• Sonuç bulunamadı

Değerlendirme: Postpozitivist Dönemde Egemenlik Neden Önemli?

1981 yılında Cox,296

aynı yıl Ashley297 ve bir yıl sonra da Linklater’in298 kaleme aldığı çalışmaların açtığı yoldan ilerleyen Postpozitivist yaklaşımların inşa edilecek yeni bir ontolojinin ihtimali sürecinde geleneksel/Pozitivist Uluslararası İlişkiler yazımına yönelik eleştirileri, tek bir çalışma altında toplanamayacak kadar kapsamlıdır. Bu nedenle bu çalışmada, “devlet” ve “egemenlik” temel hareket noktası olarak seçilmiştir. Egemenlik ve devletin çıkış noktası olarak seçilmiş olmasının bazı nedenleri vardır.

İlk olarak, hem devlet hem de egemenlik, Pozitivist Uluslararası İlişkiler çalışmalarında temel referans noktası olarak seçilmiştir. İdealizm’den başlayarak Neorealizme, Neoliberalizme kadar uzanan yelpazede tüm Pozitivist yaklaşımlar bir devlet tasarımı yapmışlar ve devleti temel analiz birimi olarak benimsemişlerdir.

293

Richard Price, Christian Reus-Smit, “Dangerous Liaisons?: Critical International Theory and Constructivism”, European Journal of International Relations, Vol. 4, No. 3, 1998, s. 261–263. 294 R. B. J. Walker, “Alternative, Critical, Political”, Michael Brecher, Frank P. Harvey (ed.),

Millennial Reflections on International Studies, Ann Arbor: University of Michigan Press, 2002, s.

263.

295 Jim George, David Campbell, “Patterns of Dissent and the Celebration of Difference”,

International Studies Quarterly, Vol. 34, No. 3, 1990, s. 269–270.

296 Cox, “Social Forces, States…, s. 126-155. 297

Richard K. Ashley, “Political Realism and Human Interests”, International Studies Quarterly, Vol. 25, No. 2, 1981.

298 Andrew Linklater, Men and Citizens in the Theory of International Relations, London: Macmillan, 1982.

64

Çalışmanın takip eden bölümünde de detaylı olarak ele alındığı gibi, Pozitivistler devleti sabit, dünyanın her yerinde aynı, insani özellikleri olan299

(antropomorfik), ahistorik bir form ya da kısacası onu bir black box olarak betimlemişlerdir.300 Örneğin ilk büyük tartışmada İdealistler ve Realistler, savaşa ve barışa dair tamamen ayrı noktadan hareket ederek analiz yapmaya çalışsalar da, devlete aynı perspektiften bakmışlardır.301

Yine paradigmalar arası tartışma döneminde Neorealizm, Pluralizm ve Yapısalcılık birçok açıdan farklı uluslararası ilişkiler algısı taşımasına rağmen, her bir yaklaşımda da devletin temel analiz düzeyi ve birimi olduğunu görmekteyiz.

Devlet için geçerli olan tespitler, bu yaklaşımların egemenlik algısı için de geçerlidir. Uluslararası sistemin düzenleyici ilkesi, tanımlayıcı karakteristiği, anarşik sistemin temel unsuru olarak tanımlanan egemenlik, hem Pozitivist hem de Postpozitivist yaklaşımlar için dünya politikalarını anlama sürecinde kullanılan işaret taşlarından biri olmuştur. Egemenlik, ilerleyen bölümlerde detaylarıyla tartışıldığı gibi, Bodin, Hobbes ve son olarak da Weber çizgisinden hareketle, devlet iktidarı ve gücünü meşrulaştıran bir pratik olarak tanımlanmıştır. Pozitivist dönemde disiplinin ajandasını büyük oranda meşgul eden devlet ve egemenlik, Postpozitivist dönemde de disiplinde en çok çalışılan kavramlardan biri olmaya devam etmektedir. Hatta Richard Devetak, “disiplindeki eleştirel düşünce bir şeye karşıysa, bu kesinlikle egemenliktir”302

diyerek, egemenliğin Postpozitivist dönemde de ne kadar önemli bir yer işgal ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. Paralel olarak Marieke Goede de, Postpozitivist yaklaşımların, siyasal olanın egemen devlet tarafından şekillendirildiği tezini şiddetle eleştirdiğini dile getirerek, bu yaklaşımların siyasal olanın ufkunu genişletmeye ve uluslararası ilişkilerde değişim ihtimallerini artırmayı amaçladığına

