• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet Kurulduğunda Ekonomik Durum

1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Ġmparatorluğu'ndan sanayisi olmayan, tarıma dayalı, fakir ve geri kalmıĢ bir sosyo-ekonomik yapı devralmıĢtır. Kaldı ki uzun savaĢ yılları da ülkenin yakılıp, yıkılmasına yol açmıĢ, zaten kötü durumda olan iktisadi ve sosyal hayat büsbütün alt üst olmuĢtur.

Cumhuriyet‟in devraldığı mirasta, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun yüzyıllardır süregelen geri kalmıĢlığı savaĢların getirdiği yıkımdan daha önemli bir sorun olmuĢtur. Yeni devlet kurulurken ülke sınırları içindeki nüfus tam olarak bilinmemekle birlikte, Cumhuriyet kurulduğunda ülkede 13 milyon insan yaĢadığı tahmin edilmektedir. Bu küçük nüfus iktisadi açıdan verimsiz, yoksul, güçsüz bir insan topluluğunu temsil etmekteydi. Nüfusun niteliği cinsiyet, yaĢ dengesi açısından bozuk, sağlık ve eğitim yönünden de oldukça yetersizdi. Sıtma ve verem hastalıkları o kadar yaygındı ki, bazı tahminlere göre nüfusun yüzde 14‟ü sıtmalı, yüzde 9‟u frengili idi. Toplumun eğitim durumu da çok kötüydü. 1927 sayımında 7 yaĢından büyük nüfusun ancak yüzde 8 kadarı okuryazar görünüyordu. Yeni devletin kurulması ile baĢka ülkelere göç eden azınlıklar ve nüfus mübadeleleri sonucunda ülkeyi terk eden Rumlarla birlikte zaten kıt olan mesleki bilgi birikimine sahip, teknik donanımlı iĢgücü açığı daha da artmıĢtı. Geride kalan mevcut insan kaynağı ise din adamları, devlet memurları ve köylülerden oluĢmaktaydı (Yenal, 2010: 18).

Böyle bir mirasla yola çıkan Cumhuriyet‟i kuran kadro bir taraftan devrimleri yapıp, rejimi yerleĢtirmeye uğraĢırken, diğer taraftan da yeni devleti her açıdan kalkındırmaya çalıĢmıĢtır. KuruluĢ yıllarında “imar ve inĢa ya da bugünkü deyimiyle kalkınma Cumhuriyet rejiminin temel doktrini olmuĢtur”. Kalkınma iĢi o günün dünya ölçülerine ve kurumlarına uygun bir temele oturtulmak istenmiĢ, yani hayatın her alanında modernleĢme arzulanmıĢtır. ĠĢte bu yüzden Cumhuriyet‟in ilk yılları kurumlaĢma ve modernleĢme çabalarıyla geçmiĢtir. 1923‟ü izleyen yıllar toplumda ve devlet düzeninde “köhnemiĢ” olarak görülen yapıların tasfiye edildiği, yerine yenilerinin kurulmaya baĢlandığı, yenilik hamlelerinin hız kazandığı, ekonomide özellikle de ticarette bir canlanmanın baĢladığı bir dönem olmuĢtur. Ġktisadi hayatın da batı normlarına uygun hale gelmesi için modern bir ticaret, sınaî mülkiyet, mali sermaye yapısı istenmiĢ, ekonomideki canlanma “milli bir öz” ile doldurulmak istenmiĢ, ekonomi “Milli Ġktisat” kavramı üzerine odaklanmıĢtır. ĠĢin püf noktası ise, ekonomide

sermayeyi elinde bulunduran unsurların milliyeti ile ilgili olmuĢtur. Rejime önem verdiği güvenceyi sağlayacak hususlardan birini bu oluĢturmuĢtur. Bu anlayıĢla, ekonomide sermaye kazançlarının gayri milli unsurlardan milli unsurlara aktarılması hedeflenmiĢtir. Cumhuriyet yönetimi bu ortamı yaratmak için mali ve ekonomik desteklerde bulunmaktan kaçınmamıĢtır. Bunun için ticarete, sanayiye, bankacılığa destekler sağlanmıĢ, özel giriĢim özendirilmiĢtir. Bu nedenlerden dolayı Cumhuriyet'in ilk yıllarında özel giriĢimin faaliyet alanı oldukça geniĢlemiĢtir (Kuruç, 1, 1988: XXXI- XXXVII).

