• Sonuç bulunamadı

3.2. Dış Ticaret Politikasının Araçları

3.2.2. Tarife Dışı Engeller

3.2.2.1. Miktar Kısıtlamaları

Ülkelerin ithalatlarını doğrudan doğruya belirli miktarla sınırlandırmasına dayanan uygulamalara miktar kısıtlamaları adı verilmektedir. Bunlar, ithalat kotaları, yasaklamalar ve döviz kontrolü gibi önlemleri kapsamaktadır. Fiyat mekanizmasını kaldırıp yerine hükümet yetkililerinin kararlarını geçirdikleri için, kaynak dağılımı açısından oldukça sakıncalı sonuçlar doğurabilmektedir.

Miktar kısıtlamaları (kotalar), bir ülkede belli bir dönemde ithal edilecek mallara miktar veya parasal değer bakımından konulan sınırlamalardır. Ulusal sanayiye sağladığı koruma ve ödemeler dengesi açığını kapatma açısından kotalar gümrük tarifelerine göre daha etkili olmaktadır. Tüketim ve bölüşüm etkisi gümrük tarifeleriyle aynı olmakla birlikte, üretim etkisi yönü ile miktar kısıtlamaları nedeniyle iç piyasada ithal malların fiyatları aşırı yükseleceği için ithal izni sağlayan ithalatçılar tekel oluşturarak yüksek karlar elde edebilmektedir.

Gümrük vergilerinin korumacılık etkisi ile kotaların korumacılık etkisi arasında farklılıklar bulunmaktadır. Gümrük vergilerinin korumacılık etkisi gümrük vergisi oranlarının yüksekliği oranında gerçekleşmektedir. Kotaların korumacılık etkisi ise, miktar ve kıymet üzerinden mutlak bir koruma anlamına gelmektedir. Bu bağlamda; dış ticaret politikalarına gümrük vergileri yoluyla müdahale edilmesi durumunda, gümrük vergilerinin yüksekliği oranında gümrük vergilerinin kısıtlanması söz konusu olabilmektedir. Buna karşılık; dış ticaret politikalarına kota uygulaması ile müdahale edilmesi durumunda ise, ithalatın mutlak anlamda kısıtlanması söz konusu olmaktadır ( Karluk, 1996:175).

Kotalar, uygulamada çeşitli şekillerde gündeme gelebilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, kotaları global kotalar, tahsisli kotalar ve selektif kotalar olarak üçe ayırmak mümkündür. Kotaların en basit uygulaması global kota uygulamasıdır.

63

Global kota uygulamasında sadece kotanın miktarı belirlenmekte ve ülkeler ve hak sahipliği açısından bir belirleme yapılmamaktadır. Keza; global kota uygulamasında kota kapsamında ithal edilecek malların miktarı birim miktar üzerinden belirlenmekte ve ithal edilen miktar açısından bu miktara ulaşıldığında ithalat durdurulmak suretiyle işlem yapılmaktadır. Ancak; global kota uygulamasında ithal edilen miktarın denetlenmesinde zorluklarla karşılaşılabileceği gibi ithal miktarlarının ithalatçılar arasında dağılımı konusunda da sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Bunun için kota miktarının ithalatçılar arasında belirli oranlarda paylaştırılmasını sağlayan tahsisli kota uygulaması gündeme gelmiştir (Karluk, 1996:175).

Öte yandan; bir de selektif kota uygulaması vardır. Selektif kota uygulamasında uygulanacak kotanın hangi ülke üzerinden gelen mallara uygulanacağı hususu da belirlenmektedir. Örnek vermek gerekirse, Türkiye Almanya’dan 2013 yılında 5000 otomobil ithal etmeye karar vermişse, bu bir selektif kota uygulaması olarak kabul edilmek durumundadır. Nihayet; bir de tarife kotası uygulaması bulunmaktadır. Bu uygulamada da, herhangi bir mal için belirli bir ithal kotası belirlenmekte, belirlenen miktara kadar getirilen mallar itibariyle düşük gümrük vergisi uygulaması, belirlenen kotadan sonra ithal edilen mallar için ise yüksek gümrük vergisi uygulamasına gidilmesi söz konusu olmaktadır (Karluk, 1996:175).