299 Duyguları olan devlet algısı konusunda son dönemde yapılmış bir çalışma için bakınız. Brent E. Sasley, “Theorizing States’ Emotions”, International Studies Review, Vol. 13, No. 3, 2011, s. 465- 469.

300 Steve Smith, “Is the Truth Out There? Eight Questions about International Order”, T. V. Paul, John A. Hall (ed.), International Order and the Future of World Politics, Cambridge: Cambridge University Press,1999, s. 99.

301

Rochester, op. cit., s. 793.

302 Richard Devetak, “Between Kant and Pufendorf: Humanitarian Intervention, Statist Anti- Cosmopolitanism and Critical International Theory”, Review of International Studies, Vol. 33, No. 1, 2007, s. 171.

65 vurgu yapmaktadır.303

Siyasal yaşamın ne olduğu ve nerede olduğunu anlamak açısından egemenliğin oldukça merkezi bir konumda bulunduğunu savunan Walker da, bu tespitiyle, Postpozitivistler için de egemenliğin önemine ışık tutmaktadır.304

İkinci olarak, Pozitivist gelenekte devlet, sürekli temel analiz birimi olarak seçildiği için disiplinin diğer birçok kavramı/olgusu da devlet üzerinden tanımlanmıştır. Bu durum hem disiplinin sınırlarını daraltmış hem de uluslararası ilişkilerin, devletler arasındaki etkileşimden ibaret bir süreç olduğu kanısını pekiştirmiştir. Yine bu tanımlama ve devletin merkezi önemi, disiplinin özünü algılama konusunda Uluslararası İlişkiler öğrencilerini büyük sorunlarla karşı karşıya bırakmıştır. Egemenlik, güvenlik, kimlik, rasyonalite, etik, adalet, meşruiyet ve anarşi gibi temel olgular, devlet merkezli tanımlanmakta ve bu anlamda devletle ilişkilendirilmiş ya da özdeşleştirilmiş temsili uygulamalar da içselleştirilmektedir. Egemenlik, genellikle devletin dışında, kendi başına anlam ifade etmeyen yani olumsal bir kavram olarak tanımlanmıştır. Devletle olan simbiyotik bağı dışında kendi başına hiçbir anlam ifade etmeyen egemenlik gibi olgular, aslında disiplinin temel kavramlarıdır. Disiplinin sınırlarını genişletmek adına, devletin bu olgular üzerindeki tahakkümü sonlandırılmalıdır.

Üçüncü olarak, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, uluslararası sistemde yaşanan kırılmalar, yeni güvenlik ve tehdit algılarının doğmasına yol açmış ve devlet bu ortamda daha önceden çözüm üreten bir aktör konumdayken, devletin kendisi bir sorun olarak lanse edilmiştir. Ancak bu algı değişimine rağmen, devlet tüm bunların üzerinden kendisini yine ve yeniden üretmeye devam etmiştir.305

Devlet, kendini yeniden üretme sürecinde, özellikle güvenlik eksenli dış politikayı önemli bir temsili pratik olarak kullanmıştır. Devlet, güvenlik eksenli dış politika üzerinden içeride siyasete dair her şeyi (toplumsal yapıdan, kimliklere, meşruiyete kısacası temsiliyete

303 Marieke de Goede,” Introduction: International Political Economy and the Promises of Poststructuralism”, Marieke de Goede (ed.), International Political Economy and Poststructural

Politics, New York: Palgrave Macmillan, 2006, s. 2.

