• Sonuç bulunamadı

Otizmin Yabancılaşma ile İlişkisi

1. KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

1.2. Sosyolojik Boyutlarıyla Otizm

1.2.5. Otizmin Yabancılaşma ile İlişkisi

Yabancılaşma kavramı 15. yüzyılda zihinsel yeteneklerden yoksunluğu ya da zihinsel bozukluklar, hatta deliliği anlatmak üzere kullanılmıştır (Williams, 2006:42). Fromm, yabancılaşmanın eskiden akıl hastalarını tanımlamak için ve insanın bütünüyle kendi kapasitelerinden uzaklaştığını vurgulamak için kullanmıştır (Fromm, 2006:116). Yabacılaşma, “insanların kendi yarattkları güçlerin kendi karşılarına yabancı güçler olarak çıktığı, onların egemenliğin altına girdikleri bir durum olarak” tanımlanmaktadır (Coser, 2008, s64 akt., Güneş, 2013:68). Yabancılaşma bu anlamıyla bireylerin hem kendilerinden hem de toplumdan tamamen kopuşunu açıklamaktadır. Yani bireylerin hayatla ve sosyal çevreyle olan bağlarının çözüldüğünü ifade etmektedir. Bu anlamdaki yabancılaşma, insanın kendi gücüne ve kendisinde var olan potansiyelin zenginliğine yabancı kalması ve kendi varlığının özelliklerine ancak başka bir güçten ya destek alarak ya da ona boyun eğerek dolaylı yoldan ulaşabilmesi anlamına gelmektedir (Tolan, 1980:143). Otizmli bireyler daha çok bu bağlamda yabancılaşma yaşamaktadırlar. Çünkü bu bireylerin önemli bir çoğunluğu sahip olduğu potansiyellerinin farkında değildirler.

Yabancılaşma kavramını kullanan ilk düşünürlerden biri de şüphesizki Hegel’dır. Hegel’e göre “insanlık tarihi aynı zamanda insanoğlunun yabancılaşmasının tarihidir” (Tolan, 1980: 145). “Doğa, insan ve toplum var oldukça yabancılaşma da var olacaktır” (Tolan, 1993:285). Hegel’in düşüncesi, doğanın özünü, doğanın dışına, insanın özünü, insanın dışına ve düşünmenin fiilini de, düşünmenin dışına koymaktadır (Ergil, 1978:95). Feuerbach insanın kendi özünü, insan olarak kavraması gerektiğini ve bu yolla yabancılaşmanın aşılacağını belirlemiştir. Yani insanın kendi özünü irade, akıl ve sevgiyle kavraması gerekmekte ve yabancılaşma da ancak bu yolla aşılabilmektedir” (Tolan, 1983:287).

Yabancılaşma kavramına farklı bir boyut kazandıran ilk düşünürlerden biri ise Marks olmuştur. Marks’a göre, “insan, kendi faaliyetinin ürünü olan şeylerden, bir köle, güçsüz ve bağımlı bir varlık olarak ilişki kurmaktadır. İnsan kendisinden ayrı, bağımsız ve güçlü bir nesneler dünyası meydana getirmek suretiyle, kendi kendisine çeşitli şekillerde yabancılaşmaktadır” (Cevizci, 2002:1099). Marks’a göre “insanın kendi emeğinin ürününe, hayat etkinliğine, türsel varlığına yabancılaşması olgusunun dolaysız bir sonucu, insanın insana yabancılaşmasıdır” (Marks, 1975:75). Yabancılaşan emek, “dışarıdaki doğayı ve insanın manevi özünü, insani varlığına yabancılaştırdığı gibi, insanı kendi bedenine de yabancılaştırır” (Marks, 1975:75). “Artık doğanın efendisi olduğunu sanan yabancılaşmış insan, gerçekte şeylerin ve koşulların kölesi, aynı zamanda kendi öz gücünün donmuş ve katılaşmış bir ifadesi olan bir evrenin güçsüz ve zavallı bir çarkı olmuştur” (Tolan, 1980: 149).

