• Sonuç bulunamadı

Gazetenin Devletçilik Üzerine Yorumları

Dünyada ve Türkiye‟de iktisadi ve fikri bunalımın son haddine vardığı, Türkiye‟de doktrin tartıĢmalarının baĢladığı ve yayıldığı günlerde, CHF ‟nın 10 Mayıs 1931 tarihinde toplanan Üçüncü Büyük Kongre‟sinde devletçilik, CHF ‟nın kabul ettiği altı temel ve değiĢmez ilkeden biri olarak partinin esas ana vasıfları arasına girmiĢtir. Kongrede devletçilik; “dünyanın Ģimdiki gidiĢi içinde, milli iktisadiyatımızı koruyup yükseltecek bir prensip olarak” fiilen tanınmıĢ, 1937 yılında ise anayasaya girmiĢtir (Aydemir, I, 1968: 413–414, Ġnan, 1972: 24).

Programda devletçiliğin sınırlarının oldukça geniĢ tutulduğu Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan Ģu görüĢlerden de anlaĢılmaktadır:

“Hususi mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriĢtirmek için milletin umumi ve yüksek menfaatlerinin icab ettirdiği iĢlerde bilhassa iktisadi sahada devleti fiilen alâkadar etmek mühim esaslarımızdandır. Devletin hangi iktisadi iĢleri fiilen yapacağının takdiri milletin umumi ve yüksek menfaatlerinin icabına bağlıdır” (Cumhuriyet, 12 Mayıs 1935).

Bu geniĢ tanım devletçiliğin değiĢik Ģekillerde yorumlanmasına yol açmıĢ, kimileri ferdi mesai ve faaliyeti esas tutarken, kimileri de milletin menfaatlerini her Ģeyin üstünde görmüĢtür. Ġkinci görüĢte hemfikir olanlar bu kez de devletin müdahale ve faaliyetlerinin sınırı ve süresi üzerinde anlaĢamamıĢlardır. Devletçiliği “kiĢilerin yapamadığını devlet yapar” Ģeklinde formüle ederek bir tür “geçici devletçilik anlayıĢı” önerenler (liberaller) arasında ĠĢ Bankası çevresi, Celâl Bayar, Âli Ġktisat Meclisi ve Ġstanbul Darülfünunu bulunmuĢtur. Bunlar, kiĢilerin devletçe himaye edilip, desteklenmesini, devletin yaptığı iĢleri yapabilecek sermaye gücüne ulaĢtırılmasını savunmuĢlardır. Devletçiliği, kiĢilerin yapamadığını devlet yapar görüĢünün ötesinde sürekli bir çözüm olarak savunanlar ise “Ġsmet PaĢa‟nın himayesindekiler” olarak bilinen Recep Peker, Mustafa ġeref Özkan, ġükrü Kaya ve çevresi olmuĢtur. Bu kiĢiler, özel kesime karĢı olmamakla birlikte, mümkün olan en kısa sürede memleketi kalkındırma iĢinin kâr amacı güden özel teĢebbüse bırakılmaması gerektiğini düĢünmüĢlerdir. Bu kiĢiler ayrıca, toplumun çıkarları için bazı üretim kesimlerinin

sürekli olarak devletin elinde kalması gerektiğini savunmuĢlardır (Kipal ve Uyanık, 2001: 97–98, Ahmad, Mayıs 2009: 197-198).

Devletçiliğin “aĢırı” kanadından Recep Peker‟in 1936 yılı ortalarında Europöscher Revue adlı Alman mecmuasında çıkan Volke und stat Werdung (UluslaĢma-DevletleĢme) baĢlıklı makalesi de dönemin koyu devletçi görüĢlerini yansıtmaktadır:

“Devlet, Türkiye‟de baĢarılmasını lüzumlu gördüğü her iĢi, hususi bir teĢebbüsün isteği olsun olmasın bizzat yapabilir. Fabrikalar kurar, demiryolları, limanlar, elektrik, su, büyük enerji müesseseleri vücude getirir. Ve bunları, maden sahalarını iĢletir. Hatta baĢka hususi bir sermayenin elinde olan bir iĢi ayrı bir kanun yapmak ve bedelini ödemek Ģartile kendi uhdesine alabilir. Devletin bütün bunları yapabilmesi için yalnız genel menfaatin icabı olmak kâfidir… Hiçbir zaman, hiçbir sebeb, hiçbir ihtiyaç musadereyi meĢru kılmaz… Türkiye‟de devlet en büyük nüfuz ve otoriteyi taĢır, ulusun emniyetine olduğu kadar menfaatlerine de hizmet etmek Ģartile…” (Cumhuriyet, 5 Temmuz 1936).

