• Sonuç bulunamadı

1908 ÖNCESİ BATI ANADOLU’DA ÜRETİM VE TİCARİ HAYATA GENEL BİR BAKIŞ

1897 YILINDA OSMANLI DEVLETİ’NDE TÜKETİLEN ODUN VE KÖMÜR MİKTAR

1. OSMANLI DEVLETİ’NİN İKTİSAT POLİTİKAS

Doğu-Batı ticaret yolu üzerindeki topraklarda kurulan Osmanlı Devleti, kendinden önce bu topraklarda hakim olan devletler gibi ticaretin gelişmesi için daha kuruluş yıllarından itibaren bir takım çalışmalar yapmıştır. Osmanlı ekonomisi geleneksel olarak ticaret serbestisini ve özellikle dış ticaretin geliştirilmesini bir ilke olarak benimsemiştir. Bunun yanında ticari faaliyetlerde tekelci eğilimlerin güçlenmesine, üretici ve tüketiciyi zarara uğratacak durumların ortaya çıkmasına mani olmak için bir denetim mekanizması kurmuştur. İç ve dış ticaret devlet denetimi altındadır. Osmanlı toprakları, dönemin iki önemli ticaret güzergahı olan ipek ve baharat yollarının üzerinde bulunması nedeniylede bu yollardan elde edilen gümrük gelirleri devlet ekonomisi için önemli bir kaynak oluşturuyordu. Bunun için ticaretin denetimi ve yolların güvenliğinin sağlanması devletin sorumluluğu altındadır.

Güvenli bir piyasa ortamının oluşmasını devlet bir görev olarak telakki etmiştir. Bunun yanında denetim, dışarıya altın ve gümüş çıkışının yasaklanması ve bunun için yabancı tüccarın yine mal ile ülkesine dönmesinin sağlanması, bazı stratejik malların ihracının yasaklanması ve malların belli yerlere tahsis edilmesi şeklinde gözükmektedir 121.

1.a- TANZİMAT ÖNCESİ OSMANLI DIŞ TİCARET POLİTİKASI

Osmanlı Devleti’nin iktisat siyasetinin en göze çarpan tarafı, Osmanlı ülkesi mahsulünden halkın ihtiyacı karşılandıktan sonra artan miktarın ihraç edilmesine izin verilmesidir. Bununla birlikte kapitülasyonlarla lüks mallar ve hammadde ithali özendirilmektedir. Yabancı tüccara tekel hakkı şeklinde imtiyaz tanıyor, dış ticarette, ihracata ithalat üzerindekinden fazla vergiler koymak suretiyle iç ticaret aleyhinde muafiyetler tanıyordu 122. Dolayısıyla bu tip ithalat tümüyle tüketime yönelikti 123. Yenileşme döneminde Osmanlı Devleti, mamul madde

ithalatçısı, ham ve yarı mamul ihracatçısı olarak Batı emperyalizminin tesiri altına girmeye başladı. Piyasalarda mal bolluğu olması amacıyla dış ticaretin teşvik edilmesine ve ilke olarak ithalatın yasaklanmasına rağmen Osmanlı dış ticaretinin XVIII.yy ortalarına kadar fazla verdiği söylenebilir. Bunun sebeplerinden bir tanesi terbiyevi ithalattır. Yani ithal edilen mallar, ithal ikamesinin başarılı bir örneği olarak , tekrar ihraç edilebilecek kaliteli mal üretimine örnek teşkil etmiştir. Yine ülkeye mal getiren yabancı tüccarın, para ile değil, mal ile dönmesi gereği ilkeleştirilmiştir. Bu da üretimi , dolayısıyla ihracatı arttıran bir faktördür 124. Ancak bu gelişme, bir yandan İmparatorluktaki tüketim