“Yabancılaşma teorisinin dört temel unsuru şunlardır: insanın üretici etkinliklerine yabancılaşması, ürettiği ürüne yabancılaşması, birlikte çalıştığı işçilere yabancılaşması ve insani potansiyeline yabancılaşması.” Güneş, 2013:68-69). Bunların içinde bu çalışma için en dikkat çekeni insanın kendi potansiyeline yabancılaşması hususudur. Yani gittikçe insanın potansiyel olarak kendi özelliklerinden uzaklaşması veya potansiyelinin azalması anlamına gelmektedir. “Başka bir deyişle, insanın potansiyellerine yabancılaşması, kendi insani niteliklerini ifade edemeyen yabancılaşmış bir kitlenin parçası haline gelmesi anlamında kullanılmaktadır” (Ritzer, 1992: 11-12, akt., Güneş, 2013:69). Bu tanım, otizmli bireylerde görülen doğal yabancılaşma tanımımızla önemli derecede örtüşmektedir. Çünkü otizmli bireylerin önemli bir kısmı sahip oldukları potansiyellerinin farkında olmadıkları gibi duyu organları arasında bile anlamlı ve amaçlı ilişkilerin kurulmasında yoksundurlar.

Fromm’a göre, insanın doğadan ve birbirinden kopmuş olması, kendisini yalnız, soyutlanmış ve yabancı hissetmesine neden olmuştur. Tarihi süreç içinde doğadan ayrılarak özgürleşmeye çalışan insan, bu çabaları sonucunda yalnızlaşma ve yabancılaşmayla yüz yüze kalmıştır. (Fromm, 2006:116). Fromm’a göre, insan ilk kez, “bütünüyle kendi elinden çıkma nesnelerden oluşan bir dünya yaratmıştır. Ne var ki kendi eliyle yarattığı tüm bu şeyler ondan yüksektedir. Artık kendisini bir yaratıcı olarak değil de elleriyle yarattığı bir Golem’in kölesi olarak algılar” (Fromm, 2006:119). Fromm, yabancılaşmayı tüketim olgusuyla da ilişkilendirir. Fromm, tüketimin, yapay olarak yaratılmış kuruntuların doyurulması olduğunu söyler (Fromm, 2006:127). Çağdaş insan, daha çok, daha iyi, özellikle de daha yeni şeyler alma olanağına kendini kaptırmış ve kendisi için tüketilen nesnenin faydasından ya da yararlığından çok, tüketim edimi zorlayıcı, akıldışı bir amaç olup çıkmıştır (Fromm, 2006:128). Böylece, “her şeyi bir tüketim ürünü haline getirmiş olan yabancılaşmış insan için hayat anlamsızlaşmıştır” (Fromm, 1996:82).

Amerikalı sosyal bilimci Melvin Seeman de yabancılaşmayı ele almıştır. Seeman, yabancılaşmaya daha çok sosyal-psikolojik açıdan yaklaşmıştır. Seeman, sosyoloji ve sosyal psikolojideki kavramlardan hareketle bir sınıflandırma yapmaya çalışır. Seeman yabancılaşmanın; “güçsüzlük, anlamsızlık, kuralsızlık, yalıtılma ve kendine yabancılaşma” (Tolan, 1980:127) gibi beş boyutuna vurgu yapmıştır.

Güçsüzlük, kişinin yaşadığı toplumu etkileyemeyeceği ya da etkileyememe duygusu olarak düşünülmüştür (Seeman, 1959:783-791). Yani güçsüzlük duygusu bireyin yaşamı ile ilgili kontrolünü kaybetme duygusuyla ilişkilendirmiştir. Çünkü güçlü olmak, kontrol ve idareyi elinde bulundurmayı gerektirmektedir. Güçsüzlük durumu ise, başkaları veya kişisel olmayan koşullar tarafından kontrol edilmektedir. Dolayısıyla güçsüz birey, kendi davranışlarını ortaya koymak yerine onlara tepki vermekle yetinmektedir (Minibaş, 1993:35). Böylece birey, içinde bulunduğu bu durumda edilgen bir konumdadır ve başkaları tarafından yönlendirilmektedir. Otizmli bireyler de kendi davranışlarını kontrol edemedikleri için veya birçok eylemde edilgen konumda oldukları için onları da Seeman’ın bu görüşü paralelinde yabancılaştığını söyleyebiliriz.

Anlamsızlık duygusu, “davranış ve inanç konusunda kılavuzların yokluğu duygusudur” (Seeman, 1959:783-791). Bu duyguya kapılan bireylerin eylemleri anlaşılır olmaktan çıkmaktadır. Bireyler, eylemleriyle genel amaçlar arasında bir

bağlantı kuramamaktadırlar. Dolayısıyla, bireyler neye ve hangi genel doğrulara inanacağını bilememesi durumunda böyle bir duygu ortaya çıkmaktadır (Tolan, 1983:303). Otizmli bireylerde de benzer bir durum söz konusudur. Ancak bu bireylerde anlamsızlık bir duygudan ziyade bir halin ifadesidir.

