• Sonuç bulunamadı

II. KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

1. BÖLÜM

3.3. TOPLUMSAL SÖZLEŞMENİN DİN PERSPEKTİFLİ ALGISI

4.1.2. Osmanlı Devletinde Yönetim Anlayışı

Osmanlı devleti 13. yy.’da Söğüt ve Domaniç arasında kurulan küçük bir beylik iken 16. yüzyıl sonlarına doğru üç kıtaya hakim olan oldukça kudretli bir siyasi otorite haline gelmiştir. Osmanlı devlet yönetim anlayışı Klasik, Klasik Sonrası ve

506 İbn Haldun, Devlet, 33.

507 Bayart, Cumhuriyetçi İslâm, 373.

508 Bayart, a.g.e., 375.

509 Bayart, a.g.e., 231.

Modernleşme olarak üç bölüm halinde incelenir. 16. yüzyıla kadar olan süreci Klasik dönem diye adlandırılır.510

Osmanlı devleti kendisinden önce hüküm sürmüş devletlerin yönetim anlayışına dair önemli sentezler geliştirmiş ve devlet yönetiminde bu sentezlerin bir kısmını kullanmıştır. Günümüzde bu duruma “iyi uygulama örnekleri” adı verilmektedir. Özellikle “Ortadoğu ve İran geleneğinin mirasçısı olmuştur”.511 Diğer yandan Osmanlı Devleti’nde yönetim anlayışı Türk-İslâm toplumunun kültürel öğelerinin dinsel kurallar ile harmanlanması neticesinde ortaya çıkmıştır. 512

Padişah otoritesini sağlamak adına, yönetimde ikili bir sistem anlayışı uygulamıştır. Tımar ve kul sistemi padişahın devlet yönetimi üzerinde otoritesini sağlaması açısından oldukça önemli bir rol üstlenmiştir. Tımar sistemiyle birlikte vergi hazineye doğrudan ulaşmıştır. Orada görev yapan kamu görevlileri ve askerler vasıtası ile değerlendirilmesi gerçekleşmiş ve böylece hizmetler daha etkin bir şekilde sağlanmıştır. Tımar sistemi içerisine yer alan görevlilerin padişaha doğrudan olarak bağlanması hususu da kul sistemi olarak bilinmektedtir.. 513

Bununla birlikte devlet yönetiminde hilafete karşı özel bir saygı söz konusudur.

Bu durumu Köseoğlu şu şekilde ifade eder: Haşimî olmalarına rağmen Emeviler tarafından kendilerine hilafet makamı verilmeyen Abbasî soyunun hilafet makamına tekrar geçmesi ve daha adil olmaları sebebiyle Abbasî hilafeti daha uzun ömürlü ve halk nezdinde daha fazla teveccüh görmüştür. İşte daha sonraki dönemde yeryüzünde tek İslam Devleti olmalı fikrinin bir nişanesi olarak “İslâm hükümdarlarının Abbasi hilafeti zamanında hep onlara bağlılık göstermeleri ve böylece hakimiyetlerini daha güçlü kılmaları, bir meşruiyet dayanağı olmaktan çok gerek ülke içinde ve gerekse İslâm dünyasında bir itibar ve saygı geleneği olarak devam etmiştir.”514

Osmanlılarda Yönetim anlayışında en dikkat çeken hususlardan bir tanesi de döneminin oldukça ilerisinde bir devlet geleneği haline gelmiş kamuoyu yoklama durumudur. Padişahlar ahalinin eleştirilerini dikkate almışlar ve duruma göre

510 Abdüllatif Armağan, “Klasik Dönemde Osmanlılarda Devlet Yönetim Anlayışına Dair Bazı Düşünceler”, Gazi Akademik Bakış, 5 / 9, (Eylül 2015): 140.

511 Armağan, a.g.m., 140.

512 Mehmet Göküş, "Osmanlı İmparatorluğu’ndan Modern Türkiye’ye Yöneten-Yönetilen İlişkilerinin Gelişimi", Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 15/3, (Eylül 2010): 229.

513 Armağan, a.g.m., 144-145.

514 Köseoğlu, Hukuka Bağlılık Açısından, 208.

kararlarında değişikliğe gidebilmişlerdir. Toplumun temel problemlerini çözüm noktasında da bağımsız kararlar almamışlar, mutlaka danışmanlarına başvurmuşlardır.515 Konuya ilişkin Halil İnalcık şöyle demektedir:

“Öyle görünmektedir ki ilk Osmanlı sultanları hukuki kurallar koyarken, hatta önemli politik kararlar alırken fakihlere danışmışlar, daha sonra aynı amaç için şeyhülislâmlık makamını Ancak Osmanlı tarihin sonraki dönemlerinde, özelikle Fatih’ten sonra, yönetime ait alanlar, kanun yapma faaliyeti bakımında sultana özgü sayılmışlardır. Bazı özel alanlarda Şeriat ya da dogmatik yorum, çeşitli kamu kurumlarını açıklamakta yeterli görülmemiştir. Burada alternatif bir yöntem olarak deneysel, tarihsel yaklaşım, örf vazgeçilmez bir gerek olarak kabul edilmiştir.”516