121 Ahmet Tabakoğlu, age, s.365

122 Niyazi Berkes, Türkiye İktisat Tarihi (Osmanlı Devleti’nin Ekonomik Çöküşü), c:II, İstanbul, 1975, s.132 123 Çağlar Keyder, “ Osmanlı Devleti ve Dünya Ekonomik Sistemi ”, TCTA, c:III, İstanbul, 1985, s.643 124 Ahmet Tabakoğlu, “ Osmanlı İktisadi Yapısının Ana Hatları ”, Osmanlı, c:III, Ankara, 1999, 23

alışkanlıklarını dönüştürerek el zanaatlarının çökmesini öngörüyor, diğer yandan da bu olgunun Osmanlı ödemeler dengesi üzerinde uzun dönemli etkileri Osmanlı Devleti’ni dünyaya borçlu bir konuma getirecektir 125. Böylece Osmanlı ekonomisi dünya ekonomisiyle bütünleşme

sürecine süratle katılmış olacaktır. 126

XVIII.yy’ın ikinci yarısına kadar Osmanlı Devleti’nden ihraç edilecek emtia, yerli (Müslüman veya reaya) tüccar tarafından iskelelere getirildiğinden dahili gümrükler bunlar tarafından ödeniyor, ecnebi tüccar da % 3 ihraç gümrüğü ödeyerek malı alıp götürüyordu. Fakat XVIII.asır sonlarından itibaren sanayi inkılabıyla Avrupa’da daha fazla ham maddeye ihtiyaç duyulması ecnebi tüccarı tahrik etmiş, malı daha ucuza alıp fazla kar edebilmek için Anadolu mahsulatını istihsal edildiği yerde satın alma yoluna gitmiştir. Ancak ahitnameler gereğince, müstemin tüccar, Osmanlı şehir ve limanlarından alıp götürdüğü emtia için sadece % 3 resm ödediğinden, dahili ticarette alınan amediyye, reftiyye* gibi rüsumatı da –malı memleket dışına çıkardığı için dahili ticaret diye bir şeyin söz konusu olamayacağı iddiasıyla- reddediyordu.

Böylece devlet, iki büyük kayıpla karşı

karşıya kalmış oluyordu. Birincisi, ham madde büyük çapta dışarı akıyor; ikincisi ise, hazine varidat kaybına uğruyordu.

XIX.yy başlarında, 1802’de, Osmanlı Devleti, yabancı devletlerin elçilerine birer nota göndererek, bundan böyle Anadolu’da ticaret yapacak yabancıların Osmanlı reayası olan tüccarların ödemekle mükellef bulunduğu vergileri ödemeye mecbur tutulacaklarını bildirdi. Bu durum 1805 tarifesinde zikredildiği gibi , 1809 Kal’a-i Sultaniye Antlaşması’nın 6.maddesinde de yer aldı.

Bundan böyle, Avrupalı tüccarlar limanlardaki ticaretten başka memleket dahilinde de çeşitli şekillerde ticaret yapar oldular. Bu dahili ticaret; 1.Osmanlı emtiasının, yine Osmanlı memleketleri içinde alım ve satımı; 2.Yabancı ithal mallarının dahilde satımı; 3.Osmanlı emtiasının ihracat için, mahallinden alımı şeklinde cereyan ediyordu .

Birinci durumda Avrupalı tüccar Osmanlı reayasıyla aynı statüye tabi kılınmış olmakla beraber, ikinci ve üçüncü şıklardaki durumlarda hala eskiden beri ödemekte olduğu % 3 vergi hakkını muhafaza ediyordu.

