• Sonuç bulunamadı

II. KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

1. BÖLÜM

3.3. TOPLUMSAL SÖZLEŞMENİN DİN PERSPEKTİFLİ ALGISI

3.3.4. Din ve Özgürlük

Kimilerine göre tek tanrılı dinlerin temel misyonu tevhit inancı etrafında gelişen süreçlerin bütünüdür. Lanse edilen bu durum dinlerin daha yakından anlaşılmasını zorunlu kılmaktadır. Oysa Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslâmîyet insanların yaşam koşullarına ilişkin birtakım argümanlar geliştirmektedir. Bu davranış

437 El Kehf 18:45/46.

438 Müslim, Zühd:8.

biçimleri sevap-günah karşılığını bularak öteki dünya inancına ilişkin hazırlık yapılmasına imkan tanımaktadır.

Dinler kutsal metinlerinde yazılı sınırlılıklar dahilinde insanlara eylem özgürlüğü vermektedir. İşte tam da bu noktada ortaya şu soru çıkmaktadır. Din insanın özgürlüğünü nasıl konumlandırır? Bu sorunu cevabı yüzyıllardır felsefeciler tarafından çeşitli şekillerde sorulmuştur. Kimi aydınlanmacılara göre din insan aklının kabul etmesinin mümkün olmadığı bir düşünce anlayışı geliştirmiş, insan yetenek ve kabiliyetlerini sınırlayarak tek düze bir yaşam tarzının önünü açmıştır. Bu şekilde insanın özgün bir birey olarak yaşamını idame ettirmesi mümkün olmayacaktır tezi hakim olmuştur.

Öte yandan dini, özgürleştirici bulanlar ise, özgürlük tanımına farklı bir açıdan yaklaşmışlardır. Onlara göre özgürlük tam manasıyla disiplin altına alınması gereken bir süreçtir. Din de kutsal metinlerinde insanlara bu sınırlılıklarını hatırlatarak onların daima kurallara bağlı yaşamalarını öğütler. Bu konuda bir diğer eleştiri ise şudur, bu dünyada kurallar ile yaşayan insanlar neden öteki taraf diye vaat edilen dünyada kuralsızlıklar içerisinde mutlak özgürlüğe kavuşacaktır. "Madem özgürlük bu denli önemli bir şey içinde yaşadığımız gerçek dünyada bu durumu neden deneyimlemeyelim" demektedirler.

İnsan birey olmanın ötesinde mutlak özgürlüğü istemesi bir ütopya olarak kabul edilebilir. Çünkü salt özgürlük bir başkasının mutlak özgürlüğünün önüne geçecek ve böylece salt özgürlüğün mutlak özgürlüğe karşı bir savaşı söz konusu olacaktır. Bu durumda özgürlük kendi içerisinde bir paradoks oluşturacaktır.

Seyyid Kutub, Fransızların geliştirdiği özgürlük prensibine ilişkin birtakım değerlendirmelerde bulunmuştur. O, Avrupa’da özgürlük istencinin vakti zamanında bir ihtiyaç olduğunu, ancak sınırsız bir koşulla sağlanan bu ihtiyacın bir zaman sonra emperyalizme hizmet eder noktaya geldiğini ileri sürmüştür.439

Diğer yandan, İslâm dininin özgürlüğe yaklaşımına ilişkin bazı paradigmalar geliştirilmiş ve Kuran ve sünnet uygulamaları bu duruma açıklık getirmiştir. “Kuran insan yaşamında üstün güç olarak ön plana çıkarılan çeşitli ilah ve ilahlara ya da

439 Seyyid Kutub, İslâm Toplumuna Doğru, trc: Ahmet Pakalın, (İstanbul, Beka Yayıncılık, 2017), 27.

egemen güçlere dikkat çekmekte ve insanlar için yalnızca bir tek üstün güç önermekte, yaşamın bu üstün güç doğrultusunda tesis edilmesini istemektedir.”440

İnsanın hayatını bir düzen içinde topluluk olarak devam edebilmesi için üstün güç diye kabul edilen Yaratıcı inancı tüm dinlerin ortak noktası olmuştur. Yaratıcının otoritesi insanın hal ve hareketlerini belli bir çerçeve içerisinde sınırlandırmasına sebebiyet vermektedir. Bu şekilde toplum içinde doğal bir düzen oluşmaktadır. Dinin toplumları yönlendirmesi ve dönüştürmesi bu duruma en büyük örnektir.

Hz. Peygamberin Medine Vesikası, yaratıcının kudretinin insan yaşamına etkisi olarak kabul edilebilir. Allah'a olan inanç insanların bir güç etrafında toplanarak bilinçli bir farkındalık geliştirmelerine imkân tanımıştır. Anlaşmanın etkileri bir salgın gibi yayılmış ve çeşitli coğrafyalarda iyi uygulama örneklerinin oluşmasına imkan tanımıştır.

