• Sonuç bulunamadı

II. KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

1. BÖLÜM

2.3. İSLÂM HUKUKU VE LAİKLİK

Laiklik, en öz ifade ile din ve devlet işlerinin bir birine müdahale etmeme süreci olarak tanımlanır. Oysa bu tanım ne dindar kesimi ne de laik kesimi tatmin etmiştir.

Laiklikte asıl olan devletin kendisi ve organları dahil tüm iş ve işlemlerinde akli unsurlar ile hareket etmeyi temel misyon olarak kabul etmektir. Laiklik, kendi evrensel

309 Avva, İslâm Devletinde Yönetim Şekli, 67.

310 Rousseau, Toplum Sözleşmesi, 82.

311 Hobbes, Leviathan, 249.

312 Machiavelli, Prens, 49.

niteliklerinin öngördüğü çerçevede bir biçim ve arayış gerçekleştirdiği algısı üzerine kuruludur.

Öte yandan laik ve dindar ifadeleri bireysel bir kavramın sonucu iken, laiklik ve dinarlık toplumsal bir durumdur. Bu sebeple, din ve laiklik kavramlarının bir arada var olabilmeleri adına sınırların net ifadeler ile çizilmesi büyük önem arz etmektedir.

Dolayısıyla, ötekileştirmek yerine bütünleştirmeyi amaç edinen bir anlayışta yapılması gereken ilk iş, ortak noktaları bulup kaynaştırma metodunun seçilmesidir. Bu metot uygulanırken iki tarafında savunucularının açık görüşlü bir düşünce sistemi içerisinde bir arada yaşamayı kabul ve telkin etmeleri asli bir zorunluluktur. Her ne kadar laiklik evrensel nitelikler ile akli unsurları ele alsa da, kendisi de bir inanç sistemidir. Dini inançtan farklı olarak bu inanç sistemini geliştirenler insanlardır. İki inancın da aynı meclis ortamında konuşabilmesi, bütünleşmeyi sağlayan önemli bir adım olarak karşımıza çıkacaktır.

O halde, laiklik ve din kavramının ilk buluşacağı ortak nokta, iki kavramın da bir "inanç" sistemi barındırdığını kabul etmeleriyle başlamalıdır. Akabinde ortaya bazı sorunlar çıkacaktır ki, bunların başında, din kavramının barındırdığı inanç sisteminin vahiy kaynaklı olması ve laiklik kavramının barındırdığı inanç sisteminin de insan merkezli olmasıdır. Oysa bu bir ayrıştırma değil bütünleştirici bir unsur olarak değerlendirilmelidir. Şöyle ki, yaşam zıtlıkların üzerine kuruludur ve tüm dengeyi sağlayan zıtlıkların bir arada uyum içerisinde yaşayabilme yetisidir. Bu uyumu sağlayan sınırlılıklardır. Birinin, bir diğerinin alanına müdahale etmeme, yargılamama, saygı duyma gibi temel vasıfların bir arada yer almasıyla ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, iki kavramın da savunucuları kendi alanlarının bir inanç sistemi olduğunu kabul ve tayin etmeleri, ancak bu kabul ve tayin algısının üstünlük kurma esasına göre değil de eşitlik mertebesi çizgisinde ilerlemesi gerekliliği hususunu tasdik etmeleri oldukça mühimdir. Ebu Hanefi'ye göre, iki zıt ifadeden birisi mutlak suretle yanlıştır,313 düşüncesi ancak iki kavram da birbirlerinin alanına müdahalede bulunuyorlar ise geçerli olacaktır. Ancak, laiklik ve din kendi sınırlılıklarını çizdiğinde bu düşünce geçerli olmayacaktır.

İki kavramın savunucuları da birbirlerine karşı önyargıyı yok etmelidirler ki bir arada nefes alabilsinler. Laiklere göre dindarlar eğitimsiz kesimin bir sonucu iken,

313 Mevdûdî, İslâmi Kavramlar, 117.

dindarlara göre de laikler ahlâkî vecibeleri yetersiz toplulukların oluşturduğu bir modeldir. Oysa iki düşünce de tamamıyla yanlış ve eksiktir. Bu iddiaları teker teker ele alalım. Birincisi, laikler tarafından öne sürülen din unsurunun eğitimsizliğin bir sonucu olduğu görüşü yaşamın doğasına aykırı bir nitelemedir. Eğitimin önüne geçen birçok engel olabilir ancak bunların içinde inanç yoktur. Bireyin hem inanç sahibi olması hem de eğitimli olması doğanın kuralları içerisinde oldukça normal bir durumdur ki, geçmişte ve günümüzde birçok bilim dalında önemli bilim insanları inançlı olduklarını asla ve kata gizlememişlerdir.

Kamuoyunda doğru anlaşılamayan bir diğer hususta laiklik kavramının yalnızca bireysel temelli işlediğidir. Oysa laik birey aynı zamanda dindar da olabilir.