125 Immanuel Wallerstein-Hale Decleli-Reşad Kasaba, “ Osmanlı İmparatorluğu’nun Dünya Ekonomisi İle Bütünleşme Süreci ”, Toplum ve Bilim, 23, Güz 1983, çev:Ali

Selman, s.46

126 Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa ekonomisiyle bütünleşme sürecinin ne zaman başladığı konusunda çeşitli görüşler vardır. D.Quataert, bu süreci XVI.yy’dan

başlatırken C.Issawi, Reşad Kasaba ve Şevket Pamuk XVIII.yy ve sonrasında başladığını ifade etmektedirler. Bakınız: Donald Ouataert, Osmanlı Devleti’nde Avrupa

İktisadi Yayılımı ve Direniş (1881-1908), Ankara, 1987, çev:Sabri Tekay; Şevket Pamuk, “ Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Sermaye: Sektörlere ve Sermaye İhraç Eden Ülkelere Göre Dağılımı, 1854-1914 ”, ODTÜ Gelişme Dergisi, 1978 Özel Sayısı, s.131-162 ; Charles Issawi, The Economic History Of Turkey 1800-1914 , Chicago, 1980 ; Immanuel Wallerstein-Hale Decleli-Reşad Kasaba, agm, s.41-53

* Amediyye; Osmanlı hudutları içerisinde herhangi iki yer arasında -kara veya deniz yoluyla- naklolunan eşyadan vardığı yerde alınan vergi. M.Zeki Pakalın, age, c:I, , s.57

Reftiyye; Osmanlı memleketleri dahilinde bir yerden bir yere veya bir ecnebi memleketine nakledilen emtiadan mahrecinde(çıkış yerinde) alınan vergi. Tanzimat’tan sonra

1823’ten itibaren bazı ürünlerin ihracı tezkereye bağlandı. Örneğin meşe palamudu, debbağ esnafının ihtiyacı karşılandıktan sonra, tezlere alan tüccar tarafından ihraç edilebiliyordu. Tezkere usulü daha sonraları mazı, kökboya, kuru incir, zeytinyağı, yün ve balmumuna da uygulandı.

Tanzimat öncesinde ticareti kısıtlayıcı bir başka yöntem, yed-i vahid usulü, diğer bir deyişle ürünün alım satımı üzerine devlet tekeli konmasıydı. Önce afyona uygulanan yed-i vahid, daha sonra ipek, tahıl, zeytinyağı, pamuk, tiftik ve yapağı gibi malları da kapsadı. Yed-i vahide tabi ürünün toplanması o yörenin ihtisab nazırına devredilir; ihtisab nazırı ise alım satım yetkisini elinde mühürlü tezkeresi olan Müslüman ve reaya tüccara verirdi. Tüccar malın üretildiği yere giderek üreticiden malını satın alır, rüsumunu öder ve sonra İstanbul’a sevk eder yada ihracı yasaklanmamışsa yabancı tüccara satardı 127. Ancak bu uygulama köylünün bu ürünlerini değerlendirmesine de engel olmuş128 ve adeta boğaz

tokluğuna çalışır duruma gelmiştir 129.

1838 tarihli Balta Limanı Antlaşması’na kadar Osmanlı Devleti’nden ihracı yasak olan, ancak özel izin ile ve önemsenmeyecek kadar miktarlarda olarak nadiren ihraç edilen maddeler vardır ki bunların başında hububat ürünleri gelmektedir. Bu ürünler içinde de ilk sırayı buğday, ikinci sırayı ise arpa almaktadır 130. Bundan başka zeytinyağı, pabuç, çizme, sahtiyan, at, silah, pamuk ipliği, barut yapağı, kendir urganı, kükürt,

yelken bezi, balmumu ve çadır, gön, yapağı ihracı da yasaktı. Daha sonraki yıllarda yayınlanan bir hükümde bunların önemlileri tekrarlanmış (buğday, silah, barut, at, pamuk ipliği, balmumu, sahtiyan, gön) ve ihraç yasağı listesine pamuk, kurşun, don yağı, meşin, deri ve zift ilave edilmişti. Belgeler ihraç yasağı gerekçesi olarak en çok Avrupa’nın dar’ul harp olmasını ileri sürmektedir. Yani bu yasaklamanın amacı, orduyu, esnafı ve tüketiciyi korumaktı 131.

