• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

2.3. Laik, çoğulcu devletin okulunda zorunlu din eğitiminin teorisi

3.1.1. Ortaöğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretim programının insana

Antropoloji, psikoloji gibi bilimlerde yapılan araĢtırmalar insanın doğuĢtan bağlanma, sığınma, ait olma, temel güven gibi bir takım duygularla dünyaya geldiğini ve zamanla geliĢen bu özelliklerin hayatına yön verdiğini belirtir. Kimilerine göre ise insanda doğuĢtan bir din ya da inanç duygusu vardır; öyle ki bu duygu, insanın onsuz var olması mümkün olmayan, hiçbir zaman kapsam alanı dıĢına çıkamayacağı, temel özelliklerinden birini oluĢturur (Alper, 2005). Bu yüzden insan kimi zaman, "homo kredo" (inançlı) bir varlık olarak tanımlanmıĢtır. ODKAB Öğretim programı bu duygunun insanda doğuĢtan getirilen ve hayata bağlı olarak devam eden bir “yetenek”

ve “ihtiyaç” olduğuna iĢaret etmektedir. Programda din duygusu için Ģöyle denmektedir:

“Bir yetenektir; çünkü her insan doğuĢtan, bir yüce varlığa inanma ve bağlanma kabiliyetine sahiptir. Bir ihtiyaçtır; çünkü her insan doğuĢtan sahip olduğu bu yeteneğini kullanarak inanma ile ilgili duygularını doyurma yollarını aramaktadır. Bu anlamda din ve inanma, insanın insan olma özelliklerindendir; âdeta insan varlığının olmazsa olmaz bir parçasıdır” (MEBDÖGM, 2010, s. 8). Ancak burada programın inanma duygusu ile din kavramını birbiriyle karıĢtırmıĢ olduğu görülmektedir. Bir kere inanma ve bağlanma motivasyonunun dinle kurulan zorunlu irtibatının (insan varlığının olmazsa olmaz bir parçası) bütün insanlara teĢmil edilmesi sorunludur. Sığınma, bağlanma, güven vb.

duygulardan beslenen inanma duygusunun tüm insanlarda bulunan bir özellik, yani insanın insan olma özelliklerinden biri olduğu düĢünülebilir (Fowler, 1995, s. 9-15;

Mehmedoğlu, 2012). Ancak “din”in bu derece genellenebileceği tartıĢmalıdır. Eğer din tüm insanlara genelleĢtirilebilecek derecede kuĢatıcı bir özellikse (Programda geçtiği Ģekliyle din duygusu), bu kavramın hangi bir dine mensubiyeti bulunmayan veyahut da dine mesafeli duran insanları nasıl kuĢatacağı tartıĢmalı hale gelmektedir. Örneğin bir tanrıya ya da bir dine bağlı olmayan insanların (bu anlayıĢtan hareketle) temel bir insan olma vasfını yitirdikleri iddia edilebilir.

Program insanın inanan bir varlık olduğu kabulünden yola çıkarak din öğretiminin esas amacının gençlerin, özellikle inanç ve hayat konusundaki tercihlerini özgür olarak yapabilmelerine yani bilinçli dindarlığın geliĢmesine katkıda bulunmak olduğunu belirtir. Bu doğrultuda din öğretimi, öğrencinin kendi akıl yürütme gücünü kullanarak varlıklar içindeki konumunu belirlemesine katkıda bulunabilecektir (MEBDÖGM, 2010, s. 5). Programda bu amaçla “Ġnanç” öğrenme alanı konulmuĢtur.

