• Sonuç bulunamadı

İSLAMİ FİNANSTA PARAYA BAKIŞ VE PARANIN ZAMAN

İslami finansın temel mantığının iyi anlaşılabilmesi için öncelikle İslam’da paraya bakış, ona yüklenen rol ve fonksiyonların açık bir şekilde belirlenmesi gerekir. İslami finansta para sadece bir mübadele vasıtası olarak kabul edilmektedir (Zaim, 1995).

Para bir mal değildir; bir alış-veriş aracı ve bir ölçü birimidir. Alım gücünü temsil etmekte kullanılır. Hiçbir zaman, belli bir faaliyete dayandırılmaksızın, satın alma gücünü artırmak için kullanılamaz. Dolayısıyla paranın üçüncü kişilere ticaret veya ortaklık olmaksızın kullandırılması ancak karz-ı hasen yolu ile olup, böyle bir durumda ise herhangi bir fazlalık –ki ribâ olarak ifade edilir- talep edilemez (Şerafeddin Özsoy, 2012: 107).

Para ne bir üretim ne de bir tüketim malıdır. Bu sebeple eğer paranın parayla değişimi gerekli ise ribevi malların ticaretine benzer bir yaklaşımla, eşit miktarda ve aynı zamanda değiştirilmelidir. Para bir amaç değil, amaçlara ulaşılmasını sağlayan bir araçtır, kendisi bir iç fayda (intrinsic utility) sağlamaz. Para sosyal ve ekonomik bir adettir ve sosyo-ekonomik faaliyetlerin kolaylaştırılması ihtiyacına dayalı olarak icat edilmiştir. İş hayatındaki gelişmeler paranın, başlangıçtaki temel fonksiyonlarından sofistike modern uygulamalarına dönüşüme uğramasına sebep olmuştur (Omar, 2011: 163).

Çoğu insan paranın bir zaman değeri olduğunu söyler. Çünkü bütün üretim ve tüketim faaliyetleri zaman alır. Kişilerin zaman tercihleri, tüketimlerini şimdi veya gelecekte yapmak istediklerinin bir göstergesidir. Şu anki tüketimin, gelecektekine kıyasla daha fazla tatmin edici olduğu düşünülürse, şimdiki tüketimini erteleyen insanlara bir karşılık verilmelidir (Rosly, 2005: 41). İslam’da ise tasarruf edilen para başkasına borç verilerek, paranın zaman değeri üzerinden, gelir elde edilemez, böyle bir değerin varlığı da kabul edilmemektedir ve bu anlamda paranın zaman değeri sıfırdır.

Paranın zaman değerinin sıfır olması kavramı bir ticaretteki spot fiyatla gelecek fiyatın aynı olması anlamına gelmez. İslami finansta, zaman unsuru nedeni ile ortaya

37

çıkacak mal ve hizmetlerin değer farkı kabul edilir ve yasaklanmaz. Ticarette her zaman risk vardır ve bu durum faiz temelli borçtan farklı bir durumdur. Vadeli mal satan kişi, elindeki iktisadi imkânlarını karşı tarafa aktarmakta ve vade süresince o fonlardan yararlanamadığı gibi ödenmeme riski ile birlikte malın fiyatında, miktarında oluşacak risklere de maruz kalmaktadır. Bu riskleri karşılamak ve adaleti sağlamak maksadıyla İslam, malların peşin fiyatları ile vadeli fiyatlarının farklı olabileceğini yani vade farkını kabul etmiştir. Vade farkını müşteriye aktarırken önceden zamana dayalı liste fiyatı belirlenecek ve müşterinin kaç aylık ve hangi fiyattan borçlanacağı satış akdinin başında ortaya konacaktır. Yani İslami finansta bir satıcı bir malın spot fiyatı ile vadeli fiyatını istediği şekilde belirleyebilir. Vadeli fiyat spot fiyata eşit veya ondan fazla olabilir.