304

R. B. J. Walker, “Sovereignty, Identity, Community: Reflections on the Horizons of Contemporary Political Practice”, R. B. J. Walker, Saul H. Mendlovitz (ed.), Contending Sovereignties: Redefining

Political Community, Boulder: Lynne Rienner, 1990, s. 159. Williams da, bir siyasal toplulukta

iktidarın kaynağını nerede buluruz sorusunun yanıtının egemenlikte gizli olduğunu dile getirmektedir. Marc Williams, “Rethinking Sovereignty”, Eleonore Kofman, Gillian Youngs (ed.), Globalization:

Theory and Practice, London: Continuum International Publishing, 1996, s. 110-112.

305 R. B. J. Walker, “The Subject of Security”, Keith Krause, Michael C. Williams (ed.), Critical

66

dair her şeyi) yeniden şekillendirmiş ve şekillendirmeye devam etmiştir.306 Postpozitivist yaklaşımlar ve özelde de eleştirel güvenlik çalışmaları, güvenliğin farklı boyutları ve anlamlarını ortaya çıkarmak, devletin kendini yeniden ürettiğini vurgulamak ve bu süreçte kullandığı temsili pratikleri tespit etmek307

yolunda önemli adımlar kat etmiş olmakla birlikte, devleti analizin dışına çıkaramamıştır.308

Dördüncü olarak, disiplindeki yaklaşımlar, sadece devleti analizin dışına itememiş olması bakımından değil aynı zamanda devletin değişimini analiz edememesi açısından da bazı epistemolojik sorunlarla yüz yüzedir. Devlet, hala 1648’de doğduğu gibidir, onun geçirmiş olduğu tarihsel değişim analizin dışındadır.309

Oysaki devlet hem bir siyasal, sosyolojik varlık310 olarak hem de bir aktör olarak önemli bir değişimle yüzleşmektedir. İkinci devlet tartışması olarak adlandırılan John M. Hobson’un311

öncülüğünde başlayan tartışmada (tarihsel

306 Campbell, Writing Security…, s. 4-8. Ramashray Roy, “Dialogue: Towards A Critical Social Theory of International Politics”, Alternatives: Local, Global, Political, Vol. 13, No. 1, 1988, s. 78. Roxanne Lynn Doty, “Foreign Policy as Social Construction: A Post-Positivist Analysis of U.S. Counterinsurgency Policy in the Philippines”, International Studies Quarterly, Vol. 37, No. 3, 1993, s. 316.

307 Örneğin Williams, eleştirel hareketin en büyük katkısının modern devleti analizin çıkış noktası olmaktan çıkardığını vurguluyor. Michael C. Williams, “Identity and the Politics of Security”,

European Journal of International Relations, Vol. 4, No. 2, 1998, s. 205. Devletin kullandığı temsili

pratikler ve inşa ettiği diplomatik “gerçekler” konusunda bakınız: Weber, Simulating Sovereignty…, s. 1-10. Ashley, “The Geopolitics of Geopolitical…, s. 403–434.

308

Jens Bartelson, The Critique of the State, Cambridge: Cambridge University Press, 2001. Bartelson’a göre Pluralizm, Marksizm ve Postmodernizm, devleti analizin dışına çıkarmaya çalışmış olsalar da, bunu başaramamışlar ve onlarda devletçi tuzağa düşmüşlerdir. Bartelson, Uluslararası İlişkiler disiplininin bu sorunun üstesinden gelebilmesi için disiplinin kimliğinin yeniden yazılması gerektiğini savunmaktadır. Ayrıca bakınız: John M. Hobson, “Bringing the State Back in, Kicking the State Backout: Reconstructing the Identity of the Discipline of International Relations?”, Cooperation

and Conflict, Vol. 37, No. 4, 2002, s. 437–444. Bartelson’a yanıt veren çalışma için bakınız: Brian T.

Trainor, “Back to the Future: The Emancipatory Essence of the State”, European Journal of Political

Theory, Vol. 4, No. 4, 2005, s. 425–426.