Bu durum bize bir yönetim anlayışını anlatmaktadır. O da şudur ki, küçük bir toplulukta başarı ile uygulanabilecek kurallar etkisini hızlı bir şekilde diğer topluluklara yayar. Böylece hedef kitle makro ölçekte ortak bir inanç etrafında birleşir.

İslâm'ın Medine Vesikası'ndan sonra bu şekilde hızlı bir şekilde yayılması da bu tezimizi doğrular niteliktedir. Çünkü evrensel kabul edilen, hak, eşitlik, adâlet, insan yaşamına saygı ve mülkiyeti koruma gibi unsurlar tüm coğrafyaların ortak idealleridir.

Kimi kelamcılara göre, İnsanın seçim yapabilme iradesine sahip olabilmesi İslâm dini açısından özgürlüğün bireyde vücut bulması olarak anlaşılabilir. Kur’ân-ı Kerîm'e göre kötülüğün kaynağı insandır. Bu durum, irade hürriyetinin tecelli ettiğine dair bir kanıt olarak önümüze sunulabilir. Yine, İslâm dininin tebliğ edilmesinde zorlama olmaması insanların hür iradelerine göre karar vermeleri İslâm'ın insan özgürlüğüne olan yaklaşımına dair bir kanıt olarak önümüze sunulabilir.

O halde İnsan iradesinin mutlak özgürlüğünün sınırlılıkları nelerdir? “İbn Rüşd'ün cevabı şudur: Dışarıdaki sebepler, yaratıcısının bunlar için belirlediği oranda ve belli bir düzene ve belli bir sıralamaya göre bozulmadan gerçekleşmektedir. Kısaca onlar, belli kural ve yasaya tabidirler. İnsanın iradesi ve fiili, dışarıdaki sebeplerle

440 Şinasi Gündüz, “Din ve Bireysel Özgürlük Alanı”, Tezkire: Düşünce, Siyaset, Sosyal Bilim, 11/25, (2002): 56.

uyum sağladığı zaman var olmakta ve tamamlanmakta olduğuna göre, bu durumda insanın fiillerinin de belli bir düzene göre ortaya çıkması zorunludur.”441

İbn Rüşd burada, determinist bir yaklaşımdan söz ederek nedenselliği ön plana çıkarmaktadır. İnsan iradesinin yaratıcıdan bağımsız olarak kilit kararlar alamayacağını alsa da bunun bir sonuca ulaşması için gerekli bir adım olacağını ifade eder. Yine de özgür iradenin insanın yaşamının bir bölümünde etkin olacağını söylemektedir. İslâm dini içerisinde modernist sayılabilecek filozoflardan olan İbn Rüşd'ün bu kaderci yaklaşımı hakikat sorgulamasında var olan sınırlılıkları bir kez daha hatırlatmaktadır.

İbn Rüşd'ün özgürlüğe bakış açısı Kant'ın bakış açısı ile neredeyse birebir aynıdır. İbn Rüşd'ün "fikir" adını verdiği kurama Kant "pratik akıl" demektedir.442 Tüm bu izlenimler ışığında diyebiliriz ki, İslâm dini özgürlüğe komplike bir yaklaşım sergiler. Neyin kader neyin özgür irade olduğunu anlayabilmek pek mümkün değildir.

Ancak tüm bunlara rağmen Allah Kur’ân-ı Kerîm'in ruhuna uygun olarak insana bir özgürlük alanı bırakmıştır. Bu irade beyanı insanın seçimlerinde etkin bir oynamaktadır. İyi ve kötü kavramları insanın seçimlerinin sonucundan başka bir şey değildir.

Bu konuda Kur’an’da İnsan Suresi 3. Ayetin tefsirinde şöyle açıklamalar yapılır: “Doğru yolu gösterdik” ifadesinden ne kastedildiği müfessirlerce farklı şekillerde açıklanmıştır: a) Biz insana hidâyet ve dalâlet, hayır ve şer yollarını açıklayarak tanıttık. Nitekim Beled sûresinin 10. âyetinde, “Biz ona iki yolu göstermedik mi?” buyurulmuştur; b) Mutluluk ve mutsuzluk yollarını açıkladık; c) Kâr ve zararını anlayacak yetenekte yarattık. Allah Teâlâ insanı akıllı, iradeli ve iyiyi kötüden ayırma kabiliyetine sahip değerli bir varlık olarak yaratmış; görevlendirdiği peygamberler ve indirdiği vahiyle ona doğru yolu göstermiş, aynı zamanda kendisine irade ve seçme hürriyeti vermiştir. Artık Allah’ın gösterdiği doğru yola girip şükredici olmak veya şeytana ve nefse uyarak Allah’ın verdiği imkân ve kabiliyetleri baskı altına alıp nankör olmak insanın kendi elindedir.443

441 Hasan Şahin, “İbni Rüşd’de İnsanın Özgürlük ve Kaderi”, İbni Rüşd Kongresi Tebliğleri, Kayseri, (Mart 1993): 70.

442 Şahin, İbni Rüşd’de İnsanın Özgürlük ve Kaderi, 71.

443 Heyet, Kur’an Yolu Tefsiri, 5: 517.