Mustafa Kemal PaĢa ve arkadaĢları, yeni Türk burjuvazisini Batıcılık, laiklik ve milliyetçilik çizgisi üzerine oturtmayı hedeflemiĢtir. Osmanlı‟nın son döneminde hâkimiyet kazanan milliyetçi görüĢün getirdiği Türk diline ve mirasına karĢı artan önem Cumhuriyet‟in kurulmasından sonra da devam etmiĢtir. Aynen Ġttihatçıların yaptığı gibi yeni dönemde de reformist Müslüman Türklerin elinden tutulmak istenmiĢ, gayrimüslim azınlıklar ulusal burjuvaziden dıĢlanarak, ekonomiden tasfiye edilmiĢtir (Göcek, 1999: 309–310).

Milli burjuvazi hedefini gerçekleĢtirmek için en yaygın ve en etkili yöntem; devlet tekellerinin imtiyazlı özel Ģahıs ve Ģirketlere verilmesi olmuĢtur. Lozan AntlaĢması‟nın ithal ve yerli mallara farklı oranlarda vergi uygulamasını önleyen kısıtlamaları ve sadece devlet tekelinde olan mallarda kamu gelirlerini artırmaya yönelik olarak daha yüksek fiyatlara izin vermesi, bu tekellerin dönemin genel anlayıĢına uygun olarak daha sonraları imtiyazlı yerli ve yabancı Ģirketlere devredilmesiyle aĢılmaya çalıĢılmıĢtır. Devletin üst kademelerinde bulunan siyasi kadrolar ve bürokratların da ortak ya da hissedar olduğu bu Ģirketler, devletin sağladığı tekel durumundan yararlanarak yüksek kazançlar elde etmiĢlerdir. Bu tekellerin özel Ģirketlere ihale yoluyla ya da belli bir bedel karĢılığı devredilmesi gerekirken, mesela Ġzmir ve Ġstanbul Liman Ġnhisarı‟nın devredildiği Ģirketler, iĢletme sermayesini bile devletten almıĢtır. Kibrit- çakmak, ispirto-alkollü içkiler, barut-patlayıcı maddeler, petrol-benzin ithali ve dört büyük limanın iĢletmesi bu dönemin imtiyazlı Ģirketlerine devredilen en önemli tekeller olmuĢlardır. Bu dönem, sermayesiz, fakat iĢ ve hükümet çevreleriyle kuvvetli bağları olan kiĢiler için geliĢme fırsatlarının bol olduğu yıllar olmuĢtur. Politikacıların çoğu da zenginleĢme hevesine kapılarak, politik nüfuzlarını kullanarak servet edinmeye çalıĢmıĢlardır. Ġstanbul Liman Ġnhisarı‟nda devletin sermaye koyup, kâr‟ın özel kiĢilerce

alınması, Ģeker endüstrisinde devlet sermayesi ile kurulan bazı iĢletmelere özel Ģahısların neredeyse hiç sermaye koymadan ortak olmaları, Liman ġirketi‟nde olduğu gibi sermaye koymadan özel Ģahısların kâr‟dan pay alması gibi olaylar münferit örnekleri oluĢturmamıĢtır (Avcıoğlu, 1990: 402-409-416, Boratav, 1993: 29; 2006: 51).