309 Bryan Mabee, “Security Studies and the Security State: Security Provision in Historical Context”,

International Relations, Vol. 17, No. 2, 2003, s. 137. Her ne kadar başta Sørensen olmak üzere, birçok

kişi uluslararası ilişkilerde yaşanan değişimlerin (international) ve içeride (domestic) yaşanan dönüşümlerin bir sonucu olarak üç farklı devlet türü doğduğunu savunsa da (modern, postkolonyal ve postmodern devlet) bu tasnifi dönüşüm sorununun ele alınması olarak okuyamayız. Georg Sørensen,

Changes in Statehood: The Transformation of International Relations, Basingstoke: Palgrave, 2001, s.

22. 310

Morris, devletin devamlı, aşkın, egemen bir politik organizasyon olduğunu vurgular. Christopher W. Morris, An Essay on the Modern State, Cambridge: Cambridge University Press, 1998. Ayrıca bakınız: Holsti, Taming the Sovereigns…, s. 28–32.

311 John M. Hobson, The State and International Relations, Cambridge: Cambridge University Press, 2000. John M. Hobson, Leonard Seabrooke, “Reimagining Weber: Constructing International Society and the Social Balance of Power”, European Journal of International Relations, Vol. 7, No. 2, 2001, s. 239–74. John M. Hobson, “The Historical Sociology of the State and the State of Historical Sociology in International Relations”, Review of International Political Economy, Vol. 5, No. 2, 1998,

67

sosyoloji yaklaşımı olarak adlandırılan yaklaşımlar) devletin değişimi sorununu bir ölçüde ele alınmış olsa da, uluslararası ilişkilerin doğasında yaşanan değişimi analiz edememiş ve geleneksel ulusal-uluslararası bölünmesi mantığıyla analiz yapmışlardır.312

Bu anlamda devletin değişim sorunu, Pozitivizm-Postpozitivizm tartışmasında ihmal edilmiş ve bu açık başta tarihsel sosyoloji çalışanlar ve siyaset bilimciler tarafından giderilmeye çalışılmıştır.

Beşinci olarak, özellikle 1990 sonrası dönemde, Uluslararası İlişkiler disiplininde egemenlik çalışmaları bir moda haline dönüşmüştür.313

Sovyetler Birliği’nin çözülmesi, demokrasi ve evrensel insan hakları söyleminin ve ulus aşan ve ulus ötesi kurumların güçlenmesi, Bosna-Hersek, Ruanda, Haiti, Kosova ve Irak örneklerinde olduğu gibi kuvvet kullanma, ekolojik sorunlar, başarısız devletler, sınırların anlamını yitirmeye başlaması, yeni aktörlerin doğması gibi gelişmeler, egemenliği tüm tartışmaların odağına yerleştirmiştir.314

Buna bir de küreselleşme tartışmaları eklenince, egemenliğe atıfta bulunmadan dünya politikalarını anlayabilmek neredeyse imkânsız bir hale gelmeye başlamıştır.

Altıncı ve son olarak, geleneksel anlamda egemenlik, iç ve dış arasındaki ayrım çizgisi olarak tanımlanmaktadır. Bu ayrımla, uluslararası ilişkilerin/dış’ın kendisi gücün, anarşinin ve güvensizliğin kaynağı ve yeniden inşası olarak tanımlanmaktayken, iç alansa ilerlemeci, güvenli ve özgür olarak tasarlanmaktadır. Bu ayrım üzerinden Pozitivist bir uluslararası ilişkiler okuması yapıldığında diplomasi, güvenlik ve tabii ki egemenlik söylemsel olarak sürekli yeniden üretilmektedir.315

Bugün dünya politikalarında yaşanan değişimin analiz edilebilmesi için egemenlik üzerinden üretilen söylemlerin ve bir söylem olarak egemenliğin bizzat kendisinin analizi bir anlamda zorunluluk halini almaktadır.

s. 286-290. Bu tartışmada Hobson’a Martin Shaw, Hendrik Spruyt ve Sandra Halperin eşlik etmiştir. Halperin’in eleştirileri için bakınız: Sandra Halperin, “Shadowboxing: Weberian Historical Sociology vs. State-Centric International Relations Theory”, Review of International Political Economy, Vol. 5, No. 2, 1998, s. 327. Hobson’un özellikle Halperin ve Shaw’ın eleştirlerine verdiği cevap için bakınız: John M. Hobson, “For a Second-Wave Weberian Historical Sociology in International Relations”,

Review of International Political Economy, Vol. 5, No. 2, 1998, s. 355–365.

