• Sonuç bulunamadı

Genel Olarak Korumacı Dış Ticaret Politikaları

4.2. Korumacı Dış Ticaret Politikaları

4.2.1. Genel Olarak Korumacı Dış Ticaret Politikaları

Korumacı dış ticaret politikalarının esasını, ülkelerin yüksek gümrük vergileri ve diğer dış ticaret araçları ile dış ticarete müdahale etmek suretiyle, çeşitli mal ihtiyaçlarını ülke içi üretim olanakları ile karşılamaları teşkil etmektedir.

Korumacı dış ticaret politikalarını savunanlar ekonomik korumacılık ve uluslararası ticarette devlet kontrolünü savunur ve serbest ticaretin ekonomik ve sosyal maliyeti üzerinde dururlar. Bu anlamda korumacılığın kökleri 17 ve 18 inci yüzyılın merkantilist düşünürlerine kadar gider. Merkantilist tez daha sonra geliştirilerek dinamik bir gelişme teorisi haline getirilmiş ve gelişme denilince sanayileşmenin tarıma üstünlüğü üzerinde durulmuştur. Alexander Hamilton ekonomik gelişmenin gerçekleştirilmesi için ithal ikamesi önermiş ve bir ülkenin sadece refahının değil, ulusal güvenliğinin de imalat sanayinin gelişmesine bağlı olduğunu ve ülke içinde o ülkeyi kendine yeterli hale getirecek tüm ulusal ürünlerin üretilmesi gerektiğini savunmuştur. Bu savunudur ki, hangi ekonomik faaliyetlerin nerelerde ve nasıl kurulacağını kamu politikalarının odak noktası haline getirmiştir. Dolayısıyla korumacı dış ticaret politikası görüşleri çerçevesi içinde uluslararası ticaret, sanayi politikalarının ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir. 19 uncu yüzyılda bu görüşün uzantısını List’in Alman tarih ekolünde görmek mümkündür. Geleneksel Alman sanayi dalları, düşük maliyetli, ucuz İngiliz mallarının tehdidi altına girince optimum tarife ve bebek sanayi tartışmaları, klasik korumacılık teorilerinin ortaya

105

çıkmasına zemin hazırlamıştır. Optimum tarife ve gelişen sanayilerin korunması, ülkenin ticaret hadlerinin lehe çevrilmesi ile eşzamanlı hale getirilebilirse, politikadan amaçlanan gerçekleştirilmiş olur. Ancak; bunun için tarife misillemelerinin olmaması gerekir (Kalaycıoğlu, 1991:19).

Tarihsel gelişim içinde, yeni kurulan sanayi dallarının veya ekonominin bir bölümünün gümrük tarifeleri ile korunması fikri ilk kez 1791 yılında Alexander Hamilton’un “İmalat Konusunda Rapor (Report on Manufacturers)” adlı kitabında ortaya atılmıştır. Hamilton, “İmalat Konusunda Rapor” isimli kitabında modern ekonomik milliyetçiliğin ve klasik ekonomik korumacılık savunmasının entelektüel kaynaklarını ortaya koymuştur. Hamilton, 18 inci yüzyıl merkantilist tezlerini modernize etmiş ve imalatın tarıma üstünlüğüne dayalı dinamik ekonomik kalkınma teorisini geliştirmiştir. Bugün ekonomik kalkınmada “ithal ikamesi” denilen stratejiyi ortaya koymuştur. Hamilton temel olarak “ bir ülkenin sadece refahı değil, aynı zamanda bağımsızlığı ve güvenliği de imalat zenginliğine bağlıdır. Her millet bu büyük hedefleri gözeterek tüm gerekli yurt içi arzı kendi içinde elde etme yolunda çaba sarf etmelidir. Bu gerekli yurt içi arz, tüm maişet, barınma, giyim ve savunma araçlarıdır” görüşlerini savunmuştur. Hamilton’dan günümüze milliyetçiler, ekonomik faaliyetlerin devlet politikasında merkezi yer teşkil etmesini savunmuşlardır (Gilpin, 2013:224).