Bunların yanı sıra devlet ihalelerinin dağıtılması sırasında da bazı kiĢilerin zenginleĢmesine imkân tanınmıĢtır. Bayındırlık iĢleri, devlete içeriden ve dıĢarıdan malzeme, silah, çeĢitli tüketim maddeleri ve hizmetlerin sağlanması gibi iĢler aralarında bazı meclis üyelerinin de bulunduğu kimi müteahhitlere büyük servetler kazandırmıĢtır (Keser, 1993: 81).

Ayrıca, bu dönemde Ġzmir Ġktisat Kongresi‟nde alınan kararlar doğrultusunda sanayiyi teĢvik açısından da yasal ve kurumsal düzenlemeler yapılmıĢtır. 1924‟te çıkarılan yasayla ihracata dönük sanayilerin kullandıkları hammaddelerin gümrük vergisinden muaf tutulması sağlanmıĢ, içe dönük üretim yapan sanayicilere ucuz girdi imkânları tanınmıĢtır. Yine 1924 yılında Halk Fırkası‟nın liberallerinden Celâl Bayar‟a ĠĢ Bankası kurdurulmuĢtur. 1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankası‟nın kurulması, 1927 yılında TeĢvik-i Sanayi Kanunu‟nun çıkarılması, 1929‟da yeni gümrük tarife kanunu ile himaye tedbirleri alınması bu yılların önemli düzenlemelerindendir (Cumhuriyet, 30 TeĢrinevvel 1933). Ġttihat ve Terakki‟nin 1913 yılında yürürlüğe koyduğu kanunun hükümleri geniĢletilerek, TeĢvik-i Sanayi Kanunu asgari bir ölçeğe ve teknolojiye sahip sanayiciler gümrük muafiyetlerinden, arazi hibelerinden ve kamunun yaptığı alımlarda yabancı rakipler karĢısında ihale kazanma garantisinden yararlandırılmıĢlardır (Üzümcü vd, 2009: 687–690).

26 Ağustos 1924‟te 1 milyon TL sermaye ile kurulan ĠĢ Bankası; dönemin ekonomi felsefesini temsil eden ve siyasi kadrolar ile sermaye çevrelerini bir araya getiren en önemli örneği oluĢturmuĢtur (Boratav, 1993: 30). Atatürk‟ün Ġzmir‟in önde gelen iĢ adamlarından biri olan kayınpederinin önerisiyle kurulan bankanın amacı; iç pazarın geliĢmesi için gerekli alt yapıları oluĢturmak, hem yabancı bankalarla hem de Ġstanbul‟da hala çok kuvvetli olan yabancı kapitalistlerle rekabet edebilecek bir mali kuruluĢ yaratmak olmuĢtur (Ahmad, Kasım 2009: 118).

Bu özel statülü ancak resmi görünüĢlü bankanın Genel Müdürlüğü‟ne Ġmar Vekilliğinden istifa eden Celâl (Bayar) Bey, yönetim kurulu baĢkanlığına da Siirt

mebusu Mahmut (Soydan) Bey getirilmiĢ, banka yerli ve yabancı sermaye ile siyasi iktidarı bütünleĢtirmede büyük bir rol oynamıĢtır. ĠĢ Bankası, iktisat politikalarının sermaye çevrelerinin istekleri doğrultusunda oluĢmasında yönlendirici, hükümet ve iĢ çevreleri arasında aracılık yapan çok etkin bir kurum olmuĢtur. Hükümet üzerinde bir baskı grubu haline gelen ĠĢ Bankası‟nda görevli politikacı ve nüfuzlu kiĢilere, ĠĢ Bankası‟nın Fransızca karĢılığı olan Banque d‟Affaires kelimelerinden yola çıkarak, aynı zamanda “çıkarcı” anlamına gelen “affairisme” kelimesinin karĢılığı olan “aferistler” denilmiĢtir (Boratav, 1993: 30). Dönemin önde gelen gazetecilerinden Falih Rıfkı durumu Ģöyle değerlendirmektedir:

“ĠĢ Bankasının bir nevi politikacılar bankası olarak kurulmuĢ olması, Cumhuriyet tarihi için pek acıklı bir aferizm salgınının baĢlangıcı olmuĢtur. ĠĢ Bankası‟nı kuranlar ve bilhassa onun umun müdürü dürüst kimselerdi. Fakat bankayı yürütebilmek, tutabilmek ve iĢletebilmek, uzun müddet devlet otoritesini kullanmağa bağlı kalmıĢtır. Kolay kazanç elde etmeğe çalıĢanlar, yerli yabancı, Ankara‟da nüfuz tüccarlarını bulmakta ve onlar vasıtası ile bankayı kendi teĢebbüsleri için sürüklemekte idi. Birkaç defa bankayı pek ağır ziyanlardan kurtarmak için, onu çıkmaz iĢlere sokmuĢ olanları kazandırarak kurtarmak lazım gelmiĢtir. Bu kurtarılanlardan biri ki on parasız bir subay emeklisi olarak ilk Meclise katılmıĢtı, bir demiryolu mukavelesinden tam 1 milyon yirmi sekiz bin lira komisyon almıĢtı. Bu komisyonun ehemmiyetli bir kısmı ĠĢ Bankasındaki hesaplarını kapatmağa ancak yetebilmiĢti” (Atay, 1984: 455–456).

ġevket Süreyya Aydemir de Ġkinci Adam adlı kitabında bu konudan Ģöyle bahsetmektedir:

“ĠĢ Bankası‟nın kuruluĢu sırasında, Gazi‟nin de takdir ve teĢviklerinde yer alan iyi niyetlerin yanında, bir taraftan da memlekette Devlete arkasını vererek Devlet nüfuz ve imkânlarından faydalanan birtakım affairiste temayüllerin, yani iĢ adamlığı, çeĢitli yollardan iĢ takipçiliği, zayıf ruhlu insanların menfaatlerine göre iĢletilen tesis cereyanlarının da belirdiği bir gerçektir. Hemen hiç biri iĢ âleminden gelmeyen, hemen hepsi de eski millî mücadele günlerinin asker, idareci yahut siyasetçi elemanları arasından gelen bazı insanların yeni devrin iktisadî iĢlerini ve imkânlarını, az çok maskeli Ģekillerde, fakat daima Devletin nüfuzuna dayanarak kendi menfaatlerine kullanmak çabaları olmuĢtur” (Aydemir, I, 1968: 468).

1920‟lerin iktisadi anlayıĢı, yabancı sermayenin ülkenin geliĢmesine önemli katkıda bulunacağını varsaymıĢ, yabancı sermayeyi kapitalist geliĢme stratejisinin bir unsuru olarak görmüĢ ve istemiĢtir (Tezel, 1986: 134−135−393). Cumhuriyet gazetesinin yapmıĢ olduğu haberler de dikkate alındığında dönemin yabancı sermayeye yaklaĢımının son derece yapıcı olduğu anlaĢılmıĢtır. Yabancılara kapitüler ayrıcalıklar tanımamak Ģartıyla yabancı sermayeye açık olan bu anlayıĢ dönemin resmi tutum ve politikalarına hâkim olmuĢtur. Cumhuriyet‟in iĢe büyük bir borç ile baĢlaması, 1932‟de

bile 146.210.355 TL olan devlet bütçesinin en büyük kısmının borç ödemelerine ayrılması bir anlamda yabancı sermayeyi zorunlu kılmıĢtır. Buna karĢın savunma, bayındırlık, maliye, adalet, hıfzısıhha, sosyal yardım, tarım, jandarma ve din iĢlerine ayrılan tutar sadece 86.007.852 TL ile sınırlı kalmıĢtır. Bu koĢullar altında Türkiye akılcı bir politika izleyerek, yabancı sermayeyi desteklemiĢtir. Dönemin hükümetleri özellikle Türk sermayedarları geliĢtirecek Ģekilde ülkeye gelen yabancı sermayeyi teĢvik etmiĢtir. Nitekim 1920–1930 yılları arasında kurulan Ģirketlerin yaklaĢık üçte biri yabancı sermaye ortaklığında gerçekleĢmiĢtir. (Ahmad, Kasım 2009: 118).