Batı bölgelerinde mal dolaşımının sıkı denetim altına alınması, bunların kaçak yolla Avrupa’ya ihraç edilmelerine engel olmak amacı taşıyordu. Ancak ülke içinde başka bölgelerde veya tabi ülkelerde mal darlığının görülmesi halinde buralara mal sevkıyatı yapılırdı 132.

1.b- TANZİMAT DÖNEMİ TİCARET SÖZLEŞMELERİ VE “MALİ” GÜMRÜK POLİTİKASI

127 Mübahat Kütükoğlu, age, I, s.64-70

128 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul, 2002 , s.108 129 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c:VI, Ankara, 1988, s.219

130 Mübahat Kütükoğlu, Osmanlı – İngiliz İktisadi Münasebetleri, 1838-1850, II, İstanbul, 1976, s.28

131 Sabahaddin Zaim, “ Yükselme Devrinde Osmanlı Devleti’nin İktisadi Durumu ”, Osmanlı, c:III, Ankara, 1999,s.41 132 Ahmet Tabakoğlu, agm, Türkler, s.223

Tanzimat’ın başlangıcı olan Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun ilanı, dünya ekonomisi içerisinde Osmanlı Devleti’nin artık çevre olan konumunun meşrulaşmasını ifade ediyordu. Bu anlamda Hatt-ı Hümayun, devletin artık bağımlı olduğu bir sistemde artıdan kendine düşen payı güvence altına almaya girişebileceği yasal bir çerçeve sağlıyordu 133 .

Tanzimat devrinde Osmanlı Devleti’nin dış ticaret politikasının ne olduğunu anlayabilmek için bu dönemde çeşitli devletlerle imzaladığı ticaret antlaşmalarına bakmakta fayda vardır. Bu antlaşmaların imzalanmasında iki dönem dikkati çekmektedir . Bu dönemlerden birincisi 1838-1846 ve ikincisi 1860-1862 yılları arasıdır . Birinci dönem II.Mahmut’un son dönemlerinde 16 Ağustos 1838 tarihinde İngiltere ile imzalanan Balta Limanı Antlaşması ile başlar ve Abdülmecit zamanında devam etmek üzere Fransa, Sardenya, İsveç ve Norveç, İspanya, Felemenk, Danimarka, Toskana, Prusya ve Belçika devletleriyle imzalanan antlaşmalarla devam eder 134. Bu antlaşmalar içerisinde en önemlisi

hiç şüphe yok ki diğerlerine de örnek teşkil eden Balta Limanı Antlaşması’dır.

Dört yıllık (1834-1838) diplomatik ve iki yıllık (1836-1838) tarife müzakereleri sonrasında 16 Ağustos 1838’de İngiltere ile imzalanan

Balta Limanı Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin ekonomik hayatında yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Sonraki yıllarda diğer Avrupa

devletlerinin de benzerlerini yapacakları bu antlaşmada, o zamana kadar ki antlaşmalarla verilmiş olan ancak bu defa değiştirilmeyen şartların bundan böyle de geçerli sayılacağı belirtildikten sonra son yıllarda şikayet konusu olan maddelerin alacakları şekil üzerinde duruluyordu.

Balta Limanı Antlaşması’nın getirdiği en önemli yenilik, ihraç yasağı, yed-i vahid 135 ve satın alınan malların nakli için gerekli tezkire

usulünün kaldırılmasıdır. Ayrıca 1826’dan beri çeşitli adlarla alınmakta olan bütün dahili resimler kaldırılmakta ve yerine dahili gümrük

resmi olarak % 9 oranında bir resim konulmaktaydı. İthal mallarında ise, yabancı tüccarın, getirdiği malı memleket içine götürmesi halinde ödeyeceği resim sadece % 2 idi. Bunların dışında harici gümrük resmi aynen % 3 olarak muhafaza edilmekteydi. Antlaşmanın diğer bir maddesindeki “ her türlü ticaret” ibaresiyle de, bu resimleri ödeyen tüccar, başka herhangi bir engelle karşılaşmaksızın Osmanlı topraklarında, perakende ticarette dahil olmak üzere, her türlü ticareti serbestçe yapabilecek duruma geliyordu 136. Osmanlı Devleti bu antlaşmayla az olan

pazarlık gücünü ithalatı değil de ihracatı sınırlandırmak ve vergilendirmek için kullanmıştır. Oysa bu dönemde Batılı ülkelerin giderek artan çoğunluğu ithalatı kısmak, kotaya bağlamak ve buna karşılık ihracatı geliştirmek, teşvik etmek için birbiriyle kıyasıya bir yarış içindeyken 133 Immanuel Wallerstein-Hale Dicleli-Reşad Kasaba, agm, s.48

134 Yusuf Kemal Tengirşek, “ Tanzimat Devrinde Osmanlı Devleti’nin Harici Ticaret Siyaseti ”, Tanzimat-I, İstanbul, 1999, s.289

135 İlber Ortaylı İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı adlı eserinde yed-i vahid uygulamasının 1838 Ticaret Antlaşması’yla kaldırılmasının bir sorumsuzluk yada gaflet

yüzünden değil, Babıali’nin gümrük gelirlerine şiddetle ihtiyacı olması nedeniyle İngiliz elçisi Ponsoby’nin bu isteğini kabul ettiği ve hatta 1838 Antlaşması’nın Avrupa sömürüsü için yeni bir kapı açmadığını sadece mevcut düzenin kağıda dökülmesi olarak ifade etmektedir. Bakınız; s.108

Osmanlı Devleti’nin bu adımı izahı kolay görünmeyen bir tavırdır 137. Bir başka görüşe göre ise, bu antlaşma ile Osmanlı tahıl ürünleri ile ham

ipeği uluslar arası pazara girme imkanı elde etmiştir138. 1838-1846 yılları arasında yukarıda belirttiğimiz ticaret antlaşması, diğer Avrupa

devletleriyle de imzalanmış, Balta Limanı Antlaşması’nda İngiltere’ye verilen imtiyazlara onlarda sahip olmuşlardır.

Görüldüğü üzere bu antlaşmalarla Osmanlı Devleti’nin ithalat ve ihracatta uygulayabileceği gümrük vergileri oldukça düşük düzeylerde saptanmıştır. Daha da önemlisi, Osmanlı Devleti, bu antlaşmaları imzalayarak bağımsız bir dış ticaret politikası izleyebilme, örneğin daha sonraki yıllarda yerli sanayi korumak amacıyla gümrük duvarlarını yükseltebilme hakkından vazgeçmiş oluyordu 139. Böylece 1838 ve

sonrasında imzalanan ticaret antlaşmaları, Osmanlı pazarlarının ve hammaddelerinin Avrupa ticaret ve sanayisinin çıkarları doğrultusunda dış ticarete açılması için gerekli yasal koşulları sağlamış oluyordu. Bu bakımdan 1838 tarihi Osmanlı ekonomisinin dünya ekonomisine açılış sürecinde bir dönüm noktası olarak görülebilir. Ancak şurası da unutulmamalıdır ki, 1838 ve sonrasında imzalanan ticaret antlaşmaları, Sanayi Devrimi’nden ve Napolyon Savaşları’ndan sonra Avrupa’da ve dünyada ortaya çıkan yepyeni siyasi, iktisadi ve askeri dengelerin bir ürünüdür

140. XIX.yy’ın ikinci yarısında, Osmanlı devlet yapısı, Avrupa mali sermayesinin Osmanlı Devleti’ne sızmasına izin verdi. Demiryolu ve

diğer benzer altyapısal yatırımlar, bazı durumlarda İmparatorluktaki ilk doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını oluştururken, Avrupa ile olan ticari ilişkilerin de artmasına hizmet etti 141.

