• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.1. Devlet Sistemi

2.1.1. Ordu

Askeri geleneklerin göçebe halkı için rolü çok büyüktü. Askerî görev onların en önemli ve ortak görevlerinden biriydi. Aslında bozkır halkı tamamen silahlanmış bir toplum idi. XVI asrın İngiliz gezgini ve diplomatı Aral bölgesinin göçebeleri için ”avlanmaya veya eğlenceye, hiçbir zaman yay, ok, kılıç olmadan çıkmaz”- demişti. Silahlanmak bir avcının yasal hakkı olmasıyla beraber, zorunluluğu idi. Mesela halk toplantılarında silahsız erkeğe söz hakkı verilmemiş, hatta onlara yaşça küçük olanlar bile yer vermezmiş.

Göçebe Kazaklarda daima kalıcı asker yoktu, ancak ihtiyaç olduğu vakit soydaş taifesinden oluşan ordu toplanırdı. Soydaşlardan oluşan bağımsız askerî kışlalar olurdu. Onu soy lideri yönetir. Her bir ordunun kendine ait bayrağı ve marşı olurdu. Böyle bağımsız askeri birlikler milletin askerini savunma gücünü oluşturdu. Millet lideri aynı zamanda askeri de yönetirdi. Askerin komutanlığını han yapardı, savaşlarda cengâverleri direkt kendi yönetip, zorluk ve tehlikeleri beraber yaşardı. Kazak hükümdarı acil durumlarda 300-400 bin asker toplayabiliyordu.155 Mesela Ruzbehan’nın dediğine göre Kazakların ağa hanı Burunduk Kazak milletinin her bir tarafına: “saldırı için ata konun” dediğinde anında dört bin bahadır gelirmiş. Babur’un (1483-1530) malumatlarına baktığımızda, Burundığın mirasçısı Kasım Han’ın yaklaşık 300 bin askeri olduğu söylenir. Aslına bakarsak hiçbir Kazak

153 Magauin, M, a. g. e, s.186. 154 Kazak SSR Tarihi, a. g. e, II, 348. 155 Kazakistan Tarihi, II, 470.

71

hanının emrinde bu kadar çok asker olmamıştır. İstatistik araştırması asker dairesindeki cengâver sayısının ortalama 30-50 bin olduğunu gösteriyor. Askeri seferlerde kazak hanları ordusunu güçlendirmek için çevre köylerden destek isteyerek hareket etmiştir. Burunduk Han onun bu ricasını yerine getirmek için onunla Sozak vilayetine yola çıkmış, Sozak ve Karakurum adamlarından “yaya ve atlı asker” oluşturup, onları büyük asker ordusuyla birleştirip, Şaybani Han’a saldırmıştı. Başka malumatlara göre Tevekkel Han’ın 1598’deki Maveraünehr saldırısında onun asker ordusunda Kazaklardan başka “Taşkent’le Türkistan sultanları, Kırgızlarla Kıpçakların” olduğu söylenir. Kazak hanlığının bu seferindeki asker sayısı 90-100 bin civarındaydı.156

Kazakların ana silahı yay ve kılıç olmuştur. Cengâverlerin silahlarının türleri yarım ay şeklindeki uzun saplı balta, topuz, ağır topuz, çift başlı topuzdur. Mesela Şeybanî toplumunun, Deşti Kıpçak sultanının harpteki hali şöyle tarif edilir. “Gövdesinde gök renginde zırh, başında güneş parıltılı başlığı, belinde kuşak, kuşağında kılıç”. Kazaklar silahları kendileri yapmış, hazırlamıştır. Onlar oku kayın ağacından, yay telini koyun bağırsağından, ok uçlarının kılıflarını koyun derisinden yapmışlar, kurşun sıkan tüfekleri az kullanmışlar, fakat kurşun hazırlamayı iyi bilmişlerdir.157

Göçebelerin mecburi silahı cengâver bayrağı olmuştur. Bu bayrağın en az iki vazifesi var: onlar önemli ve kutsal sembol, çatışmada askerî yönetmenin en verimli silahı. Her bir soyun, her bir milletin sultanının ve elbette her bir hanın kendine özel bayrağı olmuştur. Yerleşmiş geleneklerine göre bir han bayrağının sayısı dokuza ulaşabilmiştir. “Tokuz Tulı Han” (dokuz bayraklı han) denildiğinde onun şanı, şöhreti anlaşılırdı. Bayrak sadece iktidar nişanı değil, aynı zamanda komutan ve askerlerin cengâverlik şanı ve namusu idi. Ana bayrak barış zamanında milletin kutsal emaneti olarak saklanır, sadece savaş zamanında çıkarılır. Harp zamanında bu bayraklar silahtara veya hanlara emanet edilirdi. Bayrağı özel kuvvet askerleri beklerdi. Harp esnasında bayrağı ele geçirmek için şiddetli mücadele verilirdi.

156

Kazakistan, Tarihi, II, 471.

157

72

Bayrak taşıyan cengâverin ölmesi, cengâverlerin kargaşasına sebep olurdu, bayrağın yere düşmesi veya kaybolması ise mağlubiyet demekti.158

Göçebelerin askeri hayatında kendine has bazı farklılıkları vardı. Göçebe çobanlar komşu çiftçilere yapacağı yolculuğunu genelde sonbahar otlağından sonra yapardı. Çünkü binecekleri atların sağlıklı ve güçlü, uzun oyla dayanıklı zamanları idi. Çiftçiler ise hasat zamanından sonra yaparmış.

