• Sonuç bulunamadı

II. KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

1. BÖLÜM

1.3. YÖNETİM KAVRAMI

2.1.1. Yönetimin Kaynakları

2.1.1.3. İslâm ve Otorite/İktidar

İktidar, Arapçadaki asıl manasında “iyi ölçüp biçerek gücünü ölçülü kullanmak” manasında iken, batılı manadaki “otorite” yani baskın güç manasında kullanılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla otorite küresel bir kavramdır. Tüm devlet yönetim modellerinin altında yatan yönlendirici unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

235 Ergin Ergül, Hukukçu ve Siyaset Bilimci Kimliğiyle İbn Haldun, 2. Baskı, (Ankara: Adalet Yayınevi, 2018), 160.

236 Mavsilî, İmam-ı A'zam'ın İctihad ve Görüşleri, el-İhtiyar, trc. Celal Yeniçeri, 5. Baskı, (İstanbul:

Şamil Yayınevi, 2014), 203.

Otorite bilgi, kültür, sosyoloji, ekonomi ve teoloji gibi kavramların temel dinamiklerini oluşturur.

Tüm dünyada mevcut dinlerin de bir otorite olduğu muhakkaktır. Çünkü otoritenin en önemli gücü, toplulukları belli bir düşünce yapısına sevk etmektir. Ancak dinin bu egemen gücünün farkında olan yöneticiler için din oldukça tehlikeli bir yapıya bürünmektedir. Toplumun ideal istek ve arzularını kendi bakış açılarına göre şekillendirme girişiminde bulunabilmektedirler.

Emevi ve Abbasi hanedanlıkları ile Selçuklu ve Osmanlı Devletinin belirli dönemlerinde otoriter gücün etkisi dönem dönem kendisini hissettirmiştir. Mevdûdî'ye göre Raşid halife döneminden sonra özellikle Emevi ve Abbasi hanedanlıklarında insanların fikir ve düşünce özgürlüğü ellerinden alınmış, baskı ve korku politikaları uygulanmıştır.237 Bu devletlerde iktidar otoritesini halkın lehine kullanmak yerine kendisi ve yakın çevresi için kullanmıştır. Bu durum da oligarşik bir yönetim anlayışını beraberinde getirmiştir. Oligarşik yönetim modeli İslâm'ın özüyle uygun düşmeyen ancak iktidarın kişisel hırs ve menfaatlerinden kaynaklı bir türlü kurtulamadığı bir anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır.

Oysa İslâm dini eşitlik perspektifinden yola çıkarak tüm kesimlere aynı ölçüde eylem ve hizmetin götürülmesi noktasında telkinlerde bulunmaktadır. İslâm dininde oligarşik yapının olmadığının en bariz göstergesi de, bir camide herkesin beraberce saf tutmasıdır. Yine, ramazan ayında tüm Müslümanların zengin fakir demeden hep beraber oruç tutmaları da, bu eşitlik ilkesinin en güzel yansımasıdır. Bununla birlikte, Allah katında tüm insanlar eşittir. Ancak takva (evrensel sorumlulukla hareket eden kişi) farkıyla birbirlerinden ayrılmaktadırlar.

Öte yandan, Kâbe’de tüm Müslümanların beraberce tavaf yapmaları, yalnızca beyazlar içerisinde gösterişten uzak bir biçimde Allah'a yönelmeleri de bu durumu taçlandıran yegâne bir konudur. İslâm dini özünde bu eşitlik kavramını barındırarak tüm insanlığa evrensel bir mesaj verme gayreti içerisinde iken, İslâm’ın adını kullanarak sürdürülen yönetim sistemlerinin oligarşik bir model benimsemeleri son derece enteresan bir durumdur.

237 Mevdûdî, İslâmi Kavramlar, 116.

İslâm'ın oligarşik bir yapı ile beraber hareket etmesine olanak sağlayan yapı, İslâm dinini “siyasal İslâm”a dönüştürmüş ve İslâm'a en büyük kötülüğü yapmıştır.

Oligarşinin olduğu yerde faşizan yönetim anlayışının da peşi sıra gelmesi kaçınılmaz bir gerçekliktir.

İslâm sevgi, eşitlik ve hürriyet ilkelerini yaygınlaştırmaya çaba sarf ederken, seçkin zümrelerin oligarşinin elinde büyüyüp serpilmesi kabul edilebilir bir tutum değildir. Bu türden oligarşik hareketler bir takım sosyal eylemleri de beraberinde getirir, kimi sosyal eylemler halkın huzur ve refahını destekleyici nitelikte olsa da, kimi sosyal eylemler bir devletin ayakta duran tüm mekanizmalarına karşı bir saldırı niteliği taşıyabilmektedir.

Bu sebepledir ki, oligarşik yönetim modeli anlayışının sonucunda bir takım huzursuzluk verici eylem ve davranışların sürmesi kaçınılmazdır. Sosyal çatışmaların süre gelmesi hem İslâm'ın zuhur bulduğu coğrafyalarda hem de İslâm'ın gelişip serpilmesine fayda sağlayacak ortamlarda olumsuz etki yaratacaktır.