Hamilton’un fikirleri, Avrupa emperyalizmine karşı başkaldıran ilk koloninin ekonomik teorisyeni olması yönüyle önemlidir. Hamilton’a ve ekonomik milliyetçiliğin sonraki takipçilerine göre, devletler bugün “sanayi politikaları” dediğimiz araçlarla ekonomilerinin yapısını ve böylece uluslararası ekonomideki yerlerini değiştirebilmektedirler. Belirli alanları kalkındırmak için gelişmiş ülkelerden üretim faktörlerinin aktarılması teşvik edilebilir. Örneğin; nitelikli işgücü göçünün, özellikle sanayileşmeyi hızlandırdığı için cesaretlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Ülkeler aynı zamanda yabancı sermayenin ülkeye girmesini cesaretlendirmeli ve yatırım sermayesi sağlamak için bankacılık sistemi kurmalıdır. Kısacası, Hamilton’un raporu hükümetin ekonomik kalkınma politikalarına dayalı dinamik bir karşılaştırmalı üstünlük teorisi ortaya koymuştur.

Kendisinden önceki diğer merkantilistler gibi Hamilton da ulusal gücü imalatın gelişmesiyle tanımlamış ve ekonomiyi devlet yapısının temel görevlerine tabi olarak

106

görmüştür. Amerika’yı hızla sanayileşen Kuzey’in İç Savaştaki zaferine kadar tam kapasiteye geçiremese de, korumacılık üzerine fikirleri gerek içeride gerekse uluslararası alanda bir hayli etkili olmuştur. Korumacılık, sanayileşme ve devlet müdahalesine vurgu yapan gelişmekte olan ülkeler, Hamilton’un ekonomik kalkınma kavramına çok şey borçludurlar.

Daha sonraki yıllarda ise, bu fikrin Amerika Birleşik Devletlerinde gelişmesi ve savunulması üzerine, H.C.Carey ve diğer iktisatçılar teoriyi geliştirmişlerdir. 19 uncu yüzyılda Hamilton’un fikirleri en büyük etkisini, entelektüel temelinin Johann Fichte ve George Hegel tarafından atıldığı Almanya’da göstermiştir. Fredrich List, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki birkaç yıldan sonra Hamilton’un görüşlerini Almanya’ya taşımıştır. Wilhelm Rocher, Gustav Scmoller ve diğerleriyle beraber List, geleneksel sanayileri düşük maliyetli İngiltere ithalat akışı ile saldırıya uğrayan Almanya’da, hali hazırda kabul görmüş olan Alman Tarihçi Okulu ekonomik analizinin kurulmasına yardımcı olmuştur. Bu okulun liberalizme şiddetli muhalefeti ve sistematik saldırısı Almanya’nın kalkınmasında ve genel olarak dünya ekonomisinde çok etkili olmuştur.

Alman iktisatçısı F.List, “Milli Ekonomi Politikası Sistemi (the Natıonal System of Political Economy)” adlı eseriyle konu üzerine eğilmiştir. List, daha önce kurulmuş ve gelişmesini tamamlamış sanayi dallarının bir takım üstünlükleri olduğunu belirterek bu üstünlükleri yeni kurulan fabrikaların elde edilinceye kadar korunmaları gereği üzerinde durmuştur. List, daha önce kurulan ve gelişmesin tamamlamış fabrikaların sahip olduğu avantajları İngiltere üzerinden şu görüşleri ile açıklamıştır: “İngiltere’de kurulan fabrikalar diğer ülkelerde yeni kurulan veya yarı gelişmiş fabrikalara göre binlerce üstünlüğe sahiptir. Örneğin; usta ve tecrübeli emeği ucuz fiyattan bol miktarda sağlayabilirler. En iyi ustaları, en iyi ve en ucuz makineleri bulabilirler. Alış satışlarda büyük kar elde edebilirler. Ucuz ulaşım imkanlarından yararlanır. Ucuz hammadde alabilir ve satışlarını ucuz maliyetler ile gerçekleştirebilirler. Banka ve mali kurumlardan fabrikaları için düşük faizle geniş kredi sağlayabilirler. Bu işletmelerin büyük ticari tecrübeleri, daha iyi araçları, işletme düzenleri ve geniş iç pazarları vardır.”

