• Sonuç bulunamadı

C- Literatür ve Yöntem

1.3. Osmanlı Ekonomisi ve Zihniyeti

Osmanlı ekonomik yapısı denildiğinde üretim, ticaret gibi reel olan ekonomiyi anlıyoruz. Bu ekonominin arkasında derin bir zihniyet ve devlet sistemi, eski çağlardan beri Orta Doğu imparatorluklarına hâkim bulunan geleneksel bir devlet-toplum anlayışı vardır.259 Bu geleneksel yapı devletin iktisâdî zihniyetinde de kendine özgü bir ekonomik

sistemi beraberinde getirmiştir. Osmanlı iktisâdî düşüncesinde iktisâdî faaliyetin amacı, insanların ihtiyacını karşılamak olmuştur.260 Osmanlı ekonomik zihniyetini klasik ve

modern dönem olarak ikiye ayrılabilir.

Klasik dönem de (1300-1600) kendi içerisinde ikiye ayrılarak incelenebilir. İmparatorluğa geçiş dönemi (1453’e kadar) ve imparatorluk dönemi olarak.261. Bu dönemde

diğer dünya imparatorluklarında olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda da temel üretim faaliyetleri tarımla birlikte şehirlerdeki küçük esnaf faaliyetleriydi.262 Bu faaliyetlerden elde

256 Hacı Hafız Süleyman Efendi İbni Hafız Osman Efendi Vakfı, İzmir, VGMA, 600/342, 309-310. 257 Ahmed Ağa kızı Gülsüm Hatun Vakfı, Hanya, VGMA, 583/261, 201.

258 “…muahharen neşr buyurulan cedid murabaha nizâmnâme-i seniye ahkâmına tevfikan yüzde oniki

hesabıyla istirbah olunup hâsıl olan rıbhından…” Bkz. İbrahim bin Sait Efendi İbni Ahmet Vakfı, Kastamonu, VGMA, 597/22, 64.

259 Halil İnalcık, Devleti Aliyye-Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar I Klasik Dönem: Siyasal,

Kurumsal ve Ekonomik Gelişim, (İstanbul: TİB Kültür Yayınları, 2009), 256.

260 Ayşe Sıdıka Oktay, Kınalızâde Ali Efendi ve Ahlâk-ı Alâî, (İstanbul: İz Yayıncılık, 2005), 427.

261 1500’lerden önce dünya tarihi çok sayıda toplumsal sistemlerin yeryüzünde birlikte var olmalarının tarihidir.

Bu sistemler dünya imparatorlukları, dünya ekonomileri ve mini sistemler diyebileceğimiz üç ana biçim almışlardır. Belirtilmesi gereken önemli nokta, bu uzun süre içinde dünya imparatorluklarının “güçlü” olarak yer aldıklarıdır. Bu imparatorluklar genişleyerek dünya ekonomilerini ve mini sistemleri kendi içlerinde birleştirmişlerdir. Genişleme potansiyellerinin sınırına eriştiklerinde gerilemişler ve artık denetleyemedikleri alanlarda, yenidünya ekonomilerinin ve mini sistemlerin gelişebildiği boşluklar oluşmuştur. Dünya imparatorluklarının ömrü görece uzunken, dünya ekonomileri ya da mini sistemler görece daha istikrarsız ve kısa ömürlü (Örneğin, 100-150 yıl) olmuşlardır. Bkz. Wallerstein, The Capitalist World Economy, (New York: 1979), 35.

262 Osmanlı Devleti’nde tarımsal üretim tımar sistemi üstüne kurulmuştu. Tarımsal üretimin yapıldığı toprağın

büyük bir bölümü devlete aitti ve köylünün toprak üstündeki tasarruf hakkı ise güvence altına alınmıştı. Köylüler, gelirlerini yerel orduyu beslemede kullanan sipahilere öşür ödemekle yükümlüydüler. Sipahilerin toprak kullanımını değiştirme veya köylüleri topraktan çıkarma veya üretimi artırma yetkileri, merkezî otoritenin yüksek düzeydeki temsilcilerinin (sancak beyi, kadı) sıkı denetimi altındaydı. Böylelikle, birikim, tüm imparatorlukta askeri (ya da üretici olmayan) sınıfı muhafaza etmeye yetecek düzeyde tutulabiliyordu.