Öğrencinin bu öğrenme alanından edindiği kazanımlardan hareketle, “evrendeki konumunu fark eden, akıl sahibi, özgür ve inanan bir varlık olmakla diğerlerinden ayrıldığının bilincine varan, dinin insan hayatındaki yerini ve önemini anlayan, temellendirebilen, Allah'la sağlıklı bir iletiĢim kuran, yaĢamını anlamlandıran, yaptığı iyilik ve kötülüğün karĢılığını mutlaka göreceği sorumluluk ve bilinciyle hareket eden birey olarak yetiĢmesinin esas olduğu”; ayrıca bireyin inanmakla, insanlığını daha iyi gerçekleĢtirebilmesi, diğer inanç sahiplerine saygılı olması ve tevhit inancıyla bağlılık bilincini güçlendirmesinin” amaçlandığı (MEBDÖGM, 2010) belirtilmiĢtir. Görüldüğü gibi burada hedef kitle anlamında genel bir öğrenciden bahsedilmektedir. Ancak öğretim programının genel amaçları derse katılan inançlı-inançsız, Müslüman-Hıristiyan vb. tüm kesimlerden gelen öğrencilere hitap edici niteliğe sahiptir. Ġnanç öğrenme alındaki temel amacın, toplumdaki genel inanç olgusu hakkında öğrencileri doğru bilgilendirmek olduğu görülmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, „Allah'la sağlıklı bir iletiĢim kurma‟ ve „tevhit inancıyla bağlılık bilincini güçlendirme‟ gibi programda bulunan amaç ifadelerini Müslüman öğrenciler bağlamında düĢünmektir.

Bu bağlamda önemli bir hususa iĢaret etmek gerekmektedir. Bilindiği gibi DKAB dersi sadece Müslüman öğrencilerin aldığı ya da sadece onlara zorunlu olan bir ders değil, Anayasanın zorunlu din derslerini düzenleyen 24. maddesi gereği herkesi kuĢatan bir derstir. Her ne kadar Milli Eğitim Bakanlığınca yayımlanan çeĢitli genelgelerde isteyen Gayr-i Müslim velilerin çocuklarını dersten çekebileceklerine dair bilgiler yer alsa da bazılarına göre bu durum Anayasaya aykırılık teĢkil etmektedir (Örn.

bkz. Gözler, 2010). Meselenin hukuki açıdan oluĢturduğu sorun bir yana, dersin, muafiyetlerin de etkisiyle giderek Müslüman öğrencilere hitap eden bir niteliğe bürünmesi pek çok açıdan sorun oluĢturmakta ve eleĢtirilere konu olmaktadır. Örneğin Irkçılığa ve HoĢgörüsüzlüğe KarĢı Avrupa Komisyonu 2011 yılında yayımladığı bir raporda dersin gerçekten farklı dini kültürlerle ilgili bir ders ise, yalnızca Müslüman çocuklar için zorunlu tutulması için bir sebep olmadığının altını çizmektedir.

Komisyona göre ders, eğer yalnızca Ġslam dinini öğretmeyi amaçlıyorsa, bu belirli bir dinin dersi olduğu anlamına geleceğinden çocuklarla ailelerinin din özgürlüğünü korumak adına zorunlu olmaması gerekmektedir (ECRI, 2011, s. 30). Ayrıca Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesinde görülen Hasan-Eylem Zengin davasında duruĢma sırasında devlet yetkililerinin, “ateist olan bireylerin muaf tutulmak istemeleri halinde, taleplerinin yetkililer tarafından değerlendirildiğini” (AĠHM, 2007) belirtmeleri sorunu daha da büyütmektedir. ġu halde aslolan dersin tüm kesimler için zorunlu olmasıdır.

Dolayısıyla anayasal olarak temel eğitime katılan her öğrencinin alması zorunlu olan bir dersin öğretmeninin, „tevhit inancıyla bağlılık bilincini güçlendirme” benzeri ifadelere dikkat etmesi gerekmektedir. Ġnanmayan kimseler için böyle bir hedef, bir imkân olarak yalnızca tanıtma ve bilgi verme esası çerçevesinde anlamlı olabilir, aksi yöndeki örneğin zorlama, inandırma, aĢılama, Ģartlandırma benzeri tutumlar insan hakları ihlali sayılmaktadır. Nitekim bu tarz amaçların dayatılması, inanmayan ya da dine mesafeli ailelerin felsefi düĢünce, inanç ve kanaatleriyle uyuĢmadığından evrensel hukuk ilkelerinin, örneğin AĠHS 1 Nolu ek protokolünün 2. maddesinin de ihlali anlamına gelmektedir.

