• Sonuç bulunamadı

Bu dönemdeki devletçilik bir önceki dönem tarafından zorunlu kılınmıĢtır (Oran, 2009:247). 1920‟lerde Cumhuriyet‟in sivil-asker yöneticilerinin kabul ettiği geliĢme stratejisi, ülkenin sanayileĢme iĢinin devlet eliyle yaratılacak bir Türk iĢ adamı sınıfı ile gerçekleĢtirilmesi üzerine kurulmuĢtur. Yönetici kadro büyük arazi sahiplerinin, ticaret erbabının, para kazanma yeteneği yüksek memur ve esnafın zamanla iktisadi geliĢmede dinamik bir rol oynayacak Türk burjuvazisine dönüĢeceğini umut etmiĢ ve bu nedenle devletin gücü bu kesimlerin lehine olacak Ģekilde kullanılmıĢtır (Tezel, 1986: 395–399). Ancak, 1923–1932 arası dönemde özel teĢebbüsün bütün himaye ve teĢviklere rağmen

bir geliĢme gösteremediği ve rejimin sanayileĢme24

isteğine baĢta memleketteki yetersiz sermaye birikimi olmak üzere çeĢitli nedenlerden ötürü cevap veremeyeceği görülmüĢtür. (Sağlam, 1986: 54). Bu dönemde kısmen gayri müslimlerin yerini alan, kısmen de siyasi kadrolar ve yüksek bürokrasi ile yapılan iĢbirliği sonucunda oluĢan bir ticaret burjuvazisi oluĢmuĢtur. Bunun yanı sıra, yabancılarla kurulan imtiyazlı Ģirketlerin tekelci kazançlarından yararlanarak türeyen yeni bir zengin kitlesi de oluĢmaya baĢlamıĢtır. Ancak, bu zümreler devletin sağladığı imkânlarla zenginleĢmekle birlikte kendilerinden beklenen ekonomik performansı gösterememiĢlerdir (Boratav, 1987: 47, Kuruç, 1, 1988: 36–37–38).

Bu yıllarda beklenen büyüklük ve nitelikte yabancı sermaye de gelmemiĢtir (Kepenek ve Yentürk, 2009: 63). Gelenler de mecburi yerli ortaklarla Türk Anonim ġirketi adıyla çalıĢmıĢlar, birçok imtiyazdan yararlanmıĢlar, ancak ülke ekonomisine beklenen katkıyı sağlamamıĢlardır. Tüm bu etkenler yabancı sermayeye karĢı sertleĢme, genel olarak da özel sermayeye kuĢku ile yaklaĢılmasına yol açmıĢtır (Boratav, 2006: 142).

Rejimin geleceği bakımından ihtiyaç duyulan kapitalist geliĢmenin ana unsuru olan sanayileĢmenin baĢlayamaması25, yönetimi kendi büyük ölçekli hedeflerini gerçekleĢtirebileceği ve kısa zamanda sonuç alabileceği yeni bir yol arayıĢına itmiĢtir. Devletin sınaî tesis kurup, iĢletmesinden yani devlet kapitalizminden baĢka çare olmadığı görüĢüyle26, Temmuz 1932‟de “Devletçilik” politikası doğrultusunda ilk yasalar çıkarılmaya baĢlanmıĢtır (Kuruç, 2, 1993: LVII).

24 Mevcut sanayinin coğrafi dağılımı da kötüdür. 1932 sanayi anketine göre mevcut 1473

iĢletmenin 1/3‟ünden fazlası Ġstanbul‟da kümelenmiĢti. Sıralamada Ġstanbul‟u Ġzmir takip ediyor, mevcudun yarısına yakını Ġstanbul ve Ġzmir‟de toplanıyordu. Daha detaylı bilgi için bkz.

Cumhuriyet, 18 Ekim 1933.

25 Bir ölçüde Ģeker ve çimento sanayi kurulmaya baĢlanmıĢ, tarımda bir miktar teknik ilerleme

görülmüĢ, bankacılık, ticaret, ulaĢtırmada biraz canlanmalar olmuĢtur. Büyümede görülen artıĢ ise yapısı aynen korunmuĢ Osmanlı sanayiisinin savaĢ yıllarında atıl kalan kapasitesinin tekrar üretime geçirilmesiyle ilgili olmuĢtur. Devletin elinde de Sınaî ve Maadin Bankası‟nın bünyesinde toplanan hepsi Osmanlı döneminden devralınmıĢ Hereke Ġpek Dokuma, Feshane Yün Ġplik, Bakırköy Bez ve Beykoz Deri-Kundura‟dan oluĢan dört fabrika ve bir-iki fabrika dıĢında bir tesis olmamıĢtır. Detaylı bilgi için bkz. ReĢat Aktan (1978), Türkiye İktisadı, No:425, s. 43, Korkut Boratav (1993), Türkiye İktisat Tarihi 1908−1985, s. 47–48, Hüseyin ġahin (1997), Türkiye Ekonomisi, s. 47–48.

26

Ġthal ikamesini amaçlayan sanayileĢmeyi hızlandırma kararı hemen devlet kapitalizmine yol açmamıĢtır. Kemalist kadro önce tekstil alanındaki ithalat bağımlılığını ortadan kaldırmak için bazı teĢvik önlemleri almıĢ, bu önlemler istenen sonucu sağlayamamıĢtır. Daha sonra Türk hükümeti, yabancı, özellikle de Amerikalı yatırımcıları Türkiye‟de geliĢtirilmesi istenilen

Bu yıllarda iktisadi politikasının değiĢmesinin salt nedeni yalnızca sanayileĢme açısından istenen düzeyin yakalanamaması değildir. 1929‟da çıkan buhranın etkisiyle tarım ürünleri fiyatlarında meydana gelen büyük düĢüĢler çiftçi nüfusun hayat koĢullarında büyük sarsıntılar yaratmıĢtır. Buğday fiyatlarının 1929‟dan 1932‟ye % 68 oranında düĢmesi, buna karĢılık köylünün bankalara, tefecilere, devlete olan borçlarını önceki yılların yüksek fiyatlarından ödemekle yükümlü olması, köylü kitlelerinin sıkıntılarını daha da artırmıĢtır. Ayrıca, 1929 yılında uygulamaya baĢlanan himayecilik sonucunda içerideki sanayicilerin tüketiciyi ezerek elde ettiği aĢırı kâr‟lar da toplumda büyük huzursuzluğa yol açmıĢtır (Boratav, 1987: 51–52). Özellikle 1927‟den sonra gevĢemiĢ olan rejim, SCF‟nın halk arasında yaygın bir kabul görmesi ve toplumda var olan hoĢnutsuzluğu su yüzüne çıkarması27

ile bir silkinme yaĢamıĢtır (Oran, 2009:247). Ayrıca, Gazi‟nin çıktığı yurt gezintisinde gördükleri28, CHF‟nın baskı rejimi ve ülkede çıkan yolsuzluk iddiaları diğer önemli etkenleri oluĢturmuĢtur. Ancak her Ģeyin üstünde etkili olan unsur dünyadaki kapitalist merkezlerde patlayan kriz olmuĢtur (Keser: 1993: 11–88–93, Oran, 2009: 247). Çünkü kriz yeni devletin varlığı konusunda ciddi tehditler oluĢturmuĢtur (Kuruç, 1, 1988: 38). Krizle birlikte TL‟nın aĢırı değer kaybetmesi ve bunun da nedeni olarak dıĢ ticaret açıklarının görülmesi, ithal ikamesine dayalı sanayileĢme politikalarını gündeme getirmiĢtir (Tezel, 1986: 397–398). ĠĢin bir boyutu budur, iĢin diğer yönü ise buhran devlet kesiminin kadroları için bir fırsat olarak doğmuĢtur. Atatürk ve arkadaĢları 1920‟lerdeki ekonomik zayıflığın sermaye birikimindeki yetersizlikten kaynaklandığını fark etmiĢler, krizlerle baĢa çıkabilecek

sektörlere yatırım yapmaya çağırmıĢ, ancak bu giriĢim de sonuçsuz kalınca, Kemalistler son çare olarak devlet kapitalizmine baĢvurmuĢlardır. Yani devlet kapitalizmine geçiĢ sadece ülkeyi yönetenlerin istekleri Ģeklinde geliĢmemiĢ, varolan ekonomik yapının içinde bulunan olağanüstü koĢulların bir sonucu olarak ortaya çıkmıĢtır. Daha detaylı bilgi için bkz. Yahya Sezai Tezel (1986), Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950), s. 173–174–397–398.

27

Devletçiliğin kabulünde, ülkede bu dönemde yaĢanan SCF olayı ile somutlaĢan muhalefet sorununun bir ölçüde iktisadi geliĢmeyle, ya da sanayileĢmeyle hafifletilmek istenmesi de etkili olmuĢtur. Bu konuda tam bir açıklık olmamakla birlikte “zımnen” yani üstü kapalı bir Ģekilde böyle bir etkinin varlığı düĢünülmektedir. SCF olayı ile birlikte CHF, kitlelerin kendilerine tepkili olduğunu anlayarak, “halk kitleleri bize neden karĢı” sorusunun yanıtını bulma telaĢına düĢmüĢlerdir. Daha detaylı bilgi için bkz. Nazif Kuyucuklu (1993), İktisadi Olaylar Tarihi, s. 187, Ġhsan Keser (1993), Türkiye’de Siyaset ve Devletçilik, s. 90–93.

28

SCF‟ı dağıldıktan bir gün sonra Atatürk kalabalık bir kadroyla üç aylık bir yurt gezisine çıkmıĢ ve kitlelerin Ģikâyetlerini, CHF‟na olan tepkileri bizzat kendisi dinlemek istemiĢtir. Gezi sırasında ülkede birçok sorun olduğu görülmüĢ, bunlar bir an önce köklü ekonomi politikalarının uygulamaya geçirilmesini düĢündürmüĢtür. ĠĢte CHF‟nının açıklanacak fırka programı bu gezi sırasında oluĢmuĢtur. Kaldı ki bir yıl sonra devletçilik uygulaması daha çok önem kazanmıĢ, toplumun gündemine gelmiĢtir Daha detaylı bilgi için bkz. Ġhsan Keser (1993),

güçlü bir ekonomik yapının ancak büyük ölçekli bir sermaye birikimi ile olabileceğini kavramıĢlardır. Yeni rejime gerçek gücü bu verecektir ve bunu da oluĢturacak tek yolun sanayileĢmek olduğu düĢünülmüĢtür (Kuruç, 1, 1988: XXXVIII).

Kriz sırasında dünyada hammadde fiyatları sanayi maddelerinin fiyatlarından çok daha fazla düĢmüĢ, bunun sonucu olarak bu malları ithal etmek için elde edilen ihracat dövizleri reel olarak erimiĢtir. Kaldı ki ithal fiyatları yerli üreticinin fiyatlarından daha düĢük olduğu için açık ekonomi koĢullarına devam edilirse hem içerideki üretici rekabetçi fiyatlara dayanamayacak, hem de döviz krizinin yaĢanması kaçınılmaz olacaktı. ĠĢte bu durumda az geliĢmiĢ ülkelere tek seçenek olarak içe dönük-ithal ikamesine dayalı bir politikaya yönelmek ve ciddi bir sanayileĢme hamlesi içine girmek kalmıĢtır. Türkiye de bu dönemde diğer az geliĢmiĢ ülkeler gibi bu yolu seçmiĢ, böylelikle geliĢmiĢ kapitalist ülkeler için büyük üretim ve istihdam daralmalarına yol açan 1929 krizi üçüncü dünya ülkeleri için bir sanayileĢme fırsatı olarak belirmiĢtir (Boratav, 1993: 48–49).

Devletçilik uygulamaları bazı tarihsel faktörlere de bağlanmaktadır. Bu yöndeki görüĢler devletçiliği açıklarken, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun merkeziyetçi, hükmedici özelliklerinden, ülkenin genel durumundan, toplumun refahından “devleti sorumlu tutan” ve her Ģeyi devletten bekleyen bir toplum anlayıĢından bahsedilmektedir. Bundan yola çıkarak, Ġttihat ve Terakki döneminde belirgin hale gelen devlet öncülüğünde ekonomik ve toplumsal geliĢme anlayıĢının ve bunun bir uzantısı olarak Ġktisat Kongresi‟nde değiĢik kesim temsilcilerinin kendi çıkarlarıyla ilgili istek ve önlemleri devletten beklenmesinin bir tesadüf olmadığı belirtilmektedir (Lewis, 2008: 636, Kepenek ve Yentürk, 2009: 63).

Bu dönemde ekonomide devletçilik ile siyasetteki devletçilik birlikte yürütülmüĢtür (Oran, 2009: 249). Devletin topluma müdahale etme ve onu değiĢtirme güdüsü yani “siyasi devletçilik” denilen pratik, ekonomik hayatta kendini “iktisadi devletçilik”‟ olarak göstermiĢtir. Cumhuriyet döneminde ülkenin her alanında baĢlatılan çağdaĢlaĢma süreci ekonomik alanda “devletçilik” aracılığıyla tamamlamak istenmiĢ, devletçilik, bu yoldaki uyumsuz ekonomik koĢulları gidermede bir çare olarak görülmüĢtür. Özel kesimde var olan sermaye birikiminin sanayileĢmeyi gerçekleĢtirmekten uzak kalması nedeniyle, devlet ekonomi alanına bizzat girerek, bu

açığı kendisi kapatmak istemiĢtir. Bir anlamda siyasi devletçilik ekonomik devletçiliğin yolunu açan bir mekanizma olmuĢtur (Keser, 1993: 159).

Burada Ģunu da belirtmekte yarar vardır ki, devletin sanayide yatırımcı ve iĢletmeci olarak rol alması kararı doktriner bir görüĢten değil, ekonomik durumun icabından kaynaklanmıĢtır (Köksal ve Ġlkin: 1973: 6, Kepenek ve Yentürk, 2009: 62). Yine devletçilik, belli siyasi görüĢlere sahip örgütlerin yönetime gelmeleri sonucunda uygulanan, sistematik bir Ģekilde planlanan bir ekonomi politikası olmamıĢtır. Mesela aĢırı devletçiliği savunan Kadro29

dergisinin konunun kuramsal yönüne katkısı sınırlı olmuĢtur. Kadro yayına baĢladığı zaman devletçilik programı zaten geliĢtirilmiĢtir (Boratav, 2006: 207–219). Bununla birlikte, devletçiliğin Cumhuriyet‟in asker-bürokrat kadrosunun sahip olduğu göreli özerkliğin bir sonucu olduğunu ve devletçiliğe baĢvurulmasının toplumdaki varlıklı sınıfların isteği veya bunların yönetim üzerindeki baskıları ile değil de, yönetici kadronun kendi inisiyatifi ile ortaya çıktığı gerçeğini de göz ardı etmemek gerekmektedir (Tezel, 1986: 397–398).

1929 buhranı sırasında Türkiye‟nin politika arayıĢları dünyadaki diğer ülkelerin politika arayıĢlarından da bağımsız olmamıĢ, aksine onlardan etkilenerek, bu akımlarla birlikte geliĢmiĢtir. 1929 buhranı salt iktisadi politika değiĢiklikleri ile çözülememiĢ, siyasal rejimlerde de değiĢiklikleri beraberinde getirmiĢtir. Sorunun geleneksel iktisadi politika önlemleri ile çözülememesi, 1933 yılından sonra bazı ülkeleri çözümü siyasal niteliği ağır basan kararlar alma yönünde bir eğilime sürüklemiĢtir (Tekeli ve Ġlkin, 1977: 2–3).

1930‟lu yıllara gelindiğinde dünyada otoriter rejimlerin hızla güç ve prestij kazandığı görülmektedir. 1930‟larda dünyada yükselmekte olan faĢizmi ve nasyonal sosyalizmi Kemalizm bir ideoloji olarak benimsemese de, 1930‟lu yılların ortalarına

29

1930‟larda ortaya çıkan “Kadro” ideolojisi, Cumhuriyet rejimine “Ġnkılâpçı bir dinamizm” hazırlama misyonu üstlenmiĢtir. Sosyalizm ile kapitalizm arasında bir üçüncü yol bulma çabasında olmuĢtur. Kadro hareketi, büyük sermaye ve teknoloji gerektiren iĢleri devletin eline vermek, çoğunluğun iradesini disiplin ve teĢkilat yoluyla azınlığın iradesine bırakmak istemiĢtir. Devletin iĢlev ve konumunu dünyadaki güç ve denge iliĢkilerinden kopararak koruyucu bir aydın kimliğiyle toplumu yönlendirmeye çalıĢmak, imtiyazsız-sınıfsız bir toplum oluĢturmak, yarı-sömürge durumundan bağımsız bir ekonomiye dönüĢmek, “devletçilik ve planlama” gibi görüĢleri temsil eder. Kadrocular ideolojilerini topluma benimsetmek ve kabul görmek için 1929 buhranını kullanmıĢlardır. Daha detaylı bilgi için bkz. Ġhsan Keser (1993), Türkiye’de

doğru faĢizmin Ġtalya ve Almanya‟daki iktisadi baĢarıları CHF içinde bazı kiĢilerin30 faĢizme sıcak bakmasına yol açmıĢtır (Ahmad, Mayıs 2009: 170–171). Nitekim rejim bu yıllarda ulusal yaĢamın tüm alanlarını denetim altına alan tek parti ile somutlaĢırken, Ġtalya‟dan, Almanya‟dan bazı alıntılar yapmıĢtır: Tek Millet (Ein Volk-Türk Milleti), Tek Devlet (Ein Reich-Türkiye Cumhuriyeti), Tek ġef (Ein Führer-Atatürk), Tek Parti (Eine Partei-CHP) (Oran, 2009: 249).

Benzer Ģekilde Cumhuriyet‟in sivil-asker kadrosu komünizme de karĢı olmakla beraber (Ahmad, Mayıs 2009: 167–170), onların ekonomide kaydettiği baĢarıları dikkatle izlemiĢlerdir (Kipal ve Uyanık, 2001: 82). Çünkü buhranla birlikte liberalizm büyük taraftar kaybetmiĢ, buhran, batı kapitalizmi ile özdeĢleĢen serbest teĢebbüsün baĢarısızlığı olarak görülmüĢtür. Devlet denetimi sistemini benimsemiĢ olan Sovyetler Birliği buhrandan etkilenmemiĢtir ve dolayısıyla bu model Türkiye Devleti‟nin yöneticileri tarafından ekonominin bazı alanlarında uygulanabilir bir sistem olarak değerlendirilmiĢtir (ġahin, 1997: 48, Ahmad, Mayıs, 2009: 195). Sovyetlerden etkilenmeler olduğu yapılan bazı kurumsal düzenlemelerden de anlaĢılmaktadır. Örneğin Âli Ġktisat Meclisi, Planlama Komiteleri gibi oluĢumlar Sovyet deneyiminden esinlenerek gerçekleĢtirilmiĢtir (Kepenek ve Yentürk, 2009: 65). Yine devletçilik uygulamaları sırasında Türkiye ile SSCB arasında siyasal ve teknik iĢ birliği olduğu, Sovyet bilim adamlarına incelemeler yaptırıldığı, Sovyetlerden alınan kredi ve teknik yardım desteği gibi olgular da bu yargıyı pekiĢtirmektedir (Hershlag, 1968: 63–64–65).

Cumhuriyet gazetesinde de 1930‟lu yıllarda çıkan bazı yazılarda faĢist Ġtalya ve Nasyonal Sosyalist Almanya‟nın rejimlerine sempatiyle yaklaĢıldığı, bu ülkelerin kısa zamanlarda kat ettikleri iktisadi geliĢmelerin ilgiyle takip edildiği görülmüĢtür. Mesela, 1932 yılında Türk hükümet yetkilileri ve bir grup gazetecinin Ġtalya‟ya yaptığı ziyaret sırasında, izlenimleri Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan Falih Rıfkı, Mussoli‟nin ziraat kanununa övgüler yağdırmıĢ, faĢizmin on senede bütün bir memleketin manzarasını değiĢtirdiğini belirtmiĢtir (Cumhuriyet, 23 Mayıs 1932). Aynı geziye katılan Yunus Nadi‟de Mussolini‟den övgüyle bahsederken, özellikle “Duçe”‟nin köye

30

Dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt o yıllardaki durumu Ģöyle özetler: “Kemalizm otoriter bir demokrasidir ki kökleri halktadır. Türk milleti bir piramide benzer, taban halk, tepesi yine halktan gelen baĢtır ki, bizde buna Ģef denir. ġef otoritesini yine halktan alır. Demokrasi de bundan baĢka bir Ģey değildir.” Metnin tamamı için bkz. AyĢe Hür, 24 ġubat 2007, “Mustafa Kemal ve muhalifleri (7)”, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=213842.

ve ziraata çok büyük önem atfetmesini takdirle karĢılamıĢtır (Cumhuriyet, 4 Haziran 1932).