• Sonuç bulunamadı

Dış Ticaret Politikası Tercihinde Rol Oynayan Etkenler

Dış ticaret teorisinin ekonomi politiği, ülkelerin dış ticaret politikalarının belirlenmesi hususunda rol oynayan etkenler üzerinde bazı görüşler geliştirmiştir. Üretici ve tüketicilerin algılanan kişisel çıkarlarına göre davrandıklarının kabul edildiği bir modelde ticaret politikasını politika yapımcılarının amaçları, koruma ve/veya liberasyondan kazanan ve kaybedenlerin politika yapımcıları üzerindeki etkileri ve politika yapımcı ve uygulayıcıları ile kazanan ve kaybedenler arasındaki ilişkiyi belirleyen kurumsal yapı belirler (Kalaycıoğlu, 1991:26).

Bütün bu etkenlerin geçerli olduğu ortamın demokratik olması, modelin temel ve en önemli varsayımıdır. Diğer bir deyişle, gerek bireyler, gerekse de ilgili taraf ve organize çıkar grupları ( işverenler, sanayici ve iş adamları dernekleri, işçi sendikaları) kamu otoritesinin kararlarını demokratik bir ortamda ve demokratik yol ve yöntemlerle etkilemeye çalışırlar.

Dış ticaret politikalarının uygulaması ile ilgili olarak, politikaların tercihi ve uygulamaları bu uygulamalardan kazanan ve kaybedenlerin kimler olduğu hususu önemlidir. Ricardo modelinde serbest ticaretten taraflardan her birinin karşılaştırmalı üstünlükler kuralı gereği kazançlı çıkması ileri sürüldüğünden, modelde dış ticaretten kimsenin kaybetmeyeceği kabul edilmektedir. Dolayısıyla bu modelde, serbest ticaret aleyhine herhangi bir lobi veya koalisyonun ortaya çıkması beklenemez. Ancak; daha karmaşık bir model olan Heckscher Ohlin modelinde çıkar çatışması mevcuttur. İki model arasında bu farkı yaratan ilk etken, Ricardo’nun salt emek modeline, sektörler arasında hareket edebilen ve hareketi bir fırsat maliyeti yaratan bir üretim faktörünün, yani sermayenin eklenmiş olmasıdır. Faktör sahipleri arasındaki çıkar çatışmasının temelinde nispi üretim fiyatları ile nispi üretim faktörü getirileri arasındaki ilişki vardır. Bu açıdan bakıldığında, korumacılık uygulaması ülkedeki ithal ikamesi sanayi dallarının ürettiği mal ve hizmetlerin yurt içi nispi fiyatını yükseltir ve dolayısıyla Samuelson-Stolper teorisine göre ekonomide nispeten kıt olan faktörlerin sahiplerinin reel gelirlerini, nispeten bol olan faktör

129

sahiplerinin gelirlerine göre arttırır. Bu yöndeki çıkar çatışması, bize korumacılık veya liberasyon uygulamasından kimin kazandığını ve kimin kaybettiğini belirleme ve bulma kolaylığı sağlar.

Dış ticaret politikalarının uygulanması sırasında kısa dönemli faktörler önemli rol oynar. Çünkü, her şeyden önce ticaret politikaları onları uygulayan siyasi kadroların seçimlerle belirlenen sorumluluk sürelerine bağlıdır. Ayrıca; yeniden seçilen bir siyasal partinin bile aynı ticaret politikalarını uygulaması gerekmeyebilir. Her ne kadar ticaret politikaları siyasi iktidarların siyasi ve iktisadi felsefesine göre belirlense de, özellikle dış ticareti denetleyen politikaların dış ekonomik koşullara, iktisadi ve siyasi anlaşmalara bağlı oluşu, bu politikalarda sık sık ve reaksiyoner değişikliklerin yapılması ile sonuçlandırılabilir. Bu yapısal esneklik ticaret politikalarını kısa dönemli faktörlere duyarlı olmaya iten temel bir etkendir.

Soruna istihdam açısından baktığımızda ise, dış ticarette korumacılık veya liberasyon politikalarının uygulanmasının istihdam üzerine etkilerinin olması kaçınılmazdır. İşçi çıkarmanın yürürlükteki düzene göre kolay olduğu bir ortamda, korumacılık adeta bir sigorta işlevi görürken, liberasyon adeta bir tehdit oluşturur. Ücret pazarlıkları korumacılık koşulunda tarafların, güçlerine bağlıdır. Dolayısıyla ticaret politikasının ilk etkisi ücretten çok istihdam üzerinde olacaktır. Eğer dönemin başında işsizlik varsa, korumacılık iş olanağı sağlayabilir. Eğer işsizlik yoksa ücret avantajı getirebilir. Ancak; korumacılığın sağlayacağı avantaj emek arzının emek talebinden daha hızlı artması durumda azalacaktır.

Dış ticaret politikaları tercihi ile firmalar arasındaki ilişkiyi incelediğimizde ise, günümüzde bir ülkede bulunan yerli firmaların uluslararası piyasalara ihracat bağlılığı, çok ulusluluk ve çeşitli aşamalardaki girdi ticareti olmak üzere başlıca üç yolla bağlı olduklarını görmekteyiz.

Bu açıdan bakıldığında, yoğun olarak ihracat faaliyetinde bulunan sanayi dallarının korumacılıktan yana olmadıklarını ve ticari engellerin kaldırılmasını savundukları söylenebilir. Keza; çok uluslu şirket faaliyetleri olan firmaların da ticaret engellerinin kaldırılmasını savunmaları gerekir.