F.List, uluslararası rekabette ülkelerin belli bir seviyeye gelinceye kadar sanayilerini korumaları gerektiğini belirtmiş ve sadece sanayi sektörünün korunması gerektiğini

107

ileri sürmüştür. Çünkü, sanayi, tarım ürünlerini işleyen bir sektör olduğuna göre, sanayin korunmasından dolayısıyla da olsa tarım sektörü de yararlanacaktır. Bu şekilde ancak ülke rekabet olanağını sağladıktan sonra dış ticaret alanında korumacılık kaldırılmalıdır. Bu açılardan bakıldığında List’in korumacılık anlayışı terbiyevi korumacılık anlayışını yansıtmaktadır. Böylece, herhangi bir doğal üstünlük olmadan daha önce kurulmuş olmanın verdiği avantaja dayanan yabancı rekabet, yeni kurulmakta olan genç sanayilerin gelişimini önleyemeyecektir (Karluk, 1996:163).

List, “Ekonomi Politiğin Ulusal Sistemi” isimli kitabında, karşılaştırmalı üstünlüğe dayalı doğal veya sabit uluslararası işbölümü olmadığı ve bu işbölümümün sadece önceki dönemde ekonomik ve siyasi güç kullanımının tarihsel sonucu olduğunu belirterek, klasik İngiliz ekonomistlerinin serbest ticaret teorilerinin güçlünün ekonomi politiği olduğunu ileri sürmüştür. List, aslında İngilizlerin rakiplerini askeri güçle zayıflatırken, devletin gücünü yeni doğan sanayilerini yabancı rekabete karşı koruduklarını ve ancak rakipleri üzerinde teknolojik ve endüstriyel üstünlük elde ettikleri zaman serbest ticaretin lideri olabildiklerini savunmuştur.

List, İngiltere’nin serbest ticaret yoluyla yabancı piyasalara kesintisiz ulaşım kazanarak sadece kendi ulusal ekonomik çıkarlarını geliştirmenin yolunu aradığını belirtmektedir. İngiltere’nin teşvik ettiği “birbirine bağımlı dünya ekonomisi”nin İngiltere’nin bencil ulusal çıkarlarının bir diğer ifadesi olarak görmekte ve liberallerin savunduğu tam anlamı ile kozmopolit bir dünyanın sadece diğer ülkelerin de İngiltere’nin sanayi gücüne denk oldukları zaman gerçekleşme ihtimali olduğuna inanmaktadır. List ve diğer Alman ekonomik milliyetçileri siyasi birliği, ekonomiyi fiziksel olarak birleştirmek amacıyla demiryollarının geliştirilmesini ve ekonomik birleşmeyi besleme amacıyla yüksek gümrük vergileri konmasını, Alman sanayisinin gelişiminin korunmasını ve böylece güçlü bir Alman Devleti oluşturmayı savunmaktadırlar.

Birçokları Almanya’daki korumacılığın başarısını ve Alman endüstriyel kalkınmasındaki devletin rolünü ekonomik milliyetçilik teorisinin başarısı olarak görmektedirler. Thorstein Veblen’in meşhur çalışması “İmparatorluk Almanya’sı ve Sanayi Devrimi (1939)” isimli kitabında da belirttiği gibi Almanya sistematik sanayi politikası izleyip ekonomisini bilimsel olarak kalkındıran ilk toplumdur. Almanya

108

refahının ve askeri gücünün bu hızlı artışı 19 uncu yüzyılın ikinci yarısında diğer toplumlar için emsal teşkil edecektir. Başlangıçta İngiltere’nin ekonomik başarısı liberalizmin meziyetlerini göstermiş gibi görünse de Almanya, ticaret politikası ve ekonomik kalkınmaya rehber olarak ekonomik milliyetçilik doktrinini meşrulaştırmıştır.

19 uncu yüzyılda korumacı dış ticaret politikalarını savunanlar ve bunların 20 inci yüzyıldaki takipçileri ticaretten elde edilen kazancın uluslararası dağılımına vurgu yapmaktadırlar. Ekonomik milliyetçiler, serbest ticaret dünyasında dış ticaret haddinin endüstriyel olarak en gelişmiş ülkenin yararına işleme eğiliminde olduğunu belirtmektedirler. Alman Tarihçi Okulu, İngiltere’nin sanayisi diğer tüm ekonomilere üstün gelecek kadar güçlenme ve mamul ürünler ve imalat sürecindeki teknik üstünlüğü İngiltere’ye düşük teknoloji ürünleri, yiyecek ve hammaddeye bağlı epey avantajlı yüksek dış ticaret haddi sağlayana kadar korumacı politikalar takip ettiğini ileri sürmektedir.