Siyasi iktidarda söz sahibi olanlar daha Cumhuriyet kurulmadan önce yabancı sermaye ile bizzat iĢ birliği yapmıĢ, bu konuda yoğun çaba sarf etmiĢ ve bu türden giriĢimlere ön ayak olmuĢlardır. Yabancı sermaye ile ilk temas, 1920‟lerde daha henüz devlet kurulmadan önce baĢlamıĢtır. 1920‟lerde ülkenin en yüksek siyasi mevkilerinde bulunan BMM BaĢkanı Celalettin Arif Bey, Bekir Sami Bey, Refet Bey tarafından baĢlatılan bu faaliyetler daha Milli Mücadele devam ettiğinden siyasi bakımdan tehlikeli görülmüĢ ve bir bütün olarak onay verilmemiĢtir (Can, 2000: 342).

Bu konudaki ilk giriĢim 1920 yılı içerisinde, BMM‟nin ikinci baĢkanı ve Adliye Vekili olan Celâlettin Arif Bey‟in siyasi nüfuzunu Ġtalyan sermayesi lehine kullanması ile olmuĢtur. Ereğli kömür havzasında bir kömür arama ve iĢletme imtiyazına sahip olan Celalettin Arif Bey, 1919 yılında Ġtalya‟ya giderek Terni ġirketi‟ne bu imtiyazı % 10 hisse karĢılığında devretmiĢtir. Eylül 1920 tarihinde daha savaĢ halinde bulunduğumuz Ġtalyanlara ait 25 kiĢilik bir grup Ereğli‟ye gelmiĢ, Celalettin Arif Bey de zamanın Ġktisat Vekili‟ne Ġtalyanlara gereken kolaylığı göstermesini istemiĢtir. Ancak, Ġktisat Vekili Mahmut Celâl Bey bu ricayı reddederek, Ġtalyanların çalıĢmalarına engel olmuĢtur. Yine bir baĢka giriĢim, Amerikan mandasının çok taraftar bulduğu günlerde, Refet PaĢa‟nın Kasım 1921‟de Ġngiliz General Harrington‟a, Ġngiltere‟nin siyasi desteğine karĢılık Ġngiliz sermayesine kolaylık gösterileceğinin vaat edilmesiyle ilgili olmuĢtur.21

Konuya iliĢkin bir baĢka ilginç örnek ise, 54 milletvekili, 37 tüccar ve bazı yüksek memur ve subaylar tarafından 19 Eylül 1922‟de kurulan, ortakları arasında Yunus Nadi, ġükrü Kaya, Ali Çetinkaya, Kılıç Ali, Hilmi Uran, Mustafa ġeref, Tunalı

21

Konu tekrar Lozan‟da, Rıza Nur‟un Lord Curzon‟a “Biz Rus‟a karĢı sizin için bir savunma siperi oluruz. Irak‟ta para harcayacağınıza biz size parasız jandarmalık ederiz” sözleriyle gündeme gelmiĢtir. Bkz. Korkut Boratav (2006), Türkiye’de Devletçilik, s. 53.

Hilmi gibi siyasilerin yer aldığı Türkiye Milli Ġthalat ve Ġhracat ġirketi‟dir. Bu Ģirket Lozan AntlaĢması‟ndan kırk gün önce bir Ġngiliz Ģirketiyle dıĢ ticaret ve Zonguldak kömürleri üzerine imtiyaz belirtileri taĢıyan ancak iç ve dıĢ tepkiler üzerine uygulanmayan bir anlaĢma imzalamıĢtır (Boratav, 2006: 46–52–53).