İslami finansta onaylanmayan durum; borç bağlamında paranın zaman değeridir. Bir borçlanmada eğer ödeme günü daha önce belirlenen tarihten sonraki bir güne ertelenecekse ne satıcı ne de alıcının fiyatı artıramaz. Çünkü daha az olan bir borcun daha yüksek bir borçla değiştirilmesi ribâ kapsamına girer (Obaidullah, 2005: 27). Alıcının borcunu vadesinden önce ödemesi halindeyse satıcının indirim yapma zorunluluğu yoktur, fakat satıcı dilerse dilediği miktarda indirim sağlayabilir, bu onun göstermiş olduğu bir iyi niyettir. Satış esnasında vade öncesi ödemeler için bir indirim yapılacağı maddesinin konulması da yine ribâ kapsamına girdiği için onaylanmamaktadır.

İslami finansın genel çerçevesi yukarıda sunulmaya çalışıldı. Klasik finans sistemine rakip böyle bir sistemin de kendisine göre modelleri, araçları vardır. Sistemin tesisi için bu modeller ve araçlar hayati öneme sahiptirler.

38

İKİCİ BÖLÜM

İSLAMİ FİNANSTA UYGULANAN

TEMEL FİNANSMAN MODELLERİ

Geleneksel finans, paranın kendisini bir meta olarak görür. Bu durumda elde edilen gelir, sadece ilgili yatırımın zaman değeri ile orantılıdır. Oysa İslami finans varlık temelli bir sistemdir ve klasik finansta olduğu şekilde parayı bir meta olarak görmez. Toplumsal refahın artırılması için paranın üretken faaliyetlerde kullanılması esastır. Bu anlamda İslami finans vade farkını meşru görür. Paranın yatırıma dönüşümü, somut bir varlığın fiziksel sahipliği yolu ile ekonomik kullanımına katkı sağlama şeklinde olur (Cox and others, 2005: 137). Reel varlıkların ticaretinden elde edilen kârlar ile hizmet, kira, geçiş ve intifa hakkının transferinden elde edilen gelirler vb. de bu kapsamda değerlendirilmektedir (Ainley and others, 2007: 4).

Fahreddin Razi, İslami finansta yasaklanan ribâ vb. uygulamaların yerine, toplumda ekonomik ve ticari faaliyetlerin yürütülebilmesini sağlayacak çeşitli alternatiflerin bulunduğunu söyler (Aktaran Yahşi, 2007: 293) ve bu da doğrudur.

Kişiler ve firmalar, yasaklanan durumlar dışında, faaliyetlerin niteliğine ve tarafların içinde bulunduğu şartlara göre farklı hukuki ve ekonomik uygulamaları gerçekleştirerek para kazanabilirler. Fertlerin ve firmaların yapmış olduğu bu işlemler İslami finans sistemi içerisinde gerçekleşir. İslami finans sisteminin İslam hukukuna dayalı olarak geliştirilen modelleri, yöntemleri ve araçları vardır. Bunların başında da çeşitli ticaret ve ortaklık modelleri gelmektedir. İslam finansında yer alan temel finansman modelleri Şekil 2.1.’de gösterilmektedir.

39

Şekil 2.1. İslami Finansta Uygulanan Temel Finansman Modelleri

Şekil 2.1’de olduğu gibi İslami finansta uygulanan modellerini dörde ayırabiliriz: Bunlar: Ortaklık modelleri, ticaret modelleri, diğer finansman modelleri ve destek uygulamalardır.

40

Ortaklık modelleri; emek-sermaye ortaklığı olan mudarabe (mudarabah), sermaye-sermaye (+emek) ortalığına dayalı muşarake (musharakah) ve diğer ortaklık modelleri şeklinde tasnif edilmektedir. Ticaret alanındaysa kâr paylı satış olarak adlandırılan murabaha, vadeli teslim modeli olan selem, eser sözleşmesi olarak bilinen istisna ve kiralama olarak bilinen icare modelleri kullanılmaktadır. Sukuk ve tekafül ise modern dönemde uygulama bulan diğer finansman modelleridir. Doğrudan bir getiri sağlamamakla birlikte, sürecin işlemesi amacıyla diğer modellerle birlikte sistemde kullanılan destek uygulamalar ise teverruk, karz-ı hasen ve vekâlettir.