Miktar kısıtlamaları (kotalar) dünyada ilk kez 1929-1930 yıllarında uygulamaya konulmuş bulunmaktadır. Tarife uygulamaları kota uygulamalarına nazaran daha eski tarihlere kadar gitmektedir. Bunun nedeni, hükümetlerin gümrük vergilerinin gelir yaratma etkisinden yararlanma istekleridir. Buna karşılık, miktar kısıtlamaları (kotalar) gümrük vergileri gibi gelir sağlayıcı bir fonksiyona sahip bulunmamaktadır. Kota uygulaması dünyada ilk kez 1930 yılında Fransa tarafından ülkenin buğday üreticilerini korumak amacıyla gündeme getirilmiştir. Yine belirtilen tarihlerde Avustralya’nın buğday stoklarını ortadan kaldırmak amacıyla kota uygulamasına başvurması söz konusudur. ( Karluk, 1996:175).

İthal kotaları da gümrük vergisinde olduğu gibi ithal edilen malların miktarı üzerindeki kısıtlama nedeniyle, fiyatlarının artması ile koruma ve tüketim etkilerine neden olmaktadır. Bu şekilde, kota uygulaması ile ülkede fiyatların artması sonucu talebin kısılması gündeme gelmektedir. Ayrıca; ithal kısıtlaması nedeniyle dış

64

ödemeler bilançosunda da olumlu etkiler söz konusu olabilmektedir (Karluk, 1996:176).

Kotaların uygulanan ülkelere gelir sağlayıcı bir etkisi bulunmamaktadır. Kotalar, genellikle iç piyasada malın fiyatının aşırı yükselmesi suretiyle kıtlık rantına neden olmaktadır. Bu rantın ithalatçıya ya da kotayı uygulayan hükümete gitmesi söz konusu olmaktadır. Malın arzının esnek olduğu bu rant ithalatçılara gitmektedir. Malın ithalatçılarının dağınık ve ihracatçılarının ise monopol durumunda olmaları durumunda, rantı ihracatçıların alması söz konusu olmaktadır. Buna karşılık, hükümetin kota uygulanan malın ithalat permilerini satması durumunda ise, kıtlık rantı hükümet tarafından elde edilmektedir. Kıtlık rantının hükümet tarafından elde edilmesi durumunda ise, kotaların gümrük tarifesi uygulamasından farkı kalmamış olmaktadır. Ancak; uygulamada en çok rastlanan durum, kıtlık rantının ithalatçılara gitmesi durumudur. ( Karluk, 1996:176).

Buraya kadar yapılan açıklamaların ışığı altında, kotaların etkilerinin gümrük tarifelerinin etkilerine benzer etkiler olduğunu ileri sürmek mümkün gözükmektedir. Böylece, miktar kısıtlamaları (kotalar) da gümrük tarifelerinde olduğu gibi ithal malının iç fiyatını yükseltmek suretiyle ithalatı kısıtlamaktadır. Bunun sonucu olarak, ithal malının talebi azalmakta ve ithal malının iç piyasadaki üretimini artmaktadır. Bu durum ise, reel gelirin yeniden dağılımına neden olmaktadır. Kota uygulamasıyla ortaya çıkan gelir, duruma göre hükümet, ithalatçılar ya da ihracatçılara kalmaktadır. ( Karluk, 1996:177).