Savaşa çağrıldığında her bir cengâver en az iki at ve silahlarıyla çıkmak zorundaydı. Step göçebelerinin hafif atlı askerleri hızlı hareket etmesiyle fark ediliyordu ve her zaman ve her yerde onlar saldırı için büyük güçleri toplayabiliyordu. Savaşa dikkatlice hazırlanılırdı; atlarına yem verir, onların yelelerini tarar, kılıçları ile mızraklarını bileyerek, yayları ile oklarını gözden geçirdi, askerlik belgelerini hazırlardı. Savaşa girmeden önce cengâverler atlarına örtü örterek, kendileri zırh giyerdi. Kendi tarafındakileri ile karşı tarafa fark edebilmesi için kollarına (bileklerine) kendi bayrak renginden kumaş bağlarlardı. Savaş esnasında bayrak tutan asker en büyük bayrağı kaldırarak askerlerin düşmanlara cengâverlik tertiple (şartla) girmelerini sağlardı. İlk önce iki taraftan “Dangtı Maydanga” (şanlı meydana) şöhretli Alpler (yiğit, kahramanlar) teke-tek çıkmışlar. Bahadırların teke-teklerinden sonra askerlerin deniz gibi karşı karşıya iki taraf birbirine saldırırdı.159.

Kaynaklarda göçebe Türk taifeleri ile halklarının askerî hüneri hakkındaki malumatlar pek çoktur. Şöyle bir misal verelim. Eğer asker başılar belli bir durumda düşman ile atlı askerler savaşmayı doğru görürse, askerlere ihtiyaca göre atlarını kemerlerine bağlayarak, düşmana okları yağmur gibi yağdırarak, mızrakla saldırıp, onların yoluna engel olmaya çalışmıştır. Eğer karşı taraf aniden saldırıp, asker safını düzeltmek mümkün olmazsa, kanatlarını toplayarak daire yapmaya çalışırlar, sonra mücadele ederek “Moğol örfünce” daire içindeki daireye geçiyorlar. Deşti Kıpçak göçebeleri saldırıda Tulgane veya Tulgamış usulünü kullanmışlar. Bu usulün, ikisi de

158 Kabdildinov, Z, a. g. e, s.181.

73

Türklerin etrafını çevirmek, döndürmek, kandırmak, kafasını karıştırmak manasındaki “tulğamak” sözünden çıkmıştır.160

Babur kendi eserinde savaş taktiğini uygulamada Deşti Kıpçak göçebe Özbeklerinin “çatışmadaki büyük ustalığı” diye sıfatlar ve onu detaylı olarak anlatır. Babur’un 1501 yılı Şeybani Han’la olan çatışmayı sıfatlamasından kısa bir örnek: “Karşılaş (düşman) iki asker safı birbirine yaklaştığında, diye yazar. Babur, Şaybani

Han askerinin sağ tarafındakiler benim sol tarafımdan dolanıp, bize arka taraftan saldırdı. “O arada ben onlara döndüğümde, bizim ön saf… sağ tarafıma geldi.” “Bizim ön sol sağ tarafta kaldığından, bizim önümüz korumasız kaldı. Düşman askerleri bize hem önden, hem arkadan saldırmaya, ok atmaya başladı.” Babur, Kıpçakların savaşı onların yanıltma taktiğiyle biterdi diyor.161

Böylece yaverlerin hepsi beraber ok atıp, atlarını hızlı bir şekilde durdururlar; geri çekildiklerinde tekrar hızlı bir şekilde koşarlardı. Askeri kahramanlık büyük saygı, hürmet ile karşılanmış”, daha çok baş kesip, kan döken adam göçebe memlekette genel saygı görmüştür. Savaştaki kahramanca hareket ve özel taktik uygulayarak korkmadan, göğsünü gere gere düşman karşısında durana “Bahadır” adı verilmiştir. Savaş meydanında cesur hareketleriyle göze görünenlere, XI. asırdaki malumatlardaki gibi, “Tolıbahadır” yani (tam kahraman) ünvanı verilmiştir. Batır sözü kahraman adamların kendi ismine eklenerek söylenmiştir. Göçebe halkının herhangi bir kahraman cengâveri bu unvanı alabilirdi. Kazan hanı Tavke’nin özel mührüne bakıldığında onun batır unvanını aldığı anlaşılır. Batırların kahramanlıklarını şairlerle, âşıklar methetmiştir.162

Görüldüğü gibi Kazak Hanlığı’nın askerî geleneği eski göçebe Türk Kağanlıklardan Altın Orda İmparatorluğundan alan tecrübeler neticesinde kendine has göçebe askerî medeniyetini oluşturmuştur. Çünkü o dönemde sürekli göç, sürekli yer değiştirme, yılın dört mevsimi bir yerden bir yere göçme nedenlerinden dolayı bir arada ordu tutma zor oluyordu. Göçebe askerî medeniyetinin bir özelliği de göçebe insanının her biri kendisini asker adamı olarak düşünmesidir. Kılıç, mızrak tutabilen

160 Sabırhanov, A, a. g. e, s. 56.

161 Babır, Zahiraddin M, Baburname, Almatı, 1990, s.146. 162 Babır, Z, a. g. e, s.151.

74

her insanın evinin yanında her zaman bir at hazır bulunuyordu. Eğer ani bir saldırı olduğu sırada “attan, attan, attan” diyorlardı. Bu sözü işiten herkez düşmanın saldırdığını anlardı ve atlarına koşarak, kendi birliğine katılırdı. Böylece bir anda düşmanına karşı savunmaya hazır bulunuyordu.