• Sonuç bulunamadı

II. KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

1. BÖLÜM

4.3. SÜNNİ ANLAYIŞINDA İMAMET

Hz. Peygamber'den sonra halife seçim süreci tamamıyla sahabenin kendi üzerinde önemle durduğu bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Sahabe İslâm fıkhını uygulamak ve İslâm yaşam anlayışını nesilden nesile devam ettirmek için bu şartları yerine getirecek bir önder seçme anlayışı için Beni Saide avlusunda toplanmışlardır.

Bu sebeple sahabenin bu girişiminin yalnızca dini kaynaklı olduğunu öne sürmek doğru olmamakla birlikte, dinin yaşam üzerindeki etkisini devam ettirmek üzere atılmış bir adım olarak değerlendirilebilir. 563

Hz. Ömer’in bakış açısına göre hilafet, halkın/ümmetin hakkıdır. O da selefi Hz. Ebu Bekir gibi hilafeti bir hanedanlığa çevirmeyi reddederek iktidar gücünü oğullarına miras bırakmamıştır. Oysa sahabelerden bazılarının bu yönde tavsiyeleri olduğu bilinmektedir. “Ey müminlerin emiri, oğlun, Abdullah’ın hilafet hususunda kabiliyeti vardır. Halife olarak onu bırakın. Bizim buna rızamız vardır.” Hz. Ömer’in onlara cevabı şu olmuştur. “İçlerinden birinin hilafeti üstlenmiş olması Hattap ailesine yeter.” Sonra oğluna dönerek kendini uyarmıştır. ”Ey Abdullah! Sakın” Sakın” O urbayı sakın giyme!”564

Raşid halifeler döneminde bu denli güçlü ve etkili mesajlar verilmesine rağmen Emevi ve Abbasi hanedanlıkları döneminde yaşanan güç zehirlenmesi ister istemez iktidarın insan fıtratını değiştiren ve dönüştüren etkili bir mekanizma olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bu değişim ve dönüşüm tarihsel süreç içerisinde hile teorisi olarak anılmaktadır. “Çoğu zaman toplumun ve kamuoyunun gelişimi, değişim noktasından daha önce olur. Hatta ister beşeri ister semavi olsun hukuk sistemleri yalnızca iyiliği emretmekten, toplumu ıslah edip değiştirme amacıyla var olmuşlardır. Şu halde

561 Daftary, Şii İslâm Tarihi, 50.

562 Baş, İslâm Tarihi, 334.

563 el-Katip, Demokratik Hilafete Doğru, 41.

564 Katip, a.g.e., 53-54.

yasama, teoriyle pratiği birbirine yaklaştırıp hayata uyum sağlayacak şekilde hukuku tadil etmeyi gerektiren toplumsal ihtiyaçlardan daha sonra gelmektedir.”565

Toplumsal ya da bireysel hadiselerde bazen hileye başvurmak geleneksel bir eylem biçimidir. Hile de yönetim konusundaki çıkmazlarda ön plana çıkmaktadır, toplumsal olarak karşılaşılan problemleri bir şekilde çözüme kavuşturmak için eldeki tüm imkânlar seferber edilir de ancak bunun sonucunda yine de çözüme tam anlamıyla kavuşulamamış ise hile yoluna başvurulur. Yetki genişletilir yasama yoruma dayandırılır ve ulaşmak istenilen amaca meşru olduğu varsayılarak varılır. Ancak hilenin ruhunda bir tartışma zemini olmadığından dolayı gelişip vücut bulması imkânsızdır. Bu sebeple toplumun uzun yıllar boyunca filtrelediği kurallar silsilesini ekarte ederek yasama alanında kendisine bir yer bulur.

Hile, genellikle otoritenin gücü kendi lehlerine kullanmak amacıyla geliştirdiği bir kavram olarak literatürde yer almaktadır. Bahsi geçen hanedanlıklarda da sık sık rastlanan durum da budur. “Öyle anlaşılıyor ki, hile, eskilerin kutsadıkları, dini bir temeli olan veya gelenekten devralınan dogmalardan kaynaklanmakta olup onların akıllarına hakim olan donukluğu aşmak için zorunlu idi… Daha sonra bu yöntem gelişmiş devletlerde nispeten hakimin yetkisini genişletmek veya kralların yahut devlet başkanlarının despotluklarını aşmakta kullanılmıştır. Yine anlaşıldığı kadarıyla hile, kanundan kaçmak ve özel bir çıkar sağlamak gibi kişisel amaçlarla da kullanılmıştır.”566

Oysa İslâm fıkhı vahiy kaynaklı olmasından dolayı, Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan ayeti kerimeler kesin hükümler içermektedir. Yönetimi elinde bulunduran otoritenin bu durumu görmezden gelip İslâm fıkhı adı altında hileye başvurarak İslâm’ın ruhuna uygun düşmeyen bir yönetim modeli geliştirmesi ve kendi çıkarlarına hizmeti sağlayacak davranış ve edimlerde bulunması İslâm hukuk felsefesi ile bağdaşmamaktadır.