312 Martin Shaw, “The State of International Relations”, Sarah Owen-Vandersluis (ed.), The State and

Identity Construction in International Relations, London: Macmillan, 2000, s. 22.

313 Janice E. Thomson, “State Sovereignty in International Relations: Bridging the Gap between Theory and Empirical Research”, International Studies Quarterly, Vol. 39, No. 2, 1995, s. 213–224. 314 Hashmi, op. cit., s. 2–3.

315 Helle Malmvig, State Sovereignty and Intervention: A Discourse Analysis of Interventiory and

68

Değişen, dönüşen, etkisi azalan/artan, başarılı/başarısız, güçlü/zayıf, birim/parça (like unit-Waltz / unlike unit-Bartelson), özne/nesne, amil/yapı, sosyal, siyasal, fiksiyonel, ekonomik, militer, territoryal, egemen, ulus, modern, postkolonyal, postmodern vs. devlet… Uluslararası İlişkiler disiplini, son çeyrek asırda bu sıfatların birkaçını ya da hepsini taşıyan birçok çalışmaya ve tartışmaya ev sahipliği yapmıştır. Ancak Siyaset Bilimi ve Sosyoloji’nin de katkılarına rağmen Uluslararası İlişkiler, bir devlet teorisi geliştirememiştir. “Devlet teorisine” katkıda bulunmaya çalışan herkes çalışmasını iki sonuçla bitirmektedir, ya devleti yeniden tanımlamalıyız316

ya da disiplini yeniden tanımlamalıyız.317 Buradan çıkan temel sonuç, bir tanımlama sorunuyla karşı karşıya olduğumuzdur.

Bu anlamda karşıtları ve savunucularıyla, disiplindeki çalışmaların genelinde analizin merkezinde bulunan devleti ve ona içkin egemenliği tanımlamamız ve şu sorulara yanıt vermemiz gerekmektedir: Devlet analizde nerede durmaktadır? Egemenlik konusundaki çalışmalar son dönemde neden ciddi bir şekilde artış göstermiştir? Bu çalışmalar, Uluslararası İlişkiler’e ne kazandırmaktadır? Devlet egemenliği değişmekte midir, dönüşmekte midir? Egemenliğin geleneksel anlamını hala koruduğunu söylemek ya da tam tersi egemenliğin sonunun geldiğini ilan etmek disiplini hangi açıdan ve ne şekilde etkilemektedir? Pozitivistlerin tasarladığı iç-dış bölünmesini (egemenlik-anarşi) sorgulayarak, devletin rasyonel, bütüncül, tek aktör ve verili olmadığını savunmak, sınırlarının ve egemenlik tanımının devleti sürekli yeniden üreten pratikler olduğunu vurgulamak,318

kısacası “ondan kurtulmaya çalışmak” disiplinde paradigmatik bir kaymanın yaşanmasına yol açmış mıdır/açacak mıdır? Devlet, anarşiyi bir tehdit ve bu anlamda da düzeni vazife319

(task) olarak

316 Fred Halliday, “State and Society in International Relations: A Second Agenda”, Millennium:

Journal of International Studies, Vol. 16, No. 2, 1987, s. 227. Halliday, devleti ulusal-territoryal bir

bütünlük ve kurumsal/sosyolojik bir yapı olarak tanımlıyor. Halliday’a gore, disiplinde devlet genellikle ulusal-territoryal bir bütünlük olarak ele alınmakta ama onun sosyal ve kurumsal yanları tartışılmamaktadır. Halliday’ın bu tanımlarını eleştiren Suganami’ye göre ise Halliday’ın bu ayrımı anlamsız. Hidemi Suganami, “Halliday's Two Concepts of State”, Millennium: Journal of

International Studies, Vol. 17, No. 1, 1988, s. 71-76.

