• Sonuç bulunamadı

Sivas as a Religion and Ideological Struggle Area: From Pavliks to Babais

III- Pavlikanizmin Siyasi/Askeri Harekete Dönüşmes

Pavlikanizmin ilk ortaya çıktığı andan itibaren bir sistem eleştirisi ol- duğu açıktır. Devletin ve Kilisenin birbirlerinden beslendikleri bu dönemde halkın nazarında bütün kötülüklerin başı da her iki kurumdur. Daha IV.-V. yüzyıllardan itibaren şekillenen kilise- devlet ilişkisi Pavlikanizm gibi hare- ketlerin doğmasına neden olmuştur. Bilindiği üzere Roma imparatoru I. Konstantin’in (272-337) 313’de ilan ettiği Milano Fermanıyla Hristiyanlık Roma topraklarında resmi din oldu. Hristiyanlara yapılan katliamların son buldu ancak bu seferde Hristiyanların kendi içlerindeki çatışmalar giderek şiddetlendi. Bu duruma son vermek isteyen I. Konstantin Hristiyanlığın içindeki bu sonu gelmez tartışmalara bir son vermek amacıyla 325’te İznik Konsilini topladı. Konsil sonuçlarına göre Ortodokslar ile diğer Hristiyan cemaatleri arasındaki tartışmalar sona ermediği gibi aksine tartışmalar da-

ha da şiddetlendi. Özellikle Konsilde alınan “İsa’nın cemaati yalnızca tek bir

Katolik ve Apostolik kilise tarafından yönetilmeliydi” kararı ayrılığı derinleştirdi.

Çünkü bu kararla Katolik kilise, kişinin kurtuluşa ermesinin tek yolunun kendisi olduğunu ilan ediyordu (Martin, 2009, s. 34).I. Konstantin öldükten sonra yerine geçen ve Hıristiyan inancıyla yetişen oğlu II. Konstantinos (337-361) kiliseyi savunmak ve Katoliklik dışındaki inançları ortadan kal- dırmak için Tanrı’ya karşı taşıdığı sorumluluğu sorgusuz sualsiz yerine ge- tiriyordu (Gregory, s. 77). Bu süreçte kilise ile devletin iç içe geçtiğini söy- lemek mümkündür. Yani kilise imparatorluk içinde yayılırken, imparator- larda kilise hiyerarşisindeki yerlerini sağlamlaştırıyorlardı. İmparatora, dünyevi kilisenin yönetimi hakkın tanındı çünkü Tanrı dünyayı ona ema- net etmişti. O nedenle imparatorun en büyük görevi, Hristiyanlığın birliğini sürdürmek ve sapkınlıklarla mücadele etmekti (Cheynet, 2008, s.29).

Bizans Devletinde de durum farklı değildi. İmparatorlar, teolojik tar- tışmalara doğrudan katılıyorlardı. Hatta doğru ve yanlış inançlara karar vererek, doğru inancı savunacak kişileri patrik olarak atıyorlardı. Kuşku- suz imparatorların bu tutumları kilisenin siyasallaşmasını hızlandırmıştır (Sivrioğlu, 2012, s. 68). Elbette bu birbirini besleme, destekleme hali za- manla kilisenin siyasette ve hukukta da etkisini arttırmasına neden oldu. Mesela din adamlarının halkın ibadet ve inanç sorunlarına çözüm bulmak amacıyla kurdukları dini mahkemelerin mahiyeti zamanla değişti. Artık insanlar tüm sorunlarını gidermek için din adamlarına başvurmaya baş- ladı ve böylece dini mahkemeler yasal güç haline geldi (Gregory, s. 120).

Gittikçe güçlenen kilise-devlet ilişkisi Hristiyanlığın kendi siyaset felsefesini oluşturmasına neden oldu. Örneğin kilisenin ilk tarihçisi olarak kabul edilen Eusebios’ göre tek bir Tanrı olduğuna göre imparatorda tek- tir. Hristiyan imparatoru yönlendiren Tanrı’nın kelamıdır. Göğün üstün ve mükemmel düzenini yansıtan bir monarşinin başı olan imparator, Tan- rı’nın yeryüzündeki vekilidir. Devletin kiliseye karşı üstün olduğunu sa- vunan, imparatorun şahsına kutsallık atfeden Eusebios’un fikirleri Bi- zans’ın siyasal düşüncesinin de temelini oluşturmuştur (Ağaoğulları, Kö- ker, 2001, s. 131,136-137).