130

Buna karşılık; düşük ihracat bağımlılığı ve düşük çok ulusluluk derecesine sahip firmaların ciddi bir ithalat rekabetine uğrama potansiyelini gördüklerinde korumacı politikalar lehinde tercih belirtmeleri gerekir. İhracat bağımlılığı yüksek olan firmalar yerli piyasadaki ithalat rekabetine rağmen, korumacılığa karşı direnir. Hem ihracata dayanan hem de çok uluslu firmalar korumacılığa en fazla direnen gruptur. Buna karşılık, ihracata dayanmamakla birlikte, çok uluslu olma özelliği gösteren firmalar, ithalat rekabetine karşı çifte bir tutum izlerler.

Kuşkusuz, firmaların koruma tercihi veya arzusu rekabet edebilir olup olmadıklarına bağlıdır. Dolayısıyla rekabet dezavantajları olarak ifade edebileceğimiz göstergeler firmaların koruma taleplerini tahmin için kullanılabilir. Bu dezavantajları şöyle gruplayıp özetleyebiliriz.

Sanayi dalının emek yoğun bir dal olması koruma talebi yaratma potansiyeline sahip bir rekabet dezavantajı anlamına gelebilir. Diğer bir deyişle, emek yoğun sanayi dalları koruma politikaları aracılığı ile bir rekabet üstünlüğü ve bir istihdam garantisi elde edebilirler. Böylece, üretimde daha çok ve niteliği düşük işgücü kullanan bir sanayi dalının koruma talebi belirtmesi çok doğal olarak kabul edilebilir. Nitekim; 1960’lı ve 70’li yıllarda sanayileşmiş ülkelerde bulunan bazı firmalar emek yoğun alanları gelişmekte olan ülkelere kaydırarak korumacılık yanlısı olma eğilimlerini azaltmışlardır.

Koruma dolayısıyla ortaya çıkan yüksek rantlar aslında yeni koruma taleplerinin de kaynağı olarak düşünülebilir. Bu tür bir talep yapısı ayrıca sanayi dalının tekelci olma eğilimi içinde olduğunun bir göstergesidir. Tekelci bir yapıdan kaynaklanan yüksek piyasa payı ise yine korumacılık tercihinde önemli rol oynayan etkenlerden bir diğeridir.

Kamu otoritesinin firmalara daha önce sağladığı koruma birçok halde yeni koruma taleplerine dayanak oluşturur. Diğer bir deyişle, bugünkü koruma talebi geçmişte sağlanan korumanın pozitif bir fonksiyonudur.

Bazı hallerde eğer başlangıçta sağlanan koruma firma karlarını yüksek tutmakta başarılı olmazsa, firmalar yine ekonomik güçlerine dayanarak daha fazla koruma

131

talep edebilirler. Buna ilaveten eğer ticaret engellerinin ekonomik refahı arttırdığı yönünde bir görüş varsa, koruma talebi yoğunluk kazanır.

Genellikle ölçek ekonomileri olarak faaliyet gösteren firmalar zaman zaman ve selektif koruma talebinde bulunmakta, uzun süreli ve yaygın korumanın yaratacağı misilleme etkisinden çekinerek bu konuda temkinli hareket etmektedirler. Büyük firmaların bu tutumuna karşılık, küçük ve orta ölçekli firmaların sürekli korumayı tercih etmeleri aslında politika yapımcıları açısından farklı farklı seslere kulak verme ve çıkarları mutlu bir ortalamada harmonize etme gibi bir mesele ile karşı karşıya bırakır.

Belirtilen etkenler yanında, firmaların içinde bulundukları ülkedeki siyasi kadrolar ve kamu görevlileri ile olan ilişkileri de taleplerini gerçekleştirme konusunda etkili olur. Robert Baldwin koruma talebinin koruma razı üzerindeki etkisini incelemiştir. Buna göre; etkilenen değişken durumunda olan kamu görevlisi için merkeziyetçi ve liberal gibi ikili bir ayrım yapmak yararlı olacaktır. Bu yapı bir anlamda merkeziyetçi ve ademi merkeziyetçi ayrımını yansıtmaktadır. Bu arada siyasi kadro ve kamu görevlilerinin kararlarını vermelerinde politika oluşturma sürecindeki kademe sayısı, bürokrasinin etkilerden soyutlanma derecesi, el altında bulunan kullanılabilir politika aracı sayısı ve kamu politikasının amaçları arasındaki bütünlük gibi etkenler de rol oynamaktadır.

132

5.TÜRKİYE’DE DIŞ TİCARET POLİTİKALARI

Türk ekonomisinin genel görünümünün incelenebilmesi için Anadolu’nun yakın tarihinin iyi bilinmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, Osmanlı İmparatorluğu’nun analizini içermeyen bir inceleme, Türk ekonomisinin geçtiği aşamaların çok iyi anlaşılamamasına neden olabilecektir. Tarih, her ulus için iste de istemese de ortaya çıkmış bir yaşanmışlıklar bütünü olarak karşımızdadır. Bu açıdan bakıldığında, tarih milli bir vasıf taşımaktan ziyade, bir anlamda yaşanmış bir gerçeklik alanı oluşturan farklı bir disiplin olarak kabul edilmelidir.