ODKAB öğretim programına göre insanda bulunan inanma duygusu hiçbir zaman yok olmaz; ancak “eksik ve yanlıĢ doyurulabilir ki asıl önemli nokta da burasıdır. Eğitim-öğretimden beklenen görev, bu eksik ve yanlıĢ doyurulmaları önlemektir… Din öğretiminden beklenen, kiĢilerin inanma ihtiyaçlarını, doğru bilgi, duygu ve becerilerle doyurmalarına yardımcı olmaktır” (MEBDÖGM, 2010, s. 8).

Görüldüğü gibi öğretim programı, bireylerin inanma noktasında eksik ve yanlıĢ öğrenmeleriyle baĢ etmeli ve onların inanma ihtiyaçlarını sağlıklı bir Ģekilde doyurmalarına yardımcı olmalı; onları doğru bilgi, duygu ve becerilerle donatmalıdır.

Peki, doğru bilgi, duygu ve davranıĢın ölçüsü, göstergesi nedir? Din öğretiminin muhtevası, özellikle inançla ilgili konular bağlamında, bir doğru ölçütü ya da sahihlik kriteri olabilir mi? Bu ve benzeri sorular öğretim programı ve ders kitaplarında yer alan bilgilerin niteliğini gündeme getirmektedir. Bu bağlamda Öğretim programı temel aldığı yaklaĢımı Ģöyle dile getirmektedir: “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi Öğretim Programı hazırlanırken öğrencinin aktif kılındığı program geliĢtirme yaklaĢımları ve alan ile ilgili bilimsel kriterler olmak üzere iki temel husus gözetilmiĢtir” (MEBDÖGM, 2010, s. 10). Bu ifadelerde geçen “alan ile ilgili bilimsel kriterler”in ne olduğu programda Din bilimsel yaklaĢım baĢlığı altında açıklanmaktadır.

Din bilimsel yaklaĢıma göre program geliĢtirme sürecinde, gerek Ġslam gerekse diğer dinler hakkında bilimsel ve araĢtırmaya dayalı bilgi ön planda tutulmuĢ, batıl ve hurafeye dayalı yanlıĢ bilgilerden uzak durulmuĢtur. Ġslam'la ilgili bilgilerde; Kur'an merkezli, birleĢtirici ve mezhepler üstü bir yaklaĢım benimsenmiĢ; dinin anlaĢılma biçimleri olarak tanımlanan mezhepler ve dinî oluĢumlar yok sayılmamıĢ; kültürel zenginlik ve farklı düĢünce ekolleri olarak görülmüĢ; diğer dinlere de yer verilerek dinler arası açılım sağlanmıĢtır. Programın ifadeleriyle “bu yaklaĢıma uygun olan, bütün dinî ve ahlaki değerler, öğretime konu edilmiĢ ancak din eğitiminde kullanılan yaklaĢımlardan birisi olan doktrin merkezli ya da mezhep merkezli bir din öğretimine dönüĢmemesine büyük özen gösterilmiĢtir” (MEBDÖGM, 2010, s. 10-11). Görüldüğü gibi program bir din, mezhep ya da inancı öne çıkaran geleneksel doktriner din eğitimi yaklaĢımından ayrıldığını önemle vurgulamaktadır. Bu vurgu dikkat çekicidir. Zira farklı mensubiyetleri olan öğrencilere zorunlu tutulan bir dersin doktriner nitelikte olması, bir önceki bölümde ele alındığı üzere, pek çok soru ve sorunu gündeme getirmektedir.

