• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Borçları ve Gazetenin Osmanlı Borçları KarĢısındaki Tavrı

Osmanlı Devleti‟nin 19. yüzyıldan itibaren dıĢ ticaret ve bütçe açıklarını kapatmak için içeriden ve dıĢarıdan yaptığı borçlanmalar Cumhuriyet Türkiye‟sine ciddi

bir borç yükü bıraktırmıĢtır. Lozan BarıĢ AntlaĢması sırasında toplam dıĢ borç miktarı 161,3 milyon TL‟sı olarak belirlenmiĢtir (Tokgöz vd, 2001: 3).

Lozan‟ın en zor görüĢmelerinden birini borçlar teĢkil etmiĢtir. Osmanlı borçlarından Türkiye‟ye düĢen tutarın ne olacağı ve bunların nasıl (hangi para birimi ile) ödeneceği Lozan‟ın en çekiĢmeli konularından birini oluĢturmuĢtur. Türkiye‟nin isteği; borç anaparasının Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun “varisi” olan devletlerarasında bölüĢtürülmesi, böylece Türkiye‟nin ödeyeceği tutarın kesinleĢmesi ve ödemelerin yapılacağı para birimi konusunda (altın veya sterlin) bir yükümlülüğün bulunmaması Ģeklinde olmuĢtur (Akyol, 2008: 36). Türkiye‟nin bu ilkesini karĢı tarafa kabul ettirmesi çok zor olmuĢ, daha sonraki yıllarda dünyadaki finans sermayesi bol olmasına rağmen, karĢı tarafın kaynakları Cumhuriyet rejimine resmen olmasa da bir sermaye ambargosu uygulamıĢtır. Türkiye‟nin Lozan‟da kendi tezini kabul ettirmesinin maliyeti, bu dönemde küçük miktarlarda da olsa bu çevrelerden kredi bulamaması Ģeklinde olmuĢtur (Kuruç, 2, 1993: XCVI-XCVII).

Borçlar konusunda bir baĢka sıkıntı ise ödeme koĢulları ve bunun nasıl bir kurumlaĢma ile yapılacağı üzerine olmuĢtur. Bu durum 13 Haziran 1928‟de dönemin Paris Büyükelçisi Fethi Okyar ve Düyun-u Umumiye temsilcisi arasında imzalanan bir sözleĢme ile karara bağlanmıĢtır. Buna göre Türkiye 1912 öncesindeki Osmanlı borçları‟nın % 62‟sini, daha sonra alınan borçlarınsa % 73‟ ünü ödemeyi kabul etmiĢtir. Bu tutar 82.456.377‟si anapara, kalanı faiz olmak üzere 107.528.461 altın lira olarak hesaplanmıĢtır (bu hesaplamada yanlıĢlık yapıldığı sonradan anlaĢılacak, ödenecek tutar daha da düĢürülecektir). Osmanlı borçlarından Türkiye‟ye isabet eden kesin tutar ise 105 milyon altın lira olarak belirlenmiĢtir (Cumhuriyet, 26 Nisan 1933). Türkiye 1936‟ya kadar her yıl 2 milyon, 1936–42 arasında da 2.800.000, 1947–1952 arasında 3.180.000 ve bu tarihten sonra da 3.400.000 altın lira ödeme yapmayı kabul etmiĢtir (Oran, 2009: 279).

1928 sözleĢmesi bir yerde Lozan‟da saptanmıĢ esasların uygulamaya geçiĢi olarak kabul edilmekle birlikte, Cumhuriyet yönetimine çok ağır bir borç ödeme yükü getirmiĢtir. Türkiye ilk yedi yılda borcun % 38 gibi önemli bir kısmını ödemekle yüz yüze gelmiĢtir (CoĢar, 2004: 39). Borç taksitlerinin yüklü olmasının yanı sıra, ödeme akçasının en değerli para birimi Ġngiliz Sterlini ya da Düyun-u Umumiye Alacaklılar

Meclisi‟nin uygun göreceği bir yabancı para üzerindn yapılması da baĢka bir zorluğu oluĢturmuĢtur (Ölçen, 2000: 164).