317 Bartelson, The Critique of the State…, s. 182-189.

318 Devetak, Neorealizm eleştirisi üzerinden eleştirel ve postyapısalcı devlet teorisi yazma çabasında bu soruları yanıtlamaya çalışıyor. Richard Devetak, “Incomplete States: Theories and Practices of Statecraft”, John MacMillan, Andrew Linklater (ed.), Boundaries in Question: New Directions in

International Relations, London: Pinter, 1995, s. 19–33.

319 James Der Derian, “Introduction: Critical Investigations”, James Der Derian (ed.), International

69

sunan bir aygıt mıdır? Egemenliğin “standart algılamaları”, uluslararası sistemdeki değişim imkânlarını azaltmakta ve bu algılar, ulusal/uluslararası, erkek/kadın, iç/dış gibi bölünmeleri de içselleştirmekte midir?320

Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde bu sorulara yanıt aranmıştır.

1977 yılında Foucault, günümüzü XIX. yüzyıldan kalma kavramsal çerçeveyle anlayabileceğini düşünenlerle, kendisini bu modası geçmiş kategorilerden özgürleştirmeye çalışanlar arasında bir ayrım yapmanın gerekliliğine işaret etmiştir. Her ne kadar elimizde bu iki kesim arasında keskin bir çizgi çekebilecek herhangi bir araç ya da bu çizgiyi hangi hat üzerinden çekebileceğimiz konusunda bize yardımcı olacak “felsefi coğrafya” diye bir disiplin olmasa da,321

egemenlik tanımı/algısı konusunda Foucault’nun işaret ettiği ayrıma Uluslararası İlişkiler özelinde büyük bir gereksinim duyulmaktadır. 1990 sonrası dönemde yaşanan gelişmeler, küreselleşmenin uzamsal ve mekânsal olarak beraberinde getirdikleri, insani müdahale başta olmak üzere uluslararası hukuk alanında yaşanan değişim ve Avrupa Birliği örneğinde supranasyonel yapıların yarattığı etkilerle, egemenlik artık farklı kurum ve düzeylerde paylaşılır hale gelmiştir.322 Bodin, Hobbes ya da Weber’in sözcükleriyle tanımlanan ve sadece devlete matuf ve bu anlamda kutsanan egemenlik olgusu ve algısı, bugün artık anakronikleşmiştir. Değişen yönleriyle yeni egemenlik tanımlarına ihtiyaç hâsıl olmuştur. Bu bakımdan bugün, Uluslararası İlişkiler disiplininin karşılaması gereken en önemli ihtiyaçlardan biri, egemenliğin tanımlanması ihtiyacıdır. 1919 yılında Uluslararası İlişkiler disiplininin öncelikli sorunu, Birinci Dünya Savaşı gibi felaketlerin tekerrür etmesini önlemekti, bugünse temel sorunlardan biri egemenliğin değişim/dönüşüm sorununu anlamaktır. Bu tespit, herkes tarafından kabul edilmesi gereken bir egemenlik algısı/tanımı yerleştirmek arayışı olarak değerlendirilemez. Amacımız Pozitivist, tarih dışı ve devlete matuf ve territoryal egemenlik anlayışını sorgulamak ve bu anlayışın disiplinin sınırlarını

320

Amentahru Wahlrab, “What Are the Gender and Feminist Dimensions of the “War on Terrorism?”,

10th Annual Illinois Conference for Students of Political Science, Illinois: Illinois State University,

2002, s. 1-5. Wahlrab, çalışmasında bu soruda bizim egemenlik olarak yazdığımız özneyi, güvenlik olarak yazmıştır.

