• Sonuç bulunamadı

II. KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

1. BÖLÜM

2.4. KADININ İSLÂM YÖNETİM ANLAYIŞINDAKİ YERİ

3.1.2. İslâm’da İdeal Toplum

Toplum bireylerden meydana gelen, kültürün, dinin, geleneğin, örfün oluşmasında ve gelişmesinde öncü rol oynayan ve küresel ölçekte tüm dünyada olup biten hemen her şeyi etkileyici unsurdur.

Toplum sözlükte, “belirli bir coğrafi bölge üzerinde temel ihtiyaçlarını karşılamak için örgütlenmiş, aralarındaki etkileşim ve iletişimi düzenleyen kuralları kurumsal ilişkileri olan, benzerlerinden görece de olsa farklı özellikler taşıyan hem

356 Heyet, Kur’an Yolu Tefsiri, 4: 76.

357 Heyet, Kur’an Yolu Tefsiri, 4: 77.

biyolojik hem de kültürel olarak kendisini yeniden üretecek mekanizmalara sahip, görece büyük insan topluluğu” olarak tanımlamaktadır. 358

Sosyal bilimler sözlüğünde de ifade ettiği üzere toplumun, "kendisini yeniden üretecek mekanizmalara sahip" olması esasında toplumu oluşturan birçok alt kavrama da derinden nüfuz edebilecektir. İslâm dininin evrensel gerçekleri ile toplumun değişen yapısı arasındaki ilişkinin boyutu artı ve eksi yönlerde yönetim olgusuna bağlı olarak bir domino etkisi yaratır.

Bu sebeple, dinin toplumsal gerçekleri göz ardı etmeden evrensel hususlarını ve özünü koruyarak kendisini güncellemesi kitlesel davranışların yönlendirilmesi konusunda etkin bir rol oynayacaktır. Dünya'da etkin toplumların etkili liderler ile kendilerine bir yol çizdikleri muhakkaktır. O halde kitleyi dini vecibeler ile uyum içerisinde bir arada yaşama kültürün geliştirebilmeyi, modern çağ ile beraber hareket etmeyi sağlayabilmeyi sağlayacak olan "lider" realitesidir.

Hobbes “bir insan topluluğu, kendi arasında ahit yaparak, hepsinin birden kişiliğini temsil etmek, yani onların temsilcisi olmak hakkının hangi kişiye veya heyete verileceği konusunda çoğunlukla anlaştığı vakit bir devlet kurulmuştur denir; bunun lehinde oy verenler gibi, aleyhinde oy verenler de barış içinde birlikte yaşamak ve başkalarına karşı korunmak amacıyla, o kişi veya heyetin bütün eylemlerini ve kararlarını, bunlar kendi eylem ve kararları imişçesine yetkili kılacaktır”. 359

Gannuşi ise, toplumların bir arada yaşama kültürünün bir devlet tarafından gerçekleştirilebileceğini şu sözlerle ifade eder. “İslâmcılar genel olarak şu görüşü paylaşırlar. İnsan yaratılışı itibariyle iyi ve kötü olanın bir karışımı olduğundan, hata işlemesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla, ona yol gösterecek ve onu yönlendirecek sosyal bir kurum lazımdır. Bu husustaki en önemli kurum ise devlettir. Devlet insanın şahsiyetindeki iyilik ve terakki yönünü geliştirir. On iki dünya saadetinde kavuşturur ve ayağı kaydığı zaman da onu tekrar doğru yola iletir” der.360

Rousseau şöyle der, “Özel kişiler, iyiyi görürler ve onu göre göre reddederler, halk ise iyiyi ister, ama onu göremez. İkisinde rehbere ihtiyacı vardır. Özel kişileri, iradelerini akıllarına uydurmaya zorlamak; halka da, istedikleri şeyin ne olduğunu

358 Demir, Sosyal Bilimler Sözlüğü, 406.

359 Hobbes, Leviathan, 137.

360 Gannuşi, Laiklik ve Sivil Toplum, 73.

bilmeyi öğretmek gerekir.”361 Rousseau'nun burada bahsetmiş olduğu özel kişiler imameti temsil eden bireylerdir. Halk ise topluluğu oluşturan kültürel ve coğrafi değerler ile birbirine bağlı kitleyi temsil eder. İkisi birbirinin tamamlayıcı unsurudur.

Özel kişileri tespit edebilmek için halka görev düşmekte olup, özel kişilerde imameti halkın isteklerine göre kullanma eğilimi göstermelidir.

