• Sonuç bulunamadı

1930‟lara gelindiğinde ortaya çıkan özel kesim Cumhuriyet‟in yönetici kadrosunun beklentilerini karĢılayamayınca, sanayileĢme sürecinde bir ek birikim ve hızlı kalkınma mekanizması olarak baĢvurulan devlet kapitalizmi, devletin geniĢlemesini de beraberinde getirmiĢtir. Bununla birlikte yönetim geliĢme stratejisinin temel öğesinden vazgeçmemiĢ, bir yerli burjuvazi oluĢturma hedefi devam etmiĢtir. Sanayide devlet kapitalizmi, yönetici kadro iktidarının toplumda dayandığı grup ve sınıflarla çatıĢması Ģeklinde ortaya çıkmamıĢ, aksine 1930‟larda sanayileĢme hareketi özel giriĢimcilikle uzlaĢma içinde olmuĢtur. Bununla birlikte devletçilik politikası 1930‟larda yönetici kadronun toplumsal-siyasi iliĢkilerdeki etkinliğini artırmıĢtır (Tezel, 1986: 395–399).

Ekonomide devletin etkin olduğu yıllarda özel giriĢimciliğin yeri, payına düĢen rantları almak suretiyle devletçilik uygulamalarına karĢı olmamak Ģeklinde olmuĢtur. Sanayide giriĢimci olarak önemli bir yeri olmamıĢtır. Kaldı ki böyle büyük ölçekli bir sanayi hareketini yapacak gücü de olmadığından, sanayiyi “büyük çaplı ve ciddi bir devlet iĢi” olarak görmüĢtür. Özel kesimin tek düĢündüğü, 1920‟lerden baĢlayarak, elde ettiği koruma ve avantajların devam ettirilmesi olmuĢ, özel kesimin devletçilikten anladığı Ģey de korumacılıkla eĢ değer olmuĢtur. Buhran nedeniyle bu avantajların kendilerinden esirgenmesi ve vergi gibi kendi payını daraltıcı önlemlere gidilmesinin istikrarsızlığa yol açacağını savunmuĢtur. ĠĢte böyle bir ortamda büyüme ve istikrar dengesi o dönemde uygulanan ustaca politikalarla mümkün olmuĢtur. O günlerde hazırlanan Ġktisat Vekâleti TeĢkilat Kanunu özel kesimce, siyasal otoritenin kendilerini kontrol altına almaktan çok, kendi istek ve beklentilerini merkeziyetçi bir karar sisteminde gerçekleĢeceği Ģeklinde değerlendirilmiĢtir (Kuruç, 1, 1988: XLIII–LI; 2, 1993: LXXXIII–LXXXIV). O günlerde özel kesimin devlet kontrolündeki bir ekonomiye

nasıl sıcak baktığını ve buna nasıl istekli olduğunu gazetenin sanayicinin dileklerini sıralayan yazılarından da görmek mümkündür (Cumhuriyet, 22–23–26 Eylül 1932).

Devletçilik politikası 1930‟larda özel sermaye birikimi üzerinde genellikle olumlu etkiler yaratmıĢtır (Lewis, 2008: 637). Özel kesim önceki dönemlerdeki kadar cömert olmasa da verilen teĢviklerden yararlanmaya devam etmiĢtir. Gümrük duvarları sayesinde dıĢ rekabete karĢı etkili bir biçimde korunmuĢtur. DıĢ rekabete karĢı korunmanın getirdiği rahatlık ve iç piyasadaki fiyatların yüksek olması sayesinde de yüksek kârlar elde etmiĢtir. Devlet iç piyasada özel kesim ile rekabet yoluna gitmemiĢtir (ġahin, 1997: 55–56). Bunun yansıra özel sektör, devletin kurduğu demiryolları, elektrik Ģebekesi, demir-çelik sanayi gibi büyük yatırımlardan hiçbir yatırım maliyeti ödemeden yararlanmıĢtır. Devlet kurduğu tesislerde üretilen bazı yarı-mamul Ģeklindeki malzemeyi özel kesime bol ve ucuza vererek yeni endüstri alanları yaratmıĢtır. Yine dokuma sanayinin kurulması buna bağlı olan tekstil yan sanayilerinin kurulmasına ortam sağlamıĢtır (Boratav, 2006: 163–165).

Gazetede çıkan bazı haberlerden de bu yıllarda hükümetin özel kesime karĢı olmadığı, hatta özel sektörün çıkarlarını gözeten bir tutum içinde olduğu anlaĢılmaktadır. Mesela, 1933 yılında bir taraftan devletçilik politikası hararetli bir Ģekilde uygulanırken, özel sermayenin teĢvik edilmesine yönelik bir vergi kanunun

çıkarıldığı görülmektedir. Bu dönemde vergicilik çok önem kazanmıĢtır ve hükümet her türlü geliri vergilendirmeye çalıĢmaktadır. Ancak bu tutuma rağmen 1933 yılı ortalarında Meclis‟e gönderilen Kazanç Vergisi layihasında, mevduat, hazine bonosu gibi menkul sermaye iratlarının vergiden istisna olması kararlaĢtırılmıĢtır (Cumhuriyet, 19 Mart 1933). O günlerde menkul kıymetler üzerinden vergi alınmaması Ģeklindeki bu hükümet kararının bankalardaki mevduatın artırılması, bir baĢka deyiĢle tasarrufun teĢvik edilmesi ve özel sermayenin güçlenmesine yönelik bir düĢünceyle alındığı çok açıktır. Bu tezi gazetede o günlerde Alaettin Cemil imzasıyla çıkan “Sermaye Birikmesini Ġstiyen Siyaset” baĢlıklı yazıdaki ifadeler de güçlendirmektedir (Cumhuriyet, 3 Nisan 1933).

Bu yıllarda özel sanayinin korunduğunu gösteren baĢka bir geliĢme de 13 Temmuz 1937 tarihinde ithalat rejiminin değiĢtirilmesi sırasında olmuĢtur. Yeni rejime göre bazı malların gümrük tarifesi indirilirken, bazı maddelerin gümrük tarifesi yükseltilmiĢtir. Gümrük tarifesi yükseltilerek yurda giriĢi zorlaĢtırılan maddeler ise pamuklu, yünlü, deri, trikotaj gibi ülkede sanayisi kurulmuĢ, üretiminin tamamı ya da % 80 gibi önemli bir kısmı yurtta üretilebilenlerle ilgili olmuĢtur. Yeni çıkan kararnamenin getirdiği yüksek gümrük resimleri sayesinde içerideki sanayinin korunmasına devam edilmiĢtir (Cumhuriyet, 14 Temmuz 1937).

Cumhuriyet gazetesi bu yıllarda sanayiye çok fazla teĢvik verilmesini ve bir takım korumacılık önlemleriyle sanayicinin sınırsız himaye edilmesini doğru bulmamıĢtır. Yunus Nadi‟nin Kasım 1933 tarihinde çıkan “SanayileĢmenin Tedbirleri” baĢlıklı makalesinde; sanayinin himaye sınırlarının belirlenmesi gerektiği, aĢırılıklara kaçan bir korumacılığın yarardan çok zarar vereceği kaydedilmektedir. Yunus Nadi yazının devamında ayrıca, Avrupa‟nın ilerlemiĢ sanayilerinin karĢısında asgari düzeyde bile olsa tesis edilecek bir sanayinin himayeye muhtaç olduğunu kabul etmiĢtir. Ancak aynı malı dıĢarıdan daha ucuza temin etme imkânı varken, sırf sanayiyi himaye etmek uğruna daha pahalıya almanın makul bir ölçüsünün olması gerektiğini de belirtmiĢtir. Yunus Nadi ayrıca himaye edilen sanayinin maliyetinden baĢlayıp her türlü teferruatına kadar çok iyi kontrol edilmesi gerektiğine de dikkat çekmiĢtir (Cumhuriyet, 26 TeĢrinisani 1933).

Yunus Nadi‟nin bu görüĢleri daha sonraki yıllarda da aynen devam etmiĢtir. “Hayatı ucuzlatmak Tedbirleri üzerinde Sürüp gidilecek” baĢlıklı yazısında da, özel

kesime bol himaye verilmemesi gerektiğini tekrar gündeme getirmiĢtir. Yazıda Ġnönü hükümetinin hayatı ucuzlatmaya yönelik yeni politikası çok doğru bulunurken, içeride endüstri kurulsun diye halka yükletilen yükün kendisinden beklenen iĢi görebilmesi gerektiği belirtilmiĢtir. Yazıda ayrıca geliĢigüzel verilen bol himayenin getireceği bol kazanç içinde sanayicinin rehavete kapılıp, iĢini düzgün yapmayacağı, yüksek gümrük resimlerinden dolayı içeride rekabet Ģansı kalmayan ithal ürünler de olmayınca, yerli sanayicinin kalite, fiyatı ucuzlatmak gibi kaygılarının olmayacağı da dile getirilmiĢtir (Cumhuriyet, 15 Haziran 1935).

Yunus Nadi baĢka bir yazısında da Ġsmet Ġnönü‟nün özel kesime yönelik Ģu sözlerini çok haklı bulmuĢtur:

“Sanki hususi teĢebbüslerin inkiĢafını istiyoruz. Hâlbuki bu ara kim ne yaparsa ucundan kenarından mutlaka devlet haznesinden yardım koparmak kasd ve gayretinde bulunuyor. Bu baĢa çıkar veya karĢılanır Ģey midir?”.

Yunus Nadi, 200 milyon lirayı bile bulmayan bir bütçesiyle her Ģeyin devletten beklenemeyeceğini, milletin de bir Ģeyler yaparak devlete yardımcı olması gerektiğini belirtmiĢtir. CHF programında yer alan “milletin yapabileceği iĢleri millet yapacak ve bu hususta devletten hatta yardım ve teĢvik görecektir” ifadesindeki “yardım” kelimesinden ise sadece “kolaylığın” anlaĢılması gerektiğinin altını çizmiĢtir (Cumhuriyet, 7 Ġkincikanun 1936).

Yunus Nadi‟nin bütün bu yazdıklarından özel kesimin devletin sağladığı imkânlardan yararlanarak, aĢırı paralar kazanmasına karĢı bir tepki duyduğu anlaĢılmaktadır. Nitekim baĢka kaynaklarda da özel kesimin yüksek kazançlarının zamanla bürokraside kıskançlık ve kızgınlığa neden olduğu, hükümet çevrelerinde ve Meclis‟te özel kesime verilen teĢviklerin kısıtlanması yönünde eğilimlerin kuvvetlendiği belirtilmektedir (ġahin, 1997: 55).

Bu dönemde hükümet çevrelerinde iĢ adamlarının bazı istenmeyen tutumlarından dolayı olacak ki, tüccardan ne beklenildiği, tüccarın nasıl olması gerektiği yolunda bazı açıklama ve tanımlamalara hükümet programlarında bile yer verilmiĢtir. 1937 yılında BaĢvekil olan Celâl Bey‟in açıkladığı hükümet programında “Milli tüccar”ın tanımı yapılmıĢ ve tüccarda olması gereken nitelikler programda ayrıca belirtilmiĢtir. Gazete programın “Milli tüccarın vasfı” baĢlıklı kısmında yer alan Ģu sözlere dikkat çekmiĢtir:

“Bir tüccarın yalnız Ģahsi menfaatlerini düĢünmesi demek, istifade ettiği membaı kurutması demektir. Bu ancak kendisini kolonide farzeden adam tarafından düĢünülebilir. Türkiye böyle olmadığı için bu tarzda çalıĢmak istiyenlerin hareketlerine mani olacak tedbirleri almakta gecikmiyeceğiz. Milli tüccar demek, büyük kalkınma savaĢında, rol almıĢ adam demektir…”.

Bu programda ayrıca, piyasalara kesin ihtiyaç olmadıkça müdahale edilmeyeceği, ancak baĢıboĢ da bırakılmayacağı belirtilmiĢtir (Cumhuriyet, 9 ĠkinciteĢrin 1937).

Nitekim bu yazılardan ve açıklanan programdan bir süre sonra hükümetin piyasaları denetlemeye yönelik bazı uygulamalara baĢladığı görülmüĢtür. Hükümet ilk aĢamada et fiyatlarını düĢürerek ve pamuklu mensucattaki fiyatları tespit ederek piyasaya müdahale etmiĢtir. Hükümetçe belirlenen toptan satıĢ fiyatlarının tüccar ve fabrikatörlerce uyulmasına iliĢkin hükümler gazetede yayımlanmıĢtır. Her pazartesi yerel gazetelerde de duyurulacak azami fiyatları geçmemek kaydıyla fabrikaların kendi satıĢ fiyatlarını Ankara veya Ġstanbul gazeteleri yoluyla ilan etmesi Ģartı konulmuĢtur. Ayrıca, bu fiyat listelerinin birer suretinin de Ġktisat Vekâleti‟ne gönderilmesi istenmiĢtir (Cumhuriyet, 21 Ġkincikanun 1938).

Bu yıllarda gazete bir taraftan sanayiye verilen aĢırı teĢviklere ve bazı iĢ adamlarının fırsatçı tutumlarına karĢı çıkarken, bir taraftan da sanayicinin bazı sorunlarını da gündeme getirmiĢtir. Yunus Nadi‟nin, “Sanayiin TeĢviki” baĢlıklı makalesi dönemin bürokrat zihniyetini göstermesi açısından güzel bir yazıdır. Yazıda devletin bürokratik yapısından ve memurun iĢ yapmaya çalıĢan sanayiciye çıkardığı zorluklardan bahsedilmiĢ, bu durumun ve zihniyetin değiĢmesi için hükümete bazı tavsiyelerde bulunulmuĢtur. Yazıda, Maliye memurlarının özellikle de mal memurlarının vergi ve resim harç muafiyeti uygulanmasından hiç hoĢlanmadıkları, sanayicinin bu teĢviklerden yararlanabilmek için bin bir güçlükle uğraĢmak zorunda kaldığı açıkça dile getirilmiĢtir (Cumhuriyet, 6 ġubat 1930).