Her ne kadar İslâm ifade ve düşünce özgürlüğünü tüm yönetim modellerinde olmazsa olmaz bir katkı olarak düşünse de, bu gelişim ve ifade biçimi sürecini aleyhte kullanmak isteyen İslâm karşıtı birçok gurup ile karşı karşıya gelecektir.

Evrensel kabul edilen tüm demokratik hareketler İslâm'ın özüyle uyumlu olduğu müddetçe etik ilkeler her daim insanlığın gelişimini destekleyen önemli bir adım olacaktır. Aydınlanmanın öncüleri Fransız devriminde o güne kadar dünyada çok fazla ön plana atılmamış ütopyadan öteye gidemeyen sekülerizm kavramıyla dinin ve devletin birbirlerine karşı bir mesafe getirmeleri hususunda ciddi adımlar atmışlardır.

Bu dönemdeki aydınlanmacılar dinin toplum üzerindeki yönlendirici gücünün farkına varmışlar ve bu doğrultuda dinin yönetim ile çatışmasının önüne geçmek adına ciddi argümanlar geliştirmişlerdir. Bu anlayıştan yola çıkarak Amerika Birleşik Devletleri'de laikliği dinlerin sayısının fazlalığı olarak değerlendirip yönetim sistemine entegre etmiştir. 238

Müslüman devlet yönetim biçimleri kendilerini Müslüman bir idarecinin altında tanımlama eğilimindedirler. Çünkü “İslâm üstündür, ona hiçbir şey üstün gelemez.”239 İslâmîyet’e göre Müslümanlık çok boyutlu bir bakış açısından daha

238 Samir Amin, Modernite Demokrasi ve Din, trc. Fikret Başkaya, (İstanbul: Yordam Kitap, 2014), 93.

239 Buhârî, “Cenâiz”, 79

ziyade Allah'ın buyruklarını yeryüzünde yansıtacak bir yönetici arayışı içerisinde olmuştur. İslâm dinini savunan ancak yanlış yorumlayan bu kitleler, İslâm'ın modern çağ ile uyumunun doğru orantılı olarak gitmesine imkân tanımamışlardır. Oysa modernite savunucuları özünde İslâm ilkeleri ile beraber hareket etme eğilimi gösterme konusunda gayret göstermişler ve en azından bu konuda irade serbestîsi ortaya koymuşlardır.

Günümüzde İslâmîyet’in devlet yönetim kademelerinde kesin çizgiler ile uygulandığı ülkelerden biri olduğu öne sürülen İran'da bile halk kendi toplumsal sözleşmesini oluşturma çabası içerisindedirler. Bu durumun en bariz örneği kadınların başlattığı başörtüsü hareketi olarak değerlendirilebilir. Trafikte araç kullanan kadınlar, araçlarını kendi özel alanları ilan ederek başlarını açma tutumunu göstermektedirler.

Yine İran'da başörtüsü yasağını protesto etmek isteyen bir kadın saçlarını kazıtmış ve bir sivil itaatsizlik örneği göstermiştir. 240 Dolayısıyla, uzlaşıdan yoksun bir modernite anlayışı İslâmın kırmızı çizgilerini hedef almaktadır.

Kadınların otoriteye karşı bu tutumu İslâm devlet yönetimi altında vaazlarını veren din adamlarını da dolaylı yoldan etkilemiştir. Dinin değişmez hükümlerinin bu şekilde eylemler ile sorgulanabilir olması bu kitleleri rahatsız etse de, şimdilik münferit olaylar olarak değerlendirilmektedir. İslâm'da kadının namusuna saygı göstermek temel insan hakları görevidir. Kadın ister kendi milletinden isterse de düşman veya başka bir milletten olsun kadının namusu her daim bir Müslüman tarafından korunması asli bir vazifedir. 241

İslâm dini kadının özgürlüğünü korumak ve kollamak adına cahiliye döneminde uygulanan nikâhlardan bazılarını kaldırmıştır. Yürürlükten kaldırılan nikâhlar şöyledir: İstibda, hıdn, bedel, biğa. Bunların haricinde cahiliye döneminde yasak olup da sonrasında izin verilen üvey evladın eşiyle nikâh yapma akdi söz konusudur. 242

Ancak toplumsal sözleşmelerin oluşması öncesinde derin bir kaynama süreci gerçekleştiği hususu tarihsel konjonktürde sık sık görülmektedir. Bu sebeple, İslâm

240 Clarion Project, “Bad Hair Day in Iran,”, May 23, 2016, erişim 07/03-2019, https://clarionproject.org/bad-hair-day-iran-4/

241 Mevdûdî, İslâm’da İnsan Hakları, 39.

242 Demircan, Cahiliyeden İslâm’da Kadın ve Aile, 89-91.

dünyasında otoritenin ifade ve düşünce özgürlüğü konusunda halka karşı geliştirmiş oldukları tutum ve sınırlılıklar pek tabi ki de kaynamanın derecesini belirleyecektir.