Türkiye ilk taksit ödemesini zamanında yapmıĢ olmakla birlikte 1929 ekonomik bunalımının baĢ göstermesi ve borç taksit tutarının ihracat gelirlerinin % 10‟na, bütçenin de % 8‟ine tekabül etmesi hükümeti oldukça zorlamıĢtır (Tezel, 1986: 183). 1929 ortalarında baĢlayan ve hızla derinleĢen kambiyo krizi ile döviz çok kıtlaĢmıĢ, borçların geri ödenmesi çıkmaza girmiĢtir. Türkiye, iktisadi kriz, sterlinin değer kazanması ve borç taksitlerinin yüksekliği nedeniyle ödeme yapamaz hale gelmiĢtir (CoĢar, 2004: 39). Bu aĢamadan sonra Cumhuriyet yönetimi buhran koĢullarının Türkiye‟ye sağlayacağı avantajları iyi sezinlemiĢ ve borçlarla ilgili politikasını buna göre yürütmeyi becermiĢtir. Kaldı ki, Ekim 1929‟da Wall Street‟deki panikten sonra tüm dünyayı dalga dalga etkisi altına alan kriz sırasında önce Orta Avrupa, daha sonrada Almanya ve Ġngiltere‟deki finans sektörü büyük bir belirsizlik içine girmiĢtir. Ġngiliz Sterlini 1931 Eylül‟ünde altın esasından ayrılarak devalüe olmuĢ, birçok ülke borçlarını ödeyememe noktasına gelmiĢtir (Cumhuriyet, 22 Eylül 1931, Kuruç, 2, 1993: XCVIII).

Dünyadaki birçok ülkenin aynı duruma düĢtüğü böyle bir ortamda Türkiye ödemeleri durdurmuĢ, bunun üzerine iki tarafın yetkilileri arasında Ankara‟da görüĢmeler baĢlamıĢtır. Türkiye borç ödemelerinin kalkınmasını ve ekonomisinin genel durumunu etkilemeyecek bir Ģekilde yeniden düzenlenmesini istemiĢ, borçlarını hafifletmeye yönelik yeni bir borç ödeme planı oluĢturmayı hedeflemiĢtir. GörüĢmeler sonunda Türkiye‟nin iktisadi ve mali durumu hakkında yabancı bir uzmana inceleme yaptırılması kararlaĢtırılmıĢ, bunun için ünlü Fransız iktisatçısı Profesör Charles Rist ismi üzerinde anlaĢılmıĢtır. Rist Mayıs 1930‟dan itibaren Türk mali sistemi üzerinde incelemeler yapmaya baĢlamıĢtır (Cumhuriyet, 8−13−18 Mayıs 1930).

Mösyö Rist Türkiye‟nin mali durumu ile ilgili raporunu 15 Eylül 1930‟da vermiĢtir. Bunun üzerine Dayin vekillerinin müzakerelere devam etmek üzere tekrar Türkiye‟ye gelmesi sözkonusu olmuĢ, 14 Mayıs 1931‟de Fransız Dayinler Vekili ve Düyunu Umumiye Ġdare Reisi Mösyö Deklozyer, Fransız uzman Mösyö Barde ve ġükrü Saraçoğlu arasında harici borçlar meselesi tekrar görüĢülmeye baĢlamıĢtır. Hamiller vekilleri 1929, 1930 bütçelerini tetkik etmiĢler, 1931 senesinde de bütçeye harici borçlar için bir ödeme konulmaması kararlaĢtırılmıĢtır (Cumhuriyet, 8 Kânunuevvel 1930-11- 19 Mayıs 1931).