Bu dönemde Osmanlı Devleti bir ihracat sektörü geliştiremediğinden, Osmanlı ekonomisi genelde Avrupa ekonomisi için yiyecek ve hammadde sağlayan bir ülke olmaktan çok, mamul mallar için bir pazar olmak durumundaydı. İhraç malları olmadığına göre Avrupalı tüccarların mallarına alıcı yaratmak için Avrupa’dan Osmanlı ekonomisine fon aktarılmalıydı. Yani ithalat ihracatı aşmalıydı 142.

Osmanlı Devleti’nin engelsiz bir dış ticarete açıldığı bu süreçte sadece yabancı çıkarlar etkili olmamış, yerli varlıklı çevrelerin de bakış açıları gelişmeleri etkilemiştir. Yabancı çıkarlarla zaten yüzyıllar sürmüş bir uyuşma tarihi içinden gelmekte olan pazara yönelik büyük toprak sahipleri ve yeterli aracı sınıflar, 1838’de başlayan yeni dönemi adeta sevinçle karşılamışlardır. Daha 1820’lerde, bir Türk toprak beyinin, “Dış

ticareti, olanaklı olan her yolla desteklemek ve kolaylaştırmak, akıllı bir hükümetin görevidir. Çünkü arazilerimize değer veren ve hasatlarımızı

137 Mehmet Genç, “ Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi ” , V.Milletlerarası Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kongresi (21-25 Ağustos 1989,

İstanbul), Ankara, 1990, s.14

138 Michael Palairet, Balkan Ekonomileri 1800-1914, Kalkınmasız Evrim, çev:Ayşe Edirne, İstanbul, 2000, s.410 139 Çağlar Keyder, Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye (1923-1929), Ankara, 1982, s.20

140 Şevket Pamuk, “ 19.yy’da Osmanlı Dış Ticareti ”, TCTA, c:III, Ankara, 1985, s.653

141 Şevket Pamuk, “ Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Sermaye: Sektörlere ve Sermaye İhraç Eden Ülkelere Göre Dağılımı, 1854-1914 ”, ODTÜ Gelişme Dergisi,

1978 Özel Sayısı, s.131-162 ; Charles Issawi, age, s.183-184

servete dönüştüren tek şey dış ticarettir.” demesi, Osmanlı hükümetinin 1838’de İngilizlere geniş ayrıcalıklar vermesinin ardında sadece dış

politika endişelerinin bulunmadığını, yerli varlıklı çevrelerin serbest ticarete açılmakla kendi çıkarlarını da gözettiklerini belirten önemli bir örnektir143.

İlki Fransızlarla 29 Nisan 1861’de yapılan, onu diğer devletlerle(1861’de İngiltere, Fransa ve İtalya, 1862’de Rusya, Birleşik Amerika, Peyiba, İsveç ve Norveç, Danimarka, İspanya, Prusya ve Avusturya) yapılanların takip ettiği Kanlıca Ticaret Antlaşması’nda Balta Limanı Antlaşması’yla yabancılara tanına imtiyazlar aynen muhafaza edilmekle beraber, bazı maddelerin ticaretine sınırlamalar getiriliyordu 144. Bu

cümleden olarak, tuz ve tütünün Osmanlı ülkelerine ithali yasaklanıyor, ancak, isteyen yabancı tüccar, memleket içinde, “en ziyade mahzar-ı

müsaade” yerli tüccar statüsünde, bu maddelerin ticaretini yapmak veya herhangi bir resim ödemeksizin, sadece ihraç miktarını bildirmek

şartıyla, ülke dışına göndermek hakkına sahip oluyordu.

Antlaşmanın görüşmeleri sırasında bu maddeye ilave olmak üzere Fransa sefaretine verilen bir takrirle, yerli tuzun memleket ihtiyacına yetmemesi ve ithaline ihtiyaç duyulması halinde Fransız tuzunun , diğer memleketlerden gelen ve en çok müsaadeye mahzar olan tuz olarak muamele göreceği belirtilmişti. Yine bu antlaşmayla barut ve harp malzemesi de ithali yasak mallar kapsamına giriyordu 145.