Ekonomik milliyetçiler serbest ticaretin, ekonomiyi belirsiz ve istikrarsız dünya piyasasına ve daha güçlü ekonomilerin sömürüsüne maruz bırakarak, ulusal özerkliği ve ekonomi üzerinde devlet kontrolünü de tehlikeye attığına inanmaktadırlar. Uzmanlaşmanın, özellikle ticari mal ihracatında esnekliği azalttığını, ekonominin aksi durumlara hassasiyetini arttırdığını, yurt içi ekonomiyi uluslararası ekonomiye tabi kıldığını ve ulusal güvenlik, kurulu işler ve diğer değerlerin bağlı olduğu yerel sanayiyi tehlikeye attığını ileri sürmektedirler.

Tarihsel gelişimi bir kez daha kullanırsak, List, İngiltere’nin İngiliz sanayi dallarını yabancı rekabetine karşı korurken rakiplerinin askeri gücünü zayıflattığını, ayrıca ancak rakiplerine karşı teknolojik ve sanayi üstünlüğü kazandıktan sonra serbest ticaret havarisi kesildiğini iddia etmiştir. Dolayısıyla, korumacılık dış ticaret politikalarının oluşumunda, ulusal savunma, kendine yeterlik ve ithal arzının kısılmasının yarattığı maliyet etkilerini görmek mümkündür. Ayrıca; uluslararası ticaretin günümüzdeki şekli ile oligopolistik firmalar tarafından yönlendiriliyor olması, korumacı görüşlerin yapısında devlet müdahalesinin rol ve önemini açıklayan bir etkendir. Almanya, belki de ilk ve sistematik olarak koruma politikası uygulayıp ekonomik ve askeri açıdan kalkınan ülke olmuştur. Ayrıca, Almanya

109

örneği korumacılık teori ve uygulamalarını meşru hale getiren en canlı örnek olmuştur.

List’in korumacı dış ticaret politikaları ile ilgili görüşleri, serbest dış ticaret taraftarı olarak tanınan John Stuart Mill’i de etkilemiştir. Gerçekten de, J.S.Mill, yeni kurulan genç sanayilerin serbest dış ticaretten zarara uğrayabileceğini sezinlemiş ve serbest dış ticaretten bir süre ayrılarak sanayi dallarının dış rekabete karşı korunmasını önermiştir. Mill, bu konudaki görüşlerini şu şekilde özetlemiştir:

“Sadece politik iktisat ilkelerine dayanarak koruyucu gümrük tarifelerinin savunulacağı tek durum, geçici olarak (özellikle gelişen bir ülkede) o ülkenin şartlarına tamamen uygun yeni bir sanayin kurulmasında söz konusu olabilir. Bir ülkenin diğer bir ülkeye göre, bir üretim dalındaki üstünlüğünü, o üretim dalına sözü edilen ülkenin daha önce girmiş olmasına bağlamak mümkündür. Ülkelerden biri için temel üstünlük, diğeri için üstünlük değil de, o ana kadar elde edilmiş tecrübe ve ustalıkların sağlamış olduğu bir üstünlük olabilir. Koruyucu bir gümrük tarifesi belirli bir süre devam ettirilirse, bu bir ülkenin böyle bir denemeyi gerçekleştirmesi için ödeyebileceği en az zararlı bir vergi olabilir.”

Korumacı dış ticaret anlayışını savunan bir diğer iktisatçı da Romanya’lı iktisatçı M.Manoilescu olmuştur. Manoilescu, “Koruma Teorisi ve Ulusla arası Ticaret” adlı kitabında, ikili bir ekonomik yapıya sahip olan ekonomilerde aynı miktar emeğin tarım ve sanayi kesimlerindeki verimlilikten çok farklı bulunduğunu belirterek, sanayi kesiminin korunmasını önermiştir. Manoilescu, yapmış olduğu istatistiki araştırmaların sonucunda, sanayi sektörünün tarım sektöründen 4-4,5 kat daha verimli olduğunu ortaya koymuştur. Bu durumda, eğer sanayi kesimi dışa karşı bir tarife ile korunacak olursa, tarımdaki düşük verimli emeğin sanayi kesimine geçmesi sağlanacak ve emeğin verimliliği artacaktır. Böylece, gelişme yolunda olan ülkelerin sanayi kesimlerini korumakla elde edecekleri kazanç, karşılaştırmalı üstünlükler teorisine göre uzmanlaşmanın sağlayacağı kazançtan daha fazla olacaktır.

Bugünün sanayileşmiş ülkeleri geçmişte, gelişme yolunda olan sanayilerini yüksek gümrük tarifeleri ile korumuşlardır. Örneğin; Günümüzde kalkınmış ülkeler arasında bulunan Amerika Birleşik Devletleri, Japonya ve Rusya, geçen yüzyılda hızlı bir sanayileşme için yüksek gümrük tarifeleri uygulayan ülkelerdir. Bu ülkeler gümrük tarifeleri ile sanayilerini belirli bir süre dışarıya karşı korurlarken, korumayla birlikte

110

kişi başına gelirlerinde de hızlı bir artış meydana gelmiş, diğer bir deyişle, bu ülkeler kalkınmalarını yüksek tarife duvarları arkasında gerçekleştirmişlerdir. Geçen yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri sanayi, 1818 yılından 1838 yılına kadar ve iç savaştan sonra yüksek gümrük tarifelerinin koruması altındadır. Eski Sovyetler Birliği de merkezi devlet kontrolü altında serbest dış ticaretten soyutlanmıştı. Aynı şekilde Fransa ve Almanya’nın da sanayileşme dönemlerinde korumacılık uygulamaları bulunmaktadır. Fransa, 1808 yılından 1860 yılına kadar yüksek gümrük tarifesi uygulamıştır. Almanya da 1844 yılından 1860 yılına kadar ve 1879 yılından sonra yüksek gümrük tarifesine sahip olmuştur. 1860 yılından sonraki düşük gümrük tarifeleri döneminde her iki ülke de hızlı bir ekonomik kalkınma dönemine girmiştir. Bununla beraber, ekonomik kalkınma Almanya’da 1860 yılından çok önce başlamış ve gelişmiştir. Özellikle 1879 yılından sonraki ekonomik kalkınma çok süratli bir şekilde meydana gelmiştir.

Ekonomik milliyetçiler ve korumacı dış ticaret politikaları taraftarları, mukayeseli üstünlük teorisinin, hali hazırda var olan uluslararası işbölümünün bir rasyonalizasyonu olduğunu ifade eder. Ayrıca, ısrarla korumacı dış ticaret politikalarının ulusal sanayinin koruma ve gelişmesine katkısı olacağı düşüncesini savunurlar. Serbest ticaret, koruma politika yanlılarına göre ekonomik avantaja sahip olan ülkelerin işine yaramak gibi çelişkili bir etkiye sahiptir. Ayrıca, ihtisaslaşmanın ve özelikle ihracatta ihtisaslaşmanın, bir ekonominin gücünü olumsuz etkileyebileceği, belli bir yapısal bağımlılık sağlayabileceği ve dolayısıyla dış ekonomik şoklara karşı duyarlı ve dirençsiz hale getirebileceği hususuna da dikkat çekmişlerdir.

Dış ticaretin gelişme yolunda olan birçok ülke için son derece önemli bir rolü bulunmasına rağmen, serbest dış ticaretin gerektirdiği koşulların gerçekleşmesi mümkün olmadığından, bu ülkeler başlangıçta koruyucu bir politika izleyerek ticareti kısıtlayıcı tedbirler almak zorundadırlar. Dış ticarette korumacılığı savunan yazarlardan R. Prebisch’in de belirttiği gibi, belki dış ticaret kalkınmanın motoru olarak yüklendiği görevi geçmişte yapmıştır. Fakat günümüzde, uzun dönemde gelişme yolunda olan ülkelerin ürettikleri temel malların fiyatlarının yükselmesi sonucunda, bu argümanı kabul etmek mümkün olamamaktadır. Gelişme yolunda olan ülkelerin kendi şartlarında tek çıkar yol olarak sanayileşmeyi seçmeleri zorunlu olduğundan, bu ülkelerin gelişmiş ülkelerin ucuz sanayi ürünleri rekabetinden

111

kendilerini korumaları gerekmektedir. Bu sebeple, korumacı dış ticaret politikalarını uygulamaları gerekli olmaktadır.

Korumacı dış ticaret politikalarının yanında ve karşısında olan iktisatçılar vardır. Korumacı dış ticaret politikalarına karşı olanlara göre, korumacı dış politikalar, ülke kaynaklarının etkin dağılımını bozmaktadırlar. Çünkü, korumacı dış ticaret politikaları rekabeti engellemekte ve üretimde ayrıcalıklar sağlayarak üreticilerin yenilikler peşinde koşmalarını önlemektedir. Korunacak sanayi dallarının seçimi de ekonomik nedenlerden çok, özel çıkar gruplarının etkisi altında olabilmektedir. Bir sanayi korunmaya başlanınca, diğer sanayiler de korunma talebinde bulunmaktadırlar. Yani, bir anlamda koruma korumayı doğurmaktadır. Korumacı dış ticaret politikalarını savunanlar ise, çeşitli nedenler üzerinde durmaktadır. Bunlardan bir kısmı, ulusal güvenlik ve ulusal savunma, ekonomik kalkınma ve Dampingin önlenmesi gibi haklı görülebilecek nedenlere dayanmaktadır. Diğer bir kısım görüşler ise, ancak belirli koşullar altında geçerli bulunmaktadır. İstihdamın yükselmesi, ticaret hadlerinin iyileştirilmesi ve dış rekabet gücünün arttırılması gibi nedenleri ileri sürenler de bulunmaktadır (Seyidoğlu, 1994:333).

Korumacı dış ticaret politikalarını savunanlar, bu politikalar ile ülkelerin ödemeler bilançolarının iyileştirilmesi ve işsizliğin önlenmesi ya da istihdamın arttırılacağını ileri sürerler. İthalat üzerine konulan kısıtlamaların ithalat hacmini daraltacağı ve böylece ülkenin döviz çıktısının azalması yoluyla ödemeler dengesinin olumlu etkilenmesi mümkündür. Keza; ithalatın daralmasının toplam harcamaların yerli üretim üzerinde yoğunlaşmasına neden olacağı, bu nedenle de istihdam olanaklarının artabileceği ileri sürülebilir. Ayrıca; korumacı dış ticaret politikaları uygulaması ile ülkenin dış ticaret hadlerinin iyileştirilmesinin de mümkün olduğunu belirtmek gerekmektedir.

Görüldüğü üzere, korumacı dış ticaret politikalarının esasını gümrük vergileri teşkil etmektedir. Bugün gümrük vergileri genellikle ithalattan alınır. Geçmişte ihracattan ve transit işlemlerinden de gümrük vergisi alınmaktaydı.

Gümrük vergilerinin başlıca amaçlarını, devlet hazinesine gelir sağlamak ve yerli üretimi dış rekabetten korumak olarak belirtmek mümkündür. Gümrük vergilerinin bütçe içindeki payları ülkelerin gelişmiş düzeyine göre ülkeden ülkeye farklılık

112

göstermektedir. Gümrük vergilerinin özellikle az gelişmiş ülkelerde devlet hazinesinin önemli bir gelir kaynağını oluşturdukları gözlenmektedir. Gümrük vergileri iç fiyatları yükselterek bir yandan yerli üretimi özendirirken, öbür yandan da ithal malını pahalılaştırdığı ve kıstığı için tüketimin azalmasına da yol açmaktadır. Buna, gümrük vergilerinin tüketim etkisi denilmektedir (Karluk, 1996:153).

Korumacı dış ticaret politikalarının en önemli uygulamasını, ithal ikamesi sanayileşme stratejisi teşkil etmektedir. Bir anlamda, genç endüstri tezi ile de açıklanan ithal ikamesi sanayileşme modelinde, alt yapısı olduğu veya kısa zamanda oluşturulacağı düşüncesiyle sanayi ürünlerinin yüksek gümrük vergileri arkasında ülke içinde üretilmesi söz konusudur. Bu modelde ithalat politikaları önemli ölçüde hammadde ya da yarı mamul ithaline dayanmakta ve bunların ya da yerli hammadde veya yarı mamul malların kullanımı yoluyla mamul mal üretimi sağlanmaktadır. Diğer bir deyişle, ithal ikamesi sanayileşme stratejisi, bir ülkede yurt içinde üretilmeyip yurt dışından ithal edilmekte olan malların, uygulamaya konulan korumacı politika önlemleri ile yurt içinde üretilmesini sağlayan bir sanayileşme stratejisidir. İthal ikamesi dış ticaret stratejisi uygulamasında, ulusal endüstriler, her türlü dış ticaret ve kambiyo kısıtlamalarıyla dış piyasanın rekabetinden korunmaya çalışılmaktadır.