edilecek gelir ile vergi mekanizması işletilerek devlet faaliyetleri gerçekleştirilmekteydi. Bu mekanizma ile artı ürünün yeniden dağıtıldığı siyasî merkeze bir akım sağlanıyordu. Belirtilen dönemde İmparatorluk, kesin bir şekilde ekonomik açıdan bağımsız bir dünya imparatorluğu diye tanımlanmaktadır.263

Avrupa’da ise durum ise 14. yüzyılda yaşanan büyük veba sonrası nüfus ve insan gücü kaybı 1500’lerde meydana gelen dönüşüm ile çok farklı bir seyir halindeydi. Ortaya çıkan yeni bir dünya ekonomisi, tarihte ilk kez, kendini pekiştirip kapitalist üretim tarzını ve dünya ekonomisinin yapısal özelliği olan devletlerarası sistemi geliştirmiştir. Bu durum kendisini 18. yüzyılda fizyokratlar olarak gösterecektir.264

Ancak Osmanlı Devleti’nin artık Avrupa’da olması ve Akdeniz’i tamamen hâkimiyeti altına alması bir avantaj gibi görünse de dünyanın değişen siyasî ve iktisâdî çehresi güç odaklarını Asya ve Orta Doğu’dan batıya ve kuzeye doğru kaydırma yolunda gidiyordu. Amerika’nın keşfi, Güney Afrika’dan Asya’ya gidiş, Portekizlilerin uzak denizlere açılması, doğu-batı arasındaki İpek ve Baharat yollarının Akdeniz’den kuzey ve güneye kayması, Venedik, Ceneviz, İspanya ve diğer Akdeniz ülkelerinin önemini azaltmaya başlamıştı. Türk ve İslam dünyasında bir yandan kuzeyde Altınordu, diğer yandan batıda Endülüs Devleti (756-1492) tarihe karışmıştı. Asya ve Hindistan'daki Türk- İslam devletleri de parçalanıyorlardı. Böylece Osmanlı Devleti, çevresi ve bulunduğu yöreler itibariyle iktisâdî, sosyal ve siyasî yönden çöken ve gerileyen bir muhit ile çevrilmiş bulunuyordu. Ancak 1500’lü yıllarda, Osmanlı Devleti hâlâ sınırları genişleme aşamasında olan bir dünya imparatorluğu olarak izleniyordu.265 Osmanlı toprakları doğu ve batı

ekonomilerini birbirine bağlayan İpek ve Baharat yollarının üzerinde bulunuyordu. Bu coğrafya avantajının yanında Osmanlı dış ticarette kendisine has merkantilist olmayan, o

Bunu yaparken de çeşitli bölgelerde potansiyel merkez dışı güçlerin iktidarlarını besleyebilecek artı ürün biriki- mine izin verilmiyordu. Zanaatlar ise üretimin devlet ilkeleri ile sıkı sıkıya uyum içinde yapıldığı lonca teşkilatı tarafından yönetiliyordu. Yiyecek ve hammadde fiyatları yanında, tacirlerin belirli pazarlara katılma hakları da denetime tabiydi. İç denetimin amacı, tacirlerin ve zanaatkârların sınırsız birikim yapmalarına engel olmak ve böylece bütünleşmiş bir ekonomi yaratmaktı. Bkz. Fatma Acun, “Klasik Dönem Eyalet İdare Tarzı Olarak Tımar Sistemi ve Uygulanması”, Türkler, C. 9, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002), 800.

263 Immanuel Wallerstain, Hale Decdeli ve Reşat Kasaba, “Osmanlı İmparatorluğunun Dünya Ekonomisi ile

Bütünleşme Süreci”, Çev. Ali Selman, Toplum ve Bilim Dergisi, S. 23, (1983): 43.

264 Gülten Kazgan, İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, (İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1974), 45; Fransa

ve İngiltere’de liberal İktisadi düşünce sanayi kapitalizminin bir doktrini olarak ortaya çıkmıştır. Fizyokratlarla ilk kez iktisat düşüncesinde okul çağı başlamış, klasik ve neo-klasik okullarla gelişimini sürdürerek iktisadî konular belli sistematik bir bütün halinde incelenmeye başlanmıştır.