AĢırı devletçiliğe yönelen bu bürokratik tehlike en çok Ġsmet Ġnönü‟nün himayesi altındaki Kadro dergisinde etkisi altında hissedilmiĢ, ancak, güçlü ve kararlı muhalefet 1934‟te derginin kapatılmasını sağlayarak, aĢırı devletçiliğe karĢı çıkan bazı uygulamalara daha giriĢmiĢtir. ĠĢ Bankası‟nın baĢındaki Celâl Bayar, aĢırı devletçiliğe karĢı çıkılmasının bir ifadesi olarak Ġktisat Vekilliğine getirilmiĢtir. 1937‟de BaĢvekil olana dek bu görevde kalan Bayar, liberalizme sonuna kadar bağlı bir kiĢi olmasına rağmen, Türk burjuvazisinin zayıflığından dolayı devletin ekonomik alanda baĢı çekmesi gereğinin de farkında olmuĢtur31. Bayar, aĢırıların etkisiyle yeni doğmakta olan özel teĢebbüse zarar verilmesinden çekinmiĢ, bu tehlikeden dolayı özel teĢebbüse milli ekonomiden daha fazla pay verilmesini istemiĢtir (Ahmad, Mayıs 2009: 197).

Yunus Nadi 1930‟lu yıllardaki yazılarında devletin ekonomi alanında düzenleyici ve belirleyici bir rol almasını savunmuĢtur. Ancak, onun devletçilik anlayıĢının Recep Peker grubuna daha yakın olduğu görülmüĢtür. Yunus Nadi de diğerleri gibi özel teĢebbüse karĢı olmamakla birlikte, ekonomik faaliyetlerin toplumun çıkarlarına uygun bir Ģekilde yürütülmesi gerektiğini düĢünmüĢ, görüĢleri Recep

31 Ġktisat Vekili Celâl Bayar o günün sanayileĢme ve iĢ bölümü anlayıĢı üzerine Ģunları

söylemiĢtir: “Eğer memleketin sanayileĢmesini ve milletin muhtaç olduğu refahı bazı hususi teĢebbüslere ve bu teĢebbüslerin dayandığı sermayeye bırakmak lazım gelirse, lâakal (hiç değilse) iki asır daha intizar (bekleme) devresi geçirmekliğimiz lazımdır”. Daha detaylı bilgi için bkz. Bilsay Kuruç (1988). Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, C.1, s. XLIII.

Peker‟in “…Devletin bütün bunları yapabilmesi için yalnız genel menfaatin icabı olmak kâfidir…” Ģeklindeki koyu devletçi yaklaĢımı ile daha uyumlu olmuĢtur:

“…Devletçi sistemin anlaĢılıĢında zaman zaman bazı kimselerin yanıldıklarını gördüğümüz için bu ana prensipleri belirtmeği lüzumsuz saymıyoruz. Bu konudaki ulusal parti ana prensipi Ģu iki temelde kısaltılabilir: 1:Partiye göre özel çalıĢma temeldir. 2-Teklerin (ferdlerin) yapamıyacakları ve çabuk yapılması gerekli büyük iĢleri devlet yapar. Ülkeyi demiryolu Ģebeke ile kaplamağa uğraĢan devletin bu iĢte devletçiliğini çok açık görürüz. Bu büyük iĢi tekler beceremezlerdi… Bunun gibi çok sermaye ve ona göre de çalıĢma ve yetiĢme istiyen büyük sanayi devlet eline almıĢtır… Teklerin özel çalıĢmaları esas olmakla beraber bütün çalıĢmaların genel budun faydasına uygun bir düzen içinde yürümesi esastır. Devletin özel çalıĢmaları bu noktadan göz önünde tutarak onlardan zararlı olabileceklerin zararlarına yer vermemesi ve ileri götürülmesi lazım gelenleri ise her yöntemde yardım etmesi gene ulusal parti programında dikkate alınmıĢ iĢlerdendir…” (Cumhuriyet, 12 Mayıs 1935).