Roma’dan ayrılarak kurulan Bizans Devletinin resmi öğretisi üç öge- den oluşur. Bunlar; Hristiyan dini, Roma hukukundan gelen fikirler, erkin tanrısal kökenli olduğu inancı. Yukarıda ifade edildiği üzere imparatorlar, yetkilerinin Tanrı’dan geldiğine inanmaktaydılar. Mesela I Justinianos (527- 665) kendisini Tanrı tarafından inanç sorunlarını karara bağlamakla görev- lendirilmiş en yüksek din bilimci saymaktaydı. Bu maksatla da bazı çalış- malar yapmıştır. 533 yılında dogma sorunları hakkında, din sapkınlarını

mahkûm eden bir emir çıkardı. Akabinde 553’de kilise – devlet birliğini vurgulamak için Konstantinopolis’te bir konsil topladı. Son olarak da Hris- tiyan dinini bozacak her türlü felsefeyi yasakladı (Seidler, 1980, s. 17-19).

Pavlikanizmin ortaya çıkmasındaki en önemli dini ayrılık İsa’nın do- ğasıyla ilgilidir. 451’de Khalkedon’da toplanan IV. Ekümenlik Konsil’e gö- re; İsa’nın insani ve Tanrısal olmak üzere iki doğası vardır ve bu iki doğa- nın birbirine karışmadan ayrı ayrı var olduğu ilan edilmiştir. Buna karşı Antakya’da güçlü olan Monofizitlere göre ise İsa hem insani hem de Tanrı- sal doğasını aynı anda taşımaktadır. Meryem “theotokos” yani Tanrı anne- sidir. Khalkedon Konsili sonrasında Bizans’ın doğu eyaletlerinde ayaklan- malar başladı. Bu ayaklanmalar ancak askeri müdahale ile bastırılabildi. Bi- zans hem Monofizitlere hem de diğer cemaatlere Diyofizit düşünceyi kabul ettirmek için baskı yaptı. Diyofizit görüş, imparatorlar tarafından destek- lenmesiyle Ortodoks mezhep içinde evirilerek devletin dogması haline gel- di. Monofizitler ve diğer cemaatler sürekli devletten baskı görmeye devam ettiler. Bu durum Bizans’ın doğu eyaletlerinin düşmanlar tarafından fethe- dilmesini kolaylaştırdı. Dini çatışmaların devlet üzerinde neden bu kadar etkili olduğu konusuna bakarsak, görünüşteki neden dini olsa da bu çatış- ma aslında merkezi kuvvetin uzak bölgelerde etkili olmaya çalışmasıdır. Devletin resmi inancı olan Diyofizit inancının bulunduğu bölgeler, Balkan- lar, Batı Anadolu iken Monofizitler ve diğer cemaatler devlet merkezinden uzak olan bölgelerde Suriye, Filistin, Mısır ve Armenia’da (Doğu Anadolu) bulunmaktaydı. Etnik olarak bakarsak, Diyofizitler, Latince – Yunanca ko- nuşurken, Monofizitler ve diğer cemaatler, Süryanice, Arapça ve Kıptice konuşmaktaydılar. İmparator Justinianos’un baskılarına karşın Antakya ve İskenderiye patrikleri yerel dilleri (Süryanice ve Kıptice) ibadet dili yapmış- lardır. Bu bölgeler de patrikler, devletin temsilcilerinden daha yetkili kişi- lerdi. Patrikler sadece dindar kesimin sözcüsü değillerdi. Merkeze ödenen vergilerden rahatsız olan köylü ve tüccar kesimlerinde sözcüsüydüler. Do- ğu eyaletlerinde yerel halk imparatorluk memurlarından ziyade Patrikliğin emirlerini dinlemekteydi. Pazar fiyatlarında, vergilerde ve atamalarda yerel patriklik kararları önemsenmekteydi. Patriklerin gücünü zayıflatmak için merkezi yönetim, diyofizit inancını bu bölgelerde yaymaya çalışmış ancak başarılı olamamıştır. Diğer taraftan Bizans’ta imparatorlar hem dünyevi hem de ruhani liderliği ellerinde toplamışlardı. Mevcut doktrini benimse- mek imparatora sadık olmak demekti. Bununla birlikte kiliseye karşı muha- lefet, sadece dinsel bir suç değil aynı zamanda siyasal bir suç olarak da gö- rülmekteydi (Sivrioğlu, 2012, s. 69-70).