Programın din bilimsel yaklaĢım temelinde, doktriner anlayıĢla arasına mesafe koyma çabasını genel bilimsellik olgusuyla, örneğin bilimsel bilgiyle hususen bilimsellik tavrıyla nasıl iliĢkilendirildiğini de tartıĢmak gerekmektedir. Programın genel amaçları içerisinde zikredilen ve öğrencinin kazanması beklenen, “din alanında yetkin olan ile olmayanı ayırır”; “doğru dinî bilgiler ile batıl inanç ve hurafeleri ayırt eder”; “dinin öğütleriyle, örf ve âdetlere dayalı sağlıksız dinî oluĢumları ayırt eder”; ve özellikle “aklın, dinî sorumluluğun temel Ģartı olduğunu; dinin aklın kullanılmasını istediğini ve bilimsel bilgiyi teĢvik ettiğini benimser” ifadeleri bu konuda bazı ipuçları vermektedir (MEBDÖGM, 2010, s. 12-13). Örneğin yukarıdaki son ifadede geçen

“bilimsel” nitelemesi ile muhtevayı oluĢturan bilgilerin doğru, araĢtırmaya dayalı ve objektif karakterine vurgu yapıldığı söylenebilir. Ancak programın yer yer bilimselliğe daha araçsal, yani yöntem bilimsel bir iĢlev yüklediği görülmektedir. Örnek olarak programın insanlar, toplumlar ve milletlerarası iliĢkilerin… olumlu yönde geliĢebilmesi için bireylerin bilimsel yöntemle verilecek din öğretimine ihtiyaç duyduklarına, Ġslam'ın bilimsel yöntemlerle araĢtırılması ve öğrenilmesi gerektiğine vurgu yapması zikredilebilir (MEBDÖGM, 2010, s. 11). Yine programın din öğretiminde iĢe koĢulacak stratejiler baĢlığı altında öğretmenin, “tartıĢmaları ve etkinlikleri, öğrencilerin bilimsel olarak kabul edilen bilgi ve anlayıĢları kendilerinin yapılandırmasına imkân verecek

Ģekilde” yönlendirmesi gerektiğine vurgu yapılmıĢ (MEBDÖGM, 2010, s. 11, 23);

programın “öğrencinin içselleĢtirmesi ön görülen değerler” bağlamında “bilimsellik”

değerine de yer verilmiĢtir (MEBDÖGM, 2010, s. 13). Bununla birlikte mevzuatta bilimsellik kriterinin içeriksel bir ölçüt olarak da iĢe koĢulduğunu gösteren örnekler bulunmaktadır.

2013 tarihli, Talim ve Terbiye Kurulu BaĢkanlığının Taslak Ders Kitaplarının İncelenmesinde, Değerlendirmeye Esas Olacak Kriterler konulu düzenlemesi ile (MEB, 2013a), Millî Eğitim Bakanlığı Ders Kitapları ve Eğitim Araçları Yönetmeliğinde (MEB, 2010) içeriğin bilimsel olarakta yeterli olması gerektiği üzerinde durulmaktadır.

Ġlgili düzenlemede Ģöyle denmektedir: “Taslak ders kitaplarının içeriğinde genel geçer, kabul görmüĢ ve güncel bilimsel bilgi, teori, teknik, yöntem, terim, birim ve semboller kullanılır. Ġçerik, bilimsel olarak geçerliliği ve güvenilirliği kabul edilen kaynaklara dayandırılır. Bilimsel olarak geçerliliği ve güvenilirliği konusunda kanıt olmayan ve kaynağı bilinmeyen içeriklere yer verilmez. Bilimsel bilgi dıĢında görüĢ veya kanaat niteliğinde olan bilgilerin hangi kaynağa ya da kiĢiye ait görüĢ veya kanaat olduğu açıkça belirtilir… Bilimsel olarak hatalı ve yanlıĢ bilgi kullanılamaz” (MEB, 2013, s.

3). Ayrıca ders kitaplarında “alternatif ve kesin olmayan teoriler ile gerçekliği tartıĢılan konular ve bilgiler, kesin bilgiymiĢ gibi sunulmamalıdır. Birden fazla teorinin olduğu konularda bir teoriye dayalı bilgi sunulurken, bu açıkça ifade edilir, o bilgiye iliĢkin farklı teori ve açıklamaların da olduğu belirtilir. Herhangi bir içeriğin, bilginin veya eserin, dersin amacı ya da öğrencilerin özellikleri gibi hususlar dikkate alınarak, yalnızca bir parçası ya da sınırlı bir kısmı kullanılmıĢ ise, bu açıkça ifade edilir.