Bir ülke belli bir sanayi dalını korumaya karar verdiği anda nasıl bir ithal kısıtlaması uygulayacağına da karar vermek zorundadır. Çünkü, gümrük tarifeleri ve kotaların göreli maliyetleri oldukça farklıdır. Genel olarak söylemek gerekirse, miktar kısıtlaması (kota) uygulamasında, gümrük tarifesi uygulamasındaki tam esnek dünya arzının aksine, yeni bir arz fonksiyonu söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla, miktar kısıtlaması (kota) na dayalı bir korumacılık uygulamasında, iç talebi genişletmek göreli olarak daha fazla ticaret kısıtlayıcı tedbiri gerektirmekte ve bu nedenle de refah kaybına yol açmaktadır ( Karluk, 1996:177).

65

Yukarıda da açıklandığı üzere, miktar kısıtlaması uygulamasının genel ekonomik durum açısından bazı sakıncaları bulunmaktadır. Bu nedenle, GATT Anlaşması, miktar kısıtlaması uygulamasını bir dış ticaret politikası aracı olarak kabul etmemektedir. Bu bağlamda; GATT’ın dayandığı temel ilkelerden birinin ulusal ekonomilerin korunması hususunda temel enstrümanın gümrük tarifeleri olduğunu belirtmek gerekmektedir. GATT Anlaşmasında, miktar kısıtlaması uygulaması, ülkelerin ancak dış ticaret açıklarını kapatabilmek amacıyla ve istisnai olarak başvurabilecekleri bir uygulama olarak kabul edilmiş bulunmaktadır (Karluk, 1996:181).

Bu bağlamda; Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) hükümlerine göre, ödemeler dengesi zorluğu çeken ülkelerin, belirli bir süre için ithalatlarını kısıtlayabilmeleri mümkün bulunmaktadır. Bu hususlar, Genel Anlaşma’da gelişmiş ülkeler için 12 inci maddede, gelişme yolunda olan ülkeler için ise 18/B maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; ödemeler dengesi sorunu yaşayan ülkeler bu sorunları araştırmak üzere kurulmuş bulunan Komiteye başvurmaktadır. Bu başvuru üzerine Komite ülkenin durumu ile ilgili olarak bir araştırma yapmaya başlamakta ve gerekirse IMF ile de işbirliği yoluna gitmektedir. Yapılan araştırmalar sonunda ülkelerin miktar kısıtlamasına başvurma talepleri kabul ya da ret olunmaktadır. Uygulamada genellikle gelişmiş ülkeler için uygulanmakta olan 12 nci maddeye dayalı talepler az kullanılmış olsa da, gelişme yolumdaki ülkelerin taleplerine ilişkin 18/B maddesine dayalı başvuru ve taleplerin önemli oranda kabul edildiği görülmektedir. (Karluk, 1996:183).

Ancak; GATT’ın Ödemeler Dengesi Komitesinin son yıllarda verdiği kararlarda miktar kısıtlaması iznini daha zor veren bir tutum içinde olduğu müşahede edilmektedir. Güney Kore gibi GATT sistemi içinde gelişme yolundaki ülke olarak kabul edilen ancak bu konumları uygulamada tartışmalı bulunan ülkelerin miktar kısıtlaması taleplerinin GATT Anlaşmasının 18/B maddesinden, miktar kısıtlaması uygulamasını daha kısıtlayıcı olan 12 inci maddeye kaydırılmasına çalışılmaktadır. Çünkü; GATT Anlaşmasının 18/B nci maddesine göre miktar kısıtlaması direkt olarak uygulanabilmekte, bu durumda ise yurt içi fiyatların yükselmesi sonucu miktar kısıtlaması uygulamasından rant sağlayan kişilerin ortaya çıkması söz konusu olmaktadır. (Karluk, 1996:183).

