• Sonuç bulunamadı

II. KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

1. BÖLÜM

3.3. TOPLUMSAL SÖZLEŞMENİN DİN PERSPEKTİFLİ ALGISI

3.3.2. Din ve Akıl

İnsanoğlu gelişime ve değişime ihtiyaç duyar. Bu onun için ekmek su kadar önemli bir ihtiyaçtır. İnsanın kendini gerçekleştirmesindeki bu faktör modern medeniyetler için olmazsa olmaz bir zorunluluk olarak karşımıza çıkar. İçgüdüsel olarak harekete geçen bu değişim ve dönüşüm isteği dogmalarla şekillenen tüm hayatı yeniden sorgulamamız için bize bazı fırsatlar sunar. Ancak kimileri bu sorgulamanın tepe noktasında iken kimileri ise henüz yolun başlangıcındadır. Şöyle bir gerçeklik vardır ki, herkes sorgular. Hakkı ve hakikati aramak için, evrensel gerçekliğe ulaşmak için, doğruyu yanlıştan ayırt edebilmek için.

İşte insan fıtratındaki bu türden arzular bizi reformist kılarak, dünyanın değişik yerlerinde ve değişik zamanlarda birçok medeniyetin küllerinden yeniden doğmasına imkân sağlamıştır. Reform, bazen din ile bazen de bilim ile gelmiştir. Kimi zaman her

422 Demircan, Cahiliyeden İslâm’a Kadın ve Aile, 43.

423 Karaman. İslâm Hukuk Tarihi, 41.

424 Halil İbrahim, Acar, İslam Hukukunda Evliliğin Sona Ermesi, (Erzurum, 2000), 8.

ikisi de çeşitli dönemlerde çatışmalar yaşamış, toplumsal sözleşmenin temellerinde ciddi anlamda oynamalar meydana getirmiştir.

Felsefe sözlüğünde din “İnanca dayanan doğaüstü tanımlar ve işlemler sistemi”425 olarak açıklanmaktadır. Akıl ise, “Yalnızca insana özgü bilme, kavrama, soyutlama, yargılama, düşünme, benzerlikleri ve farkları ayırt etme, çıkarım yapma yetisi”426 şeklinde tanımlanmıştır. Akıl kelimesi “logos sözcüğünden türetilmiştir”.427

Din, akıl ile yan yana geldiğinde bir bütünlük oluşturur. Dini argümanlar akıl ile kavranabilir ve izah edilebilir. Bu doğrultuda akıl dinin mesajlarını yayması açısından son derece lüzumludur ve birbirlerini tamamlarlar. Bazen aklın çıkmazlarında din yol gösterici olabilmektedir.428

Buna mukabil Kant, “insanın ödevini bilmesi için ne tanrısal bir bildirime ne de buna dayalı bir kutsal metne ihtiyacı vardır” 429 diyerek, “ödevleri bilmek için akıl dışında bir dayanak aramayı kesin bir şekilde reddetmektedir.”430

İslâm şeriatı ve Hristiyan hukukunda yasalar sadece Tanrı'dan gelir ifadesi teoride olumlu bir izlenim yaratsa da bu durum pratikte hiç de öyle kolay değildir.

Hıristiyanlar ve Müslümanlar bunu kendi yaşamlarında tecrübe ederek öğrendiler.

Çünkü zamanla fıkhı oluşturan unsurlar geniş yoruma tabi tutuldular ve günün koşullarına uygun bir anlayış içerisinde geliştiler. İslâm açısından en bariz örneği İbn Rüşd iken Hıristiyanlıkta Saint Thomas Aquinas'tır. İbn Rüşd’ün en sert eleştirisi de Gazali tarafından yapıldığı da muhakkaktır.431 Dini akıl ile yorumlamak her dönem için tartışmalı bir konu olarak karşımıza çıkmıştır.

Aklın yan yana geleceği unsurlar sayıldığında din pek de ön plana çıkartılmaz.

Akıl daha çok seküler bir anlayışı temsil ederken, dinin; dogmaları olan muhafazakâr bir anlayışı temsil ettiği izlenimi yaratılır. Bizim burada tartışmamız gereken konu

425 Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, 63.

426 Flew, Felsefe Sözlüğü, 15.

427 Flew, a.g.e., 15.

428 Hasan Katipoğlu, “Malebranche’in Felsefesinde Din-Akıl İlişkisi”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 7/7, (Ağustos 1993), 8.