265 Bilindiği gibi, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki yeni dünya ekonomisi ile sınırları olup, Avrupa ile çok

günkü dünyanın üzerinde klasik bir ekonomik zihniyete ve sisteme sahipti. 266

Osmanlı klasik ekonomik sitemi dediğimiz zaman şunu söyleyebiliriz. Bu sistem kapitalist olmayan özellikler gösteren bir toplumsal yapıdır. Geçimliktir, provizyonisttir, fiskalisttir. Yönetimin temel kaygısı siyasî düzeni ekonomik dengelerle sürekli kılmaktır. Provizyonizm başta payitaht olmak üzere kentlerin iâşesine öncelik tanır. Fiskalizm devlet varidâtını azamîleştirerek siyasî yapıya istikrar kazandırır.267

Osmanlı ekonomisinin, toplumun yaşaması, sosyal düzenin korunması ve devlet faaliyetlerinin aksamadan yürütülebilmesi için, düzenlenen iktisâdî hayatın iâşe ilkesine dayanması zorunlu görünmekteydi. Osmanlı Devleti, bu ilkeyi geçerli kılmak üzere, ekonomide mal arzını bollaştırmak, kalitesini yükseltmek ve fiyatını düşük tutmak için üretim ve ticaret üzerinde sıkı bir şekilde yürütülen müdahaleciliği benimsemiş bulunmaktaydı.

Bu müdahaleci anlayış, mal ve hizmet üretenlerin önce kendi ihtiyaçlarını karşılamaları, ondan sonra da kademe kademe tüm toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilmeleri hususunda düzenlemeler yapmış idi. İâşe politikası gereği, yurt içi ihtiyaçların tümü karşılandıktan sonra kısıtlayıcı ve zorlaştırıcı ihracat denetimlerinden geçen mallar yurt dışına gönderilebiliyordu. Buna karşılık malın piyasada bol bulunması için ithalat kolaylaştırılmakta ve teşvik edilmekteydi. 268

266 Avrupa ülkelerinde müşahede ettiğimiz merkantilist himaye politikasına ait unsurlara Osmanlı İktisadî

dünya görüşünde rastlamadığımız gibi, toplum yapısında da bu dünya görüşünü o istikâmette zorlamaya, hatta etkilemeye namzet merkantilist bir menfaat zümresi, Osmanlı sisteminin bir gereği olarak, vücut bulamamıştı. Bilakis böyle bir himaye fikrine zıt istikâmette işleyen provizyon politikası ile fiskalizm, Osmanlı İktisadî dünya görüşünün uzun yıllar değişmeden kalmış görünen belirleyici ilkeleri idi. O kadar ki, ithalâtı pahalılaştırmaya yol açacak bir himaye fikrine, imparatorluğun hayatının tamamlamak üzere bulunduğu 19. yüzyılın son çeyreğine kadar rastlamak mümkün değildir Bkz. Mehmet Genç, “19. Yüzyılda Osmanlı İktisadî Dünya Görüşünün Klasik Prensiplerindeki Değişmeler.” Divan: Disiplinler arası Çalışmalar Dergisi (1999): 1-8.

267Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, (İstanbul: Ötüken Yayınevi, 2002), 45. 268 Öncelikle, ziraatta en yüksek düzeyde üretimi gerçekleştireceği düşünülen 60 ile 150 dönüm arasında arazi

tahsislerinin yapıldığı aile işletmeleri korunmaktaydı. Bu aile işletmelerinin parçalanarak küçülmesine veya yeni arazi ilave edilerek büyümesine izin verilmemekte idi. Devlet, bu zirai toprakların mülkiyet hakkını fertlere bırakmaz kendi elinde muhafaza ederdi. Miri adı verilen bu mülkiyet rejiminde toprak, çiftçilere, babadan oğula geçecek şekilde kiralanmış sayılır, alımı satımı devletin sıkı kontrolü altında tutulur, vakıf edilmesine ve bağışlanmasına müsaade edilmezdi. Çiftçilerin zirai üretimi düşürmeye sebep olacak şekilde toprağı işlemeden tutmalarına yahut terk ederek şehirlere veya başka bölgelere göç etmelerine izin verilmezdi. Üretilen zirai üretim ilk önce o kazada tüketilirdi. Zirai hammadde, belli ortalama büyüklükleri aşmayacak kapasitedeki işyerlerine ve dükkânlara sahip ustalardan oluşan esnaf örgütlerine, eşitlikçi bir cemaat halinde faaliyet gösteren yapıları göz önüne alınarak dağıtılırdı. Kazanın ihtiyacı karşılandıktan sonra fazla kalan üretim, ordu ve sarayın ihtiyaçlarını gidermeğe tahsis edilir, yine kalan kısım İmparatorluğun merkezi olan ve nüfusu 500.000 aşan İstanbul’a sevk edilirdi. Bütün bu kademeli ihtiyaçlar giderildikten sonra kalan kısmın, tüccarlar tarafından, iç gümrük resimleri ödenmek kaydıyla ülke içindeki başka bölgelere götürülmelerine izin