Türkiye amacına uzun müzakerelerden sonra, 22 Nisan 1933‟de Paris‟de imzalanan yeni bir sözleĢme ile ulaĢmıĢtır (Cumhuriyet, 24 Nisan 1933). Buna göre, 1928 sözleĢmesinde ödeme yapılacak para cinsi TL, STG ve FF iken bu defa borç mirasının FF üzerinden ödenmesi kararlaĢtırılmıĢtır. Bu yöntem ile Türkiye‟nin borcu 1933 yılında 107 milyon altın liradan (1 TL=12,06 FF), yalnız 7 milyon altın liraya inmiĢtir (Cumhuriyet 23 Eylül 1931−24−26 Nisan 1933, Kuruç, 2, 1993: XCVIII). Buna göre toplam 160 milyon küsur olan Osmanlı borçlarından Türkiye‟ye isabet eden 107 milyon altın lira Türkiye‟nin kararlı tutumu sayesinde 7 milyon altın lira olarak revize edilmiĢ ve Türkiye bu sayede çok büyük bir borç yükünden kurtulmuĢtur. Yeni esaslara göre her yıl ödenecek taksit tutarı da 700.000 lira olarak belirlenmiĢtir. Cumhuriyet gazetesi yeni sözleĢmeyle belirlenen borç tutarının eski borcun bir senelik faizi gibi bir Ģey olduğunu kaydederken, bunu bir zafer olarak görmüĢtür. Haberde BaĢvekil Ġsmet PaĢa‟dan da “Büyük Reis-rehber” sıfatıyla ve bu zaferin kahramanı olarak, ġükrü Saraçoğlu‟ndan da çok iyi bir müzakereci olarak bahsedilmiĢtir (Cumhuriyet, 24–26 Nisan 1933).

Bu anlaĢmaya göre yeni taksitler 1933, 1934 ve 1935 yıllarında ödenmiĢtir. 1936 yılına gelindiğinde ise Osmanlı borç tahvillerinin çoğunu elinde bulunduran Fransız Hükümeti ile yeni bir anlaĢma yapılmıĢtır. Bu anlaĢmaya göre taksitlerin yarısının malla ödenmesi esasa bağlanmıĢtır (Cumhuriyet, 1 Mayıs 1936). Fransa‟nın bu dönemde gittikçe bozulan ekonomisinin etkisiyle 1936 yılında altın esasından ayrılarak parasını % 25 oranında devalüe etmesi Türkiye‟nin 1933 sözleĢmesinden daha da iyi bir sözleĢme yapmasına imkân yaratmıĢ, frangın da değer kaybetmesiyle Türkiye‟nin borç yükü % 50 oranında azalmıĢtır (Kuruç, 2, 1993: 98, CoĢar, 2004: 39).

Düyun-u Umumiye borçları, son taksitin yatırıldığı 25 Mayıs 1954 tarihinde tamamen temizlenmiĢ, Türk milletinin üzerinde büyük bir yük olarak kalan bu yüz yıllık borçtan Cumhuriyet idaresinin izlediği doğru politikalar sayesinde kurtulmak mümkün olmuĢtur (Oran, 2009: 279). Bunun yanı sıra, Cumhuriyet döneminde son taksitin ne zaman ve hangi iktidar tarafından ödendiği hakkında farklı yorumlar da yapılmaktadır. Bunlardan biri 1980‟li yıllarda, Turgut Özal Hükümeti sırasında Ekonomi Bakanlığı yapmıĢ olan GüneĢ Taner‟in “Osmanlı borçlarını en son ben ödedim” Ģeklindeki ifadesidir (Ortaylı, 2007: 181).

Cumhuriyet gazetesi Osmanlı‟dan kalan borçların ödenmesinde, Cumhuriyet Türkiyesi‟nin istikrarını bozacak hiçbir ödeme giriĢimini kabul etmeyen bir tavır içinde olmuĢtur. Yunus Nadi bu konuda yazdığı hemen her yazıda Cumhuriyet‟in devraldığı Osmanlı borçlarının ancak Cumhuriyet Türkiye'sinin iĢleri halledildikten sonra ele alınabileceğini vurgulamıĢtır. Mesela, gazetenin 16 ġubat 1930 tarihli sayısında Ģöyle denilmiĢtir:

“Eski borçlar, iĢlerimizi bozarsa, onları bertaraf edecek tedbirleri almak zaruriyetindeyiz!... Bilhassa eski borçlar hakkındaki harici tediyat her Ģeyden evvel dâhilde milli parayı ıslahtan sonra derpiĢ edilebilir… O halde taahhüdata ait iĢleri ikiye ayırmak lazım geliyor: 1:Osmanlı devrine ait iĢler, 2: Cumhuriyet devrine ait iĢler. Kendi iĢlerimizin vazife ve mes‟uliyetleri üzerinde ihtilaf ve tereddütten eser yoktur. Osmanlı devrine ait iĢlerin bugünkü iĢlerimizi bozacak mahiyetleri olursa onları bertaraf etmek için alakadarlarla müzakere etmekten baĢlıyan her türlü tedbirleri almaktaki hak ve salahiyetimizin her tarafça kabul ve…” (Cumhuriyet, 16 ġubat 1930).

Gazetenin baĢka bir sayısında; “Eski ve yeni borçlarımızı uzun vadeli bir mali muamele ile normal bir Ģekle sokmak ihtiyacı vardır” manĢeti yer almıĢ, Yunus Nadi de “Mes‟elenin hakikati” baĢlıklı yazısında paramızın değer kaybettiği böyle bir dönemde Osmanlı borçlarının ertelenmesi gerektiğini savunmuĢtur (Cumhuriyet, 15 ġubat 1930).

Yine 20 Mart 1930 tarihli sayıda, baĢmuharririn “Mali vaziyetimiz Osmanlı borçları için yeni Ģekil bulmayı icabettirecek kadar naziktir” baĢlıklı mektubunda Ģu ifadeler yer almıĢtır:

“…Para kıymetlerini altüst eden Ģerait umumi, hatta cihanĢümul addolunabilir. Umumi harbi kim yaptı ve kim idame etti ise ondan sonra milletlere Ģimdiki müĢkül Ģeraiti ihzar ve tahmil etmekte mes‟uliyet iĢte onundur… Beride Türk parası kıymetindeki kararsızlığı vahim olmağa gitmekten alıkoymak için biz bin bir fedakârlık ve gayret sarf ederken Osmanlı borçlarının sellemehüsselâm tesviyesi mümkün olamayacağını bittabi herkes anlıyacak, kabul ve teslim edecekti…” .

Yunus Nadi, Osmanlı borçlarıyla ilgili olarak kambiyo buhranın sırasında Avrupa‟da aleyhimizde çıkan yazılar üzerine ise Ģunları yazmıĢtır:

“Avrupa‟yı insafa davet ederiz. Kambiyo buhranımız var, onu halledeceğiz diyoruz, ve elbette halledeceğiz. Fakat, borçlarımızı ne inkar ettik, ne de ödemiyeceğiz dedik!... Ortaya bir kambiyo buhranı çıktı, diye Türkiye‟nin bütün itibar ve haysiyetini mevzuu bahsetmeğe kalkıĢmak cidden insafsızca bir hafifliktir. Türkiye‟nin Avrupa‟dan ancak himaye ve sahabet görmeğe hakkı vardır, hiçbir asla istinat etmiyen haksız hücumlara değil!..” (Cumhuriyet, 2 Nisan 1930).

Cumhuriyet gazetesi, Avrupa‟da Türkiye aleyhine çıkan olumsuz yazılara ve varolan endiĢelere karĢı, her fırsatta Türkiye‟nin Osmanlı borçlarını ödeyeceğini, ancak bunları öderken modern bir devlet gibi yaĢamanın ve yükselmenin bütün Ģartlarını yerine getirebilecek imkânlarının elinden alınmaması gereğini savunmuĢtur. Gazete bu görüĢünü Mösyö Rist‟in Türkiye‟deki tetkikleri sırasında da sık sık gündeme getirmiĢtir:

“biz borçlarımızı ödeyeceğiz, ve hatta ondan daha mühim bir hadise olarak kendi mali ve iktisadi vaziyetlerimizi ıslah edeceğiz. Malumdur ki birinci emelin tahakuku ikinci zaruretin kuvveden file çıkarılmasına bağlıdır, ve yekdiğerine merbut olan bu iki iĢ bizce birinci derecede hayati ehemmiyeti haizdir” (Cumhuriyet, 16 Haziran 1930). 1.5. 1929 Dünya Ekonomik Buhranı

Dönemin önemli olaylarından biri de 1929‟da çıkan ve tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye ekonomisini de derinden etkileyen dünya ekonomik krizidir.

YaĢanan en büyük klasik kriz olarak nitelendirilse de, 1929 krizi, derinliğine ve sonuçlarına bakıldığında klasik bir krizden çok daha fazla Ģey ifade etmektedir. Bu kriz, I. Dünya SavaĢı gibi çok önemli bir hadisenin sona ermesinden sonra, ekonomik durgunluğun hüküm sürdüğü bir ortamda ortaya çıkan bazı önemli toplumsal ve politik olayların arasında yaĢanmıĢtır. Bu olaylar, Ekim Devrimi, Almanya ve Ġtalya‟da iĢçi ayaklanmaları, II. Dünya SavaĢı öncesi Ġtalya‟da FaĢizm, Almanya‟da Nazizm, Ġspanya‟da önce Halk Cephesi daha sonra Franco dönemi, ABD‟de New Deal, Ġsveç‟te Sosyal Demokrasi, Fransa‟da Halk Cephesi‟dir. Bu dönem, birçokları tarafından 19. yüzyılın sonlarında yaĢanan “büyük bunalım”dan çıkıĢ yılı olarak kabul edilen 1895 yılı sonrası baĢlayan geniĢlemenin B evresi olarak yorumlanmıĢtır (bir kriz de 1921 yılında yaĢanmıĢtır). 1929 krizi, kapitalizmin tarihinde kitle üretimine geçilen ve ücretli sayısının arttığı, buna karĢın ücret politikalarının sermayedar lehine düzenlendiği yani ücretlerin azaldığı ve tüketim kalıplarının değiĢmediği bir sırada ortaya çıkmıĢtır (Rosier, 1991: 47–48–53).

Amerikalı iktisatçı John Kenneth Galbraith‟de 1929 krizinin temel nedenini açıklarken, 1919–1929 yılları arasında sanayideki iĢ gücü üretkenliği % 43 gibi ciddi bir oranda artarken, ücret ve fiyatların aĢağı yukarı hiç artmamasına bağlamaktadır. Sanayide iĢ gücü verimliliğinin artması, yüksek gelirli sınıfların harcamalarını destekleyen, borsa spekülâsyonunu besleyen, yatırım harcamalarını teĢvik eden kâr‟lar

elde edilmesine yol açmıĢtır. Bunun dıĢında Amerikan ekonomisinin gelir dağılımının bozuk olması (nüfusun % 5‟i toplam gelirin üçte birini kazanmıĢtır) gibi bazı temel hastalıkları daha olmuĢ ve bunlar krizin çok derin yaĢanmasına yol açmıĢtır (Rosier, 1991: 51).

1928 yılı sonuna geldiğinde faiz hadlerinin düĢmesi ile birlikte ABD‟deki birçok giriĢimci parasını borsaya yatırır hale gelmiĢtir. Bu da menkul kıymetler borsasında spekülâsyonu daha da hızlandırmıĢ, ülke dıĢına giden borç akımını yavaĢlatmıĢtır. 1929 yazında spekülâsyon inanılmaz boyutlara ulaĢmıĢ, her gün 5 milyon hisse senedi el değiĢtirir hale gelmiĢtir. Hatta bazı hisselerin değeri dört yılda dört misli yükselmiĢtir. Ancak, bu suni yükseliĢ spekülâtörler borsaya girmeye devam ettiği sürece sürebilen, aksi halde çöküĢe neden olabilecek yapay bir durum olduğundan, borsada alımlar durunca beklenen felâket de gelmiĢtir. Nitekim felâket günü, “Kara Cuma” olarak anılan 24 Ekim‟de ABD‟de Wall Street Borsası‟nın çökmesiyle gerçekleĢmiĢtir (Tekeli ve Ġlkin, 1977: 12). Kriz, aĢırı spekülâsyon konjonktüründe ĢiĢen, gerçekçi olmayan hisse senetleri fiyatlarına karĢın, sanayi üretimindeki kâr oranlarının gerilemesi sonucu gecikmeli bir Ģekilde patlak vermiĢtir (Rosier, 1991: 48). 24 Ekim günü New York borsasında bir günde 16 milyon hisse senedi, değerinden % 50–90 kaybederek satılmıĢtır. Bunun bir felâket halini almasını önlemek isteyen bankaların hisse senetlerini yüksek değerler ödeyerek almaya çalıĢması da bu bankaların iflasını getirmiĢtir (Tekeli ve Ġlkin, 1977: 12).

Bu durum Cumhuriyet gazetesinde de o günlerde “borsa iflası” baĢlığı ile duyurulmuĢtur. Hikmet Cemal‟in haberine göre, 1 Ekim 1929–1 Kasım 1929 tarihleri arasında borsada edilen zarar 15.320 milyon doları bulmuĢ, borsa fiyatları 87.073 milyon dolardan 71.735 milyon dolara düĢmüĢtür. Habere göre asıl fenalık; edilen zararlardan çok, borsadaki hareketlerin ödünç paralarla yapılmasından dolayı, bu borç paralara ait faizlerin senelerce ödenmek zorunda kalınacağı Ģeklinde yorumlanmıĢtır (Cumhuriyet, 8 Haziran 1930).

Finansal iflasla baĢlayan bu süreç o güne kadar görülmemiĢ uzunlukta ve derinlikte ABD‟den Avrupa‟daki diğer kapitalist ülkelere hızla yayılmıĢtır. 1921 yılından sonra tarımı da etkisi altına alan kriz nedeniyle bunalım daha da artmıĢ, iflaslar çoğalmıĢtır. Klasik krizlerin uzun dönem için “düzenleyici” rolü, bu kriz için söz konusu olamamıĢ, 1930‟ların bunalımı, kendiliğinden bir yeniden canlanma sürecine

giremeyen kapitalizmin ilk krizi olmuĢtur. Buhran ve depresyonun etkileri Batı‟da en çok kredi sistemi, ödemeler dengesi ve iĢ hacmi üzerinde hissedilmiĢtir. Ġhracat her yerde tıkanırken piyasalara kötümserlik hâkim olmuĢtur (Ergin, 1977: 59). Krizin en yoğun hissedildiği yıllar ise 1929–1933 arası olmuĢtur (Beaud, 2003: 198). 1929 yılından 1932 yılına kadar geçen sürede dünya üretimi yarıdan fazla, toptan fiyatlar üçte birden fazla gerilerken (% 32), sanayileĢmiĢ ülkelerde iĢsiz sayısı 30 milyonu bulmuĢtur. Öyle ki, ABD‟de faal nüfusun üçte biri iĢsiz hale gelmiĢtir (Rosier, 1991: 48).

Buhranla birlikte ülkeler kendi ekonomilerini koruyan önlemler almaya baĢlayınca uluslararası serbest ticaretin yerini uluslararası bağlı ticaret almıĢtır. Önce uluslar gümrük tarifelerini artırmak suretiyle dıĢ ticaretlerini denetim altına alarak, ithalatlarını daraltmaya çalıĢmıĢlardır. Ancak bu önlemler yetersiz kalınca kontenjan usulüyle ithalatlarını azaltma yoluna gitmiĢlerdir. Kontenjan önlemlerinin dıĢ ticaret hacmini daraltan etkisi nedeniyle, bu etkiyi kısmen de olsa giderebilmek için kontenjan önlemlerini kliring ve takasla birlikte kullanmaya yönelik ikili ticaret anlaĢmaları geliĢtirilmiĢtir. Bu anlaĢmaların Ģekli, bir ülkenin baĢka bir ülkeden yaptığı ithalat karĢılığında aynı ülkeye mal satması ilkesine dayandığından ülkelerin ithalatlarını ihracatlarına bağlı hale getirmiĢtir (Tekeli ve Ġlkin, 1982: 221).

Bunların yanı sıra kamu harcamalarını artırarak ekonomiye iĢlerlik kazandırmak, iç piyasayı hareketlendirerek iĢsizliği azaltmak hükümetlerin temel hedefleri olmuĢtur (Ergin, 1977: 59). Hükümetlerin ekonomiye para politikası araçlarıyla doğrudan müdahale etmesi kuramsal22

düzeyde öngörülmüĢ ve uygulama da bu yönde olmuĢtur (Kepenek ve Yentürk, 2009: 64). Bu anlamda ABD‟de “New Deal” denilen uygulama, bunun uygulamasında Ġngiliz iktisatçısı John Maynard Keynes‟in çalıĢmaları kuramdaki açık önlemleri oluĢturmuĢtur. Bunun yanı sıra, nasıl kapitalist ekonominin ilkeleri çok önceden ortaya çıkmıĢ ve asıl Sanayi Devrimi‟nden sonra hayat bulmuĢsa, sosyalist düĢünce de geçmiĢte “Paris Komünü” gibi görüntülerle ortaya çıkmakla birlikte ekonomik uygulama alanını 1917 Sovyet Devrimiyle asıl bu dönemde bulmuĢtur. Bu

22

Kuramsal geliĢme, “Keynes Devrimi” diye adlandırılan ve özel giriĢimciliğe dayalı ekonominin kendi kendine iĢlerliği sağlayamaması durumunda, hükümetin kamu harcamalarını ve toplam etkin talebi artırarak ekonomiyi canlandırmasını öngören yaklaĢımdır. Detaylı bilgi için bkz. Yakup Kepenek ve Nurhan Yentürk (2009), Türkiye Ekonomisi, s. 84.

dönemde “FaĢizm”, “Nasyonal Sosyalizm” gibi kavramlar da devlet biçimi olarak örgütlenmiĢ, belli ekonomik görüĢlerin sahibi olmuĢlardır (Kuyucuklu, 1985: 244–245). 1929 Dünya Ekonomik Buhranı ve Türkiye

Türkiye Cumhuriyeti‟nin iktisadi tarihi içinde 1929 yılı olumsuz rastlantıların bir araya geldiği önemli bir yıldır. Kapitalist ülkelerde patlak veren kriz, kaçınılmaz olarak Türkiye‟yi de etkilemiĢtir. Kriz, bir yıl içinde Cumhuriyet‟in iktisadi, sosyal ve siyasi dengelerini alt üst edecek düzeylere gelmiĢ, 1929 Dünya Buhranı‟nın etkileri ülkedeki baĢka sorunlarla da eklemleĢince ekonomideki sıkıntılar daha da büyümüĢtür. 1929 yılının sonuna gelindiğinde ülkede “para buhranı” gibi büyük bir sorunla karĢı karĢıya gelinmesinin nedenlerinden birini bu kriz oluĢturmuĢtur (Boratav, 1987: 37). Ekim 1929‟da ABD‟de baĢlayan ve Sovyetler dıĢında tüm dünyada yıkıcı etkiler yapan “buhran” Türkiye‟de tarım ürünleri fiyatlarının hızla düĢmesine yol açmıĢ, ihracat gelirleri hızla azalmıĢtır. Ülkenin önemli ihraç kalemlerinden olan tütünün fiyatı 71 kuruĢtan 30 kuruĢa, buğdayın fiyatı 13,5 kuruĢtan 3,5 kuruĢa düĢmüĢtür. Öyle ki, 1928‟in ihracat düzeylerine bundan ancak 10 yıl sonra eriĢilebilmiĢtir (Tokgöz ve Uygur, 2009: 2).