321

Colin Wight, “Review Essay: Philosophical Geographies Navigating Philosophy in Social Science”, Philosophy of the Social Sciences, Vol. 28, No. 4, 1998, s. 552.

322 Francis Geoffrey Jacobs, The Sovereignty of Law: The European Way, Cambridge: Cambridge University Press, 2007, s. 137–138.

70

daralttığını, öznelerini sınırlandırdığını ve alternatif ses ve bakışları marjinalize ettiğini göstermeye çalışmaktır. Çünkü disiplinin yaklaşık bir asırlık tarihinde klasik egemenlik anlayışı sorgulanmamış ve disiplinde bir “devletçilik” (statism) hegemonyası yaşanmıştır.323

Disiplinde “devletçi” geleneğin bu kadar güçlü/baskın olması, egemenlik konusunda 1990 sonrası döneme kadar kapsamlı bir egemenlik tartışması yapılamamasından kaynaklanmaktadır.324

Her ne kadar Pozitivizm-Postpozitivizm tartışmasının özünde egemenlik tartışmasının yattığını öne sürmek oldukça iddialı bir tez olsa da, egemenlik konusundaki tartışmaların üçüncü büyük tartışma içinde önemli bir rol oynadığı gerçeği yadsınamaz. Aynı noktaya işaret eden Linklater’a göre, Postpozitivist yaklaşımların temel amacı, “modern devletin egemenliği” ve onun boyunduruğunda şekillenmiş disiplinin sınırlarını sorgulamaktır.325 Bununla birlikte, 1990’lı yılların başına kadar ihmal edilmiş olan ve üçüncü büyük tartışmayla paralel olarak disiplinde çok geniş bir çerçevede yankı bulan egemenlik konusundaki tartışmalar da bugün bazı açılardan çığırından çıkmış durumdadır. Literatür, oldukça kısa sürede, o kadar çok genişlemiştir ki bunları ayrıştırmak, tasnif etmek ve anlamlı bir bütün halinde tartışmayı okumak oldukça zorlaşmıştır. Bu zorluğu aşabilmek adına tartışmaları devlet egemenliği özelinde ele almak bu çalışma için aslında bir seçim değil, zorunluluk haline gelmiştir. Bu nedenle devlet egemenliğinin ifade ettiği anlamı analiz etmeden önce devletin tarihsel, sosyal ve siyasal olarak Uluslararası

323 Her ne kadar son dönemde, hem teorik hem de pratikteki bazı gelişmelerle disiplindeki “devletçi” mantık etkisini yitirmiş gibi görünse de, bu durum aslında bir yanılsamadır. Barnett ve Sikkink’e göre disiplin, devletlerarası ilişkiler çalışmasından global toplum çalışmalarına doğru bir kaymayı tecrübe ediyor. Onlara göre bu kaymada anarşi söyleminden global toplumdaki yönetişim söylemine geçiş önemli bir rol oynuyor. Michael Barnett, Kathryn Sikkink, “From International Relations to Global Society”, Christian Reus-Smit, Duncan Snidal (ed.), The Oxford Handbook of International Relations, Oxford: Oxford University Press, 2008, s. 62. Disiplindeki devletçiliğe (statism) işaret eden Bartelson’a göre, Uluslararası İlişkiler çalışmalarında tarihsel olarak belki de en büyük sorunumuz, “devleti yeniden kavramsallaştırmaya yönelik birçok çaba olmasına rağmen modern siyasal söyleminin hala nasıl devletçi olmaya devam ettiğini anlayamamış olmamızdır”. Bartelson, bu tarihsel sorunun yanında devlete dair bir de felsefi sorunumuz olduğunu belirterek, devleti yeniden kavramsallaştırmaya yönelik çabaların neden başarısız olduğunu ve siyasal iktidar sorununu nasıl algılamamız gerektiğini sorgulamaktadır. Bartelson, The Critique of the State…, s. 16.

324 Genellikle Realizmle özdeşleştirilen bu devletçi gelenek, Coward’a göre, alternatif düşüncelerin