429 Necmettin Tan, “Kant’ın Din Anlayışı,” Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 51/2, (2010), 317.

430 Tan, a.g.m., 317.

431 Amin, Modernite, Demokrasi ve Din, 48.

hangisinin doğru olduğundan ziyade toplum için maksimum faydayı nasıl vereceği üzerine tartışmak olacaktır.

Din, toplumdaki ahlâkı örgütleme açısından olmazsa olmaz bir mevcudiyet olarak karşımıza çıkmakta iken, akıl hiç şüphesiz ki bilimsel ilerlemenin mihenk taşıdır. “Din ile akıl arasında tam bir uyum, hatta bir ayniyet söz konusudur. Bunlar, aynı hakikatin değişik dille anlatımı, diğer bir deyişle, hakikatin ifadesinde kullanılan iki farklı dildir.”432

Tarihsel süreç içerisinden değerlendirildiğinde İslâm dini Anadolu'da 11 ve 13.

yy. da oldukça büyük ilerleme kat etmiştir. Düşünce ve ifade özgürlüğüne büyük önem verilmiş, aklın gösterdiği yoldan şüphe edilmemiştir. Akıl ve din aynı kefede yer almış, birbirlerinin çatışmasına müsaade edilmemiştir. Bu çatışmayı engelleyen baş aktör aslında dini yorumlama biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kitleler içinde bulundukları sosyo-kültürel yaşamda etkin ve yerinde çözümler üretmek adına dini tevil ederlerse çatışma elbette ki mümkün olmayacaktır.

Modern diye tabir edilen Hristiyanlık süreci bu tür sosyal gelişime adapte olma gayreti göstererek dini toplumsal perspektife uygun bir biçimde geliştirdiler ve yeni bir yorum anlayışı kattılar. Hem akıl ile hem de toplumun içinde bulunduğu sosyo-kültürel duruma uyum sağlamanın da önünün açmış oldular. Bu şekilde Hıristiyanlık kendisini gelişen bilime kanalize etmeyi bir dönem için başarabildi.433

Rumen filozof E.M. Cioran “Tanrıya çatmak, onu tahtından indirip yerine kurulmak marifet değil, biricik ve belirsiz bir düşmanla savaşmaktan boş bir gurur duyan bir kıskancın işi bu. Hangi kılığa bürünürse bürünsün ateizm, tıpkı din savunuculuğu gibi (ama tam tersi nedenlerle), bir görgü eksikliğine dayanmakta; zira Tanrı'yı savunmak için bu kadar uğraşmak, ne pahasına olursa olsun ömrünü uzatmak, ikiyüzlü bir hayırseverlik gibi bir kabalık, bir dinsizlik değil mi? Tanrı'ya yönelttiğimiz sevgi ya da nefret tasalarımızın niteliğinden çok sinizmimizin bayalığını ortaya çıkarır.”434

Burada Cioran, inancın muhafazakârlığını tartışırken neden ateizmin kendisini sardığı kalın zırhtan bahsedilmediği üzerine vurgu yapar. Entelektüel kesimde

432 Katipoğlu, Malebranche’in Felsefesi, 8.

433 Amin, a.g.e., 49.

434 E.M. Cioran, Var Olma Eğilimi, trc. Kenan Sarıalioğlu, (İstanbul: Metis Yayınları, 2015), 96.

aydınlanmanın biricik kuralı olarak gösterilen ateizm, aslında özüne saldırdıkları dinden daha dogmatik bir anlayışa sahiptir.

Bütün bu izahlara ve farklılıklarına rağmen, öncelikle iki alanın yöntemlerinde önemli benzerlikler vardır. Tecrübe ve yorum etkileşimi, modeller ve analojiler bu benzerliğin kendini gösterdiği ortak alanlardır. İkinci olarak, bütünselci bir dünya görüşü peşinde olma ve hayatı bir bütün olarak kavrama arzusu, hem dinin hem de bilimin arzusudur. Üçüncü olarak, din bireysel varlıktan başlasa da burada durmaz ve bilimle ortak bir alana, tabiata geçer ve tabiat teolojisi yapar; zira tabiat, bireysel ya da tarihsel olanın ötesine taşan bir anlama sahiptir. Bütün bunların ötesinde, hak, delil, bürhan, gibi dini etkinliklerin meşruiyet zeminini oluşturan kavramların bilimle ortaklıkları iki alanı birbirinden koparmayı imkânsız hale getirmektedir.435