Bu giriĢimlere en çarpıcı örnek ise Lozan AntlaĢması‟ndan önce Amerikan sermayesiyle giriĢilen çok kapsamlı bir iĢ birliği projesi olan Chester Projesi‟nin BMM‟nce onaylanması ve sevinçle karĢılanmasıdır. “Chester Ġmtiyazı” diye anılan bu projenin geçmiĢi 1908‟lere kadar uzanır. Grup, 1908–1914 ve 1922–1923 yıllarında olmak üzere iki kez imtiyaz giriĢiminde bulunmuĢtur. Her iki giriĢimde de grubun muhatapları “milliyetçi” ve “anti-emperyalist” hükümetler olmuĢlardır. Grubun imtiyaz giriĢimlerinde olduğu bu yıllar “milli iktisat” anlayıĢının en parlak olduğu dönemler olması açısından dikkat çekmektedir (Can, 2000: 342). Türk hükümet çevreleri bu projeyi dıĢarıya karĢı yabancı sermayeye karĢı tavır almayacaklarının bir delili, içeride de ise kamuoyuna karĢı iktisadi geliĢme için bir çıkıĢ yolu olarak sunmuĢlardır. Ülkenin yeraltı kaynaklarının önemli bir kısmı bu sözleĢme ile 99 yıl için Amerikan sermayesine bırakılmıĢtır. Nitekim Chester sözleĢmesi imzalandıktan sonra Lozan‟daki Ġngiliz ve Fransız delegeler Türklerin kendilerine karĢı savundukları temel ilkelerle çeliĢtiklerini çekinmeden söylemiĢlerdir (Boratav, 2006: 54–56). Bu örnekler o dönemde ülkeyi yönetenlerin zihniyetini göstermesi açısından önem taĢımaktadır.

Milli Mücadele önderlerinin yabancı sermayeye bakıĢı Gazi‟nin Ġzmir Ġktisat Kongresi‟ndeki açıĢ konuĢmasında da açıkça ifade bulmaktadır. Gazi, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun çöküĢ sebeplerinin baĢında yabancılara tanınan ve ülkeyi yarı- sömürge haline getiren hukuki kapitülasyonlardan bahsetmiĢ, devletin Tanzimat devrinden sonra yabancı sermayenin elde ettiği ayrıcalıklı mevkiye jandarmalık etmekten öteye bir iĢ yapmadığını belirtmiĢtir (Ġnan, 1982: 65). Bununla birlikte Gazi, Ġzmir nutkunda Batı‟ya verdiği mesajlar arasında, yabancı sermayeye açık olacaklarını belirtmiĢ, ancak bu iĢbirliğinin geliĢmiĢ ülkelere imtiyaz ve ayrıcalıklar verilmesi yoluyla değil, eĢit koĢullara dayanan, karĢılıklı menfaatlerin söz konusu olduğu bir çerçevede yürütülmesi gerektiğini vurgulamıĢtır (Karabekir, 2001: 118).

Cumhuriyet‟in ilk on bir yılı içinde yabancı sermayenin Türkiye‟ye gelmesi iki Ģekilde olmuĢtur. Bunlardan ilki, bazı yabancı Ģirketler ve firmaların ülkede doğrudan Ģube açmak suretiyle faaliyet göstermesidir. Bazı hallerde ise yabancı sermaye Türk

kanunlarına göre kurulan Türk anonim, limited ya da kolektif Ģirketleri aracılığıyla faaliyet göstermiĢtir. Yabancı sermayenin etkin olduğu bazı Türk anonim Ģirketlerinin kuruluĢ amacı ise hükümet ya da belediyeler tarafından doğrudan verilen imtiyazlardan yararlanmak için olmuĢtur. Bu Ģekilde kurulmuĢ anonim Ģirketlerde hükümet, belediyeler ve yabancı sermaye arasında bir iĢbirliği olmuĢtur. Bu iĢbirliğinde ise ortaklık yapısı her zaman % 51–% 49 Ģeklinde yerli sermaye lehine olmamıĢtır. Diğer taraftan, bu gibi anonim Ģirketlerde yabancı sermayeye ve Hazine‟ye ait hisselerin dıĢında devrin asker, bürokrat kadrolarına mensup bazı Ģahısların da çok küçük hisseleri olmuĢtur. Bürokrat kökenli kiĢiler aynı zamanda Ģirketlerin idare meclislerinde de görev almıĢtır (Ökçün, 1997: 141–142).