Bu konuda, “Locke, Rousseau ve Hobbes, kişilerin devletle olan ilişkilerine dair teorilerini “toplum sözleşmesi” temeline dayandırmışlardır. Onlar realiteye karşı şöyle bir varsayımdan hareketle hile ortaya koymaktadırlar: İnsanlar doğal yaşamdan toplumsal düzene toplumsal bir sözleşme sonucu ulaşmışlardır. Bu sözleşme gereği

565 Fâsî, İslâm Hukuk Felsefesi, 50.

566 Fâsî, İslâm Hukuk Felsefesi, 50.

insanlar kendilerini yönetecek kişiler lehine bazı hürriyetlerinden feragat etmişlerdir.”567

Bununla beraber İslâm yönetim anlayışında şura son derece mühim bir nitelik taşımaktadır. Ancak hile teorisi burada da kendine yer bulmuştur. “Yöneticinin görüşü her zaman sağlam bir delile dayanmayabilir ve dolayısıyla her zaman şeriata tam uygun olmayabilir. Ancak buna rağmen kimi Ehl-i Sünnet mensubu fıkıhçı ve düşünürler halka yahut çoğunluğun görüşüne müracaat edilmesini reddeder ve İslâmî hayat içerisinde halkın değiş şeriatın egemen olacağını, dolayısıyla yöneticinin

“Şura”ya bağlı kalmak zorunda olmadığını söylerler.”568

“Hz. Ömer dönemi için “Anayasal Meşruiyet” terimini kullanabiliriz. Hz.

Ömer’in bizzat kendisi de yönetimi için bu anayasal kavramını özellikle vurgulamış ve halka kendi yöneticilerini seçme hakkı vererek şöyle demiştir. “Hilafet ancak şura ile olur. Emirlik şura iledir.’”569

Bu nedenle hile teorisi devlet başkanlığı seçiminde de ön plana çıkabilir.

“İslâm’ın temel kaynaklarında devlet başkanının o mevkiye nasıl geleceği belirtilmediğine göre, herhangi bir yolla gelebilirler. Elbette ki zorla o mevkiyi ele geçirmeyi hiç kimse tasvip etmemektedir… Zira zorun, cebri kuvvetin getireceği tehlikeleri akıtacağı kanı önceden hesap etmek mümkün değildir. Bu konuda sağlıklı yol, irsiyet ve seçim usulleridir.”570 Bu durumdan hareketle, yaşam biçimini İslâm’ın emir ve yasaklarına göre şekillendirmiş kimselerin hile yolu ile iktidara gelmesi büyük günahlardandır ve iktidarlığı yok hükmündedir.

“Selef ya da İslâm’ın ilk kuşağı, Muaviye b. Ebu Süfyan’ın iktidarı zor kullanarak ele geçirerek hilafeti verasete dayalı bir saltanat rejimine dönüştürmesini hilafet prensiplerine ve taşıması gereken zorunlu niteliklerine yönelik bir ihtilal, krallık ve şahlığa doğru bir dönüşüm olarak kabul etmiştir. Hilafet ve saltanatı birbirinden ayıran sınır; adâlet, şura ve halkın Halife’ye rıza göstermesidir.”571

“Hz. Peygamber’in, devlet başkanı niteliğini nübüvvet, risalet, fetva ve kaza tasarruflarının ötesinde bir şeydir. Devlet başkanı insanları yönetme, toplumun yararın

567 Fâsî, a.g.e., 53

568 Katip, Demokratik Hilafete Doğru, 239.

569 Ahmet el-Katip, Anayasal Meşruiyet, trc. Sümeyra Özkan, 1. Baskı, (İstanbul: Mana Yay, 2013), 69.

570 Mehmed Niyazi, İslâm Devlet Felsefi, 9. Baskı, (Ankara: Ötüken Yayınları, 2013), 82-83.

571 Katip, a.g.e., 126.