Osmanlı Devleti’nde iâşe ilkesi gereği halkın refahını arttırmak için ticarete önem verilirdi. Bu sebepten Devlet, çağdaşı batıdaki merkantilist ticaret politikalarından farklı olarak, ticareti kendi başına bir amaç olarak değil, bir araç olarak görüyordu. Herkesin refahına hizmet etmesi düşünülen bir araç olduğu için de devlet elindeki bütün imkânlarla ticareti destekliyordu. Ancak bu destek, ticareti amaç olarak algılayan grubun lehinde işleyen bir mekanizmaya dönüştürmemek üzere, kâr haddi dâhil birçok sınırlamaları da içermekteydi. Zira gelirin ve refahın adil bölüşümü, Osmanlıların temel değerleri arasında bulunuyordu.269Devlet, iâşe sorunlarının çözümüne katkıları nedeniyle ticaret sermayesine belirli özgürlükler tanımak zorunda kalırken bu faaliyetlerin çözücü etkilerini de dikkate alarak, tüccarların faaliyetlerini denetlemek ve devletin çıkarlarıyla çeliştiği ölçüde bu faaliyetleri ortadan kaldırmak için çaba gösteriyordu.270

İkinci ilke gelenekçiliktir. Geleneklerin korunması ve sürdürülmesi her devlet için söz konusudur. Burada gelenek, hukukî yaptırım gücüne kavuşturulmuş kurallar bütünüdür. İktisâdi hayatın herhangi bir alanında gelenekten sapma, bir değişme meydana geldiği takdirde, ona uyum sağlamak üzere yeni değişmelere yol verme yerine, değişmeyi ortadan kaldırarak eskiyi geri getirme iradesi hâkimdir. “Kadim olana uyma zorunluluğu” hukukî prensip hükmündedir. Muhaliflik “olagelene muhalif olmak” anlamında cereyan etmiştir.271

Değişme, Osmanlı dünyasında da mevcuttur. Ancak son derece zor, yavaş ve devamlı eskiye dönüş baskısı altında tutuluyordu. Osmanlı ekonomisinde sırf gelenekçilik dolayısı ile yaşamayı sürdüren birçok kurum (para vakfı272, lonca vb.) ve ilişkinin kaynağı budur. Bu

sebepten onları anlamak ve açıklamak için gelenekçilik ilkesinin hesaba katılması çok kere zorunludur.

verilirdi. Genç, age, 46-47.

269 Oktay, Kınalızâde Ali Efendi ve Ahlâk-ı Alâî, 470; Kınalızâde’ye göre adalet mal ve ihsandadır. İki kişiye

bir miktar mal ihsan veya bir makam bölüştürülürken adaletli davranmak yani itidal olan orta dereceye uymak lazım gelir. Kınalızâde devlet ahlâkı ile ilgili bölümde toplumdaki düzen ve ahengi ifade etmek için adalet kelimesi yerine itidal kelimesini kullanır. O’na göre, bedendeki mizacın dengede olması bedenin sağlıklı olduğuna işaret ettiği gibi alemdeki mizacında dengede olması alemdeki düzenin itidalde olduğuna işarettir. Alemin bu denge ve ahenk durumu itidaldir ve adalet böyle bir toplumda oluşmuştur.