1860-61 yıllarında yapılan ticaret sözleşmelerinin süreleri 28 yıl olarak saptanmıştı. Bu süre içinde taraflar, gerekli görecekleri değişiklikleri yedinci, on dördüncü ve yirmi birinci yıllar sonunda önerebileceklerdi 146.

Osmanlı ticaret ve gümrük politikasına değişiklik getiren ve modern gümrük anlayışına yakınlaşmasını mümkün kılan, gümrüklerde

himaye sistemi de ilk defa bu antlaşmalarla başlatıldı. İhracatı teşvik için, kademeli olarak ihraç gümrüğü resimleri düşürülüyor; ithal gümrüğü

resimleri ise, aynı oranda olmamakla beraber, yükseltiliyordu. 1869’dan sonra sadece % 1 oranında alınacak olan ihracat resmi, hiç şüphe yok ki, ihracatın artmasına imkan sağlayacaktı; fakat ithalat resimlerindeki yükseliş, ithalatı azaltacak seviyeye ulaştırılamayacaktır 147.

İthalattan alınan vergiler 1861’de % 8’e, 1905’de % 11’e, 1908’de % 15’e çıkarıldı. Ancak Osmanlı bürokrasisini gümrük vergilerini yükseltmek için emperyalist ülkelere başka tavizler vermeye iten neden, yerli sanayi korumak değildi. % 8’lik, % 11’lik vergiler zaten çökmüş

143 Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, İstanbul, 1994, s.6 144 Enver Ziya Karal, age, c:VII, s.260-261

145 Mübahat Kütükoğlu, agm, s.94

146 Zafer Toprak, “ Tanzimat’tan Sonra İktisadi Politika ”, TCTA, c:III, Ankara, 1985, s.669 147 Mübahat S. Kütükoğlu, agm, s.95

olan zanaatların canlanması için yeterli olamazdı. İthalata uygulanan vergilerin arttırılması, hazineye ek gelir sağlamaktan öte bir amaç taşımıyordu 148.

1881-1908 yılları arasında, Avrupa’nın İmparatorluktaki ticaret ve yatırım faaliyetleri artarken Osmanlı ekonomisi ve özellikle Anadolu ekonomisi tarımsal niteliğini korudu. Dönemin sonlarına doğru Anadolu’daki toplam nüfusun %75-80’i tarım kesimindeydi. Tarımın Anadolu’nun gayri safi bölgesel hasılatına katkısının İmparatorluk gayri safi milli hasılası içindeki % 52’lik payı payının biraz üzerinde, % 59 düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Anadolu’nun Osmanlı ihracatındaki payı 1840’da % 35 iken 1913’de % 29’a düşmüştü. Demek ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer bölgelerin göre Anadolu daha yavaş gelişiyor ve dünya pazarıyla bütünleşmesi daha eksik kalıyordu. Anadolu’dan yapılan toplam ihracatın (değer olarak) en az % 80-85’ini tahıl,üzüm, tütün, pamuk ve haşhaş gibi tarım ürünleri oluşturuyordu. 1881’de Anadolu’nun başlıca ihraç ürünü tahıl iken, 1908’e gelindiğinde tütün toplam ihracatın % 12’lik payıyla ilk sırayı almıştı 149 .

1908’e gelindiğinde Osmanlı ekonomisinin iyice zayıf düştüğüne ve Osmanlıların, dünya pazarı bir yana yerel pazar için bile imalat yapamadığına hiç kuşku yoktur. Ne var ki iktisadi boyunduruk Avrupalı sahiplerinin elinde iki yüzü keskin bir kılıç olmuş ve Osmanlıların iktisadi güçsüzlükleri, kısa dönemde, Osmanlı Devleti’nin, hatta bazı işçilerin yararına dönüştürülebilir hale gelmişti 150.