Yine gazetenin önemli kalemlerinden Abidin Daver de devletçiliği savunmuĢ, “Devlet, fabrikacılık Edebilir miymiĢ, Edemez miymiĢ?” baĢlıklı yazısında, neden Türkiye‟de sanayi iĢini devletin ele alması gerektiğini anlatmıĢtır. Daver‟e göre, büyük savaĢtan sonra tüm dünyada devletin tüccarlık, sanayicilik, demiryolu iĢletmeciliği yapamayacağı yönündeki liberal görüĢlerin modası geçmiĢ, buna aykırı olarak her Ģeyi devlete yaptıran devletçilik prensibi ortaya çıkmıĢtır. Gazeteci CHF‟nın mutedil devletçilik anlayıĢını benimsediğini, büyük sermaye ve teknoloji gerektiren iĢleri devletin üstlendiğini, daha küçük iĢlerin ise özel kesime bırakıldığını kaydetmiĢtir. Daver'e göre, bizim gibi bir ülkede devletin sanayiye girmesi bir zaruriyet olmuĢ, büyük sanayi için gerekli olan sermayenin ancak devletçe bulunulabileceği savunulmuĢtur (Cumhuriyet, 27 ġubat 1935).

Bu görüĢlerin yanı sıra, gazetenin yine önemli kalemlerinden olan Nadir Nadi ise devletçilik konusuna biraz daha ihtiyatla yaklaĢmıĢtır. Cumhuriyet gazetesinin 1943 yılından itibaren genellikle baĢyazarlığını yapan Nadir Nadi, özellikle savaĢtan sonra yazdığı makalelerde Türkiye‟de devletçilik uygulamasının zamanla amacından saptırıldığını belirtmiĢ ve hatta devletçiliği eleĢtirmiĢtir:

“Biz devletçiliği bir sosyal kalkınma hamlesi olarak ele aldık ve ufaktan baĢladık: Ġlk zamanlar ferdin yapamayacağını devlet eliyle yapacağız, hususi sermayenin yetmediği yere devlet sermayesiyle ulaĢacağız diyorduk… Ġsteklerimizde samimiydik, fakat tuttuğumuz yolun sosyolojik suretini henüz kavrayamamıĢtık… Bir gün hususi sermaye kuvvetlendi, devletçe baĢladığımız iĢleri ona teslim mi edecektik? Hususi sermayenin geliĢip alabildiğine kuvvetlenmesine imkân verecek miydik? Doğrusunu söylemek lazım gelirse, baĢlangıçta bu iĢlere akıl erdirenlerimiz yoktu…” (Cumhuriyet, 16 Aralık 1945).

Nadir Nadi “Her millet devletçi olacak” adlı bir baĢka yazısında da bir milletin siyasi rejiminin o ülkenin ekonomik imkânları ile yakından ilgili olduğunu söylemiĢ ve devletçiliğin ekonomik yetersizliğimizin zaruri bir sonucu olarak ortaya çıktığını belirtmiĢtir. Ancak, maden ocaklarının kamulaĢtırmasının iyi yapılamadığı, bazı fabrikaların yanlıĢ kurulup, üretim maliyetlerinin hiç hesaplanmadığı Ģeklinde eleĢtiriler yaparak, devletçilik uygulamalarındaki aksaklıklara sa değinmiĢtir:

“…Devletçilik prensiplerini daha anlayıĢlı, daha pratik, realitenin icablarına daha uygun bir Ģekilde yürütebilseydik, bugün Ģüphesiz milletçe daha ileri bir hayat seviyesine ulaĢmıĢ olurduk… O politika (devletçilik) iyi yürütüldüğü zaman Ģüphesiz iyi iĢler ve sevindirici baĢarılara yol açar. Bence kusur devletçiliği yanlıĢ anlayan ve yanlıĢ tatbik eden mes‟ul adamlardadır. Hususi teĢebbüse karĢı körü körüne düĢmanlık, nazariyata saplanıp hayatın realitesini görememek, halka hizmet vazifesini unutup kendini devlet farzetmek gibi bir takım zihniyetler bazı memurlarımızda yazık ki yer etmiĢtir. Milli kalkınma hareketimizi yavaĢlatan ve devletçilik politikamızı zaman zaman aksatan iĢte bu zihniyettir” (Cumhuriyet, 3 Eylül 1945).