Öğrencilerin, kesin olmayan bilgileri kesin bilgi ya da yalnızca bir kısmı sunulan bir içeriği bütün olarak algılamalarını engelleyecek uyarılara yer verilir” (MEB, agy.). Bu ifadelerden din dersi bağlamında, gerek program gerekse ders kitapları ve diğer öğretim materyallerinde yer alan tüm bilgilerin dini açıdan doğru/sahih olduğu kadar bilimsel açıdan da belirli bir anlam bütünlüğüne, iç tutarlılığa, bilimsel gerçeklere uyumluluğa, nesnelliğe sahip olması gerektiğini anlamak mümkündür. Bu bilimsel duyarlılık, öğrencilerin inanç konularında kendi tercihlerini özgürce, bilinçli ve doğru Ģekilde yapabilmeleri bakımından önem taĢımaktadır.

Yukarıda zikredilen çoğulcu-bilimsel tavrın izlerini, öğretim programının insan gerçekliğine bakıĢında da görmek mümkündür. Ortaöğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretim programına göre insan, ilk hücrelerin teĢekkülüyle baĢlayan ve son

nefesini vermesiyle tamamlanan sürekli bir geliĢim ve değiĢim içerisinde, geçmiĢe ait hatıraları, geleceğe ait umutları ve kaygıları olan, dünya zihninde her an farklı Ģekillenen, her an bir kaptan bir kaba aktarılan, korkuları, sevgileri, heyecanları, nefret ve istekleri, inançları, değer yargıları, tutumları olan, her gün yeniden keĢfedilen (MEBDÖGM, 2010, s. 4-5) bir varlıktır. Ġnsanın beslenmesi, korunması, sağlık Ģartları, kültürel, toplumsal, tarihî çevresi de insan olmasının bir gereğidir. Programa göre insanoğlu, fark etmese bile, hem fizyolojik hem de psikolojik yönden sürekli değiĢir ve yenilenir. Bu çerçevede insandan beklenen, yaratılıĢ gayesine uygun olarak kendini sürekli geliĢtirmek ve olgunlaĢmaktır (MEBDÖGM, 2010, s. 4). Görüldüğü üzere öğretim programında insanın değiĢmeye ve geliĢmeye müsait tabiatının altı çizilmekte ve bu değiĢiminin ve geliĢimin sürekliliğine iĢaret edilmektedir. Bu anlayıĢ programın kazandırmayı hedeflediği temel becerilere de yansıtılmıĢtır. Örneğin öğrencilerde

“değiĢim ve sürekliliği algılama becerisi”ni geliĢtirmek, pek çok öğrenme alanı, ünite ve konunun ana hedeflerinden birisidir (Örn. bkz. MEBDÖGM, 2010, s. 37, 42, 45, 49, 51, 53, 55, 59).

Öğretim programına göre her insan, hayata etkin ve üretken bir biçimde katılarak kendini gerçekleĢtirmek ihtiyacı içerisindedir. Bu bağlamda program, insan doğasının olumlu ve geliĢtirilebilir bir potansiyele sahip olduğunu vurgulayarak “her öğrencinin birey olarak kendine özgü olduğunu” (MEBDÖGM, 2010, s. 11, 21) kabul eder. Buradan hareketle programda öngörülen öğrenme-öğretme etkinliklerinin amacı,

“bireyin özerklik ve bütünlüğünü koruyarak kiĢisel ilgi ve beklentileri yönünde ilerlemesine yardımcı olmak” Ģeklinde ifade edilmiĢtir. ġu halde öğrenciler, katı program yapıları içinde mutlaka belli hedeflere ulaĢmak durumunda bırakılmamalı, onların bireysel özellik ve farklılıklarına saygı gösterilmelidir (MEBDÖGM, 2010, s.