Sonuç olarak Pavlikanizm için, temelleri dine dayanan bir sistem eleş- tirisidir denilebilir. Özellikle Bizans Devletiyle, Ortodoks kilisesinin iç içe geçtiği bu devirde kilise üzerinden devlete karşı çıkış ve yeni bir yapı kur- ma gayreti dikkati çekmektedir. Kendi kilisesini kuran Pavlikanlar, Divri- ği’yi merkez ilan ederek ve kazandıkları askerî başarılara güvenerek yeni bir siyasi yapının temellerini atmaya çalışmışlardır. Fakat bu gayretlerinde daha fazla devam edemedikleri ortadadır. Ancak daha önemlisi temelde tek Tanrı ve ilahi kurtarıcı inancı olan, bunun yanı sıra Maheizm’e ait bir- çok öğretiyle karışan Pavlikanizmin esnek ve senkretik yapısı, bu inancın farklı coğrafyalarda farklı inançlar içerisinde şekil değiştirerek yaşamasına imkân sağlamıştır. Kısacası Pavlikanizm mahiyeti itibariyle karşılaştığı top- luluklara ve inançlara kolaylıkla uyum sağlamıştır. Hatta M. Fuad Köprü- lü’nün ifadesiyle Babaî İsyanının dinî temellerinde dahi Pavlikanizm etki- sini görebilmek mümkündür4. Çünkü yazarın da belirttiği gibi daha Türki- ye Selçuklu Devletinden evvel Türk aşiretleri Anadolu’ya gelmeye ve yer- leşmeye başlamışlardır. İlgili zümrelerin Anadolu'ya ilk girdikleri yerler arasında ise Pavlikanlara ait yerleşim birimlerinin olması muhtemeldir. Zi- ra Pavlikanlar, Adıyaman’ın Samsat ilçesinden Şebinkarahisar’a Divri- ği’den Munzır sıra dağlarına kadarki bölgeye yayılmışlardır. Bu nedenle Türk aşiretlerinin Anadolu’da Pavlikanların bulundukları yerlere yerleşme- leri mümkündür. Söz konusu fiziksel temastan daha önemlisi ise dinî mü- nasebetin nasıl olduğudur. Bu hususta söylenebilecek ilk tespit şudur; Anadolu’ya gelen Türk aşiretlerinin Halk İslâmı’nı yaşadıkları bilinmekte- dir. Bu zümrelerin karşılaştıkları Pavlikanizm de Hıristiyanlığın heterodoks bir yorumudur. Kısacası Anadolu’da Halk İslâmı, heterodoks inancın üze- rine gelmiştir. Bu vaziyet ise yani iki halk inancının karşılaşması, bölgedeki ahali ile Türklerin arasındaki ilişkiyi kolaylaştırıcı bir unsur olmuş olabilir. Mevcut yorumdan hareketle, heterodoks Pavlikanların, Halk İslâmı’nı ka- bul etmeleri de kuvvetle muhtemeldir. Zira zaten tek Tanrı inancı olan ve ilahi kurtarıcı bekleyen Pavlikanların, Türklerden öğrendikleri Halk İslâmı onların İslâm’ı kabulünde etkili olduğu düşünülebilir. Her iki halk inancı- nın kaynaşması ve karışması bölgede yeni inanç ekollerinin doğmasına uy- gun bir ortam oluşturduğu da söylenebilir.

4 “Ve binaenaleyh Türklerin o sahalara hatta Selçukî istilasından çok evvel gelmeleri hasebiyle bun-

ların (pauliciens) itikâdıyla “Babaî’nin itikâdı arasında bir müşâbehet bulunabileceği de dermeyân olunabilir ki, zaman ve mekân itibariyle revâbıtı çok daha sarih olduğundan dolayı bu farziyeyi di- ğerlerinden çok daha kuvvetli addedebiliriz.”, (Köprülü, 2005, s.17).