270 Şevket Pamuk, Osmanlı Türkiye İktisadi Tarihi 1500- 1914, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2005), 67. 271 Bu ifade Suraiya Faroqhi’nin gelenekçilik kavramı ile ilgili olarak kullandığı bir benzetmedir. Mehmet

Genç’in bir kanunnameye atıfla belirttiği “Kadim odur ki, onun öncesini kimse hatırlamaz” cümlesi ile tanımlamaya çalıştığı ve Osmanlı İktisadi dünya görüşü ilkelerinden birisi olarak zikrettiği Gelenekçilik ilkesi, III. Selim ve II. Mahmud’un bizzat politikaları ile muhalif oldukları bir durum halini almıştır. III. Selim ve II. Mahmud ‘olagelen’e muhalif” olan padişahlar olmuştur. Bkz. Suariya Faroqhi, “Osmanlı Yöneticilerinin Gözüyle Osmanlı Ekonomisi”, Türkiye Tarihi Osmanlı Devleti 1600-1908, C. 3, 7. Bsk., İstanbul, Ekim 2002. 213-214; Genç, age, 49.

272 Para vakıfları teorik olarak nasıl Kanuni zamanında nasıl kabul edilmişlerse Osmanlı’nın son zamanına

kadar o şekilde kurulup o şekilde idare edilmişlerdir. Kısaca tam bir klasik kurumdur. Ayrıntılı bilgi için: Osmanlı 16. yüzyılı ve son dönemi vakfiyelerine bakılıp karşılaştırma yapılabilir.

Mehmet Genç’in modelinin üçüncü ve son ilkesi fiskalizmdir. Fiskalizm; en genel ifade ile devlet hazinesine ait gelirleri mümkün olduğu kadar arttırmaya çalışmak ve ulaştığı düzeyin altına düşmemesini sağlamak şeklinde tanımlanır. Devlet hazinesine ait gelirleri arttırabilmek, ekonomide pazar ve para ilişkilerinin gelişme derecesine ve devletin ekonomi üzerindeki etki gücüne bağlıdır. Bu ikili faktörün biçimlendirdiği fiskalizm şüphesiz evrenseldir. Üç ilkeden oluşan bu model, 19. yüzyılın ortalarına kadar yaklaşık 300 yıl boyunca devam etmiştir. Osmanlı iktisâdî hayatı bu çerçeve içinde şekillenmiştir.

Osmanlı çağdaşlaşma dönemi yukarıda belirtilen üç yapıda dönüşümü simgeler. Bu dönüşümü sağlayan büyük ölçüde kapitalistleşme sürecidir. Geçimlik yapılar çözülür. Ekonomi parasallaşır ve ticarileşir. Ülkenin dış ve iç ekonomik bütünleşmesi hızlanarak Osmanlı Avrupa’nın ve dünyanın bir parçası olur.273

Osmanlı Devleti’ni 19. yüzyıla kadar bu şekilde getiren ekonomik ve finansal sistem; 16. yy. batıda yaşanan fiyat devrimi sonrası; ekonominin çok sınırlı bir kesiminin parasallaştığı bir ortamda temelden sarsmamıştır. Ancak yine de Osmanlı 16. yüzyıldan itibaren parasallaşma sürecine girmiştir. Bu parasallaşma klasik yapıyı çözücü etkide de bulunmuştur; fakat yeni bir yapının oluşması, yapısal dönüşümlerin ortaya çıkması ancak kapitalizmin olgunluk çağında yani 19. yüzyılda gündeme gelebilmiştir.

Osmanlı Devleti’nde finans ihtiyacı hisseden en önemli kesim ticaret ve tarım274

kesimi olarak ele alınabilir. Devletin önceliği özellikle başkentin ve sonrada diğer şehirlerin iâşesinin sorunsuzca halledilmesi yönünde idi.275 Çeşitli nedenlerle sermaye ihtiyacını kendi

imkânlarıyla karşılayamayan küçük üretici, resmi kredi piyasasının gelişmemiş olması nedeniyle özel piyasalarda borç almak zorundaydı. Ancak bu piyasa koşulları çok kısıtlı idi. İktisâdi faaliyet bakımından dünya milletleri arasında saygın bir yeri olan Osmanlı Devleti, 19. yüzyılda başlayan sanayi devrimine katılamadığından, bu konumunu artık koruyamamıştır. İktisâdi olarak Avrupa’daki yeniçağın iktisâdî gelişmelerine ayak uyduramamış, rekabet yönünden geri kalmıştır. Kapitalizmin Avrupa’da gelişmesi ile Avrupalı tüccarlar, Türk pazarlarındaki yerli sanayinin ihtiyacı olan hammaddeleri

273 Zafer Toprak, Türkiye Tarihi 3 Osmanlı Devleti 1600 – 1908, (Cem Yayınları, İstanbul, 1997), 194. 274 Osmanlı ekonomisinin geleneksel yapısı incelendiğinde, tarım ekonomisine dayandığı görülmektedir. Bu

konuda Şerif Mardin’in değerlendirmesi şöyledir: “Osmanlı Devleti, başlıca ekonomik politikasını kırsal kesimden vergi alımını azamileştirme çabasına dayandıran mali bir devlettir.” Bkz. Şerif Mardin, Türk

Modernleşmesi, (İstanbul: İletişim Yayınları, 1994), 207.