Modelleri incelemeden önce ifade edilmesi gereken bir husus bulunmaktadır ki o da tüm bu finansman modellerinin, İslam hukukunun önemli bir alanını temsil eden çeşitli “akitler”e dayanmasıdır. Diğer bir ifade ile İslami finansta uygulanan finansman modelleri meşruiyetini, dayandığı birtakım akit esaslarından almaktadır.

2.1. İSLAMİ FİNANSMAN MODELLERİNİN DAYANAĞI OLARAK AKİTLER

İslam hukukunda akit özgürlüğü vardır ve İslami kurallara aykırı olmamak şartıyla binlerce akit türetilebilir10

. İslam’daki akit özgürlüğü günümüzün bütün ekonomik ve sosyal alandaki ihtiyaçlarını karşılayacak boyutta ve elastikiyettedir. İslami bankalarda uygulanan pek çok finansman modelinin dayanağı da klasik dönemde gerçekleştirilmiş olan akitlerdir. Bu akitler değişen ekonomik ve finansal şartlara göre, yine İslami kurallara aykırı olmamak şartıyla geliştirilmekte, doğan ve doğacak olan ihtiyaçlara cevap verecek hale getirilmektedir. Mesela günümüzde çoğu zaman birden çok akit türünün bir arada gerçekleştirildiği ve ikiden fazla -hatta binlerce- kişinin akde taraf olduğu görülmektedir.

Akit kavramı sözlükte, “bir şeyin kenarlarını toparlamak, ipin iki ucunu birbirine bağlamak” gibi anlamlara gelmekte olup; terim olarak “hukukî bir sonucu meydana getirmek üzere karşılıklı iki iradenin birbirine uygun olarak açıklanması” şeklinde ifade edilmektedir (Diyanet İşleri Başkanlığı İlmihali, 1.cilt: 343).

10

41

“İslam hukukunda meşruiyeti onaylanan akit türleri nelerdir?” Şeklindeki bir soruya çoğunluk müçtehitlerin cevabı; İslam kaynaklarında bir kısıtlama olmadığı sürece her türlü akdin yapılabileceği yönündedir. Diğer bir ifade ile bir yasak bulunmadığı sürece akit yapmaya veya yapılan sözleşmelerde birtakım şartlar öne sürmeye de izin verilmiştir. Bu akit ve şartların isim olarak kaynaklarda yer almış olması istenmez. Üzerinde tarafların anlaştığı her sözleşme bir akittir (Döndüren, 2005: 57).

“Akdin kendileriyle teşekkül ettiği zati esasları” şeklinde tanımlanan unsurları; akdin sığası, akdi yapanlar, akdin konusu ve gayesidir. Akdin sığası, akdi yapanlardan içlerindeki iradelerinin akit yapmaya yöneldiğini göstermek etmek üzere sadır olan şeydir. Yani akit yapmak isteğinin lafız veya söz vasıtası ile veya bunun yerine geçebilecek fiil, işaret veya yazı vasıtasıyla ortaya konmasıdır. Bu durumda taraflar arasında gerçekleştirilen olay “icap” ve “kabul” olarak ifade edilir ve akdin yapılabilmesi için icap ve kabul yani tarafların karşılıklı irade beyanlarının birbiri ile uyuşması gerekmektedir. Akdi yapanlar, akdin özü, merkezidir. Fakat akit yapmaya herkes ehil değildir. İnsanlardan bazıları hiçbir akit yapmaya yetkili değilken; bazıları bir kısım akitleri yapmaya, bazıları ise bütün akitleri yapmaya ehildir. Akdin konusu; üzerine akdin yapıldığı, hükümlerinin ve neticelerinin görüldüğü şeydir. Bu, satılan, rehin verilen ve hibe edilen şey gibi mali bir ayn olur, ev ve akaret gibi eşyaların kiralanmasında kiralanan şeyin menfaati gibi bir menfaat veya işçi çalıştırmada olduğu gibi şahsın menfaati olabilir (Zuhayli, 1994, V: 76-129). Akdin konusunun meşru olması, akit sırasında mevcut olması ve/veya vadesinde teslimine güç yetirilmesi gerekmektedir. Satım akdinin konusu, satılan şey, yani maldır. Kira akdinde, kiralanan şeyden yararlanma, selem akdinde sonradan verilecek mal, karz akdinde borç verilen para, vedia akdinde malın korunması akdin konusunu teşkil etmektedir (Döndüren, 2005: 62). Akdin gayesi ise akdin kendisi için meşru kılındığı asıl maksattır. Yapılan her akdin bir gayesi bulunmaktadır. Örneğin bir satım akdinde gaye, satılan malın mülkiyetinin bir karşılıkla müşteriye intikal etmesi ya da ödünçte bir karşılık olmaksızın menfaati temlik etmektir (Zuhayli, 1994, V: 136).