İş bu değerlerin bir arada başarıya ulaşabilmesi ve İslâmî yönetim anlayışı ile uyum içerisine varlığını sürdürebilmesi için imameti sağlayan kişinin İslâmî bakış açısını içinde yaşadığı gerçekliğe uygun olarak yeniden biçimlendirmelidir. Yüce Allah, Âl-i İmrân Suresi'nin 103. ayetinde “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın;

bölünüp parçalanmayın” diyerek toplumların bir arada kalmasının ancak dinin emir ve yasaklarına uygun bir biçimde yaşam anlayışının geliştirilmesiyle mümkün olacağını söyler. Allah'ın emirlerinden uzak bir yaşam anlayışını benimsemek İslâmî toplumlarda kabul görülecek bir modelleme olmamakla beraber, bu durumun özümsenmesi yine lidere düşen bir görevdir. Bu sebeple liderin temsili konusunda kayda değer bir tutum izlenmesi de müminin asli görevleri arasında yer almaktadır.

Ancak bilineceği üzere Ehl-i Sünnet anlayışında hilafet konusu oldukça muvazaalı bir konudur. Çünkü liderlik konusunda Hz. Peygamberin herhangi bir vasiyette bulunmadığı hususunu ileri sürerler. Bu durum ister istemez Müslümanlar arasında bir liderlik çatışmasına dönüşmüştür. Bu sebeple Ehl-i Sünnet mensupları otoritenin kaynağını bulma konusunda ciddi gerilimler yaşamışlardır.362

İslâm dininde imamı/halifeyi hakkıyla seçmek ve gerektiğinde imameti temsil noktasında uyarmak müminin asli görevleri arasında yer almakta olup bir ibadet biçimidir. Bu suretle iktidarı elinde bulunduran zümre, hem bireye hem de topluma karşı doğrudan sorumludur. Buna mukabil birey de iktidara karşı mutlak iyiyi bulma yönünden sorumludur. Bu durumu Locke şu şekilde açıklar. “Her bireyin, içine girerken topluma verdiği iktidar, toplum devam ettiği sürece asla bireylere geri dönemez ama her zaman sadece toplulukta kalacaktır.”363

Hobbes ise “bir kamusal kuruluşun temsilcisine verilen yetkinin sınırları, iki şeyden anlaşılmalıdır. Birisi, egemenin fermanı veya yazısı, diğeri de, devletin

361 Rousseau, Toplumsal Sözleşme veya Siyasal Hukukun Prensipleri, 67.

362 Akbulut, Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, 102.

363 Locke, Yönetim Üzerine İkinci İnceleme, 248.

yasalarıdır”364 demektedir. Bu şekilde sorumluluk akdi paylaşılmış olup, her bireyin toplumsal vazifede görevlendirdiği, temsilcisine karşı hak ve ödev yönünde ilişkisinin olduğunu ortaya koymaktadır. Bakara Suresi'nin 148. ayetinde “Öyleyse hayırlarda yarışın. Nerede olursanız olun, Allah sizin hepinizi bir araya getirecektir...” ayeti de herkesi sorumlu davranmaya çağırması bakımından önemlidir.

İslâm’ın iki yönlü bir dünya anlayışını benimsemesi bu dünyada yapılan hayrın toplumsal manada etkin bir mekanizme oluşturmasının yanı sıra öte dünya inancı için de bir sevap kazancı olduğu ve bu şekilde hem bireysel hem de toplumsal faydanın önünün açıldığı görülmektedir. İslâm dinin vahiy kaynaklı bir din olması ve toplumdan yönetime kadar her alanda özlü bilgiler ile insanlığı donatması, geniş kitlelerce özlenen refahla buluşturabilecek bir yönetim anlayışının da kapılarını açacağı muhakkaktır.

İslâm'da sözleşmenin oluşması için belli başlı kaidelerin kesintisiz ve net bir şekilde uygulanabilir olması mutlak bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Tezimizin ana konusunu oluşturan toplumsal sözleşme ve bu bağlamda gerçekleşecek sosyo-kültürel gelişimin odak noktası olarak ciddi bir entelijansiya365 etkinliğine ihtiyaç vardır. Bu durum bize İslâm’ın geçmişten günümüze kadar geliştirmiş olduğu davranış biçimlerini incelemeyi gerektirir.

Bilginin sosyolojik gelişimi içerisinde büründüğü biçimler insan davranışlarını etkin bir biçimde değiştirmiştir. Bu vesileyle, tek tanrılı dinlerin yasaları da bilginin değişiminden nasibini alarak döneme ve koşullara göre uygun yaklaşım evreleri geliştirmişlerdir. Ancak Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed (s.a.v.), bilginin hızlı bir biçimde elden ele değiştiği dönemlerde tek bir mesajı insanlığa vaat etmeyi uygun görmüşler, diğer her şeyi de bu mesaj etrafında inşa etmişlerdir. Allah'ın varlığı ve birliğinin, tek olduğunun, yaratıcı fiilinin özelliğinin geniş bir tevilini yapmışlardır.

Hakkaniyet, adâlet ve eşitlik kavramları bu mesajın çatısı altında gelişmiştir.

