• Sonuç bulunamadı

4.4. ARAŞTIRMANIN BULGULARI

4.4.1. Otoritenin Sektöre Bakışı

Türkiye’de İslami bankacılık faaliyetleri, bir KHK ile 1983 yılında Özel Finans Kurumları ile başlamıştır. Görüşmecilere göre geçmişte otoritelerin, bankacılık sektörüne bakış açıları, katılım bankalarının gelişmesini etkileyen faktörlerden bir

150

tanesidir. Uzun yıllar sektör, birtakım siyasi dirençle karşılaşmıştır. Merkez bankasının birtakım kısıtlayıcı uygulamaları söz konusu olmuştur. Örneğin bir dönem özel finans kurumları, uygulanan munzam karşılıklar, vergilendirme, KDV yükümlülükleri gibi çeşitli etkenler sebebiyle aracılık maliyetleri açısından dezavantajlı durumda kalmıştır. Mevduat bankalarına sağlanan mevduat güvencelerinin özel finans kurumlarına sağlanmaması, bir sigorta fonunun olmaması da mevduat toplama kanadında ciddi sıkıntılar yaşanmasına sebep olmuştur. Yeni şube açma, yeni lisans alma konularında mevzuatla ilgili düzenleme sorunları yaşanmıştır. Ayrıca 1999 yılına kadar Özel finans kurumlarının bankacılık yasasına tâbi tutulmaması, dış yatırımcılar nezdinde sistemin güvenilebilirliği konusunda ciddi şüpheler uyandırmıştır. Oysa devletin bu alana vereceği destek, dış yatırımcılar açısından güven sağlayıcı bir durumdur. Bu durumu Ali Güney şöyle ifade etmektedir:

…özellikle faizsiz bankacılık prensiplerine uygun borçlanma piyasaları gelişirken öncelikle otoritenin bu piyasalara öncülük etmesi çok önem arz ediyor. O kapı bir kere açıldığı zaman arkasından diğer ihraçlar başlıyor, orda bir derinleşme sağlanıyor. Biz bunu gözlemliyoruz, en azından faizsiz bankacılığa bakış açısından yurtdışı taraftaki özellikle körfez tarafında -orası çok önemli-. Türkiye’de T.C. Hazinesi’nin bu tür ihraçlar yapmış olması insanlar nezdinde şöyle bir algılama yaratıyor; demek ki Türkiye 'de de faizsiz bankacılık yapılıyor gerçekten, yasal otorite de bunu yapıyor… Güven açısından algılama çok önemli….

Devletin bu alandaki ilk adımı, neredeyse 30 yıllık bir sürenin ardından, 2012 yılında gerçekleştirdiği “1,5 milyar dolarlık sukuk” ihracı olmuştur. Fahrettin Yahşi sektörün gelişimi açısından otorite desteğinin gerekliliğini şu sözleri ile ifade etmektedir:

…otoritenin mutlaka güven verici, katılım bankacılığının düzenleyici ve denetleyici otoritesinin kendisi olduğu ve kurumların önündeki

151

problemleri zaman zaman masaya yatırıcı, tespit edici ve çözümleyici bir bakış açısın sahip olması lazım...

Devletin bu alandaki öncülüğünün sektöre sağlayacağı etkiyi Ali Öztürk, şöyle ifade etmektedir:

…devletin girmesi demek, şu demek aslında; devletin bu işin önünü açması "ben de tanıyorum bu yapıyı" demesi. Kurumsal anlamda diyorum. Yani devletin yasa çıkartması yetmiyor burada. Ekonomide devlet şimdi kendisi önayak oluyor. Bazı yatırımları kendisi yapıyor, kendi sermayesi ile yapıyor. Devlet daha güçlü bir yapı. Bu anlamda devletin de böyle bir şeye girmesi, tabii ki rahatlatıyor insanları…

İsmail Özsoy ise geçmiş dönemde otoritenin sektöre bakışı ile sektörün mevcut durumu arasındaki değerlendirmeyi, devletin bir politika olarak İslami finansı desteklediği Malezya ile karşılaştırmalı olarak, şu sözlerle yapmaktadır:

…Türkiye Özal sayesinde diğer İslam ülkeleri ile birlikte aynı dönemde bu sistemi kabul etmiş oluyor. Peki Malezya özellikle mesela, ne oldu da bu noktaya geldi? Biz niye şu an onlardan geriye kaldık? Malum, 93 yılında yani Rahmetli Özal’ın bu sistemi Türkiye’ye getirmesinden -yani 85’te sistem başladı- 8 yıl sonra Özal’ın vefatı ile birlikte Türkiye her noktada olduğu gibi bu noktada da duraklama dönemine girdi… Türkiye ile aynı dönemde İslami bankacılığa yönelen Malezya arasındaki fark. Malezya sistemini kurmuş, modellerini geliştirmiş ve bugün itibari ile banka sektöründe %30 un üzerinde bir oran yakalamış. Bu şu demektir: Eğer Türkiye 14 yıllık kesintiye uğramasaydı, Malezya kadar belki büyütemezdik payımızı çünkü Türkiye’nin çok özel şartları var ama, şu an itibariyle %10-15 aralığında bir orana ulaşabilirdik…

İsmail Halidî de benzer şekilde Türkiye’nin bugüne kadar kat edebileceği potansiyeli ifade etmek adına Malezya karşılaştırmasını yapmıştır:

152

…Aslında bakarsak Malezya ile Türkiye aynı zamanlarda başlamışlar. Yani Malezya 1983’de başladı, Türkiye'de 1985’te başladı. Bakıyoruz Malezya'ya çok bir mesafe katedildi. Ve şu anda bir merkez olmuş durumda. Ama Türkiye' de hala 4 tane banka var...

Necdet Şensoy, Malezya’daki gelişmelerin arkasındaki devlet desteğini şu sözleri ile ifade etmektedir:

Bu konuda çok iddialı olan Malezya’ya bakarsak orada da %20. Yani Malezya gibi bu işi artık idealize etmiş bir ülkede bile İslami finansın toplamdaki yeri %20. Özellikle bankacılık açısından. Şunu da vurgulamak lazım ki başlangıç yıllarımız Malezya ile aynı 1983-84. Ama oradaki gelişmenin bazı sosyal, kültürel nedenleri var ve devlet politikası orada. Çünkü Malezya’da üç ayrı kültür var. Müslümanlar yerli halk olarak kendilerini kanıtlamak istiyorlar. Ekonomik olarak güçlenmek istiyorlar. Bunu da dini kurallarından taviz vermeden yapmak istiyorlar. Dolayısıyla orada biraz daha öncelikli bir konu. Türkiye’de ise bankacılık sistemine girmiş, yasaya girmiş. Basından takip ettiğimiz kadarıyla yeni katılım bankalarına da ruhsat verildiği konusunda haberler var. Ayrıca İslam bankacılığı birkaç türlü yapılabilir. Bunlardan biri de “Islamic window” dediğimiz, konvansiyonel bankaların “Islamic” bir pencere açmalarıdır. Bu Malezya’da vardı.

Yapılan görüşmelerin bir sonucu olarak geçmiş dönemde otoritenin sektöre bakışının, sektörün gelişme hızına ciddi anlamda etki ettiği görülmektedir.