42

İnsanlar arasında çeşitli sebeplerle gerçekleştirilecek akitlerde, akit yapanların haklarını korumak ve muhtemel aldanmaları ortadan kaldırmak için birtakım şartların yerine getirilmesi gerekmektedir. Bunlar akdolunma, sıhhat, geçerlilik ve lazım olma şartları olarak sıralanmaktadır. Akdolunma şartları; İslam hukukuna göre akdin gerçekleşmiş sayılması için bulunması gereken, bulunmadığı takdirde yok (batıl) sayılacağı şartlardır. Buradaki genel şartlar şöyledir: İcap ve kabul şeklinde özetlenen akit sözlerinin, her ikisinin birbirine uygun olması; akit yapmaya ehil (ehliyet sahibi) kişilerce gerçekleştirilmesi, istisna durumlar hariç tek kişinin akdin her iki tarafını temsil etmemesi, faydalı olması yani makul bir maslahatı gerçekleştirmesi, konunun mevcut, meşru ve mümkün olması, akdi yapanlardan tarafından bilinmesi ve pis olmaması ve yasaklanmış (haram) bir akit türü olmaması gerekmektedir. Sıhhat şartları, kendisinin bir akitte bulunmaması durumunda akdin fasit olduğu şartlardır. Bu türden şartlar akitten akde değişiklik gösterebilmektir. Bununla birlikte cehalet ve tehdit (ikrah) gibi unsurların bulunmaması, akdin muvakkat (geçici) olması, vasfında garar (aldatma) olmaması ve akdin zararlı olmaması gerekmektedir. Akitlerin geçerlilik şartları mülkiyet ve vekâlettir. Akdin lâzım olması için iki taraftan birinin akdi feshetmesine izin veren muhayyerliklerden hiçbirinin bulunmaması gerekir (Zuhayli, 1994, V: 140 -172). Yapılan bir akit; fesh yoluyla, akdi yapanlardan birinin vefat etmesi sonucu veya izne bağlı akitlerde iznin ortadan kalkması ile sona erebilir (Döndüren, 2005: 92).

Akitlerle ilgili verilen bu genel bilgilerin ardından, İslami finansman modellerini incelemek uygun olacaktır.

2.2.TEVERRUK

Teverruk kavramı sözlükte; “paralanmak, para bulmak, nakit elde etmek” anlamlarına gelmekte olup, terim olarak “nakit elde etmek için, bir malı vadeli olarak satın alıp teslim aldıktan sonra, onu satıcıdan başkasına peşin olarak daha ucuza satma işlemi” (Aktaran Servet Bayındır, 2012; 156) veya “kredi kullandırmak üzere bir malı peşin alıp vadeli satma uygulamasının tersi” şeklinde ifade edilmektedir (Battal, 2012: 194). Ticaret hayatında sıkça uygulama bulan teverruk, İslami

43

bankacılık yapısı içerisinde de kısa vadede nakit temin etmek isteyen müşteriler için sunulan bir finansman modeli olarak karşımıza çıkmaktadır.

Vadeli bedelle alınan bir malın tekrar malın satıcısına satılmasını ifade edilen ve İslami finansta yasak bir uygulama olan “iyne satışı”na benzerlik göstermesi nedeniyle teverruk modeli zaman zaman eleştiri almaktadır. Bu sebeple teverruk işlemi yapılırken şu hususlara uyulması uygulamanın meşruiyeti açısından önemlidir (AAOIFI, 2012:574):

- Emtianın var olduğu tespit edilmeli ve satıcının diğer ürünlerinden ayırt edilmelidir.

- Emtia üçüncü tarafa satılmadan evvel satıcının mülkiyetine geçirilmelidir.

- Eğer bağlayıcı bir taahhütte bulunulmuşsa bu vaat tek taraflı olmalıdır. - Sözleşme konusu altın, gümüş veya döviz olmamalıdır.

- Emtianın akit yapılan yerde mevcut bulunmadığı durumlarda satışın göstermelik olmaması amacıyla, malın nitelikleri, numunesi, miktarı ve bulunduğu yer müşteriye gösterilmelidir.

- Emtia hakiki veya hükmi olarak kabz edilmelidir. Malın teslim alınmasına engel hiçbir kayıt ve faaliyet bulunmamalıdır.

- Emtia, iyne satışında olduğu gibi malın ilk satıcısına değil, mutlak surette üçüncü bir şahsa satılmalıdır. Diğer bir ifade ile müşteri satın aldığı malı ya kendisi satmalı ya da kuruluş dışında başkasını vekil kılmalıdır.

- Teverruk alıcının kuruluştan aldığı malı satmak üzere bizzat kuruluş veya onun vekili arasında bir yetkilendirme söz konusu olmamalıdır. - İslami banka, müşteriye sattığı malı, müşteri adına satacak bir üçüncü

taraf için vekâletname düzenlememelidir. Teverruk’un Günümüzde Uygulanışı

Teverruk (tawarug), İslami bankalar tarafından, geçici süreyle ödeme sıkıntısına düşmüş olan müşterilere destek olmak maksadıyla gerçekleştirilen bir

44

finansman modelidir. Nakde ihtiyaç duyan bir müşteri bu süreçte, piyasada nakde dönüşümünde problem yaşanmayan herhangi bir malın, kendisine vadeli olarak satılmasını talep eder. Bu talep üzerine banka ilgili malı satın alır ve müşteriye vadeli satışını gerçekleştirir. Müşteri aldığı malı, gerektiğinde bankanın da yardımıyla, süratle nakde çevirip nakit ihtiyacını karşılamış olur (Şerafeddin Özsoy, 2012, 350).

Teverruk işleminin bir diğer şekli ise uluslararası düzeyde ve İslami bankalar arasında gerçekleştirilmektedir. Bu ikinci modelde süreç şöyle işlemektedir (Doğan, 2011: 26):

1- Fon fazlası olan bir banka (1), faizli veya faizsiz çalışan ve fon ihtiyacı olan başka bir banka (2) hesabında mevduat depo eder,

2- Birinci banka depo ettiği mevduat ile ikinci bankadan kendi nam ve hesabına emtia almasına sipariş (vekalet) verir,

3- İkinci banka müşterisi birinci banka adına organize olmuş bir borsadan emtia alımı gerçekleştirir (Örneğin, Londra Metal Borsası),

4- İkinci banka, müşterisinin adına tuttuğu emtianın kendisine vadeli ve kârlı şekilde satılmasını talep eder,

5- Birinci banka emtiayı ikinci bankaya (maliyet+kâr) satar,

6- İkinci banka mülkiyetine aldığı emtiayı dilerse kendi nezdinde tutar dilerse de ikinci el piyasada satar. Böylece bankalar arasında emtia ticaretinin izi kalmaz, arada sadece vadeli plasman ilişkisi kalmış olur.

7- Vade bitiminde ikinci banka birinci bankaya borcunu öder. Plasman ilişkisi böylece sona erer.

