereignty and the Nation: Constructing the Boundaries of National Identity”, Thomas J. Biersteker, Cynthia Weber (ed.), State Sovereignty as Social Construct, Cambridge: Cambridge University Press, 1996, s. 121–122.

709

Eudaily, Smith, op. cit., s. 314.

710 Thomas J. Biersteker, Cynthia Weber, “The Social Construction of State Sovereignty”, Thomas J. Biersteker, Cynthia Weber (ed.), State Sovereignty as Social Construct, Cambridge: Cambridge University Press, 1996, s. 4-7.

153

pratiği ve politik müdahale pratiklerinin rolü nedir? Pozitivistler bu sorulara hiç yanıt vermemişlerdir.711

Egemenlik ve rasyonalite arasında doğrudan bir bağ olduğunu ileri süren Ann Tickner, her iki kavramın da Aydınlanma’nın bir ürünü olduğunu ve “herkes için geçerli, evrensel ve tarafsız yasalar/normlar” üretme sürecinin bir çıktısı olduğunu dile getirmektedir.712 Egemenliğin verili, anlamının sabit, taşıyıcısının modern ulus- devlet ve göstergelerinin evrensel olduğu konusundaki Pozitivist algı, Uluslararası İlişkiler teorisinde devlete ontolojik bir öncelik tahsis etmektedir. Oysaki Hoffman’a göre, egemenlik sadece hukuki bir olgu olarak değil, politik bir pratik olarak da modern dönemin ürünüdür ve sadece devletle değil, tüm sosyal pratiklerle ilişkilidir.713 Postpozitivistlere göre devlet, egemenlik iddiası üzerinden tanımlanırken, egemenlik, devletlerin etkileşimleri ve pratikleri üzerinden tanımlanır bu nedenle, egemenliği sabit ve değişmez bir kavram olarak tanımlamak yerine, egemenliğin sosyal olarak inşa edildiğini ve özünde sosyal bir kavram olduğunu savunmaktadırlar. Çünkü egemenlik, devletlerin bir arada yaşaması için gerekli olduğu için sosyaldir; devletler toplumunun oluşması ve birbiriyle etkileşim içinde bulunmaları nedeniyle sosyaldir; devletler karşılıklı olarak birbirilerini tanıdıkları için sosyaldir.714

Pozitivist yaklaşımların sürekli olarak altını çizdikleri gibi, egemenliğin sadece devletle ilişkilendirilmesi sonucunda, iç ve dış politika arasındaki “doğal ayrım” kaçınılmaz bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. İç ve dış arasındaki doğalmış gibi görünen bu ayrımın, aslında disiplindeki Pozitivist mantıkla doğrudan bir ilişkisi bulunmaktadır. Pozitivistler, uluslararası ilişkileri genellikle, insan doğası ya da doğa durumu üzerinden analiz ettikleri için (ki bu analiz ötekileştirme ve yabancılaştırmaya neden olur; rasyonel ve uygar insanın doğanın karanlık güçlerine karşı zaferi inancına dayanır) uluslararası ilişkilerde geçerli olan her teori, her bakış açısı otomatik olarak iç ve dış politika arasında doğal bir ayrımla işe başlamaktadır.

711 Weber, Simulating Sovereignty…, s. 3. 712

Ann J. Tickner, Gender in International Relations Feminist Perspectives on Achieving Global

Security, New York: Columbia University Press, New York, 1992, s. 53.

713 Hoffman, “Restructuring, Reconstruction…, s. 183. 714 Biersteker, Weber, “The Social Construction…, s. 11.

154

Bartelson’a göre, insanlık evrensel bir devlete ulaşana kadar da bu ayrım var olmaya devam edecektir.715

Disiplinin ilk yıllarından 1980’lerin ortasına değin sorgulanmadan kabul edilen Pozitivist egemenlik, özellikle 1990’lı yıllarda, pratikteki gelişmelerin de etkisiyle, ciddi bir sorgulama sürecine tabi tutulmuştur. Sadece Postpozitivistler değil, Pozitivistler de, egemenliğin geleneksel anlamının ve Westphalian Sistem’in çöktüğü yolundaki tespitleri tartışmaya başlamışlardır.716

1990 sonrası dönemde uluslararası ilişkilerin genellikle iki faktör üzerinden açıklanmaya çalışıldığını ileri süren Luc Sindjoun, bu iki faktörün de egemenlikle doğrudan ilgili olduğunu belirtmektedir. İlki Berlin Duvarı’nın çöküşü; Realizm ile sembolleştirilen duvarın yıkılması, disiplin içinde Realizm’in sorgulanmasına ve alternatif yaklaşımların ortaya çıkmasına yol açmıştır. İkincisi ise küreselleşme konusundaki tartışmalardır. Ona göre, bu iki gelişme, uluslararası ilişkilerin yeniden icadını ve formüle edilmesini sağlamıştır. Değişim konusunda oldukça muhafazakâr olan disiplin, aynen 1945’te olduğu gibi, paradigmatik bir değişimin eşiğinde durmaktadır.717