22). Bu durum programın temelinde yatan ana ilkelerden birisi olan “insana saygı”

ilkesiyle de doğrudan iliĢkilidir. Program Ģöyle der: “Temelinde insana saygı fikri olan bir eğitim anlayıĢı, insanın ne olduğu üzerinde düĢünür, insanın varlık Ģartlarını tanımaya, anlamaya çalıĢır; insanın sahip olduğu potansiyeli değerlendirir”

(MEBDÖGM, 2010, s. 5). Görüldüğü üzere ODKAB öğretim programı insanın kendine özgü doğasına, kiĢisel ilgi ve beklentilerine, bireysel özellik ve farklılıklarına duyarlılığı öne çıkarmaktadır. Buradan hareketle, bireysel farklılıklara göstermiĢ olduğu duyarlılığın programın çoğulcu niteliğini artırdığı söylenebilir.

Çoğulcu din eğitiminde öğretici materyaller, bireyin otonomisi, ilgi ve ihtiyaçları üzerine odaklanmakta, bu çerçevede öğrencinin insani geliĢimine duyarlılık gösterilmektedir. Bu duyarlılık, temelde insanı kendi hususi/özel varlık Ģartları içerisinde tanımayı, anlamayı gerektirmektedir. ġüphesiz ki insanın varlık Ģartlarının en önemlilerinden birisi de onun çeĢitliliğidir. ODKAB Öğretim programında insanın belli bir çeĢitlilik/çoğulluk vurgusuyla ele alındığı görülmektedir. Programa göre insanın Ģahsiyeti en geniĢ anlamda çeĢitlilik içinde geliĢir. Bu yüzden insanın geliĢmesini kısıtlayan her tutum insan hürriyetine aykırıdır (MEBDÖGM, 2010, s. 5). Bu anlayıĢın en çarpıcı ifadesi Ģöyledir: “Ġster „dinin emirlerini yerine getiriyorum desin, isterse belli bir düĢüncenin, felsefi anlayıĢın öğütlerini yerine getirmek istiyorum‟ desin fark etmez.

Ġnsanı ezen, kiĢiliğini zedeleyen, onun bağımsız karar vermesini engelleyen her baskı, insan hürriyeti fikriyle çeliĢir. Ġnsan, kendi iyiliklerini kendisinin doğru bildiği yolda arama hürriyetine sahiptir. Herkes özgürce kendi akıl sağlığının ve tercihlerinin sahibi olabilmelidir” (MEBDÖGM, 2010, s. 5).

Sonuç olarak programın, insana ve onun hürriyetine saygıyı din öğretiminin temel esaslarından biri olarak zikretmesi, insan temasını belli bir değiĢim zemininde iĢlemeye çalıĢması gerek ulusal gerekse uluslararası insan hakları mevzuatıyla örtüĢmesi bakımından dikkate değerdir. Programda insani hürriyetlerin, bilhassa inanç hürriyetinin çeĢitlilik veya çoğullukla iliĢkilendirilerek ele alınması ve böylece insan anlayıĢının çoğul ve dinamik bir zemine oturtulması çoğulcu din eğitiminin de vurguladığı önemli noktalardan bir tanesidir. Nitekim demokratik toplumlarda insan özgürlüğünün bir gereği olarak bireysel tercihler, bu tercihlerin gereği olan anlayıĢ ve yaĢam biçimleri saygıyla karĢılanır, korunur ve zenginlik olarak kabul edilir. Tüm bu hususlardan ve nihayet programın, insanı konu alan ilahî ve insani bütün izahların, onu tanımanın, anlamanın ve yorumlamanın yöntemlerini zenginleĢtirdiğini (MEBDÖGM, 2010, s. 5) kabul ettiği esprisinden de yola çıkarak, programın temele aldığı yaklaĢımın çoğulcu ve bilimsel esaslara uygun olduğu sonucuna ulaĢmak mümkündür.

3.1.2. Ortaöğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarında