• Sonuç bulunamadı

Ortaçağ Düşünce Sistemi ve Feodalizm

2.2. Dış Ticaret Teorilerine Genel Bir Bakış

2.2.1. Soyut Dış Ticaret Teorileri

2.2.1.1. Ortaçağ Düşünce Sistemi ve Feodalizm

Uluslararası ticaret tarihin çok eski dönemlerinden beri yapılmaktadır. Antik çağda Sofistler insanlar arasındaki ilişkileri geliştirdiği için uluslararası ticareti savunuyorlardı. Keza; Roma imparatorluğu döneminde Roma, büyük ticaret şirketlerinin kurulduğu, bütün Akdeniz ülkelerinin mallarını kapsayan bir piyasa durumundaydı.

Ortaçağın V inci yüzyıl ve X uncu yüzyılları arasında üretim hemen tamamıyla tarım kesimine dayanmaktaydı. Bu dönemin diğer önemli özellikleri mal değişimi ekonomisinin gelişmemiş olması ile kölelik sisteminin bulunmasıydı. Ancak; X uncu yüzyıldan itibaren sanayi görülmeye başlanmıştır. Sanayide X uncu yüzyıl ile XV inci yüzyıllar arasında el sanatları etkin durumdaydı. XV inci yüzyılın başlarında ise bazı Avrupa ülkelerinde tüccar sınıf ortaya çıkmaya başlamış, sanayi özellikle de

16

dokuma alanında el sanatlarından ayrılmaya başlamıştır. Bu dönemde uluslararası ticaret yaygın olmasa bile, yünlü dokuma, kürk, silah vb mallarda bölgeler arası ticaret yaygın durumdaydı (İyibozkurt, 1995:13).

1295 yılında Marko Polo’nun 24 yıl aradan sonra Asya’dan Avrupa’ya dönüşü Avrupalılar nezdinde uluslararası ticaretin önemini canlandırma yönünde önemli bir adımı oluşturmuştur. Daha sonraki yıllarda Uzak Doğu ile Avrupa arasındaki ticarette yeni pazarlar, yeni fikirler, ucuz işgücü, ucuz doğal kaynaklar ve göze çarpıcı ürünler konularında motivasyonun önemli bir kaynağını oluşturmuştur (İyibozkurt, 1995:13).

Ancak; belirtmek gerekir ki, ortaçağ düşünce sistemine etken olan unsur, ilahi bir gücün varlığına inanılmasıydı. Bu inanışın bazı sonuçları vardı. Bu bağlamda, dünyanın ve dünyanın içindeki her şeyin saf bir düzen içinde tanrının yarattığına, her şeyin tanrının arzusuna göre olduğuna, dünyadaki hayatın gerçek amacının manevi ve dini inanç olduğu, bunun doğal sonucu olarak da iktisadi faaliyetlerin de dini ve ahlaki normlara göre olacağına inanılıyordu. Bu nedenle, ortaçağ düşüncesinde ekonomik gelişme ve uluslararası ticareti engelleyici unsurlar bulunmaktaydı. Ortaçağın sonuna doğru ise, ortaya çıkan birçok olay, ortaçağ ekonomik düşüncesini değişmeye zorladı. Siyasal alanda ayrı feodal derebeylikler yavaş yavaş genişleyen merkezi devlet politik birimlerine dönüştü. Giderek kiliselerin evrensel güçleri azaldı. Dini inançlara eğilim yerini ulus devlet gücüne yönelmeye bıraktı. Kültür ve bilim alanında büyük coğrafya keşifleri ve Rönesans ile patlama olmuş, bilimsel metot dünyanın bilinmeyenlerini ve doğal gerçekleri çözmekte kullanılmaya başlanmıştı. Ekonomik alanda ise, nüfus büyümesi, köleliğin kaldırılmaya başlanması, kentlere göçler, yatırım fırsatlarını ortaya çıkaran diğer faktörlerin filizlenmesi ekonomik faaliyetler ve uluslararası ticaretin yayılışı sonucunu doğurmuştur. Sonuçta, bütün bu etmenlerin etkisi ile ortaçağ ekonomik düşüncesi kaybolup, dünya içindeki her şeyin dinamik olduğu ve potansiyel olarak değişebileceği düşüncesi yaygınlaşmıştır (İyibozkurt, 1995:14).

Alfred Marshall’ın tanımladığı şekliyle ekonomiyi insan davranışları bilimi olarak tanımlayacak olursak, insanlığın ekonomik tarihinden söz ederken, bu sürecin en önemli aşamalarından biri olan feodalizmi atlamamak gerekmektedir. Feodalizm, kapitalizm öncesi toplumsal olguları barındıran bir kurumsal kimlik olmakla birlikte,

17

içeriğinde özellikle günümüz kıta Avrupa’sının doğumuna ve şekillenmesine neden olan özellikleri barındırması açısından önemlidir (Ertem, 2013:31).

Bu açıdan bakıldığında; feodalizm başta Orta çağda Avrupa’da olmak üzere dünyanın birçok yerinde ortaya çıkan sosyal, siyasal ve ekonomik etmenlere bağlı üretim ve örgütleniş biçimi olan bir yönetim organizasyonu olarak görülebilir. Feodal toplumun siyasal örgütlenişi, kendine özgü bir hiyerarşik örgütlenişe dayanmaktadır. Bu toplum düzeninde, yerellik önemli olup merkezi yönetim çok güçlü değildir. Feodal ekonomi ise, kendi kendine yeterli bir görünümü yansıtmaktadır (Ertem, 2013:32).

Feodalite, Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından (M.S.476) ulusal monarşilerin ortaya çıkmasına kadar olan süreçte, Avrupa’da etkin olan örgütleniş modeli olarak önem arz etmektedir. Feodal beyliklerin ortaya çıkmasındaki en önemli etmen, ilk çağda Roma’dan yönetilen topraklarda Cermen istilaları ile Roma döneminin merkeziyetçi siyasi düzeni bozulmuş olmasıdır. Sonunda ticaretin yeniden canlanması ile temelleri sarsılan feodalizmin son kalıntıları Sanayi Devrimi ile tamamen yok olmuştur (Ertem, 2013:32).

Böylece, feodalizmin ortaya çıkmasındaki en önemli etmen, Roma İmparatorluğu’nun yıkılması sonucu meydana gelen otorite zafiyeti ve bunun sonucu görülen büyük ekonomik bunalımdır. Roma İmparatorluğu’nda özellikle İtalya Yarımadasında tarımsal üretim, toprak sahibi özgür Roma vatandaşlarının geniş çiftliklerinde ağırlıklı olarak köle emeği kullanılarak ve imparatorluğun ticaretteki etkinliği sayesinde çeşitli pazarlara yönelik olarak yapılmaktaydı. Bu şekilde iyi işleyen ticaret sayesinde kent ile köyler arasında gelişen bir ekonomi mevcut bulunmaktaydı. Bu sistem tıpkı Osmanlı İmparatorluğu’nda olduğu gibi, savaşlar ve fetihlerin sürmesi ile iyi işlemekteydi. Ancak; savaşların savunma savaşlarına dönüşmesi ve yeni fetihlerin de olmaması sonucu sistem bir anlamda tıkanmış ve imparatorluğun koyduğu yeni vergiler sonucu özellikle kırsal alanda yaşayan köylüler kendilerini zor durumda hissetmişlerdir. Bunun sonucu olarak, kent köy ilişkisine dayanan ekonomik sistemin bozulması sonucu topraklarda çalışan kölelerin bazıları serbest bırakılarak, aynı topraklarda kira karşılığı çalışan insanlar konumuna geçmiş ve böylece feodal sistemin ana üretici gücü olan serf’ler ve serflik ortaya çıkmış bulunmaktadır (Ertem, 2013:32).

18

Ancak; belirtmek gerekir ki; feodal sistemin kurumsallaşıp kendine özgü bir konuma dönüşmesi 9 uncu ve 10 uncu yüzyıllara kadar devam etmiştir. Bu tarihlerde Avrupa’da ortaya çıkan ve yayılan ağır saban ve üzengi olarak belirtebileceğimiz iki yeni buluş, feodal yapının Avrupa’nın etken düzeni olmasını sağlamıştır. Kuzey Avrupa topraklarının çok yağış alması ve drenaj sistemlerinin ihtiyaca cevap vermemesi bu bölgelerdeki tarım üretimini kısıtlamışken; ağır sabanın bulunması Kuzey Avrupa topraklarında verimli tarım yapılmasına olanak sağlamış ve toplanan artı ürün ile Avrupa’yı göçebe istilalarından koruyacak bir askeri sınıfın beslenmesini olanaklı hale getirmiştir. Şövalyeler diye adlandırılacak olan bu askeri sınıf, üretim yapan köylünün üzerine koruyucu soylular olarak yerleşmiştir. Oluşan düzende serfler soyluların toprağını işlemiş, karşılığında ise soylular serfleri korumuştur. Keza; üzenginin bulunmasıyla savaş taktikleri değişmiş ve piyade ile durdurulması çok güç olan ağır süvarileri, yani zırhlı şövalyeleri ortaya çıkarmıştır. Giydikleri kalın demir zırha rağmen üzengi sayesinde atın üstünde rahatça durabilen şövalyeler, ateşli silahların yaygın kullanımına kadar Avrupa’nın en etkili askeri gücü olmuşlardır (Ertem, 2013:33).

Feodalizmin, siyasi yapısı bir piramide benzetilebilir. En üstte kral veya imparator, altında ise kendisine bağlı soylular bulunmakta, bu soyluların altında daha başka soylular bulunmaktadır. Bu hiyerarşik düzenin en alt ve en geniş tabakasını ise serfler oluşturmaktadır. Temel üretim aracı olan toprak feodal beyler arasında paylaştırılmıştır. Böylece, feodalizmin siyasal yapısının en temel özellikleri bölünmüşlük ve yerellik olarak karşımıza çıkmaktadır (Ertem, 2013:34).

Feodal sistemin ekonomik yapısı ise, soylunun toprağında üretim yapıp, çok az miktarı kendine ayırdıktan sonra geriye kalanı soyluya veren köylülerin ana üretici güç oldukları bir sisteme dayanmaktadır. Ticaret gelişmediği için gelişmiş bir ekonomi ve iş bölümü bulunmamaktadır. Üretim toprakta yapıldığından zenginlik ve üretim sadece topraktan kaynaklanmaktadır. Bu şekildeki bir ekonomik yapı ile her feodal beylik kendine yeter bir ekonomi oluşturmuş bulunmaktadır. Böylece, feodal beylikler dışa kapalı topluluklar haline gelmiş, etkileşim en aza inerek gelişmenin önü kesilmiştir. Feodal düzende elde olunan artı ürünün ticaretle satışı söz konusu olmadığından pazar ekonomisi ve dolayısıyla rekabet ortamı oluşmamıştır. Ancak; feodal düzenin sonlarında ortaya çıkan ticaret olanakları sonucu feodal ekonomik düzen bir anlamda değişmeye başlamıştır. Bu gelişmeler sonunda, feodal sistemin

19

temeli olan kapalı ve yerel ekonomik düzenin de bozulması ile feodal sistem ve düzen varlığını sürdürmekte zorlanmış ve zaman içinde de ortadan kalkmıştır (Ertem, 2013:35).