1920-1930 yılları arasında yabancı sermaye ile ortaklık yapan Türk Anonim Ģirketlerinde kurucu, ortak, hisse sahibi ve idare meclisi üyesi olarak Atatürk‟e yakınlığı ile bilinen pek çok politikacı arasında Ġsmet Ġnönü, Celâl Bayar, Yunus Nadi, Kılıç Ali, Ali Çetinkaya, Hilmi Uran, ġükrü Kaya, Tunalı Hilmi, Trabzon mebusu Hasan Bey, Ardahan mebusu Tahsin Bey, Bolu mebusu Cevat Abbas gibi isimler göze çarpmaktadır (Keser, 1993: 82–83). Celâl Bayar yabancı sermayeli anonim Ģirketlerden Siemens, Zingal, Kibrit Ġnhisarı, Ankara Palas ve yabancı sermaye ile ilgisi olmayan sekiz anonim Ģirketle alâkalı olmuĢtur. Yunus Nadi, Ġsmet PaĢa, Cemal Hüsnü (Taray) 1925 yılında Belçikalı bir Ģirketle ortaklaĢa kurulan Türkiye Kibrit Ġnhisarı‟nın hissedarları arasında yer almıĢlardır (Boratav, 2006: 46–47).

Yine bu dönemde bazı milletvekilleri ve tanınmıĢ isimler birden fazla yabancı sermayeli Türk anonim Ģirketinde kurucu, hissedar, idare meclisi üyesi olarak yer almıĢtır. Bunlardan Ġstanbul mebusu Edip Servet Bey ve madenci Sarıcazade ġakir Bey yedi Ģirketle, Türkiye ĠĢ Bankası Genel Müdürü Celâl Bayar ve Hukuk Fakültesi Reisi (Dekanı) Aynizade Hasan Tahsin Bey dört Ģirketle, Samsun Mebusu Nusret Sadullah (AyaĢlı) Bey, Babanzade Fuat Bey, Kastamonu mebusu ve Ġtibar-ı Milli Bankası idare meclisi reisi Necmettin Molla Bey ve Ġstanbul mebusu Süreyya PaĢa üç Ģirketle, Çorum mebusu Münir Bey, Arif Hikmet Bey ve Kütahya mebusu Nuri Bey iki Ģirketle bağlantılı olmuĢtur. Azınlıklardan Danyel Burla Efendi ise bu devrede kurulmuĢ olan yabancı sermayeli beĢ Türk anonim Ģirketinde kurucu, hissedar ya da idare meclisi üyesi olarak yer almıĢtır (Ökçün, 1997:145−146).

Yabancı sermaye bu dönemde hem yerli sermaye çevreleri hem de siyasi kadrolar tarafından Türk sermayesi ile ortaklık kurduğu ve Türk kanunlarına tabi Ģirketler olarak, özellikle de “Türk Anonim ġirketleri” Ģeklinde örgütlenerek geldiği takdirde istenmiĢ ve teĢvik edilmiĢtir. Özellikle kuruluĢu izleyen 1923–1928 yılları arasında, Türkiye‟de kurulan sermaye ve konulan sermaye açısından anonim Ģirket kurma yönünde önceki yıllara kıyasla daha fazla bir eğilim olması bu görüĢü desteklemektedir. Anonim Ģirketler halinde örgütlenen yerli sermaye yabancı sermaye ile iĢbirliği yaparak daha fazla güçlenmek istemiĢtir. Hükümetin hukuki ayrıcalık istemeyen yabancı sermaye lehine vermiĢ olduğu beyanlar, bizzat yabancı sermaye ile yapmıĢ olduğu ortaklıklar, özel teĢebbüse sunmuĢ olduğu ayrıcalıklar ve yerli sermaye lehine % 51–% 49 Ģeklinde bir oranla sermaye yapılanması Ģartı aramaması bu iĢbirliğinin önünü açmıĢtır (Kuyucuklu, 1993: 177, Ökçün, 1997: 146).

Bu yıllarda yabancı sermaye için de en güvenli yol Türk vatandaĢları ile ortaklık yapmak olmuĢtur. Kısacası yabancı sermaye ülkede bu dönemde “milli” bir görüntü içinde ancak küçümsenmeyecek ölçülerde yer almıĢtır. Yine Ökçün‟ün bulgularına göre 1920–1930 yılları arasında kurulan 201 Türk Anonim ġirketi‟nden 66‟sında yabancı sermaye yer almıĢtır. Bütün anonim Ģirketlere ait ödenen sermaye toplamı 73 milyon TL‟dir. Bunun 31,3 milyonunu yani % 43‟ünü yabancı sermaye karĢılamıĢtır. Yabancı sermaye ile yerli sermayenin ortaklık yapması Ģeklinde kurulmuĢ olan Ģirketlerde, yabancılar, gerekli olan maddi sermayeyi sağlarken, yerli unsur da siyasi iktidarla yakınlık derecesine göre nüfuzunu kullanarak gereken kolaylıkları sağlamakla sorumlu olmuĢlardır. Bu ortaklıklarda Türk hissedarların, çoğunlukla Ģirketin asli unsuru olmadığı, birer paravan olduğu, sermayeye iĢtirak etmeyen ancak kâr‟dan pay yani komisyon alan Ģahıslar olduğu belirtilmektedir (Boratav, 1993: 31; 2006: 57–58).

1920‟li yıllar boyunca çok sayıda kurulan anonim Ģirketin yanı sıra Osmanlı Ġmparatorluğu zamanından kalan ayrıcalıklı Ģirketlerin çoğu da varlığını devam ettirmiĢ, Cumhuriyet hükümeti de ormancılık, ticaret, madencilik, yapım ve taĢımacılık sektörlerinde yabancı Ģirketlere yeni ayrıcalıklar tanımıĢtır. 1923 yılında Ġstanbul‟daki tramvay, telefon, su, elektrik Ģirketleri ve Aydın Demiryolu ġirketi gibi bazı Ģirketlerle eskiden almıĢ oldukları ayrıcalıkları onaylayan yeni anlaĢmalar imzalanmıĢtır. 1923 yılı itibariyle ülkede bulunan yabancı yatırımcıların öz kaynaklarının toplamı 63 milyon sterlin civarında olmuĢ, bunun % 45‟i Alman, % 26‟sı Fransız, % 17‟si Ġngiliz, % 4‟ü

Belçika, % 2‟si de Amerikalı sermayedarlar tarafından gerçekleĢtirilmiĢtir (Tezel, 1986: 96–168–169).

Cumhuriyet gazetesi de ülke yöneticilerinin tutumuna paralel bir Ģekilde bu dönemde yabancı sermayeye karĢı olumlu bir tavır içinde olmuĢ, ülkeye gelecek her ecnebi sermayenin memleket ekonomisi için çok faydalı olacağı görüĢünü savunmuĢtur. Konuyla ilgili olarak gazetede zaman zaman özellikle de Yunus Nadi‟nin yabancı sermayeyi destekleyen yazılarına rastlanmıĢtır. Yunus Nadi “Yeni Bir Devir” baĢlıklı yazısında, sadece bir istisna olarak memlekete çok zararı dokunduğundan Dersaadet Rıhtım ġirketi ve Terkos ġirketi‟nin istenmediğini, bunların dıĢında kalan yabancı sermayeye sıcak bakıldığını belirtilerek, Ģöyle devam etmiĢtir:

“Memleketimizde çalıĢmağa gelecek ecnebi sermaye ve ihtisasını azami surette teĢvik ve teshil etmeğe ihtiyaç vardır. Dâhili istihsali artırmak hesabına az çok himaye