Paralel olarak Dodds’a göre de, dış politika çalışmaları son dönemde egemenlikle ilişkilendirilmiş ve bu konudaki tartışmalarla, Postpozitivistler, dış politikanın ve egemenliğin toplumsal cinsiyete dair göstergelerini, politik kimliğin inşası gibi konuları eleştirerek, Realizm’in jeopolitik ve tarihsel iddialarını sorgulamışlardır.718

Örneğin Pozitivistlerin egemenlik tanımını eleştiren Polat’a göre, egemenlik postyapısalcı yazımda birbiriyle ilişkili üç anlama gelmektedir. İlk olarak Derridacı anlamda présence; bir varoluş/bulunuş olarak egemenlik, öz, orijin, kimlik, temeller ve “the thing itself” gibi kavramlarla temsil edilir. İkinci olarak otonomi;

715 Bartelson, A Genealogy of Sovereignty…, s. 24-25. Bartelson’un çalışmasına yönelik değerlendirmeler ve özellikle bu çalışmanın sosyal teorideki pozitivizmin zaferi, yasal pratikler ve devletin kurumsal yapısı ile moderniteyi ve egemenliği bir şekilde tarih dışı bırakması konusunda Bartelson’un sessiz kalması yönündeki eleştiriler için bakınız. Harry D. Gould, Nicholas Onuf, “Review: An Archeology of Sovereignty”, Mershon International Studies Review, Vol. 41, No. 2, 1997, s. 332.

716

Örneğin Liberaller, ekonomik küreselleşmenin sınırsız bir dünya yarattığı ve ortak yaşam için tek ve karşılıklı olarak birbirine bağımlı bir dünyanın oluşmaya başladığını ileri sürmektedirler. Alfred Van Staden, Hans Vollaard, “The Erosion of the State Sovereignty: Towards a Post-Territorial World”, Gerard Kreijen (ed.), State, Sovereignty, and International Governance, Oxford: Oxford University Press, 2002, s. 165.

717 Luc Sindjoun, “Transformation of International Relations-Between Change and Continuity: Introduction”, International Political Science Review, Vol. 22, No. 3, 2001, s. 219–226.

155

liberal politik anlamda otonomi özgür bireye refere eder, içsel anlamdaki bu tasarım analoji yoluyla uluslararası sisteme de taşınır ve onun temelini oluşturur. Üçüncü olarak, devlet egemenliği, hem özcü felsefi perspektif hem de bireyin otonomisini vurgulayan liberal politik pozisyon bağlamında anlaşılmalıdır. Egemen/bağımsız bireye odaklı bir présence olarak egemenlik ve liberal politik düzen algısı, egemenliği modern devlet sisteminin odak noktası olarak sunmaktadır.719

Postpozitivistler, Foucault’nun izinden giderek, bilgi ve egemenlik arasında kurdukları bağ vasıtasıyla, egemenliğin geleneksel anlamları ve siyasal çağrışımlarını sorgulamışlardır. Egemenlik üzerine bu alanda yazılmış iki önemli çalışmada hem Weber,720 hem de Bartelson,721 çalışmalarının daha giriş bölümlerinde, amaçlarının egemenliği tanımlamaktan çok egemen iktidarın tarihsel temellerini sorgulamak ve egemenlik ile bilgi arasındaki bağı çözümlemek olduğunu açıkça belirtmişlerdir. Litfin de, bilgi ve egemenliğin kavramsal olarak akraba iki olgu olduğunu ve her ikisinin de iktidarın sınırlarını açıklamaya çalıştığını ve ikisinin de dünyanın kontrol pratikleriyle ilgili olduğunu vurgulamaktadır. Bilgi ve egemenlik arasındaki bu ilişkinin modernitenin bir ürünü olduğunu belirten Litfin’e göre, modernite iki temel dinamikle karakterize edilir; devletin küreyi politik olarak çevrelemesi ve bilim ve teknolojinin epistemolojik ve pratik olarak küreyi çevrelemesi. Egemenliğin moderniteden kaynağını alan bilgiyle olan bu ilişkisi genellikle ihmal edilmiştir. Egemenliğin teknoloji, bilgi ve gözetim ile olan ilişkisine “epistemik egemenlik” adını veren Litfin’e göre, egemenliğin bu boyutu bize egemenliği nasıl düşünmemiz gerektiğini ve sınırları belirli bir alanda otonomi, kontrol ve iktidarın ne anlama geldiğini söylemektedir. Bugün, egemenliğin içine düştüğü krizin kökeninde de, devletin bilgi süreçleri üzerindeki kontrol kabiliyetinin zayıflamış olmasının yattığını savunmaktadır.722

Walker da, “neden egemenlik, modern siyasal yaşamın kurucu unsuru, neden sınırları çizen, içeridekileri ve dışarıdakileri belirleyen, meşru şiddet kullanma

719 Polat, “Poststructuralism, Absence…, s. 453–454. Ayrıca bakınız: Necati Polat, “Post-Yapısalcı Yaklaşımlar”, Atila Eralp (ed.), Devlet Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İstanbul: İletişim, 2000, s. 273-285.