66

GATT/WTO uygulamalarına göre, miktar kısıtlaması uygulamaları, ithal yasakları, ithalatın izne bağlanması veya şartlı ithal izinleri uygulamaları şeklinde de gündeme gelebilmektedir. GATT Anlaşmasına göre, ithalatın yasaklanması ancak kamu güvenliği veya kamu sağlığı gibi nedenlerle gündeme gelebilmektedir. Öte yandan; şartlı ithal izni uygulamasında ise, ithalatın ancak bazı şartların yerine getirilmesi koşuluyla yapılabilmesi mümkün olmaktadır. Bu şartlar, uygulamada ülkeye döviz getirme ve ihracat yapma şartı olarak karşımıza çıkmaktadır. (Karluk, 1996:183). Tarife dışı engeller kapsamında miktar kısıtlaması denilince ilk akla gelen kotalar olmakla beraber, kotalar miktar kısıtlaması uygulamasının tek örneği de değildir. Yine miktar kısıtlamaları çerçevesinde ithalat yasaklamaları ve kambiyo denetimi uygulamaları da söz konusu olabilmektedir.

İthalat yasaklamaları, yurt dışından ülkeye giren bazı malların tamamen yasaklanmasını içermektedir. Özellikle döviz darboğazına giren ülkeler başta lüks tüketim malları olmak üzere birçok malın ülkeye girişini yasaklamaktadır. Özellikle yeni gelişen sanayilerin korunması amacıyla aynı nitelikteki ithal malların ülkeye girişine engelleme getirilebilmektedir. Ekonomik amaçlı bu engellemeler yanında politik, ahlaki ve sağlık nedenleriyle de ithalat yasaklamalarına başvurabildiği görülmektedir. Ülkenin anayasal rejim ve sistemine uygun olmayan yayınların ülkeye girişine izin verilmemesi politik amaçlı ithal kotalara, uyuşturucu maddelerin ülkeye girişinin yasaklanması ise sağlık ve ahlaki nedenlerle ithalat yasaklarına örnek oluşturmaktadır. Örnek vermek gerekirse, Türkiye’de 1980 öncesi dönemde yurtdışından ülkeye yabancı sigara ve içki gibi ürünlerinin girişi yasak bulunmaktaydı (Öztürk, 2012:77).

Miktar kısıtlamalarının bir diğer uygulaması kambiyo denetimi yoluyla yapılan kısıtlamalardır. Kambiyo rejimi bir ülkenin dış ekonomik ilişkilerinin parasal yönlerini düzenleyen genel yasal çerçeve olarak tanımlanmaktadır. Kambiyo rejimi döviz işlemlerinde serbestliği veya denetimi öngörebilmektedir. Döviz işlemlerinde resmi denetim öngörülmekte ise kambiyo denetimi söz konusu olmaktadır. Kambiyo denetimi, paraları güçlü olmayan ülkelerin serbest döviz rejimini bırakarak döviz alım satımını devlet eliyle yapmaları anlamına gelmektedir. Türkiye’de 1930

67

yılından 1983 yılına kadar kambiyo denetimi uygulanmış bulunmaktadır (Öztürk, 2012:78).

Yurt dışından ülkeye giren tüm dövizler Merkez Bankası ya da bu bankanın yetkili kıldığı bankalar tarafından satın alınmakta, ithalat, turizm vb. gibi çeşitli gereksinimler için talep edilen dövizler Merkez Bankası tarafından ihtiyaç sahiplerine satılmaktadır. İthalat yapmak isteyenler Merkez Bankası’ndan döviz satın almak için, kambiyo ile ilgili birimden izin (lisans) almak zorundadır. Kambiyo denetiminde ulusal paranın değeri yapay olarak yüksek tutulmakta, resmi işlemlerde devletin dövize koyduğu resmi oran uygulanmaktadır. Kambiyo denetimi uygulayan ülkelerde paranın resmi değeri ile gerçek satın alma gücü arasında daima fark olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, döviz gereksinimi olanların her türlü olanakları zorlayarak döviz bulmaya yönelmeleri, dışarıya döviz kaçırılmasına ve döviz karaborsasının oluşmasına neden olabilmektedir. Bu uygulamalar fiyat mekanizmasını ortadan kaldırıp kamu otoritelerinin kararlarını geçirdikleri için kaynak dağılımı açısından olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. (Öztürk, 2012:78).