Kuralların etkisini yitirmesi, amaçlara ulaşmak için kuraldışı eylemlerin zorunluluğuna inanılması hali, kuralsızlık duygusunu açıklamaktadır (Seeman, 1959:783-791). Bireyler, toplum tarafından onaylanan hedeflere ulaşmak için meşru olmayan yollara başvurmanın gerekliliğine inandıkları andan itibaren bu durum baş göstermektedir. Durkheim’in anomi kavramında olduğu gibi, bireyler için toplumca onaylanan davranışların benimsenmesinin bir önemi kalmamaktadır.

Yalıtılma ya da çevreden uzaklaşma duygusu, toplumda veya örgütte yüksek değer verilen inanç ya da amaçların bireyler açısından herhangi bir değer taşımaması olarak tanımlanmaktadır (Seeman, 1959:783-791). Başka bir ifade ile bireylerin toplumdan dışlandığı ya da soyutlandığı düşüncesiyle başkalarıyla anlamlı bir ilişki ve etkileşim içine girememesidir (Minibaş, 1993:38). Otizmli bireylerin bağımsız bir şekilde başkalarıyla etkileşim kurma imkânları olmadıkları için onların da yalıtılma duygusu içinde olduğu söylenebilir.

Bireylerin kendine yabancılaşma duygusu, bireylerin eylemlerinin kendi başına bir doyum kaynağı olmaktan çok kendi dışındaki doyumlar için bir araç durumuna gelmesi olarak tanımlanmaktadır. Bireyler artık tatmin edici başka etkinlikler bulamamaktadırlar (Seeman, 1959:783-791). Dolayısıyla kendine yabancılaşma durumunun bu şekli, yabancılaşma boyutlarının bütün ayrıntılarını kapsamaktadır (Duru, 1995:28).

Seeman, yabancılaşmanın bu boyutlarından şu sonuca ulaşır: “Toplumsal yapıya ilişkin koşulların yabancılaştırıcı etkileri olduğu varsayılabilir ve bunların bireysel tutum ve davranışlarda belirleyici sonuçlar yaratabilir” (Alkan ve Ergil, 1980:218). Ancak Seeman’in tanımlaması daha çok yabancılaşmanın kişi psikolojisi üzerindeki etkisi üzerinedir.

1.2.5.1. Yabancılaşma Yaşayan Otizmli Bireylerin Bazı Özellikleri

Yabancılaşma yaşayan otizmli bireylerin başlıca özellikler aşağıdaki gibi sıralanabilir:

b- Zihinsel işlevlerde fonksiyonel bozuklukları yaşamaları

c- Sosyal ilişkilerden kaçınma, sosyal etkileşimden yoksun olmaları d- Yaşama karşı ilgisiz olmaları ya da nitelikli bir yaşam sürdürememeleri e- Gelişmelere ve değişikliklere karşı uyum güçlüğü çekmeleri

f- Rutin yaşam alışkanlığına sahip olmaları

g- Sosyal değer yargılarına ve normlara ilgisiz kalmaları h- Sorgusuzca itaat ve bağımlı yaşamaları

Dolayısıyla otizmli bireylerin basitten karmaşığa doğru rutin davranışlarda bulunması, bu eylemlerde başkalarına bağımlı olması, otizmden dolayı sosyal etkileşimlerinin yetersiz olması veya azalması, bu bireylerin kendi eylemleri, günlük yaşamı ve sosyal-kültürel yaşamı üzerindeki kontrolünü kaybetmesi, otizmlilerin kendilerine yabancılaşma ile kendini göstermektedir. Ayrıca otizmli bireyler fiziksel olarak büyüse, olgunlaşsa da sosyal anlamda sosyalleşmesini gerçekleştirmedikleri için, toplumsal baskı ve etiketlenmelerde kurtulamadıkları için kendi doğasına yabancılaşmakta ve izole bir yaşama mahkûm olmaktadırlar. Dolayısıyla otizmlilere yönelik tutumların olumsuz olduğu, bu bireylerin normal akranları tarafından reddedildiği ve sosyal aktivitelerden dışlandığı, sosyal kabul düzeylerinin diğer bireylerden daha düşük, reddedilme düzeylerinin ise daha yüksek olduğu görülmektedir. Bu da otizmli bireylerin, yabancılaşmayı daha derinden yaşamalarına yol açmaktadır.