Teverruk’un ülkemizde uygulanışı konusunda yaşanan meşruiyet tartışmaları nedeniyle sistemde yoğun olarak yer bulmadığı görülmektedir.

2.3.KARZ-I HASEN

Karz, sözlükte “kesme, parçalama” anlamına gelir. Karz-ı hasen ise terim olarak “faydalanmak ve sonra da bedelini geri ödemek üzere birisine bir miktar malı vermek” (Aktaran Eskicioğlu, 1999: 118), “mislî (standart) olan bir şeyi geri almak

45

üzere vermek” ve “bir kimseye geri ödenmek üzere verilen mal veya ödünç / borç verme sözleşmesi” (Aktaran Durmuş, 2010: 315) şeklinde ifade edilmektedir. Borç alan kişi sadece aldığı miktar/tutar kadar ödeme yapmakla yükümlüdür (Shanmugam and Zahari, 2009: 20) ve ödeme sürecinin uzatılması halinde bile herhangi bir fazlalık veya tazminat istenemez (Iqbal and Molyneux, 2005: XIV). Karz işleminde “borç verilen mal” (Aktaran Çeker, 2005: 122) da karz olarak tanımlandığından hem gerçekleştirilen işlem hem de ilgili işlemin konusu aynı adla adlandırılmış olmaktadır.

Karz-ı hasen işlemi, tüketilerek istifade edilen mallar (misliyat-misli mallar) üzerinde gerçekleştirilebilmektedir (Yaran, 1997: 223). Bir diğer ifade ile karz, aşağıdaki 4 grup mal üzerinde, değerleri veya misilleri ile geri ödenmek şartıyla, gerçekleştirilebilir (Karaçöğür, 1975: 117):

1- Nukutlar: Altın, gümüş ve piyasada kullanılan paralar, 2- Mekilât: Kilo ile ölçülebilen mallar,

3- Veznî: Tartı ile satılan mallar,

4- Adediyyat: Kişiler arasında değeri fazla değişmeyen adetli mallar.

Karz-ı hasen ile bir kimseye bir miktar para yahut ihtiyaç duyduğu birkaç kilo buğday vermek suretiyle ihtiyacını karşılamak ve bir müddet sonra fazlalık olmaksızın geri almak bir nevi yardımlaşma olmakta, İslami finansın temel amaçlarına katkı sağlamaktadır (Aktepe, 2011: 54). Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir husus bulunmaktadır: Gerçekleştirilen karz işlemi karşılığında ödünç veren açısından bir yararlanma veya menfaat olmamalıdır. Çünkü böyle bir durum ribânın kendisi olmaktadır. Ancak ödünç verenin yararlanması şart koşulmamışsa ve bu yönde bir örf de oluşmamışsa yani mûtat şekilde iki taraf arasında ikramlar vb. oluyorsa, bu durumda bir sakınca olmadığı ifade edilmektedir (Aktaran Hasip Asutay, 2011: 59).

Karz-ı hasen, benzer işleyişe sahip ödünç (ariyet) işlemine benzetilmektedir. Bununla birlikte ikisi arasında bir fark vardır; karzda borç alınan mal harcanır, onun yerine başka bir mal (misli) ödenir. Ödünçte ise ödünç alınan mal aynen iade edilir.

46

Örneğin darda kalıp bir bilezik borç alan kişi o bileziği bozdurur, harcar. Zamanı gelince aynı gram ve ayarda başka bir bileziği geri öder. Aynı kişi düğünde takmak üzere bir bilezik ödünç alsa düğün bittikten sonra aynı bileziği iade eder (Çeker, 2005: 123) .

Karz işlemi yalnızca kişiler arasında gerçekleştirilmez. Devlet, finans kurumları yahut çeşitli vakıflar tarafından firma ve kurumlara verilen faizsiz kredileri de kapsamaktadır (Faruk Yılmaz, 1991: 176).