275 Mehmet Murat Baskıcı, 1800-1914 Yıllarında Anadolu'da İktisadi Değişim, (Ankara: Turhan Kitabevi,

Avrupa’ya taşıyıp, mamul maddelerini daha ucuza satarak, Osmanlı Devleti’nin rekabet gücünü her geçen gün azaltmışlardır. Ayrıca uluslararası anlaşmalar ve kapitülasyonlar, sonuna kadar bir himaye siyasetinin takibine mâni olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu her yöne açık bir pazar haline gelmiştir. 276

Osmanlı Devleti dışındaki dünyada özellikle de İngiltere’de 18. yüzyıl girişimcilerin üretim sistemlerinin dönüştürebildiğini görmekteyiz.277 Sanayileşme ekonomi ve finansın

yönünü belirleyen en büyük etken olarak 18. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’nin, 19. yüzyılın başlarında da Fransa’nın sanayileşme sürecine girmeleriyle; finans ekonomisinde önemli bir faktör oldu. Diğer taraftan sanayileşmeye paralel olarak gerek bankalar gerekse sermaye piyasaları (borsalar) gelişti ve uluslararası mali operasyonları etkinlikle gerçekleştirecek bir düzeye eriştiler. Sanayileşmenin bu ilk aşamasında ücretler genellikle yerinde sayarken ya da çok daha yavaş bir tempoyla artarken, kârlılıklar yükseldi. Osmanlı’da ekonomik liberalizmin hâkim olmasının başlangıcı 1838 yılındaki Balta Limanı Ticaret antlaşması olmuştur.278 Bu anlaşma sonrası; Osmanlı ekonomisi dünya ile finansal

entegrasyonunu artırmış ve bu da dış ticaretini etkilemiştir. 1840-1913 dış ticaretteki artış arasında sabit fiyatlarla ihracatın 10 kat, ithalatın ise 12 kat arttığını göstermiştir.279

19. yüzyılın başlarında Avrupa’da tarımda önemli gelişmeler oldu. Başta İngiltere olmak üzere pek çok Avrupa ülkesi Sanayi Devrimi’nin yanında Tarım Devrimi’ni de gerçekleştirdi.280 Osmanlı ekonomisi ise kırsal kesimdeki ve tarım ağırlıklı geleneksel

iktisâdî yapı dönüşüme uğramadığından,281 ekonomide pazar ilişkileri belirleyici olduğu bu

süreçte, parasallaşma sağlanamadığından sanayileşme de Osmanlı’da gerçekleşmemiştir. Osmanlı Devleti'nin son döneminde sanayileşmeye yönelik girişimler; Islah-ı Sanayi

276 Vedat Eldem, Harp ve Mütareke Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomisi, (Ankara: Türk Tarih

Kurumu, 1994), 2,3.

277 Erik. J. Hobsbawm, Sanayi ve İmparatorluk, Çev: Abdullah Ersoy, (Ankara: Dost Yayınları, 2008), 39. 278 Ahmet Güner Sayar, Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması, (İstanbul: Ötüken Yayınları, 2000), 205.

Açk: 1838 tarihli Osmanlı İngiliz Ticaret Antlaşması ile ithal gümrüklerinin (%5), ihraç gümrüklerinin de (%12) olarak belirlenmesi Osmanlı Devleti’ni Avrupa için cazip bir pazar haline getirdiğinden esnaf loncaları da bu sistem içerisinde rekabet etmekte zorlanmıştı. Bkz. Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, 93

279 Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisi ve Dünya Kapitalizmi 1820-1913, (Ankara: Tarih Vakfı Yurt Yayınları,

1984), 24.