Danışma/Şura konusu Osmanlı Devleti için o kadar önemlidir ki, devletin kuruluşu ile birlikte Osman Bey’in Padişah olarak seçiminin de bir meşveret meclisi tarafından alınan kararlar neticesinde gerçekleştiği ifade edilir.517 Osmanlılar yönetim anlayışında ikili bir hukuk sistemi kullanmışlardır. Bu sistemler İslâm hukuku ve örfi hukuktur.518 Ancak örfi hukuk kuralları hiçbir zaman İslâm hukukuna aykırılık teşkil etmemiştir. Bu yüzden, örfi hukuku şeri hukuk ile birlikte eşit kabul etmenin pek mümkün olmadığı kanaatindeyiz. Bununla birlikte, örfi hukukun yok sayılamayacağı, yönetim anlayışında egemen olduğu yönünde bir takım tartışmalar vardır. Araf suresi 199.519 ayeti kerimesi bu tartışmaların dayanak noktasıdır. Bazıları ayetteki “örf ile emret” kelimesinin emret fiili ile beraber kullanıldığını ifade etmekle birlikte bazıları da “örfün, münker (kötülük) karşıtı maruf (iyilik) anlamına geldiği söylenmiştir.”520

Osmanlı yönetim anlayışı bu tartışmaları belli bir dengede tutmak için, padişah fermanlarının tamamıyla İslâm Hukuku’nu ölçüt aldığı, ancak örfi hukuku da bu konuda destekleyici mahiyette değerlendirdiği bilinmektedir.

Örfün dikkate alındığı durumlardan bir örnek vermek gerekirse; 16. yüzyılda Osmanlı imparatorluğunda iktisadi açıdan para vakıfları oldukça geniş bir kesim tarafından kullanılmıştır. Bu vakıfları şeyhülislâm Ebu Suud onaylamıştır. Oysaki

515 İzzet Er, “Demokrasi ve Antidemokratik Anlayışlar Çerçevesinde Osmanlı Yönetim”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 13/1, (Mayıs 2014): 8-9.

516 Halil İnalcık, Osmanlı Tarihinde İslâmiyet ve Devlet, 1. Baskı, (İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2016), 4.

517 Bernard Lewis, Ortadoğu, trc. Selen Y. Kölay, 4. Baskı, (Ankara: Arkadaş Yayınları, 2016), 185.

518 Armağan, Klasik Dönemde Osmanlılarda Devlet Yönetim Anlayışına Dair Bazı Düşünceler, 143.

519 َني ۪لِهاَجْلا ِنَع ْض ِرْعَا َو ِف ْرُعْلا ِب ْرُمْأ َو َوْفَعْلا ِذُخ Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.

520 Köseoğlu, a.g.e., 213.

Vakıfların varlığı ribaya/faize bulaştığı gerekçesi ile âlim Mehmet Birgivi tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Buradan, İslâm hukuku içinde yaşadığı toplumun menfaatleri doğrultusunda gelişmeye açık bir yapının parçasıdır ve yönetim anlayışında toplumun huzur ve refahı doğrultusunda kontrollü olmak kaydı ile bu neviden düzenlemeler yapabilir,521 olduğu anlaşılmaktadır. Bu duruma genel olarak istihsan522 adı verilir.

Para vakıflarına ilişkin olarak Edirne’de yaşayan Yağcı Hacı Müslihiddin adında bir kişi, 1423 yılında Ağaçpazarı’ndaki gayrimenkulü ile birlikte on bin akçasını da vermiştir. Vakıf sözleşmesinde yer alan hükme göre akçalardan yılda bin akça gelir alınacaktır. Bu uygulama örneği sonraki süreçte fetvalarda ve fıkıh kitaplarında yer edinmiştir.523

Yönetim anlayışını etkileyen bir diğer hususta geleneklerdir. İslâm dininin yayılması neticesinde ortaya çıkan kültür ve fethedilen topraklardaki yüzyıllardır süregelen yönetim modeli bu konuyla doğrudan ilişkilidir. Nitekim, Osmanlı yönetim anlayışını son derece etkin bir mozaikle çerçevelemiştir. Osmanlı toplumunun oluşturan ekseri Türkler olmakla birlikte fethedilen topraklardaki yeni milletlerin topluma katılması ile beraber “Osmanlılık” kavramı türemiştir. “Osmanlılık, şovenlik halini hiçbir zaman almamış, içindeki yabancı unsurları etnik açıdan ziyade, politik ve kültürel açıdan etkisi altında bulundurmuş bir realite teşkil etmektedir.”524

Osmanlı Devlet-i Aliyye’nin yönetim anlayışındaki bu serbestlik ve gayri Müslimlere özgür alan bırakma modeli son derece başarılı olmuş ve devlet yedi asır boyunca ayakta kalmıştır. Osmanlı Devleti’nde yönetim anlayışı oldukça hiyerarşik ve disiplinli bir model olarak uygulanmıştır. Fethedilen topraklara valiler atanmıştır.