Bu durumun önünde ne ahlâkî ne felsefi ne de dini herhangi bir sorun bulunmamakla beraber kanaatimizce bu kişilerin sayıları da toplum içerisinde oldukça fazladır. Bu sayının bu kadar bilinememesinin yegâne sebebi, laik ve dindar bireylerin kendilerini ifade edebilecekleri alanı yaratamamaları ya da toplumsal konjonktürün bu duruma izin vermemesi olarak değerlendirilebilir.

Laik bireyler ahlâkî müeyyidelerini eğer isterler ise dini kaynaktan değil de, evrensel değerlerin öngördüğü ve sınırlılıklarını belirlediği düzenlemelerden de alabilirler. Hal böyle olunca ahlâkî kaynak dini literatürde olduğu gibi temel kaynaklardan da değil de insani deneyimlerden edinilmiş oluyor. İşte bu duruma da vicdan deniliyor. 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 24 üncü maddesinde Din ve Vicdan Hürriyeti şu şekilde tanımlanmış ve teminat altına alınmıştır:

“Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.

14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî âyin ve törenler serbesttir.

Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.”

1924 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda devletin dini İslam olarak belirtilmiştir. Akabinde 1937 yılında yapılan değişiklikle Cumhuriyet tarihimizin ilk

laiklik düzenlemesi anayasamızda yer almıştır. 1961 ve 1982 tarihli anayasalarımızda da laiklik ilkesi yer almaya devam etmiştir. 314

Mamafih, laikler ahlâkî düzenlemelerini evrensel yasalardan almak kaydı ile geliştirdikleri vicdan sistematiğinden alırlar. Bunun yanı sıra dindarlar ise ahlâkî davranış biçimlerini temel kaynaklarından edinirler. Konuya ilişkin olarak iki önemli felsefe insanının yaklaşımı şu şekildedir. Tocqueville Amerika Birleşik Devletlerinde demokrasinin güçlü bir şekilde işlemesinin kökeninde Hıristiyanlığın geliştirdiği ahlâk sistemine bağlarken, Spinoza ise, doğa durumunda insanı ahlâklı veya ahlâksız diye nitelendirmenin doğru olmadığını, yalnızca koşullara uygun bir şekilde hayatta kalmaya çalışan bir varlık olarak nitelendirir. Bu sebeple ahlâkî edimlerin kaynağını yasalar olduğunu ileri sürer.315 Ancak laiklik algısını katı bir şekilde savunarak inanç sistemini ötekileştirenler istem dışı da olsa laikliği dogmalaştırmaktadırlar.316

Laik ve dindar kesimin birbirlerine olan önyargılarının ikinci noktası da, her iki tarafında tek bir doğru olduğu gerçeğini ileri sürmeleri ve birbirlerini dışlamalarıdır. Dindar kesim kendi değişmez inançları çerçevesinde doğrunun tek ve bir olduğunu, inşa edecekleri tüm sistemleri bu doğruluk üzerine kuracaklarını ileri sürerler. Laik kesim de, bilimin insanlığı başka bir boyuta taşıyacağı gerçeğini kabul eder ve bu gerçeği sorgulanmasına yalnızca laboratuvar ortamında belli bir elitist kesim tarafından izin verirler. Oysa uzlaşılamaz gibi görülen bu noktada tek bir amaç vardır, hem laik kesim hem de dindar kesim bu argümanlar üzerinden yalnızca hayata dair sordukları büyük soruların cevaplarını arıyorlardır. İki taraf da alt metni okuduğumuzda "hayatın amacı"nı aramak gibi büyük bir idealin peşindedirler ve bu ideale erişmek için farklı yöntemler denemektedirler. Bu sebeple yöntemler farklı olsa da amaçta birlik çarçabuk göze çarpmaktadır.

Sözün özü, laikler ve dindarlar aynı yöne doğru giden geminin yolcularıdır.

Aralarındaki tek fark, birileri birinci diğerleri ikinci kattan buzdağını izlemektedirler.

Bizim burada amacımız herkesin gördüğünü birbirine anlatmasıdır. Diğer bir ifade ile konuşabilmesidir.

314 Ferhat Uslu, Anayasa Yargısının Sınırları Sorunu, 1. Baskı, (Ankara: Adalet Yayınevi, 2014), 268.

315 Ian Buruma, Dinin Demokrasiyle İmtihanı, 1. Baskı (İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2015): 64.

316 Uslu, Anayasa Yargısının Sınırları Sorunu, 289.

İslâmî ölçekte konuyu değerlendirdiğimizde Bakara Suresi'nin 226. ayeti bize net cevaplar verir “Dinde zorlama yoktur. Doğru eğriden açıkça ayrılmıştır. Artık kim sahte tanrıları reddeder de Allah’a inanırsa kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır.

Allah her şeyi işitir ve bilir”317 Söz konusu ayetin tefsirinde “Din; bilgi, inanç ve amelden oluşan bir bütündür. Bir insana zorla bilgi verilebilir, fakat zorla inanması sağlanamaz. Çünkü iman kalbin tasdikidir, bildirilenin doğru olduğuna insanın içten kanaat getirmesi ve inanmasıdır. Bu inanma ancak serbest irade ile karar vermeye ve tercih etmeye dayanır,”318 açıklamaları yer almaktadır.