Karz-ı Hasen’in Günümüzde Uygulanışı

Karzın İslami finans sistemi içerisindeki bankacılık uygulamalarına bakıldığında daha çok sosyal içerikli olduğu ve kamu kurumlarını desteklediği görülmektedir. Aynı zamanda kredi kartlarında olduğu gibi kısa vadeli geçici finansman açıklarını karşılamak için diğer sözleşmelerle bir arada kullanılmaktadır (Obaidullah, 2005: 100). İslami bankalar, bir firmaya karz-ı hasen kapsamında genellikle aşağıdaki durumlarda fon sağlamaktadır (Haron and Azmi, 2009) :

- Bankanın firmaya çeşitli şekillerde ortaklığı bulunduğu durumlarda, çalışma sermayesinin finansmanında,

- Bankanın yatırım yapmaya ilgisi olduğu bir firmanın ya da güvenilir ve kredibilitesi yüksek bir müşterinin nakit akımında yaşanan sorunlarının çözümünde,

- Bankada yüksek mevduatı olan müşterilere sağlanabilir. Bir finansal sorunla karşılaşan müşteri, normalde ya mevduatından para çekmeyi yahut bankanın finansal yardımda bulunmasını talep edecektir. Bu sebeple muhtemel sorunlardan kaçınmak ve bankanın imajını korumak amacıyla karz-ı hasen kolaylığı sağlanabilir.

Ribâ, insanların karz-ı hasen ile ihtiyaçlarını karşılamak üzere yapılacak iyilik ve yardımlaşmanın kesilmesine sebep olur. Ribâ yasaklanmış olduğu için insanların birbirlerine fazlalık almaksızın borç vermesi; ahlâki ve sosyal güvenin gelişmesine,

47

yaygınlaşmasına ve neticede de sosyal düzenin sağlamlaşmasına sebep olur. Ribânın olduğu yerlerde muhtaç olanların ihtiyacı bir lira alınan borcun yerine iki lira ödeyerek giderilir. Bu imkânı bulan para sahipleri de “karz-ı hasen”den vazgeçmeye başlarlar. Bu şekilde toplumda iyilik, yardımlaşma ve dayanışma duyguları ortadan kalkmaya; yerine hırs ve saldırganlık fikirleri yayılmaya başlar. Bu da toplumun felakete sürüklenmesine neden olur (Ömer Çelik, 2006: 15).

Karz-ı hasen’nin toplum içerisinde büyük sosyal ve ekonomik faydalar sağlamasına rağmen günümüz ekonomik sisteminde bu modelin büyük çaplı uygulama bulması düşünülemez. Kimse elindeki binlerce, milyonlarca liralık fonunu bir başkasına kârz-ı hasen olarak vermek istemez, realite budur. Bu sebeple genel anlamda kârzın özellikle yatırım finansmanında veya firmaların nakit ihtiyaçlarını karşılamada etkili olduğunu düşünmek zordur. Bu sebeple günümüzde karz-ı hasen, istisna bir uygulama olarak birkaç günlük vadelerle gerçekleştirilmektedir.

2.4.VEKÂLET

Vekâlet kelimesi sözlükte; muhafaza etmek ve korumak” anlamlarına gelmekte olup, literatürde; “caiz olan ve bilinen bir tasarruf konusunda bir kimsenin kendi yerine başka birisini vekil kılması” şeklinde açıklanmaktadır (Döndüren, 2005: 546). İngilizce literatürde kavram, “agency contracts” veya “wakalah contracts” şeklinde yer bulmuştur.

Vekalet’in Günümüzde Uygulanışı

Günümüzde vekâlet, bir çeşit acentelik sözleşmesi olarak kullanılmaktadır. Başta murabaha, selem, istisna ve icare olmak üzere çeşitli finansman modellerinin uygulanmasını sağlayan bir ön aşamadır. Vekâlet sözleşmeleri ile müşteri, elindeki fonları bankasına teslim eder ve banka bir yatırım uzmanı gibi bu fonları değerlendirir. Banka, vekil (wakil) olarak yürüttüğü bu hizmetine karşılık, önceden