Bunlar genellikle askeri kökenli yetkililer olmuşlardır. Bu valilere paşa adı verilmiştir.

Valiler Enderun kökenli olup, sarayda eğitilmiş ve akabinde de taşra yönetimine atanmışlardır. Valilerin alt kademesinde, daha küçük yerleşim yerlerini yönetenlere de sancak beyi denilmiştir.525

521 İnalcık, Osmanlı Tarihinde İslâmiyet ve Devlet, 5.

522 İstihsan, “Akla gelen ilk çözümü terk ederek haklı bir gerekçeden dolayı (nass, icma, zaruret, gizli kıyas, örf ve maslahat gibi) ilk bakışta gizli kalan başka bir çözüme (kıyas-ı hafi) gitmektir. Zahiren kıyası bırakıp insanların ihtiyacına daha uygun olanı almaktır.” (Erdoğan, Fıkıh Terimleri Sözlüğü, 265.)

523 Ahmet Yaman, Siyaset ve Fıkıh, (İstanbul: İz Yayıncılık, 2015), 64.

524 Gür, Osmanlı İmparatorluğu’nda Kadılık Müessesesi, 7.

525 Jane Hathaway, Osmanlı Hakimiyetinde Arap Toprakları, trc. Gül Çağalı Güven, 1. Baskı, (Türkiye İş Bankası Yayınları, 2016), 62.

Osmanlılık, çağının oldukça ilerisinde bir görüşe sahip olup benzer zihniyetleri üzerinde bir şuura erişmiştir. Ancak Yavuz Sultan Selim ile beraber hilafetin devralınması neticesinde devletin yapısı teokratik bir tutum sergilemiş ve yönetim anlayışında dinamik ve çağını aşan fiiliyat ortadan kaybolmuştur.526

Osmanlı’da yönetim anlayışını dönem dönem zayıflatan ve yıkımında büyük etkisi olduğu düşünülen fetva kurumu, kamusal alanda nitelikli kararlar almada zaman zaman güçlükler çekmiş ve İslâm Fıkhı ile uyumlu olmayan hükümler vermiştir. Bu durumu da birtakım manipülasyonlar ile gölgeleyerek şeriata uygunmuş gibi gösterebilmişlerdir.527 Dolayısıyla halk tarafından yönetime olan bağlılıkta azalmaların olması da kaçınılmak olarak gerçekleşmiştir.

Oysaki İslâm fıkhı perspektifinden bakıldığında, bir konuda hüküm verilirken Şeriatın gerekliliğine uygun hareket etmek zorunludur. Alınacak kararlar, İslâm’ın özüne aykırılık teşkil etmemelidir. Bu şekilde her daim bir hükümdar olmalı ve devlet düzenini Hz. Peygamber’in uyguladığı çerçevede tesis etmelidir.528 Ancak gerek insan fıtratından kaynaklı egoist yaklaşımlardan, gerekse de bireysel menfaatin getirdiği birtakım hususiyetlerden olsa gerek, bazı durumlarda Şeyhülislâmlar istihsanı yorumlamada aşırıya kaçıp fıkhın maneviyatına zarar vermişlerdir.

“Osmanlılarda da bilhassa dinî emir ve yasaklara nezaret(uyma) ile ahlâk ve an'anelerin nesilden nesile bozulmadan intikalini temin hususunda her zaman titizlik gösterilmiştir. Zira çirkin ve gayr-ı ahlâkî harekât ile davranışlar karşısında sükût edilemeyeceği prensibi, Osmanlı cemiyetinde de aktif içtimaî bir kontrolü sağlamıştır.”529

Öte yandan değişim çabaları, modernist hareketlerin bir deterministliğidir.

Yakın tarihte değişim, 19. yüzyıl Osmanlı Devleti ve Mısır coğrafyalarında başlamıştır. Bu iki adımlı sürecin ilk ayağı, seküler kodların devletin modernizasyonu noktasında yeniden ele alınma aşaması olarak değerlendirilmektedir. Batı modelini örnek alan uygulamalar 1840 Osmanlı Devleti'nden, 1874 Mısır'a kadar olan

526 Gür, Osmanlı İmparatorluğu’nda Kadılık Müessesesi, 8.

527 İnalcık, Osmanlı Tarihinde İslâmiyet ve Devlet, 6.

528 Lewis, Ortadoğu, 190.

529 Ziya Kazıcı, “Hisbe Teşkilatı”, Altınoluk Dergisi 31, (İstanbul, 1988), 16.

aşamalardır. Kendilerini modernist hareketin içerisinde bulan bu devletler çağa uygun mevzuat hazırlama çabaları içerisinde olmuşlardır. 530

Bu durum, Türk-İslâm Osmanlı sentezi ile başlayan daha sonra Osmanlılık olarak devam eden süreçte re’sen kabul gören İslâmî unsurlara dayalı toplumsal sözleşmenin maneviyatına bilerek ya da bilmeyerek kalıcı zararlar vermiştir.