Teolojinin içerisinde gelişen entelijansiyanın toplumun gelişimine ön ayak olması toplumsal sözleşmenin halka sirayet etmesi açısından ciddi bir yapılanma gerçekleştirememiştir. Bunun yerine, ulema, imam, şeyh, papaz, haham gibi din adamları halkı yönlendirme noktasında daha çok ön plana çıkmışlardır. Bu durum ister

364 Hobbes, Leviathan, 174.

365 “Entelijansiya” Aydınlar sınıfı veya topluluğu, Türkçede Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü, TDK, erişim: 03 Mart 2019, http://tdk.gov.tr.

istemez halkı yönlendiren din adamlarının iktidar tarafından kullanılmasına yol açmış ve dinsel mesajların çok uzağında bir öğreti gerçekleşmiştir. Sürecin farkında olanlara ise otoriter güç ciddi bir baskı oluşturmuş ve muhalif sesleri bastırma noktasında insan hak ve özgürlükleri dışında girişimlerde bulunmuşlardır.

Peki, neden insan devamlı bir suretle yönetilme duygusuna ihtiyaç duymaktadır? Bu sorunun cevabı insanın fıtratından kaynaklanmaktadır. İnsan yönetilmek ister, çünkü yönetilmek daha az enerji gerektirirken yönetmek daha fazla çaba gerektirir. Bu nedenle insanın temel misyonu yönetilmek üzerine kuruludur.

Daha az enerji ve daha az sorumluluk. Yönetilen insan sorumluluktan uzak kalır, onun adına başkaları düşünür, bu şekilde enerjisini farklı alanlara kanalize edebilir.

Ancak bu süreç hiç de göründüğü gibi işlememektedir. Yönetilen insan hızlı bir biçimde kendinden uzaklaşarak mekanik hale bürünmektedir. Bu şekilde, kendi yaptığını zannettiği her şey aslında ona dikte edilmiş düşüncelerden ibarettir. Bu durum mekaniksel bir döngü oluşturur. Tek tip insan modelini bulaşıcı hastalık gibi tüm coğrafyalara yayar.

Oysa modern insan gelenekten kopmadan ütopya ve distopya modelleri ile geleceğini alternatif çeşitlilikle en uygun yaşam formatına karşı sıkı bir hazırlık içerisinde olmalıdır. Dinlerin temel motivasyonu da bu hazırlık sürecine katkı sağlayacak ahlâkî gelişimi belirleme üzerine olmalıdır.

Hz. Peygamber Mekke'den Medine'ye hicretinden önceki süreç içerisinde tüm bu alternatif modellemeler üzerinde düşünmüş, toplumun yaşayabileceği ideal ortamın simülasyonunu gerek kendi efradı gerekse de zihninde fazlasıyla yapmıştır. Hicretin başarıyla sonuçlanması ve Medine'de üst düzey bir devlet yapılanmasının kurulması bu simülasyonun başarısını kanıtlamaktadır.

“Mekke’deki on üç senelik peygamberlik vazifesi esnasında Resulullah’ın kendini tevcih ettiği asıl gaye, dini tebliğ ve yeni teşekkül eden İslâm toplumunun en yetkili dini otoritesi olma durumudur. Peygamberin Mekke’den Medine’ye hicret etmesi İslâm toplumunun devletleşmesinin en mühim safhasıdır.”366

Mekke'nin bulunduğu Hicaz bölgesindeki idare anlayışının farklı olması ve merkezi yönetimin olmaması, her kabileyi idareci olmaya sevk etmişti ve her kabile

366 Ahmet Ağırakça, İslâm Devlet Düzeni, (İstanbul: Düşünce Yayınları, 1978), 49.

kendi kurallarını yürürlüğe koymaktaydı.367 Yönetim üzerine konuyu değerlendirdiğimizde, iktidarı elinde bulunduran ya da bulundurmaya aday kişinin gelecek öngörülerinin öneminin bir devlet yapılanması için ne kadar hayati olduğunu ortaya koymaktadır.

Medine Vesikası'nın tezimizde toplumsal sözleşme olarak kabul edilmesinin en önemli etkeni de bu simülasyon sürecidir. Bu türden vesikalar ciddi bir hazırlık süreci olmadan toplum tarafından kabul görmesi mümkün görünmemektedir. Hz.

Peygamber geçmişi örnek alarak, gelecek ütopya ve distopyası geliştirerek alternatif modellemeler ortaya koymuştur. Bu şekilde özgürlük, güvenlik ve denge üçlemesini Medine üzerinden tüm dünyaya duyurmuştur. Hz. Peygamber'in bu başarı üstün bir yöneticilik anlayışının evrensel anlamda vücut bulması olarak değerlendirmek hiç de abartı olmaz.

3.2. SÖZLEŞMEYE KATKI SAĞLAYAN SÜREÇLER