280 Sina Akşin, Türkiye Tarihi, C: III, (İstanbul: Cem Yayınevi, 2008), 235.

281 Hayri Sevimay, Cumhuriyete Girerken Ekonomi; Osmanlı Son Dönem Ekonomisi, (İstanbul: Kazancı

Hukuk Yayınları, 1995), 160. Tarımsal yapıdaki gelişmeye gelince, iltizam düzenini kaldırmaya çalışan Merkezî Otorite, 1838 girişiminde başarılı olamamakla birlikte, 1846 yılında dirlik sistemini (tımar, has ve zeamet) kaldırmıştır.

Komisyonu, Teşvik-i Sanayi Kanun-ı Muvakkati, vb. gelişmeler sanayileşmeyle ilgili değişik sorunlara eğilirken ülkenin maddi koşulları çoğu kez göz ardı edilmiştir.

Ülkenin geniş ölçekli üretim birimleri olan askeri fabrikalar ise ordunun ve devlet yönetim kademelerinin ihtiyaçları karşılamakla yetinmiş; yüksek maliyetlerle üretim yapan, piyasadan bağımsız, pazarda oluşan fiyatlara son derece duyarsız bir devlet sanayi olarak kalmıştır.282

Sanayileşen ülkeler sanayileşemeyen ülkelere karşı dış ticarette etkin hale gelmişti. Osmanlı Devleti’nin özellikle 19. yy ’da verdiği kapitülasyonlar283; yerli sanayi

baltalanırken, iç ve dış ticarette önemli yere sahip gayrimüslim Osmanlı tebaasının yabancı devletlerin himayesine girerek Müslüman tüccarlara karşı tekelci özellikler kazanmalarını sağlamıştır.

Sanayileşen ülkelerin üretim hacmi ile ihracat ve finansman politikalarının Osmanlı piyasaları üzerinde oluşturduğu baskı sonucunda, Osmanlı geleneksel iktisâdî yapısını reforme etmeye yöneltmiş fakat başarısız olmuştur. Dâhilî ve haricî şartların neden olduğu bütçe açıklarının kapatılması gerekmiştir. Bu amaçla iç ve dış borçlanmaya gidilmiştir. 17. yüzyılın sonlarındaki İkinci Viyana Buhranı yıllarında iç, 1854 Kırım Savaşı yıllarında da dış borçlanmaya başlamıştır. 1854-1914 yılları toplam 41 kez dış borçlanma yoluna başvurmuştur.

Osmanlı Devleti 1875'de moratoryum ilan ederek vadesi gelmiş dış borçların ödenmesini belli bir süre içinde geçici olarak durdurmuştu. 1881 yılında ise borç öde- melerinin düzenli bir şekilde yapılmasını sağlamak amacıyla alacaklılar tarafından Düyun- u Umumiye İdaresi kurulmuştur. Düyun-u Umumiye İdaresi'nin kurulmasıyla, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki doğrudan yabancı sermaye yatırımları da artmaya başlamıştır.

282 Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Dün-Bugün-Yarın, (Birinci Kitap, İstanbul 1979), 102.

283Dış ticarette kapitülasyon sistemi Osmanlılara özgü değildir. Birçok ilk, orta ve yeniçağ devleti ticareti

geliştirmek için bu yöntemi kullanmıştır. Anadolu Selçukluları Beylikler, Memlukler, Bizans, İngiltere farklı dönemlerde, dış ticaret serbestisini sağlamak için bu yöntemi izleyen devletlerdir. Orhan Gazi’den (1326- 1360) itibaren Osmanlı Beyliği de bir sistemi benimsemiştir. II. Mehmet (1451-1481) İstanbul’un fethinde yakınlık gösteren Cenevizlilere ahitname vermiştir. II. Bayezid ve I. Selim bu ahitnameyi yenilemişlerdir. Daha önce Memlukler tarafından Fransa’ya verilen imtiyâzı I. Selim (1512-1520) 1516’da I. Süleyman (1520-1566) 1528’de onaylamışlardı, Fransa’ya verilen bu imtiyâz Osmanlı sultanları II. Selim (1566-1574), III. Murad (1574-1595), I. Ahmed (1603-1617), IV. Murat (1623-1640) ve İbrahim (1640-1648) zamanlarında yenilenmiş, IV. Mehmet (1648- 1687) zamanında, 1669’da genişletilmiştir. Benzer ahitnameler zamanla Dubrovnik (Raguza), İngiltere, Danimarka, Prusya ve Belçika’ya da verilmiştir, Bu konuda bkz. Halil İnalcık,