720

Weber, Simulating Sovereignty…, s. 3.

721 Bartelson, A Genealogy of Sovereignty…, s. ix.

722 Karen T. Litfin, “The Status of the Statistical State: Satellites and the Diffusion of Epistemic Sovereignty”, Global Society, Vol. 13, No. 1, 1999, s. 96-97.

156

tekelini elinde bulunduran bir güçtür? Egemenlik, nasıl oluyor da, içeride monopol ve merkezileşme olarak tanımlanırken, dışarıda eşitlik, otonomluk gibi durumlarla tanımlanmaktadır? Yani aynı anda bu iki tanım egemenlik için nasıl geçerli oluyor?” sorularıyla, Pozitivist egemenliği sorgulamaktadır.723

Litfin gibi egemenliğin krizde olduğunu ileri süren Walker, dört nedenle geleneksel/Pozitivist egemenliğin aşındığını savunmaktadır. İlk olarak, felsefi anlamda ilerleme fikrinin sekteye uğraması ve devletçi politikanın sorgulanmaya başlaması. İkincisi, Milletler Cemiyeti, Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası ve supranasyonel yapıların doğuşu. Üçüncüsü, 1945’ten sonra ekonomik hayatın giderek daha çok küresel bir hal alması ve son olarak da 1960’larla birlikte nükleer silahlar, çevre felaketleri, küresel çaptaki çatışmalar gibi gelişmelerin etkisi.724

Postpozitivistlerin eleştirilerine ve alternatif bir egemenlik algısı yerleştirmek konusundaki çabalarına karşılık, henüz yeterince mesafe kat edildiğini söyleyebilmek zordur. Bu durum, Postpozitivistlerin de eleştirilmesine yol açmaktadır. Örneğin egemenlik tanımlanabilir mi diye sorduğu çalışmada John Hoffman’a göre, egemenlik ve devlet arasındaki simbiyotik bağın çözülmesi/kırılması gerekmektedir. Hem Realist ve Neorealistler hem de Bartelson ve Weber gibi Postmodernistler devlet ve egemenlik arasında kopmaz bir bağ olduğunu düşünmekte ve bu düşünce bizi çıkmaz sokaklara sokmaktadır. Egemenliğin devletle olan bağının koparılması gerekliliğini vurgulayan ve bu durumu post-devletçi bir mantık olarak betimleyen Hoffman’a göre, ancak bu şekilde özcü/temelci ve ahistorik egemenlik tanımlarından sıyrılabiliriz.725

Bickerton da, egemenlik eleştirisi konusunda Postpozitivistlerin kafalarının biraz karışık olduğuna işaret etmektedir. Ona göre Postpozitivistler, disiplindeki egemenlik algılarını eleştiriyorlar ama yerine ne koyacakları konusunda kararsızlar. Egemenliğin sadece uluslararası ilişkilerin kurucu ve temel öğesi olmadıklarını savunuyorlar. Ama onların bu eleştirileri ve devletin dışında yeni bir uluslararası ilişkiler düşünmek önerileri politik olasılıkların çerçevesini sınırlıyor.726

723 Walker, “Sovereignty, Identity, Community…, s. 160. 724 Ibid., s. 161-163.

725 John Hoffman, “Blind Alleys: Can We Define Sovereignty?”, Politics, Vol. 17, No. 1, 1997, s. 54– 57.

726 Christopher J. Bickerton, et al., “Politics without Sovereignty”, Christopher J. Bickerton, et al. (ed.), Politics without Sovereignty: A Critique of Contemporary International Relations, New York: UCL Press, 2007, s. 30-36.

157

Bickerton’un eleştirisi, Postpozitivistlerin egemenlik tartışmalarındaki argümanları düşünüldüğünde çok da yerinde eleştiriler gibi görünmemektedir. Çünkü Postpozitivistler, devleti aşan yeni bir uluslararası ilişkiler algısından çok devletin merkezi konumunda olmadığı bir küresel etkileşimden bahsetmekte ve devletin ve modern egemenlik söyleminin bizzat kendisinin siyasal alan ve olanı belirlediğini, siyasal yaşamın sınırlarını daralttığını savunmaktadırlar.