1929 kriziyle birlikte devleti para krizine sokan baĢka etkenler de olmuĢtur. Lozan AntlaĢması‟nın gümrük tarifeleri için koyduğu sınırlamalar 1928 yılı içinde son bulacaktı. 1929‟dan itibaren yürürlüğe girecek olan yeni gümrük tarifesinin dıĢalımı zorlaĢtıracağı beklenmekteydi. Bu nedenle ithalatçı ve spekülâtörler düĢük fiyatlardan stok yapmak maksadıyla aĢırı ithalata gitmiĢlerdir (Kepenek ve Yentürk, 2009: 49). 1928‟de 211 milyon TL olan ithalat, 1929‟da 223 milyon TL‟na çıkmıĢ, böylece 1929 yılı sonunda dıĢ ticaret açığı da yaklaĢık 50 milyon TL‟dan 103 milyon TL‟na fırlamıĢtır (Cumhuriyet, 19 Mart 1930).

Ayrıca, Osmanlı borçlarının ilk taksiti de kötü bir tesadüf olarak 1929 yılında ödenmeye baĢlanmıĢtır. 1929 yılında Osmanlı borç taksitlerinin ödemeler dengesi üzerindeki yükü 15 milyon TL civarında olup, bu rakam o yılın ihracat gelirlerinin %10‟una karĢılık gelmiĢtir. Bu ödeme yeni gümrük tarifesinden önce spekülâsyon ve stoklama amacıyla giriĢilen önceki yıla göre büyük artıĢ gösteren aĢırı ithalatla birleĢince Türkiye‟nin ödemeler dengesi üzerine ciddi bir yük getirmiĢ ve Türk Lirası hızla değer kaybetmiĢtir (Boratav, 1987: 36–37). Bütün bunların yanı sıra, cari iĢlemler açığını büyüten bir baĢka faktör de, millileĢtirilen yabancı Ģirketlerin tazminat

taksitlerinin ödenmesi ve servetlerini dövize çevirip, yurtdıĢına çıkanların sayısının artması olmuĢtur (Ergin, 1981: 16).

1929 yılının ortalarına kadar Türkiye‟de ekonomik sıkıntılarla ilgili bir belirti olmamıĢtır. Hatta Ġsmet PaĢa Haziran 1929‟da Meclis‟te geleceğe iyimser bakan bir konuĢma yapmıĢ, Ağustos 1929‟da yeni gümrük tarifelerinin yürürlüğe gireceği ve bütçe gelirlerinin artacağı umuduyla ülke yönetiminde iyimser bir hava hâkim olmuĢtur. Ayrıca, 1929 yılında Lozan ticaret sözleĢmesine göre, ekonomik karar alma gücü de artık kendisinde olan yönetim kendi bağımsız kararlarıyla ve yeni koĢullarla dıĢ ticaret sözleĢmeleri yapabileceği beklentisi içine de girmiĢtir (Kuruç, 1, 1988: 32).

Ancak, bu iyimserlik birkaç ay sonra yok olmuĢ ve 1929 sonlarına doğru gitgide büyüyen ve ekonomik önlemlerle kontrol altına alınamayan bir durum söz konusu olmuĢtur. DıĢalım mallarına karĢı olan talebin büyük ölçüde artması, eskisinden yüksek yeni gümrük oranlarının spekülâtif mal stoklarını artırması ve Osmanlı borçları için yapılan ödemeler birbiriyle çakıĢınca ortaya çıkan büyük döviz talebinin etkisi altında döviz kıtlaĢmıĢ ve döviz fiyatı artmıĢtır. Bu durum Türk Lirası‟na süratle değer kaybettirmiĢtir (Kuruç, 1987: 34–35; 1, 1988: 35–36–43).

BaĢlangıçta TL‟deki düĢüĢün gerçek nedeni tam olarak anlaĢılamamıĢ, bu duruma dünyadaki buhranın baĢlangıcı olarak değil, gümrük kanunun uygulanmaya baĢlamasıyla yapılan aĢırı ithalatın neden olduğu düĢünülmüĢtür. Nitekim BaĢvekil Ġsmet Ġnönü‟nün 9 Kasım 1929‟da TBMM‟de yaptığı konuĢmada para değerindeki düĢüĢün spekülâtif ithalata bağlanması ve paranın değerindeki kaybın “suni” olduğunu belirtmesi bu yüzdendir. Hükümetin konuya daha ciddiyetle yaklaĢmasına Aralık ayında